28 Haziran 2010 Pazartesi

Sosyal yaşamda bilgelik değil cehalet egemendir


Tarih olarak, insan topluluklarının milyonlarca yıl süren ve zorlu mekanlarda geçen, çok acılı, felaketli zamanlarda büyük mücadele isteyen çabaların sonucunda daha gelişkin, özgün topluluklar oluşturulmuştur. Bazı olanaklı mekan ve dönemler toplumsal sıçramalarda belirleyici olmuştur. Bu coğrafyalardaki yaşam biçimi, ilişkiler, davranışlar, duygular, doğa algılamaları bir yontunun, bir tablonun, bir rölyefin, bir kitabenin ve bir tapınağın tarihsel-sanatsal anlamı kadar değerlidir. Bu sosyal yaşamlar tarihi eserler gibi korunmalıdır.

'Sosyal yaşam, anlamına erişilmeyen, fazla bilinmeyen bir kavramdır. Anlamını bilseydik hegemonik sistemler altında lime lime edilen sosyal yaşamımızın amansız savunucuları olurduk. Sosyal yaşamda bilgelik değil cehalet egemendir' der çağın büyük bilgeleri.

Öncelikle tek düze, tekil, sınırsız her yerde benzer sosyal yaşamlar yoktur. İzafi yaşam demek biricik, tekil yaşam demektir. Evrensellik tekil yaşam olmadan gerçekleşemez. Her tekil de evrensel olmadan yaşayamaz.



Her bakımdan, tarihsel olarak toplumlar açıklama gücüdürler. Bir köy, bir sokak, bir kabile ve aşiret, bir dernek, bir sendika ve cemaat da olsa açıklama gücüdürler. Eski ve tarihsel bir hakikati açıklarlar. Ekolojik toplum bakışı içerisinde bunları asla küçümsememek gerekir. Bir çiçek, bir kuş, bir pınar, bir ağaç, bir böcek nasıl doğayı-evreni açıklıyorsa onlar da öyledirler. 'Hakikati açıklayamamak en ağır kölelik, asimilasyon ve soykırım durumunu ifade eder ki bir nevi var oluştan kopma, gerçeklik olma durumundan düşmek demektir. Anlamsız kılınmış toplum ve birey, başka öznenin hakikati içinde erimiş, kimliğini yitirmiş varlık anlamına; daha doğrusu anlamsızlaşmış varlık haline uğramış demektir.'

Çağımız paradigmasında nesneler fetişleştirildiğinde, sosyal yaşamın anlamından uzaklaşma başlar. Bu öyle farkında olunan bir süreç değildir; ekonomi, eğitim ve medya kuşatmasında gerçekleşir. Bu yabancılaşma ve yalnızlaşma tam da bir delilik durumudur. Asabı bozulan zayıf birisi nasıl sağını solunu kırıp dökmeye başlarsa; kimliğini, dilini, kültürünü, kısacası sosyal yaşamını kaybetmiş birisi de öyledir. Sistem böyle bireyleri nesnelerle, güdülerle, tüketimle sakinleştirir. Pozivitizm böyle bir delilik yaratımı ve hakikatsiz yaşamdır. İnsanlar etraflarını yıkıp yakıyor ve doğayı amansız kirletiyor. Doğadan uzaklaştıkça da yaşama saygısı kalmıyor. Gelecek kuşakların yaşamları yok ediliyor.

Bu sadece bireyler için geçerli değildir; lakin kurumlar ve hükümetler için de geçerlidir. Yoksa ülkemizi çöle çevirmek, kırsalı boşaltıp kentlere tıkamak için bu kadar saldırganlık sergilenir miydi? 700 adet HES (Hidroelektrik Santral) kararı ve 1600 yeni maden arama ruhsatı verilir miydi? Dağları, ormanları deşmek, yollar açmak, çevreyi bir enkaz yığınına çevirmek, köylülerin suyunu kesmek ve yok etmek ve geriye hiçbir şey bırakmamak geleceği yok etmek değilse nedir? Kaynak, kalkınma için bunları mı yapmak gerekir?

Kırların boşaltılması, işsiz ve aylak kentlerde halkın toplanması acımasız bir toplumsallığa yol açıyor. İnsanların, doğanın ve ülkemizin uyumu ve dengesi bozuluyor. Bunun en somut örneği, eğitim kurumlarımızda ve özellikle YİBO'larda yaşanıyor. Buralarda sadece çocukların dilleri ve kültürleri yok edilmiyor; en önemlisi şefkatleri, merhametleri, inançları, güzellikleri de yok ediliyor. Belki bu okullardan bazı önemli şahıslar da çıkıyor, lakin yaşam içinde yaralıdırlar. Yaratıcılıkları, toplumla bağları, sosyal yaşam alışkanlıkları ölmüştür. Tarım politikalarını yıllardır yürüten bakanımız bu gelenekten gelmektedir. Coğrafya ve mekan algısı yok olmuştur. Yoksa bu tarım politikasını sosyal yaşamı olan ve doğa dostu olan biri uygulayabilir mi?

Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında, politika kendine yeterlilik üzerinde kurulmuştu: Çünkü çaresizlikten değildi. Tarım, toplumun maddi ve manevi kültüründe tarihin en köklü devrimidir. İnsan toplumu esas olarak tarımın etrafında şekillenmiştir. Tarımsız toplum düşünülemez. Tarım, sadece beslenme sorununun çözümünü değil zeka, dil, nüfus, yönetim, savunma, yerleşme, din, teknik, giyim, etnik başta olmak üzere temel maddi ve manevi kültür araçlarında köklü dönüşüm ve gelişmeler sağlar. Sosyal yaşamın coğrafyası-mekanı da, bedenleşmesi de bu olguya bağlıdır. Tabii ki teknoloji kullanılacak, insanların çoğalan ve karmaşıklaşan ihtiyaçları esas alınacak; lakin toplumsallık ve doğa tahrip edilmeden bunlar yapılacak. Sosyal yaşamı ve doğayı çölleştirdikten sonra o teknolojilerin ne anlamı olacak? Çağımız bu politikaları reddetme noktasına geldiği halde neden bu politikalar ısrarla uygulanıyor?

SOSYAL YAŞAM ALANLARI

1863 yılında Amida'da üretilen sebze ve hayvan ürünlerinin toplamı 800.000 sterlindir. 53.500 St.'lik buğday, 73.750 St'lik arpa, 3.000 St'lik zeytin, 1.500 ton süzme tereyağı, 400 ton peynir, 1.000 ton yün, 120 ton tiftik, 680 ton mazı, 481 ton ipek, 2.722 kg balmumu, 68.040 kg donyağı, 80.000 St'lik rakı, 6.000 St'lik kuru meyve, 3.000 St'lik bal ve 124.000 St'lik pamuk.

İhracat için uygun olan yerli imalatlar arasında maroken derisi en önemlisidir. Yerel ve ev tüketimi için tekstil imalatı epeyce fazla; gönderilen malların yıllık değeri 7.000 sterlin olarak hesaplandı. Dokunmuş kumaşların üretiminde yaklaşık olarak 5500 dokuma tezgahı kullanılıyor. Mallar çeşit olarak sıradan pamuklu elbiselerden zengin nakışlı ipeklilere kadar değişiyor.



(...) Girerken bu çerçevede bol miktarda bulunan bir çeşit kara taşlardan yapılmış olan Diyarbekir'in güzel görünümünden ve aynı zamanda karanlık havasından derin bir şekilde etkilendim. Yerleri kaldırım taşlarıyla özenle döşenmiş birkaç dar sokaktan geçtim; burada her halkın kendine has kıyafetleri vardı: İşi başından aşkın insanların koşuşturduğu, çok güzel görünümlü birkaç pazardan; aynı zamanda dükkanlarla çevrelenmiş iki küçük meydandan geçtim; sonra da daha düz ve daha geniş bir sokaktan geçerek, benim için, bu bölge şartlarına göre çok rahat bir odanın hazır beklediği kervansaraya vardım.' (Seyhatnamelerde Diyarbekir, M. Şefik Korkusuz)

Tarihi bir dokuyu, bir sit alanını ele aldığımızda, orada canlı bir üretim, sosyal bir yaşam vardır. Sadece günümüzle karşılaştırdığımızda kentlerin ve üretimin ne hale getirildiğini görebiliriz. Yerel üretim tamamiyle çökertilmiştir. Yine sadece tarihi değeri, sanat değeri olan eserlerle de bu yaşamı açıklayamayız. Nasıl ki annenin karşılıksız sevgisi ve şefkati ilk insandan günümüze kadar aynı özellikte h‰l‰ varsa ve ortadan kalkması durumunda, insanın kendisini sürdürmesi olanaksız olacaksa; toplumlar için de sosyal yaşam öyledir.

Bu kentte doğmuş, lakin sosyal yaşamına yabancılaşmış birisi bu karşılaştırmayı nasıl yorumlayabilir? Tarım Bakanı'nın sorumluluğu altında bir yerel ekonomi birçok alanda sıfırlanma noktasına getirildi. Kendi kendine yeterliliği, sistemin ve özellikle küresel sistemin etkisiyle çökertildi. Kent, artık üretmeyen ve dışarıdan gelen tekel mallarını satan bir bakkal dükkanına çevrildi: Bağımlı, zayıf, işsiz, toplumsallığını kaybetmeyle karşı karşıya kalmış, yaşamın anlamını yitirmiş ve sadece devinen bir kalabalık, bir yığın haline getirilmeye çalışılmaktadır.

Bu yok etmelerin sebebi bireyleri, toplumu başka öznelerin hakikati içinde eritme, tekellerin azami k‰rına kurban etmedir. Sayın Bakan da bunun bir örneğidir. Sistem karşısında bütün yoksul toplumların kaderidir.

Yukarı Mezopotamya ve Anadolu kentlerinin kaderi aşağı yukarı benzerdir: Belki politik tercihlerle birkaç tanesi kurtarılmış olabilir. Lakin asli tarihi yapıları ve sosyal yaşam biçimleri büyük çapta yok edilmiştir. Mardin, Urfa, Antakya, Kayseri, Sivas, Bursa bunların başında gelmektedir. Son kalan kalıntılar da daha kapsamlı projelerle ortadan kaldırılma ile karşı karşıyadır.

LALEBEY VE ALİPAŞA

Diyarbakır'ın en eski iki mahallesidir. TOKİ, iki yıldır bu iki mahalleyi yıkıp yerine konutlar ve reklerasyon alanı yapmak istemektedir. Sadece rant için bu iki mahallede TOKİ istimlak yapmaya başladı. Diyarbakır Suriçi sit alanıdır. TOKİ'nin amacı ilk önce burada toplu konut yapmak idi. Kent dinamiklerini kendi içinde toplayan Kent Konseyi'nin ve belediyelerin çabasıyla bu ilk planlamadan vazgeçildi. Mahalle sakinleri ile yapılan toplantılarda ise ciddi bir direniş sergilendi.

TOKİ'nin bu iki mahalleyi seçmesinin nedeni Suriçi'nin en az bozulmuş, yapılaşmanın genellikle iki katlı yapılardan oluşmasıdır. Yani istimlak bedeli az tutan büyük bir rant alanıdır. Sit alanı, kent ve kültür, yasalar, sosyal yaşam rant için yok edilmektedir. TOKİ'nin planları Suriçi ilçe Belediyesi ve Büyükşehir Belediye Meclisleri tarafından onaylanmadı.

Tabii ki TOKİ'nin yoksul bir kentte yatırım yapması iyidir. Bunu desteklemek de gerekir. Sorun burada kent tarihi kadar eski olan ve sit alanı olan iki mahallenin neden seçildiğidir? Yasadışı bir şekilde buralarda toplu konut ve reklerasyon alanlarının yapılmasıdır. Bu iki mahallenin karşısında ve surların dışında büyük bir gecekondu bölgesi var. Bu yatırımı gecekondu alanına yapsa idi bütün kent tarafından desteklenirdi. Hayırlı ve amacına uygun bir eylem olurdu. Yerel rant çevrelerinin muhakkak ki dayatması ile burayı tercih etti. Aynı sorun gar ve hastaneler için de geçerlidir: Maalesef milletvekillerinin de içinde olduğu bir rant çevresi kenti istediği gibi yağmalamak istiyor: Hükümet yasa dinlemiyor!



Diyarbakır kent gerçeği için bu yapılanlar diğer tarihi kentlerimizin de yaşadığı sorunlardır. Tarihi Suriçi'nde, sokak dokuları, mahalleler sadece tarihsel açıdan değil, sosyal yaşam bakımından da ekolojik toplum için önemlidir. Buralarda yaşayanların ilişkileri, paylaşımları, dayanışmaları mekanı kullanma biçimleri, zamana ve insana bakış açıları, ibadet biçimlerini içiçe kullanma özellikleri, ritüellerin çağlar boyunca birbirini besleme ve derinlik kazanma biçimleri ilk kentin kuruşlundan bugüne kadar ki derin maziyi ve değişimi içerir. En eski ile en yeniyi birlikte yaşatırlar. Düğünlerine, şölenlerine, gömü törenlerine, yaslarına ve sevinçlerine tüm geleneklerden izler taşırlar. Bu yaşam herhangi bir kent dokusu, site veya gecekondu yaşamıyla karıştırılamaz.

Taranan saç ve tırnakların atığını saklarlar; eski bir Zerdüş geleneğidir. İbadet ederken eski tapınma biçimlerinin de izlerine rastlanır. Müzik ve oyunlarında on binlerce yıllık figürlere rastlanır; en eski ayin biçimlerinin, kendinden geçmenin, transın imgeleri ve davranışları vardır. Konuk ağırlama, karar alma, misafirlik protokolleri eski saray yaşantılarının izlerini, usullerini taşır. Mutfak kültürlerinde tüm zamanların çeşitliliği ve damak zevki vardır: Buradaki sosyal yaşam hem yeni ve hem de otantiktir: Yoksul da olsalar Ulu Camii, Hasan Paşa Hanı ve surlar kadar korunması ve yaşatılması gerekir. İnsanlık mirasıdır, yoğunlaşmış Ortadoğu mirasıdır. İnsanlığın orijinal sosyal yaşam örneğidir. Ve her şeyden önce kentli toplumun açıklama gücüdür.

Burada yaşayanların bir zamanlar demirci, aktar, dokumacı, ipekçi, silahtar, takı ustaları, ayakkabıcı ve duvar ustaları idi. Bu kenti inşa eden ve yaşamını koruyanlar idi. Meslekleri, yetenekleri yıkılmış, lakin anıları ve yaşam yetenekleri dipdiridir. Sağlamdır. Görünüşe, yoksulluğun yıkıcı etkilerine aldanılmamalıdır; Evli Beden ve Yedi Kardeş burçları kadar korumaya değer bir sosyal yaşam derinliği vardır. TOKİ onları kovduğunda asıl kent yıkılır, anlamını, büyüsünü yitirir. Geriye bir harabe kalır.

Burada yaşayanların yürüyüşleri bu kenti anımsatıyor; o başka hiçbir yerde rastlanılmayan! Onlar gittiğinde kim gül yetiştirecek, kim güvercin uçuracak, o surları kanatlarıyla okşayan. Kim damlarda domates, biber, patlıcan, bamya, nane, kekik, dut, kayısı kurutacak? Tıpkı on bin yıl önce yapıldığı gibi. Kim kahveyi el değirmeninde öğütecek. Kanaviçe, nakış ve oya ve fal bakmayı kimler yapacak? El işlemelerine kadim zamanların mitlerini, efsanelerini kim işleyecek? Evlerinin duvarlarına Şahmaran ve Kız Kaçıran tablo ve halılarını kimler asacak. Onlar yaşamın anlamını koruyanlardır. Kadim toplumumuzun açıklama gücü olanlardır. Onlar hem tekil ve hem de evrensel olmayı bilenlerdir.

Onlar göçertilirse bu kente ve insanların yüzüne nasıl bakarız?

Fethi SUVARİ *
peyasuvari@hotmail.com
* D Tipi Kapalı C.evi C-1/2 /DİYARBAKIR

Hiç yorum yok: