28 Haziran 2010 Pazartesi

Küresel operasyon ve Kılıçdaroğlu

Baykal şahsında yapılan operasyonun birinci halkası Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığa getirilmesi ile tamamlandı. Özellikle Doğan ve Çukurova gruplarının aktif desteğiyle sürece doğrudan müdahale edildi. Yapılan yayınlarla Baykal’ın bir olasılılık olarak geri gelmesinin önü kesildi. Olası çıkabilecek adaylar üzerinde tam psikolojik bir baskı kuruldu ve bütün dikkatler Kılıçdaroğluna yönlendirildi. Basına servis edilen anketlerde, CHP’nin oyları % 30’ların üzerine çıkartıldı. Verilen mesaj çok açıktı; Kılıçdaroğlu gelirse, birleştirici görevini oynayarak bütün ‘sosyal demokratları’ bir araya getirecek ve CHP iktidar olma şansını yakalayacaktır. Bu psikolojik yönlendirmenin etkisi hemen görüldü. 1980’den sonra CHP ile yollarını ayırmış Ecevit ailesinin son temsilcisi Rahşan Hanım koşa koşa Kılıçdaroğlu’nun yanına geldi ve Kurultaya katıldı. Yıllar önce kopmuş birçok sol liberal yeniden CHP’ye yöneldi.

Kılıçdaroğlu, aday olduğu andan itibaren CHP’nin ‘katı devletçi politikalarını terk ederek, liberal politikalara yöneleceğinin’ mesajını çok açıkça verdi. Bunun bir başka anlamı da, klasik Kemalist çizginin aşamalı olarak revize edileceği anlamına geliyor. Baykal ekibi olarak bilinen ve ulusalcı-Kemalist çizgide ısrar eden Onur Öymen, Nur Serter gibileri Merkez Yürütme Kurulu’na alınmayarak fiilen tasfiye edildiler.

Sorunun en önemli yanı, Kılıçdaroğlu’nun devlet partisinin başına getirilmesinin politik arka planı nedir. Bu sorunun yanıtı, aynı zamanda küresel güçlerin Türkiye’ye yönelik planları bakımından da bize bir veri sunacaktır.

Kılıçdaroğlu, Kürt ve Alevi kökenli bir bürokrattır. 3-4 ay önce Alevi ve Kürt kökenli birinin CHP Genel Başkanlığına getirileceği söylense, kimse ciddiye almazdı. Ama şimdi gerçek bir durumu oluşturuyor.

Türkiye’nin iki stratejik sorunu bulunuyor. Birincisi yıllardır inkâr edilen ve bugün geldiği aşama ile devleti politik bir krize ve açmaza sokan Kürt realitesidir. İkincisi ise yine devlet tarafından katliamlara uğratılan ve sistemin önemli bir açmazını oluşturan Alevi sorununun çözümüdür. Bu iki sorunun çözümsüzlüğü, sadece iç politikada değil aynı zamanda uluslar arası ilişkileri de etkilemektedir.

Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin çok önemli iki meselesinin doğrudan muhatabı durumuna geldi. Onun başarılı olup olmaması bu iki sorunda atacağı adımlara bağlıdır. İlk görüntüsü ve yönelimi sorunu çözemeyeceğini ortaya koydu.

Kılıçdaroğlu’nun dedesinin geçmiş ile kendisinin bugünkü durumu arasında çok belirgin bir benzerlik var. Dedesi uzun yıllar Osmanlıların hizmetinde çalıştı. Aile olarak cumhuriyet döneminde de devletle araları iyi oldu. Kendisi de uzun yıllar devlete bürokrat olarak hizmet etti. Sisteme güven veren biri olarak, kendisine devlet partisinin genel başkanlığı görevi verildi. Dedesi gibi kendiside kritik bir görev aldı. Kurultayda yaptığı konuşmada bu göreve uygun davranacağının sözünü verdi. Kürt ve Alevi olmakla birlikte, daha ilk konuşmasında bu iki önemli sorunu yok saydı. Sanki bu sorunlar dünyanın başka yerinde yaşanıyormuş gibi hareket etti. Halkçı Ecevit’in yerine ‘halkçı Kemal’ olarak aday oldu. Ama Kürtleri ve Alevileri halktan saymadı.

Mustafa Kemal’in ruhunu yeniden çağırdı. Dersim katliamının organizatörü Milli Şef İnönü’nün büyüklüğüne vurgu yaptı. Anafartalar’ı anlattı ama Kürt katliamlarını unutmuş gibi yaptı. Kasketi takarken aynı zamanda ‘Kürt sorunu yoktur, Doğu sorunu vardır’ diyen Ecevit’i hatırladı ve bu inkârcı cümleleri yeniden tekrarladı. Demokrasiden bahsetti, ama bu ülkede demokrasinin en önemli halkasının Kürtlerin ve Alevilerin sorunlarının oluşturduğuna dair tek kelime etmedi.

İşsizlikten, yoksulluktan bahsederken, Kürt ve Alevi sorunu çözülmeden bunların hiç birinin olamayacağını kimse kendisine hatırlatmadı. 30 yıldır yürütülen kirli savaşa 400 milyar doların üzerinde para harcandı ve harcanmaya devam ediliyor. Bütçenin çok önemli bir kesiminin savaşa aktarıldığı bir ülkede, işsizlik ve yoksulluğu çözemeyeceği kendisi de, akıl hocaları da biliyordur. Yolsuzluğun, rüşvetin en çok döndüğü yer olan Ordu’ya hiç bir şey söylemediği gibi savaş rantını keseceğine dair tek kelime etmedi.

Zonguldak maden işçi katliamından bahsetti. Tekel işçilerinin direnişinin yarattığı politik sonuçları bilmezden geldi. İşçiler, emekçiler için demokrasinin nasıl işleyeceğini bilmediğinden geçiştirdi. Halk için varız derken, işçileri, emekçileri değil sermayeyi kastetti.

Kılıçdaroğlu’nun devlet partisinin başına getirilmesi, Kürtlerin tasfiyesini, sermayenin ihtiyaçlarına göre gerçekleştirmek, Alevileri bütünlüklü olarak sisteme dâhil etmek, orta vadede gelişme eğilimi içinde olan devrimci sosyalist hareketi yenden izole etmektir. Alevilerin çok önemli bir kesiminin CHP’ye yöneleceğine dair önemli veriler var. Geriye Kürtleri bu sürece dâhil etmeleri kalıyor. Buna ilişkin ince ve etkileyici bazı adımlar atılacaktır.

Kürt coğrafyasında devletin bitiş düdüğünün çalınmasının çok yakın olduğu bu süreçte, Kılıçdaroğlu yeniden sahneye sürülecektir. Kimilerine göre, Erdoğan AKP’sinin yapamadığını Kılıçdaroğlu CHP’si yapabilir. Sendika bürokrasisini yanına alarak işçi sınıfını ve memur emekçilerini CHP’ye yönlendirmeye çalışacaktır. Hesap büyük. Sermaye Kılıçdaroğlu CHP’sine destek verme kararı alırken, aynı zamanda İslamcı iktidarla bir denge kurma, dahası güçlü bir yedek oluşturma politikasıdır. CHP’nin ne düzeyde başarılı olacağını şimdiden kestirmek zordur. Ne ABD-AB, ne de küresel sermaye AKP’den henüz desteğini çekmiş değil. Ciddi bir uyarı yapıldı. Sonuçları da henüz netleşmiş değil.

Sonucu, Türkiye’nin iç politik sorunlarının yaratacağı etki, bölgesel ilişkiler ve küresel sistemin çıkarları belirleyecektir.

Bu bakımdan CHP’ye büyük umut bağlayanlar hüsrana da uğrayabilirler.

gokyuzu9@aol.com

Hiç yorum yok: