28 Haziran 2010 Pazartesi

En büyük fitne inkardır


Fitne kavramı, İslam tarihinin en yaygın kullanılan kavramlarındandır. İç çatışmaların yoğunlaştığı, iktidar hırsı ile kardeş kanının aktığı dönemlerde 'fitne' hakkında yoğun uyarılar yapıldığını biliriz. Ancak bu kavramın çok sıkça kullanıldığı bir başka durum daha vardır. Egemenlerin inkarcı tutumlarına yönelik tepkiler yükseldiğinde, bu tepkiyi örgütleyenlere 'fitneci' suçlaması, en kolay yaygınlaştırılan söylem olmuştur.

İmam Zeyd isyanından Baba İshak ayaklanmasına, hatta bir parti, bir cemaat içerisinde farklı eğilimlerin ortaya çıkmasında bile kestirmeden 'fitne' tanımlaması yapılır. Fazilet Partisi içerisinde yenilikçi diye tarif edilen ekiple ilgili, parti teşkilatlarına gönderilen mektuplarda 'fitne' suçlaması yapılmıştı.

Şimdi çatışmaların yoğunlaşması üzerine Başbakan Erdoğan, 'terör fitnesi' bitecek, diyor. Elbette şiddetin kısırdöngü haline gelmesi fitnedir ve bitirmenin yolları aranmalıdır. Ancak bu fitneyi doğuran fitneyi masaya yatırmadan, doğru bir yol haritası çıkarılamaz.

Bu anlamda inkarcı politikalar, en büyük fitne kaynağı olarak önümüzde durmaktadır. Bir dilin inkarı, bir toplumun inkarı, hak ve özgürlüklerin inkarı, insan onurunun ve eşit yaşama arzusunun inkarı sistematik bir fitne tutumu değilse nedir?

Dahası toplumsal gerçeklerin inkarına dayanan ulus devlet modelinin kendisi insanlık tarihi açısından büyük bir fitne değil midir? Artık bir devlet fitnesinden bahsederken, istisnai uygulamalardan değil yapısal bir durumdan söz ediyor olmalıyız. İktidar hırsının, iktidarcı algının bizzat kendisi, insani değerleri, insanın doğasını yozlaştıran bir fitne konumundadır.

Fitne, ateşe benzetilmiştir. Avucunuzda taşıdığınız bir ateş gibi, sadece kendinizi değil çevrenizdekileri de yakacağınıza vurgu yapılır. Fitne ateşini söndürmenin en kolay yolu, fitneye götüren gerekçeleri ortadan kaldırmaktır. Bu yönde bir çaba içinde olmadıkça takınılan her tutum sadece fitne ateşinin büyümesine neden olacaktır.

Fitne edebiyatı yapmak yerine fitneye neden olan hatalarımızı masaya yatırmak zorundayız. Bu anlamda 'kutsal devlet algısı' üzerinden tekrarlanan ezberler, söz konusu yüzleşmeye imkan tanımamaktadır.

İnsanlığa yönelik bozgunculuğun hangi politikalardan kaynaklandığını dikkate almadan, bu politikalara direnç gösteren herkesi fitne ve bozgunculukla suçlamak, sadece ateşin önlenemez noktaya ulaşmasına hizmet edecektir. Toplumsal çatışma noktasına gelen bir gerilimi, tümden ortadan kaldıracak radikal adımları atmak yerine, bin yıllık 'fitne' suçlaması ile vakit kaybetmek bu ateşe odun taşımaktan başka nasıl tarif edilebilir?

Ayhan BİLGEN
* * *
Madımak Katliamı'nın arka planı

Tarih 2 Temmuz 1993, yer Sivas, Pir Sultan Abdal anma etkinliklerinin dördüncüsü yapılıyor.

Anma etkinliğini Kültür Bakanlığı organize ediyor.

... Ve birden bire birileri 'galeyana geliyor', etkinliklere katılmak üzere Sivas'a gelen aydın, yazar, sanatçı ve semah dönmeye gelen canlara saldırıyor!..

Tarih 3 Temmuz 1993 gazetelerin bazılarındaki ortak başlık; 'Aziz Nesin tahrik etti 37 ölü var!'

Diğer gazetelerin bir bölümü ise; 'Şeriatçı kalkışma 37 ölü var!' diye başlık atmışlardı.

Oysa Madımak Katliamı o gün planlanan bir katliam değildi. Madımak Katliamı'nı yapanlar için katliam yapmak bir gelenek ve sıradanlaşmış bir işti!

Katiller fetvayı taa Bizans'tan, Selçuklu'dan, Osmanlı devlet geleneğinden ve şeyhülislamlarından almışlardı.

'Kızılbaşlar mum söndü yapıyorlar.' Hakaretini ilk yapanlar Bizanslılardı. Ve Bizans devletine göre de 'Kızılbaşların katli vacipti.' 1239'da Malya Ovası'nda 'canlı bir tek kişi kalmamacasına katledilen' Baba İshak yarenlerine gücü yetmeyen Selçuklu, Bizans'tan devşirdiği güçlerle ortak bir katliam yapmıştı.

Peki, Bizans'ın, Selçuklu'nun, Osmanlı'nın ve Madımak Katliamı'nı yapanların ortak yönü neydi? Bunlara göre neden 'Kızılbaşların katli vacipti?'

Çünkü bu Ortodoks kafalı iktidarlara göre Kızılbaşlar önemli bir tehlikeydi! Merkezi iktidara boyun eğmiyorlar, eşit ve paylaşımcı bir yaşamı savunuyorlar, vahiy ve kitabı sorguluyor, ruhban ve ulema sınıfını tanımıyorlardı! 'Daha da vahim olanı', kadın erkek ayrımı yapmadan cem oluyorlar, cemlerinde saz çalıyorlardı! Bir de 'Yetmiş iki millete bir nazarla bakıyorlardı!'

Bu durum 'Allah adına cihat yapanlar' için tehlike olmasın da ne olsundu? 'Kızılbaşların katli elbette ki vacip olmalıydı.'

Bizans'a göre 'Hıristiyan olmayanlar ölümü hak ediyordu.'

Selçuklu ve Osmanlı'ya göre 'Müslüman olmayanların katli vacipti.'

Kızılbaşlar öz yurtlarında baskı, zulüm, sürgün ve katliamlardan yaşayamaz hale gelmişlerdi.

Yüzyıllar sonra Çelebi Mehmet'in (Nasıl çelebiyse?!) Yavuz'un, Kuyucu Murat Paşa'nın, 2. Mahmut'un ve yakın zamanda Koçgiri ve Dersim'de devlet adına katliam yapan Topal Osman'ın, Dersim Katliamı'nı yapan paşaların torunu olan, Maraş Katliamı'nı yapanlarla 'ülküdaş' olan Madımak katilleri, soyundan geldiklerinin vasiyetini tutmayacak mıydı?

Ne de olsa okullarda okutulan tarih kitaplarında, camilerde okunan hutbelerde Kızılbaşlar için 'isyancı, bozguncu, devlet düşmanı' deniyordu. 'Devlet mübarekti' ve 'Mübarek olana başkaldırmanın cezası ölümdü!'

Madımak Katliamı bir günde olup bitmemiştir. Madımak Katliamı bin yıllık devlet geleneğinin yarattığı 'Kendinden olmayanı kendine benzet, benzetemezsen yok et!' zihniyetinin ürünüdür.

Türkiye'deki katliamlar, 'faili meçhul cinayetler', farklılıklara tahammül edemeyen ırkçı zihniyet bu kirli tarihin ürünüdür.

Ancak sistemin egemen zihniyetini kurgulayan anlayış hâlâ bildiğinde ısrar etmeye devam ediyor!

Başbakan siyasi şov yapmaya gelince Dersim, Maraş ve Madımak için 'katliamdır' diyor ama bunun insanlık tarihinde, temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda, toplumsal vicdan söz konusu olduğunda ne anlama geldiğini görmezden, duymazdan geliyor.

17 yıldır Madımak'ta yapılan katliamın izleri hâlâ duruyor.

'Güçlü devletimizin' gücü her şeye yetiyor ama Madımak Oteli'ni kamulaştırıp müze yapmaya yetmiyor.

1993'ten bu yana kaç cezaevi yapılmıştır? Kaç hortumcuya ihale verilmiş ve yapıların temeli dahi ortada kalmıştır? Kaç banka batırılmıştır? Kaç askeri operasyon yapılmıştır? Kaç 'Deniz Feneri' söndürülmüştür? Örtülüsünden, açığından kaç bütçe batırılmıştır?

Ama 'Güçlü devletimizin' gücü Madımak Oteli'ni kamulaştırmaya yetmiyor!

Toplumun demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük talepleri söz konusu olduğunda adeta bileğinden güç fışkıran 'kudretli devletin' gücü 17 yıldır Fransa'da tatil yapan Madımak katili Cafer Erçakmak'ı Türkiye'ye getirmeye yetmiyor!

Madımak Katliamı fiilen 2 Temmuz 1993 tarihinde oldu. Katliamcılar kendilerine öğretilen tarihin 'küçük bir tatbikatını' yaptılar.

Ancak Madımak Katliamı 'mahalle baskısıyla', zihinsel, kültürel, inançsal yozlaşma ile devam ediyor. Alevilik hala yasaklı bir inanç! Hala 'Farklı olanı kendine benzet, benzetemesen yok et!' zihniyeti meşru ve güçlü!

Kemal BÜLBÜL

Hiç yorum yok: