30 Haziran 2010 Çarşamba

Politika Halkın Malıdır

Politika kavramı Hint-Aryen dil grubuna ait bir kavramdır. Ağırlıklı olarak Avrupa uluslarının kullandığı bir kavramdır. Arapçada kullanılan siyaset kelimesinin batıda politika kelimesi olarak anlam kazandığı belirtilmektedir.

Politika ve siyaset kavramlarının aynı içeriğe sahip olduğu genelde ifade edilir. Mevcut siyaset veya politika bilimi, tanım olarak bu iki kavramı aynı sayar. İçerik olarak biçilen misyon, her iki kavrama atfedilen tanım aynı olmaktadır. Bu iki kavramın aynı olduğuna dönük tanım devletçi paradigma sahiplerine ait bir tanım olmaktadır. Politika kavramı Hint-Aryen dil grubuna ait bir kavramdır. Ağırlıklı olarak Avrupa uluslarının kullandığı bir kavramdır. Arapçada kullanılan siyaset kelimesinin batıda politika kelimesi olarak anlam kazandığı belirtilmektedir. Örneğin politika kavramının ilk olarak Aristoteles tarafından kullanıldığı belirtilir. Yunanca Hint-Aryen dil grubu içinde yer almaktadır. Dolayısıyla politika kavramı da bundan dolayı siyaset kavramından farklı tanımlanmak durumundadır. Hint-Aryen toplumların, içinde bulundukları koşullar ve buna dayalı olarak kendilerini var etmeleri ve gelişimlerini sürdürme koşulları, Semitik toplumlara göre farklı olacaktır. Dolayısıyla yaşamları farklı olanın kavram sistemleri de farklı olacaktır.
Siyaset kavramı, oluşum ve biçilen misyon itibariyle ataerkil, yani egemenlikli bir içeriğe sahiptir. Yani kavramın ilk anlamı farklı olsa, devletçi sistem tarafından sonradan çarpıtılarak kullanılmış bir kavramdır. Ama siyaset kavramı köken olarak, içerik olarak ve oluşum olarak egemenliklidir. Yani ataerkil, iktidarcı özelliği sonradan yakıştırılmış değildir. Siyaset kavramı iktidarın kendisini tanımlar.
Politika kavramı bu yönüyle farklı bir tanımlamayı içermektedir. Kavram olarak ilk kullanılış ve kök olarak iktidarcılıktan farklı bir kullanıma sahiptir. Politika kavramı halk toplantısı anlamına gelmektedir. Yani kenti oluşturan halkın, yurttaşların toplantısı anlamına gelmektedir. Yani içerik olarak halk kavramını içermekte ve bu yönüyle demokratik paradigmaya daha yakın durmaktadır. Politika kavramının Yunanca polis kavramından türetildiği genel kabul görmektedir. Bu kabul ediş içeriği değil sadece kavramlaştırma için olmaktadır. Yoksa içerik ve faaliyet olarak politika olgusu daha eskilere dayanmaktadır.  Bu konuya ilişkin çeşitli ifade ediş biçimleri vardır.
“Politikanın kökü eski Yunancadaki şehir devletleri için kullanılan ‘polis’, yurttaş için kullanılan ‘polites’, devlet yapısı, siyasal rejim ve anayasa anlamında kullanılan ‘politeia’, vatandaşlık hakkına ilişkin şeyler, devlet yapısını ve egemenlik hakkını ilgilendiren her şey anlamındaki ‘politica’ ile politika sanatı anlamındaki ‘politike’ kelimeleriyle aynı kökten gelmekte olup polis/devlet’in yönetimine ilişkin işler, devletle ilgili faaliyetler anlamını taşımaktadır… Aristoteles Politika isimli kitabında aile, köy ve şehir (polis/devlet) birliklerini doğal topluluklar olarak görmekte ve polis/devlet’in aile ve bireylere göre önceliği bulunduğunu, çünkü bütünün parçalardan önce geldiğini söylemektedir. İnsanın ‘politik bir hayvan (zoon politikon) olduğunu söyleyen Aristoteles’e göre polis/devletin temel amacı ‘iyi yaşama’dır ve toplulukların en üstünü ve hepsini kapsayanı olan ‘her devlet iyi bir amaçla kurulmuş bir topluluk’tur. ‘En yüksek iyiyi’ polis/devlet amaç edinmekte ve bu topluluk türüne de politik denmektedir. Bu durumda politika, toplulukların en üstünü ve diğer bütün toplulukları kapsayan devletin temel amacı olan iyi yaşamayı temin etmek için gösterilen faaliyetler olmaktadır”   
İlk ele almamız gereken kavram polis kavramı olmalıdır. Polis kavramıyla ifade edilmek istenen ne olmaktadır? Polis kavramı alıntıda da ifade edildiği gibi devlet için kullanılan bir kavram mıdır? Yoksa daha farklı bir oluşuma mı işaret etmektedir?
Ele alınması gereken bir diğer konu ise şehir, devlet ve polis arasındaki ilişki ve bu üç kavramın politika kavramıyla olan ilişkisidir. Ayrıca devlet ve toplum arasındaki ilişki de değerlendirilmesi gereken bir diğer konu olmaktadır. Çünkü alıntıdan da anlaşıldığı gibi Aristo aile, köy ve şehir (polis/devlet) birliklerini doğal topluluklar olarak görmektedir. Devlet ve toplum arasında nasıl bir ilişki vardır? Politika bilimi açısından bu ilişki biçimini nasıl tanımlamalıyız?
Bu sorulardan kastımız doğru bir politika tanımına ulaşma istemidir. Devletçi sistemin ağır ideolojik belirlemişliği altında tanımlanan kavramların gerçek ve ilk haliyle nasıl ortaya çıktıklarını anlamaya çalışmaktayız. Bugün devletle özdeş olarak anılmayan, tanımlanmayan ne vardır? Hangi konuyu ele alırsak alalım devlet odaklı tanımlanmayan hiçbir şey yoktur.
Polis kavramı eşittir devlet olarak tanımlanmaktadır. Tüm politika ve siyaset bilimi kaynakları açısından esas alınan tanımlama bu olmaktadır. Polis=Devlet formülü hakim devletçi paradigmanın varoluşsal kaynağını oluşturur. “Yaşam devletle başlar. İnsan devletle insan olur. Toplumsallaşma devletle gerçekleşir” Her dönemin temel sloganı bu olmaktadır. Bu durum devletler açısından temel sorun olan meşruiyet probleminin de çözümüne işaret eder. Buna göre Yunan da yaşam devletle başlamıştır. Yunan uygarlığı tüm insanlığın kaynağını oluşturmaktadır. İnsanlık Yunan uygarlığının kendini dışa açmasıyla oluşur. Doğu ve batının uygarlıksal varoluşunun kaynağı Yunan uygarlığıdır. Yunanda da yaşam devletle başladığına göre devletçi uygarlık insanlığın varoluşsal gerekliliğidir. Varlık gerekçesidir. Bundan dolayı da devlet eşittir her şey demektir. Varlıklı olmak devletli olmak anlamına gelmektedir. Devletsizlik yoklukla eş değerde olmaktadır. Hiçlik eşittir devletsizliktir. Devletsiz olmak hiçbir şeye sahip olmamak anlamına gelmektedir. Devletin yoksa tarihin, toplumun, kültürün yoktur. Maddi ve manevi tüm değerler devlet olmaya göre tanımlanmaktadır. Tarihte kimsin diye sorulacak bir soru karşısında verilecek öncelikli cevap sahip olunan devletlerin sıralanmasıyla olacaktır.
Polis kavramı Yunan toplumunda devleti mi izah eder? Yukarda da belirttiğimiz gibi hakim siyaset bilimi teorisinde polis, şehir devleti olarak ifade edilmektedir. Bunun karşısında polisin devleti ifade etmediğini savunan görüşler de vardır. Toplumsal ekolojist Murray Bookchin’in bu konuda ki yaklaşımı oldukça açıklayıcıdır. Kentsiz Kentleşme isimli kitabı bu konuya ilişkin önemli tespitlerde bulunmaktadır. Kimi alıntılarla konumuzu açıklayalım.
“Kan bağına dayalı klandan, kabileden ve köyden polise( antik Yunancada kent) yani politik kente geçişteki adımlar ile tanımlı toplumsal sorumluluklarıyla doğan kan kardeşlerinden kendi yurttaşlık sorumlulukları hakkında koşullar elverdiğince özgürce karar verip, yakınlarını akılcı ve seküler çıkarları doğrultusunda belirleyen yurttaşlara geçişteki adımlar, kentin anlamlı bir tanımını oluşturur.”
Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi polis kavramı kent olarak tanımlanmaktadır. Kent olmak devlet olmak anlamına gelmemektedir. Bundan dolayı da polis eşittir devlet değil, kenttir.
“Politik alanın kendine özgü bir varlık olarak ortaya çıkışı, düşünce tarihinde karmaşık bir yere sahiptir. Politikanın devletten ve toplumsal yaşamdan farklı bir fenomen olarak ele alınması, ilk olarak antik Yunan uygarlığının belki de en önemli toplumsal kuramcısı ve filozofu olan Aristoteles’in yazılarında görülür. Aristoteles’in eserlerinde, hala kent ya da daha doğru bir tabirle polis düzeyindeki insan birlikteliğinden söz edilmektedir; bu sözcük çoğu zaman “kent-devleti” olarak yanlış çevrilmektedir.
Milattan önce beşinci yüzyılda yani Atina demokrasisinin gelişiminin en uç noktasına ulaştığı bir dönemde, devleti, toplumsal kontrolü amaçlayan, profesyonel nitelikli bürokratik bir mekanizma olarak tanımlayan bir kavram mevcut değildi. Atina Yunancasında devlet yer almazdı. Bu sözcük (state=devlet), Latince kökenli olmakla birlikte etimolojik kökleri tam olarak belli değildir. İlk anlamıyla, kişinin yaşam koşullarını, yani onun toplumsal statüsünü, yaşam biçimini ve ‘toplumsal itibarını’ belirtir, ortak çıkarlara sahip bir insan topluluğunu ya da günümüzdeki anlamıyla devleti tanımlamaz. On altıncı yüzyılın başlarında gerçek ulus-devletler ile son derece merkeziyetçi monarşilerin ortaya çıkışıyla birlikte, bu sözcük, belirli bir ‘halk kitlesini’ yönetme gücüne sahip olan profesyonel nitelikteki sivil bir otoriteyi tanımlamak için kullanılmaya başlanmıştır.”
“ Bunun yanı sıra, polis sözcüğünü devlet ile karşılamamız, devlet kavramını, bilinçli olarak amatör nitelik taşıyan bir yönetim sistemiyle bir tutmamızı gerektirir; bir yönetim sistemi neredeyse haftada bir toplanan halk meclislerine ve bu meclisleri küçük bir ölçekte temsil eden büyük jürilerden oluşan bir yargı sistemine dayanır; idarecilerin seçimi ve dönüşümü, kura yoluyla sağlanır; profesyonel askerlerin yerine silahlı yurttaşlardan oluşan milisler vardır; bu sistemde profesyonel nitelikte bir politikaya ve bürokrasiye rastlanmaz... Perikles zamanında Atina, monarşi ve tiranlık ile idare edilen devletlerle çevriliydi. Ancak bu devletler, çabucak, Aristoteles ile öğrencileri tarafından ortaya atılan polis kavramı ile karıştırıldı; polis’in idari işlerini belirten politikos sözcüğünü devlet anlamında kullanarak, aynı türden bir yanlışı bugün de tekrarlıyoruz. Aristoteles’in düşünce sisteminin merkezinde, belirsiz bir fenomen olan devlet değil polis yatıyordu. Bununla karşıtlık içinde olan günümüz düşüncesinin merkezinde ise politika değil devlet yatmaktadır; burada politika sözcüğüyle anlatılmak istenen, polis niteliği taşıyan bir sistemin idari işleridir. Politika ve devlet, her iki durumda da birbiri içine girer; ancak bu girişim, çok farklı yollardan ve bakış açılarından gerçekleşir. ”(12)
Tüm bu alıntılardan da anlaşılacağı gibi polis kavramı devleti tanımlamamaktadır. Polis daha çok şehir kavramıyla özdeş ele alınmaktadır. Şehir ise kendi başına devleti ifade etmez. Şehrin gelişmesi devletin gelişmesini gerekli kılmaz. Şehir olmadan devlet gelişemez, fakat devlet olmadan şehir gelişebilir. Şehir tarzındaki gelişme devletten bağımsız olarak gerçekleşe bilmektedir. Yani şehir = devlet demek değildir.
Politika devlet olmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmış değildir. Bookchin’e göre politika şehirleşmenin bir gereği olarak ortaya çıkar. Politika şehirleşmeyle var olur. Yine son olarak şunu ifade etmemiz gereklidir ki her otorite ve yönetim sistemi devlet değildir. Devlette bir idari yapılanmadır. Bir otoriteye ve yönetim anlayışına dayanır. Ama devlet olmadan da yönetim ve otorite olabilir. İdari sistemler oluşturulabilir. Bu devlet anlamına gelmemektedir. Murray Bookchin’in görüşlerini kısaca böyle özetlemek mümkündür.
Bu görüşler bizim için hangi açıdan önemlidir? Öncelikle temel önemli nokta devlet ve politika arasında yapılan ayrımdır. Bu düşünce, siyaset teorisinde yeni bir yaklaşımı ifade etmektedir. Örneğin en radikal devlet muhalifleri olarak anarşistler bile devlet ve politikayı özdeş olarak görmüşlerdir. Bundan dolayı devletten kopma adına politikayı dışlamış ve bilinçli olarak politika karşıtı olmayı seçmişlerdir. Anarşistler ki tarihin en devlet ve iktidar karşıtı, otorite karşıtı kesimleri olarak bilinirler. Politika ve devleti böyle özdeş görmek ve bilinçli apolitikliği savunmak baştan devlete meşruiyet sağlamaktır. Bu anlayışı ortadan kaldırma anlamında Bookchin’in politika ve devleti birbirinden ayırma yaklaşımı önemli bir yer teşkil eder. Politika ayrı devlet ayrıdır.
Yine Bookchin’in politika ve şehir ilişkisi de önemlidir. Politika ve şehir arasında sıkı bir ilişki vardır. Şehirleşmek politikayı geliştirir. Fakat politikayı şehirleşme ortaya çıkarmıştır demek doğru bir tanımlama olmaz. Bu anlamda Bookchin’in şehirleşme olgusuna aşırı derece de önem ve belirleyicilik vermektedir. Bu yaklaşımı yanlıştır. Mutlaka şehirleşme devletle ortaya çıkmaz. Politika şehirleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmaz. Politika kaynak olarak şehirleşme öncesine dayanır. Şehirleşme ve şehirleşmeyle ortaya çıkan değerler tarihsel evrimin bir aşamasında şekillenir. Yani kendisinden önce var olan aşamanın üzerinden şekillenir.
Şehirleşme köy toplumsallaşmasının üzerinde şekillenir. Köy toplumu olmadan şehirleşme olgusu gelişemezdi. Neolitik toplum olarak var olan toplumsal biçim olmadan insanlaşmak, yerleşik yaşama geçmek ve toplumsallaşmak mümkün değildir. İnsanlığın varoluşu bu toplumsal biçimlenişle olur. İnsanlık adına tüm değerler adına doğal toplum ya da neolitik toplum dediğimiz bu toplumsal sistemde var olmuştur. Politikanın da kaynağı bu toplumsal sistemdir. Politika şehir toplumunun değil köy toplumunun yaratımıdır. Şehirleşmeyle politika olgusunda farklılaşmalar olmuştur. Bu politikanın var oluşuyla değil gelişim süreciyle ilgili bir konu olmaktadır. Şehirleşmeyle politikanın aldığı biçim nedir sorusu bir öneme sahip olabilir. Ama bir bütünen politikanın var oluşunu şehre dayandırmak doğru olamaz. Şehirlerin gelişimi birebir devletçi sistemin ortaya çıkışına bağlanamaz. Şehirleşmeler ilk oluşum itibariyle devlet merkezli değildir. Devletler birden ortaya çıkmazlar. Belli bir evrimin gelişimi sonucu ortaya çıkarlar. Köy toplumundan şehir toplumuna geçişte evrimsel bir gelişimi gerekli kılar. Şehirler büyüyen toplumsallığın ortaya çıkardığı bir oluşumdur. Devletlerde bu aşamadan sonra yani şehirleşmeler sonrasında vücut bulur. Yani devlet oluş itibariyle şehirlere muhtaçtır. Ama şehirler devleti gerekli kılmazlar. Burada önemli olan toplumların kendilerini yönetmek için oluşturdukları politik araçları ve yönetim olgusunu devletle özdeş görmemektir. Politika devletle özdeş alınırsa her şeyin devletle başlatılması doğaldır.
Bundan dolayı da ortaya çıkan şehirler devletçidir diyemeyiz. Devletçi şehirler de vardır. Devletler hakim olduktan sonra şehirleşmeler farklılık geçirmiştir. Bu anlamda bunlara dayalı politika nasıl bir seyir izlemiştir tarzındaki bir soru belki devletçi şehir ve politikanın anlaşılması için bir önem taşıyabilir. Ama kendi başına şehirleşme ve politikayı devlete mal etmek bize doğru sonuçlar vermez. Bizi yanlış tanımlamalara ve sonuçlara götürmekten başka bir sonuç doğurmaz.
Konumuzu ilgilendirmesi açısından Bookchin açısından ifade edebileceğimiz bir yetersizlik tarih yaklaşımına dönük olabilir. Neden politika olgusunu ele alırken Yunan toplumunu esas alarak çözümlemektedir? Polis olarak ifade ettiği şehirleşme konusunu neden Yunan toplumunda çözümler? Yunan toplumunu esas almak belki bize bu konularda tarihin belli bir aşamasından sonrasını anlamak için kimi verileri verebilir. Ama bunlar da bir evrimin halkasını oluşturur. Yunan toplumsal ve siyasal sistemi tarihin belli bir aşamasını teşkil eder. Tarihe kaynak olarak değerlendirilemez. Yunan uygarlığı hâkim tarih paradigmasında tarihin kaynağı olarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirme yanlış bir değerlendirmedir. Yunan uygarlığı köleci devlet sisteminin çöküş aşamasına denk gelmektedir. İnsanlık tarihe kölecilikle başlamaz. Bu anlamda tarih Yunan uygarlığıyla başlamaz.
“Tarih Sümer’de başlar” deyişi bile eksik bir tanımlama olmasına rağmen tarihi Yunan uygarlığıyla başlatan teze karşı önemli bir karşı duruştur. Bu karşı duruş tarihin yazıyla başladığına dönük tezdir. Devletli tarih Sümerlerle başlar demek daha sağlıklı olabilir. Tarihi sadece yazıyla tarif edemeyeceğimize göre daha derinlikli bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Tarih yazının tarihi değil, insanlığın tarihidir. Dolayısıyla burada bizim için önemli olan yazının tarihi değil, insan toplumunun tarihidir. Yazı bile insanın bir ürünüdür, yaratımıdır. İnsan yazının da anasıdır. Anayı çocukla değil, çocuğu anayla tanımlamak daha sağlıklı sonuçlara götürür. İnsanın ve toplumun varoluşundan başlayarak günümüze gelen tüm bir zaman bize gerçek tarihi vermektedir. Yazı öncesi insan ve toplum yoktur diyemeyiz. Yazılı bir eser bırakmadığı için yazı öncesi insanlığı yok saymak,  kendisinin doğru olduğunu iddia eden bir tarih anlayışı için yanlış bir değerlendirme olsa gerek. Bundan dolayı tarih ne Sümer’le, ne de Yunan uygarlığıyla başlar. Tarih bugün bilimsel araştırmalara dayalı olarak ispatlandığı gibi, Zağros-Toros dağ ve ovalarında başlamıştır. Toplumsal tarih neolitik toplumun bir eseri olarak vücut bulur. Bundan kaynaklı olarak insan toplumuyla ilgili tüm ilkleri burada, bu toplum biçiminde aramak temel tezimiz olmalıdır. Politika ve şehir konusunda aranacaksa bir temel, neolitik toplumla bağlantılı olarak ele alınarak yapılabilir. Bu temel ne Yunan da ne de başka bir uygarlıkta aranamaz. Aransa da sağlıklı sonuçlara ulaşılamaz. Yanlış tarih bilinci bize yanlış yaşamdan başka bir şey vermez. Yanlış bilgi doğru yaşamı ortaya çıkarmaz. Doğru yaşam doğru bilgi üzerinde yükselir.     
Doğru tarih anlayışı Sümerlerde de aransa, bu konuların mutlaka neolitik toplumla olan bağı kurularak aranmak zorundadır. Eğer bağı kurulamazsa, kendi başına ne şehirleşmeyi ne de politika veya iktidar ve buna benzer olguları tanımlayamayız. Sümerler için bu durum böyleyken, bir Yunan uygarlığı için bu durum daha da geçerlidir, Sümerler devletçi sistemin yaratıcısı iken, Yunan uygarlığı bu sistemin çöküş aşamasını teşkil eder. Dolayısıyla Yunan uygarlığı esas alınarak orijinal tanımlar yapmak mümkün değildir. Bunu ifade ederken Yunan uygarlığının orijinal yaratımlarının olmadığını ifade etmiyoruz. Yunan uygarlığında gelişen orijinallik, kendisinden önceki gelişmelerin, kendi zaman ve mekân koşullarına, yaratıcı bir şekilde uyarlamasıyla, sentezlenmesiyle gerçekleşir. Belirttiklerimizden hareketle eğer politika ve şehirleşme tanımlanacaksa, bu tanımlama Yunan veya başka bir uygarlıkla değil, neolitik toplumla bağlantılı olarak tanımlanabilir. Bundan dolayı Bookchin’in çözümlemelerine teşkil eden kaynak doğru olmamaktadır.
Belirtilenlerin dışında sadece Yunan uygarlığını gelişim dinamiğini esas alarak kimi tanımlamalara gitmemiz mümkündür. Yunan uygarlığı ol demekle olmuş bir uygarlık değildir. Her toplumun olduğu gibi Yunan toplumunun da bir oluşum ve gelişim dinamiği vardır. Yunan toplumu da, tarihe devletle merhaba dememiştir. Yunan toplumunun da devletsiz olan bir tarihi vardır. Yunan toplumu ilk elden Zağros-Toros’da yaratılan neolitik toplumun değerlerine dayanarak var olabilmiştir. Var oluşu neolitik toplumun değerlerine dayanarak olmuştur. Neolitik değerler de doğudan yayılarak Yunan toplumuna ulaşmıştır. Yunan toplumu bu değerlerle tanıştığı sırada Ortadoğu devletçi sisteme adım atar. Ortadoğu’da devletçi sistem gericileşmeye, aşılmaya başladığı sırada, Yunan uygarlığı devletle yeni tanışır. Zerdüşt’le doğuda sistem reforma uğratılırken bunun Yunan toplumuna yansıması felsefeye dayalı seküler bir sistemin gelişimi olmuştur. Felsefenin gelişimi bile Ortadoğu’nun bir ürünüdür. Eğer Yunan toplumunda şehirleşme, politika, seküler bir sistem gelişmişse ve bunlar da felsefi düşünce yapısına dayalı olarak gelişmişse bunun kaynağında neolitik düşünce sistemi ve Sümerlerle başlayan devletçi uygarlık sisteminin Yunan uygarlığına taşınması yatar. Daha özgün olarak tanımlarsak Med-Pers çıkışı ve Zerdüşt zihniyet ve ahlak devrimi yatar. Bundan dolayı özgün Yunan uygarlık gelişimini kendi başına bile ele almak istesek, yine Ortadoğu’ya dönmek zorunda kalırız. Bundan dolayı Yunan uygarlığının kendisinden önceki tarihsel aşamalarla bağı kurulmadan, hiçbir gelişmeye kaynaklık edemez.
Konumuzu toparlarsak; politika olgusu devletle gelişmemiştir. Devlet olmadan da politika olabilir. Adına politika dediğimiz faaliyette, daha sonraki konularımızda da göreceğiz ki devletten önce ortaya çıkmış bir olgudur. Politika devletin bir ürünü değil, devletçi olmayan bir sistem olarak neolitik toplumun bir ürünüdür. Aynı şekilde şehirleşme de devletle birlikte var olmuş değildir. Devletten bağımsız bir gelişimi vardır. Ve hem politikanın, hem de şehrin kaynağı Yunan uygarlığı değil, Doğal (neolitik) Toplumdur. Politika köy toplumunun üretimidir. Bundan kaynaklı olarak da ilk politikacılar KADINLARDIR.
Tekrardan konumuzun başına dönersek kavram olarak politika içerdiği anlam olarak, devletçi bir kavram olmaktan uzaktır. Belki de Aryen dil grubundan türetilen bir kavram olmasından dolayı böyledir. Ama siyaset kavramı Semitik dil grubundan olmasından ötürü devletçi bir mantıkla türetilmiştir. Bundan kaynaklı olarak da demokratik sosyalist paradigma sahiplerince kullanılacak kavram politika kavramı olabilir. Siyaset kavramı kullanılsa da mutlaka demokratik siyaset olarak ifade edilmelidir.

Hiç yorum yok: