28 Haziran 2010 Pazartesi

AKP demokratikleşme ve açılım katilidir

Bir taraftan tampon bölge oluşturulma, sınırı Güney Kürdistan içlerine taşıma tartışılıyor, bir taraftan da AKP açılım devam edecektir demagojisi yapıyor. Hiç kimse bugün çatışmalar neden şiddetlendi sorusuna doğru cevap vermiyor.

AKP bu duruma gelinmesinin birinci sorumlusudur. AKP, demokratik çözüm zihniyeti olan ve bunun için politika üreten bir parti değildir. AKP, açılım yaptığı için değil, açılım yapmadığı için çatışmalar artmıştır. Demokratik açılım yapacağım dediği süreçte demokratik siyaset üzerinde tam bir terör estirilmiştir. 29 Mart seçimleri, Kürt demokratik iradesini ortaya çıkarmıştı. AKP bunu dikkate alacağına, demokratik siyaseti ezmek için siyasi soykırım saldırısı yürütmüştür. 14 Nisan’dan bu yana tutuklanan ve zindanlara doldurulan siyasetçi sayısı iki bine yaklaşmıştır. Çocuklara yönelik saldırıları, barış gruplarının tutuklanması ve askeri operasyonları bir tarafa bırakalım, sadece bu tutuklamalar bile bir açılım olmadığının kanıtıdır.

AKP “Kürt Özgürlük Hareketini en iyi ben bastırırım diyerek iktidarını sürdürmek ve devleti ele geçirmek için açılım kod adlı tasfiye politikası izledim, bu nedenle bu durum ortaya çıktı” diyeceğine; bu konuda hesap vereceğine, utanmadan PKK şunun için, bunun için eylemler yapıyor diyerek toplumu aldatmaya çalışıyor.

Başbakan kırk yıllık teraneyi dillendiriyor. “PKK dış güçlerin taşeronudur” diyor. Bu tutmayınca yandaş basın aracılığıyla “PKK, Ergenekon’un emrinde” propagandası yaptırıyor. Kürt Özgürlük Hareketine karşı özel savaş basını haline gelmiş Taraf gazetesi, “PKK, Ali Haydar Kaytan’ı Ergenekoncu olarak tutuklamış” yalanını ortaya atıyor. Çatışmaları yaratanın AKP olduğu gerçeğini örtmek için amiyane deyimle şeytana pabucunu ters giydiriyorlar. Yalancının şahidi bozacıymış deyiminde olduğu gibi yeminli Apo ve PKK düşmanlarını da bu yalanlarının şahidi yapıyorlar. PKK’ye karşı ne zaman psikolojik savaşı arttırsalar hemen Kemal Burkay gibi Apo ve PKK düşmanları ortaya çıkarılıyor. Bu zatlar 1970’li yıllarda kendilerini Kürdistan ağası, beyi, sahibi görüyorlardı. Ne zaman Kürt yoksullarının çocukları ortaya çıkıp bu ağa ve beylerin Kürdistan halkının özgürlük ve demokrasi özlemlerini sömürmesine son verince bunlar feryat figan etmeye başladılar. PKK tasfiye olursa, Kürt Özgürlük Hareketi kaybederse zil çalıp oynayacaklar. Herhalde “bakın biz haklı çıktık” diyecekleri günleri bekliyorlar. Nasıl ki Neron bir şehri yaktıktan sonra zevkle seyretmişse; bunlar da Kürt Özgürlük Hareketinin yenilgisini zevkle seyredecekler. Tam da bana yar olmayan kimse yar olmasın zihniyeti.

Her kes de biliyor ki 12 Eylül rejiminin Türkiye’de hakim olmasını engelleyen ve başarısız kılan Kürt Özgürlük Mücadelesidir. Eğer başarılı olsaydı bugün Kenan Evren vatan kurtaran ikinci Atatürk gibi her yerde arz-ı endam ederdi. Eğer Ergenekon denen odakların Kürdistan’da yürüttüğü kirli savaş başarılı olsaydı, Kürt Özgürlük Hareketi yenilseydi bugün Türkiye’de bunlara kimse dil bile uzatamazdı.

Kürt Özgürlük Hareketi Ergenekon’un ipliğini pazara çıkardı, ama AKP bunları sadece kendisine yapılmış darbe girişimleri ve Türkiye’nin genel politikalarına zarar veren yönlerini yargı konusu yapmış, ama Kürdistan’daki kirli savaşa dokunmayarak bunları kurtarma aktörü haline gelmiştir. Halbuki bunların en güçlü biçimde yargılanacağı ve somut delillerin bulunacağı yer Kürdistan’dır. AKP bunu yapmamıştır.

AKP, demokratik açılım yapmamış, ancak açılıma ve demokratikleşmeye güvensiz bakılmasını sağlayan bir durum ortaya çıkarmıştır. En azından Türkiye’de bir kesimde açılım olmuş da bu nedenle çatışmalar artmış gibi bir algı oluşmuştur. Halbuki AKP açılım yapmadığı için; bu konudaki imkanları yeni bir seçim kazanmak için tükettiği için PKK’nin tek taraflı eylemsizlik kararı son bulmuştur. AKP Türkiye’deki demokratikleşme birikimini sadece kendini ve yandaşlarını rahatlatacak kimi yasa değişiklikleri içinde tüketmiş, ama Türkiye’de gerçek bir demokratikleşmeyi getirecek adımlar atmamıştır. AKP Türkiye’de 12 Eylül anayasası yerine yeni demokratik bir anayasa yapılması konusunda toplumda birikmiş özlemi 12 Eylül anayasasına yama yaparak kendi çıkarı doğrultusunda tüketmiştir.

AKP, Kürt Özgürlük Hareketi ve demokrasi güçlerinin ağır bedeller ödeyerek ortaya çıkardığı Kürt sorununun demokratik temelde çözülmesi gerektiği doğrultusundaki toplumsal isteği; özel savaşın argümanı olarak kullanılan sınırlı kültürel yumuşatma ve tasfiye politikasının örtüsü olarak kullanarak sözde açılımlarla ve bir seçim kazanma uğruna sabote etmiştir.

Şimdi soralım: demokratikleşme ve açılımdan söz edip bunların tersini yaparak bugünkü olumsuz durumu ortaya çıkarmak, Türkiye halklarına karşı işlenmiş bir suç değil midir? Şimdi yapılması gereken, AKP’nin bu politikalarını teşhir etmek ve toplumda gerçek demokratikleşme ve açılımla sorunların çözüleceği fikrini güçlendirmektir. Bu temelde Türkiye’de demokratik çözüm ortaya çıkarmaktır. Bu çözüm iradesi temelinde muhataplarıyla diyalog ve demokratik müzakere sürecinin başlatılmasını sağlamaktır.

Artık tek taraflı bir sürecin yürümeyeceği anlaşılmıştır. Bir taraftan siyasi ve askeri operasyonlar sürecek; insanlar zindanlara doldurulacak, tasfiye konsepti icra edilecek, diğer taraftan Kürt Özgürlük Hareketinin tek taraflı eylemsizlikte kalması istenecek! Bunlar artık gerçekçi şeyler değildir. Çünkü bu çözüm üretmiyor. Aksine çözüm birikimlerini tüketerek Türkiye’ye de kaybettiriyor.

Devletin ve hükümetin kimi sivil toplum örgütleriyle ya da basınla toplanarak yürüteceği psikolojik savaşla bu sorununun gerçekliğini çarpıtılması ve çözümsüzlüğün devamı olacak politikalara fırsat verilmesi gelinen aşamada Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülük olacaktır.

Bazı çevreler de PKK çıtayı yükseltmiş diyor. Aksine çıtayı düşürmüştür. Bu tür sorunlarda talep edilenin asgarisini ileri sürmüştür. Ancak bunun kabul edilmesine yanaşılmamıştır. Demokratik özerklik, demokrasi içinde tanınacak toplumsal hakların pratikleşmesidir. Ne devlet, ne federasyon ne de devletle iktidar paylaşımının başka bir biçimini ifade ediyor. Bask, Katalan ve başka yerlerdeki özerklikten daha azını ihtiva eden bir özerlik biçimidir. Bir ülkenin demokratik ülke olmasının gereğidir. Türkiye’nin genel demokratikleşmesinin Kürtlere tanıyacağı haklar demokratik özerklik anlamına gelmektedir.

Hiç kimse anadilde eğitim istenmesini ve demokratik öz yönetimin varlığını çıtanın yükseltilmesi olarak değerlendiremez. Kuşkusuz bunların anayasal ve yasal güvenceye kavuşturulması istenmektedir.

Biz muhatap bir Kürt iradesi tanımayız; kendimiz bazı şeyler yaparız ve bu sorunu hal ederiz demek, çözümsüzlükte ısrar etmektir. Bazıları diyalog ve müzakereden kaçınmak için BDP Kürtlerin çoğunluğunu temsil etmiyor demagojisinde bulunuyor. Bu da çözüm politikası olmayanların bilinçli bir çarpıtmasıdır. BDP Kürtlerin çoğunluğunu temsil ediyor. Amed’de oyların yüzde 70’e yakınını alıyor. Bazı yerlerde yüzde 80 civarında oy alıyor. Bilindiği gibi her yerde yüzde 10 civarında devlet görevlisi ve korucuların oyu vardır. Devlet hala Kürtler üzerinde çok yönlü baskı yürütüyor. Hükümet partileri devlet imkanlarını kullanıyor, ama buna rağmen Batman, Siirt, Van gibi yerlerde yüzde 50’nin üzerinde oy alıyor. Erzurum, Malatya, Kars, Antep, Maraş, Elazığ, Adıyaman gibi kimi özgünlükleri bulunan sınır kentlerinde hala oyların yarısını almamış olması bu gerçeği değiştirmez. Kaldı ki BDP dışındaki Kürt partilerinin ve siyasi çevrelerinin ileri sürdükleri program daha kapsamlıdır. Bu yönüyle BDP programı onların taleplerini de karşılıyor.

Sınırı Güney Kürdistan içlerine taşıma yaklaşımı da çözüm politikası olmayan zihniyetin dışa vurumudur. Çözüm politikası olanlar böyle daha tehlikeli ve sonuçları kestirilemeyecek yollara başvurmazlar. Herhalde tampon bölge amaçlı bu sınır taşımalar Türk ordusuna şu andaki durumdan daha fazla güvenlik getirmeyecektir. Siyasiler bu yönlü ucuz konuşmalar yapıyorlar. Anlaşılıyor ki gelecek daha büyük çatışmalar ve insan kayıplarının yaşandığı günler getirecek.

Hiç yorum yok: