22 Haziran 2010 Salı

AKP çözmüyor gürültü çıkarıyor!

Yeni_Özgür_Politika “AKP’nin çözüm paketleri makyaj niteliğindedir. Bu tasarılarla günü kurtarmak ve sorunları zamana yaymak niyetindedir. Bakın, AKP sivil bir anayasayı seçim sonrasına bıraktığını söylüyor. Bu çok açık görünen bir kaydırma politikasıdır. Yani Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Alevi sorunununa ilişkin adımları zamana yayarak, bu sürede Türkiye’nin tüm kademelerine kendi kadrosunu yerleştirecektir.”
Amed İnsan Hakları Derneği (İHD) Şube Başkanı ve İHD Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erbey, AKP’nin, Türkiye’de halen süren işkencelere rağmen hükümetin ‘demokrat’ bir görüntü vermek istediğini belirtti. Erbey devamla, “devlet yetkilileri hafızasız bir toplum yaratmaya çalışıyor. Bu çok tehlikeli bir oyundur. Bizler de hafızamızın kaldırılmasına asla izin vermeyeceğiz” dedi. Erbey sorularımızı şöyle yanıtladı.

Şu an gündemde olan ‘demokratik açılım’ sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İHD Amed Şubesi olarak Türk devletinin ‘Kürt Açılımı’nı, ‘Demokratik Açılım’, ‘Milli Birlik Açılımı’ adı altında başlattığı süreci olumlu buluyoruz. Bu açılımla Kürt sorununa dair redci, inkarcı bir anlayış yıkılmıştır ve bu sorun artık Türkiye Meclisi’nde resmi gündem olmuştur.

Bir çok aydın ise bir samimiyetsizlik ve güvensizlik hissettiklerini belirtiyor?
Bu doğru bir tespittir. Biliyorsunuz, AKP iktidarı Kasım 2002 tarihinden bu yana bir çok şeyi kendince değiştirmeye, dönüştürmeye çalışıyor. Fakat bunu yaparken de çok pragmatik bir politika ürettiğini söyleyebiliriz. Temelde kendi yandaşlarını kadrolaştırma anlamında, gündeme müdahale edebilme suretiyle, çok ciddi bir şekilde Türkiye’nin en önemli kurumlarına yaydığını ve yerleştirdiğini görmekteyiz. Bunu yaparken de aynı zamanda Türkiye’nin acıl sorunlarını 2002 ila 2009 yılları arasında gündeme taşımadı ve tartışmadı.

Suçlar soruşturulmuyor!

AKP bunu nasıl yapıyor?
Bakın, Türkiye’de tabu haline gelen Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi sorunların tartışılması önemlidir. Fakat AKP gibi, bir iktidar partisi olarak bazı sorunları yüzeysel ele alırsanız, tartışmaya açarsınız, bir adım atarsınız fakat 10 adım atmış gibi gürültü çıkarırsınız. Muhalefetin ve diğer milliyetçı militarist kesimlerin devreye girmesi süretiyle, bu gürültü esnasında atılan o bir adımı da geri atarsınız, ama herkes o 10 adım atmışcasına yayılan gürültü ile her şeyi çözdüğünüzü söyler.

2003 ve 2008 yılları arasında hakkında işkence ve kötü muhamele iddiasıyla adli ve idari soruşturma açılan devlet personelinin yüzde 98’i, ki bunların çoğu polis ve kolluk güçleridir, beraat etmiştir ve aklanmışlardır. Sadece yüzde 2’si çok hafif cezalar almışlar. Bu rakamları bilgi ayrıntıları ile değerlendirdiğimizde memur, güvenlik ve devlet koruma mekanizmasının çatısı altında açık bir şiddete destek eğilimi görmekteyiz.

Soruşturmaları kim açtı?
İçişler Bakanlığı açmıştır. Soruşturmayı İçişler Bakanlıği müşteşarı açar ve mahkemeye sevk etme görevi ile üstlenir. Temel görevi de budur. Peki, işkence yapan, insanları öldüren polislere karşı demokratik görünmek isteyen AKP, çocukları öldüren güvenlik güçlerine karşı İçişleri Bakanlığı müfettişleri neden sessiz kalıyor?

Bunu Türkiye halklarının düşünmesi ve hükümet yetkililerine çok açık sorması gerekiyor.Görüldüğü gibi, Türkiye halkı, devletin bu antidemokratik, eşit olmayan bir tutumuyla, daha da açık bir ifade ile faşist bir zihniyetin devamı niteliğinde çok sert uygulamalara maruz kalmaktadır.

AKP’nin marifetleri!

Yani sizce AKP özde değil sözde ‘demokratik açılım’a yönelik adım atmaktadır ve aslen daha da baskıcı ve dışlayıcı bir yasal uygulama yürütmektedir. Bu sözde adımlara örnekler verebilir misiniz?
Tabi ki. Birinci örnek 20 Eylül 2009 tarihinde cezaevlerinde 5 ayrı alanda (telefonda, mektupta, bayramlarda, anne ve babanın Kürtçe konuşması, Kürtçe kitap, dergi ve gazetelerin yasal olması konusunda) izin verildiği öne sürülürken, bizlere 22 Eylül 2009 günü Kürtçe kadın tercümanı ile Danimarka’dan gelen bir heyet ile yaptığımız F Tipi Cezaevi ziyaretinde, Türkiye basınına yansıyan yasa deyişikliğine rağmen, Kürtçe konuşmanın yasak olduğu cezaevi yetkilileri tarafından açıkça vurgulanmıştır.

Diğer bir örnek Türk basının dokunmasızlığı... Bakın, bugün Düzce’de bir yerel gazete diyor ki “Her şehit düşen askere karşı 5 DTPli öldürülmelidir“ Bunu yazmak, söylemek, ifade etmek kanunen (TCK 216 maddesı gereği) bir suç unsurudur ve kesin ceza alması gerekiyor. Fakat bu yazılar ve yazanlar yargılanmıyor. Niçin? Diğer taraftan Amed Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Osman Baydemir ve Batman Belediye Başkanı Sayın Necdet Atalay “Asker, gerilla ve sivil ölmesin“ diyorlar ve 10’ar ay hapis cezası alıyorlar. Bu sizce adalet midir? Bu bariz bir ayrımcılıktır.

‘Islık çalmak örgüt üyeliği’
Bakın, kendi çalışmalarımızdan örnek verirsek; Başbakanlık İnsan Hakları Daire Başkanı Hasan Tahsin Fendoğlu’na son 18 ay içerisinde işkence ve ağır insan hakları ihlallerinin dikkate alınması için yüzlerce yazı yazdım. Bazı yazılarıma şu satırlık cevap gelmiştır: “Yazınız elimize ulaşmıştır“. Tek bir kişiye karşı tek bir soruşturmanın açıldığına dair tek bir yazı elimize geçmemiştir. Buradaki niyet, buradaki tutum çok açıktır.

Daha da vahim bir örnek olarak, günümüzde en ağır madde TCK’nin 220. maddesidir. Bu madde diyor ki “...Örgüt üyesi olmamakla beraber örgüt adına hareket eden…“ İşte bu “hareket“ eden kısım istenilen şekilde yorumlanıp kullanılabilmektedir. Bu “hareket“ zafer işareti de olabiliyor, ıslık da olabiliyor, çocuğun elinde en ufak bir toz birikimi var ise “bu çocuk muhtemelen polise taş atmıştır” düşüncesine de girebiliyor.

Kanunlar somut eylemlikleri cezalandırır. Olasılıklar üzerine kanunlar durmaz. Madde gerçeğinin ortaya çıkmasını araştırır. Burada ise AKP döneminde çıkan kanun maddesi gereği olabilirlikler üzerinde tutulup, hakime yorumlama imkanı bırakmıştır ve “istediğin kişiyi al, sorgula, yargıla, örgüt üyesi yap, cezalandır“ şeklinde yetki vermiştir.

‘Kürtçe davetiyeyi AKP yasakladı’
Diğer bir örnek ise Kürtçe dilinde yayın hakkıdır. Bakın, 1999 ila 2004 yılları arasında DTP’li Belediye Başkanları Kürtçe davetiye çıkarabiliyorlardı ve bu kanunen yasak değildi. AKP döneminde 2005 yılında ise çıkarılan TCK 222. kanun maddesi ile 1928 yılında var olan bir kanunu alıp günümüze getirilmiştir ve bu kanun gereği bugün Kürtçe dilinde davetiye basmak, Kürtçe dilinde afiş veya broşür basmak yasak hale gelmiştir. Diğer bir örnek ise, uzun süre gündemde olan ‘taş atan çocuklar’dır. Türkiye’nin bu güne kadar altını imzaladığı onlarca çocuk koruma kanunları ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi sözleşmeleri vardır. Ve Türkiye’de ‘taş atan’ bir çocuğa beş ayrı sevk maddesinden 25 yıla kadar ağır hapis cezası verile biliniyor. Bu dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş, inanılmaz bir ihlaldir. Ve AKP tarafından sunulan yeni kanun tasarısına göre, önce 90 ay ceza alan bir çocuğun cezası 70 aya düşürülüyor. Böylece ceza ortadan kalkmıyor. Çocuk yine ‘terörist’, yine ‘örgüt üyesi’, yine yargılanacak ve ceza alacaktır.

Niçin böyle bir sözde yasa değişikliği yapılmaktadır?
Bu gibi çözüm paketleri makyaj niteliğindedir. Bu tasarılar günü kurtarmak, siyasal meşrulaştırmak ve sorunları zamana yaymak niyetindedir. Bakın, AKP sivil bir anayasayı seçim sonrasına bıraktığını söylüyor. Bu çok açık görünen bir kaydırma politikasıdır. Yani Ermeni sorununu, Kürt sorununu, Alevi sorunununa ilişkin adımları zamana yayarak bu sürede Türkiye’nin tüm kademelerine kendi kadrosunu yerleştirecektir. Temel amaç budur.

‘Acı ve gözyaşını yarıştırmamalıyız’

Peki bu konuda Ermeni, Kürt ve Alevi sorununa ilişkin nasıl bir beklenti içerisinde olmamız lazım? Bu konuda başta Kürt ve Türk halkı olmak üzere Türkiye halkları üzerine nasıl bir görev, nasıl bir sorumluluk düşmektedir?
Türkiye’nin vurguladığınız bu temel sorunlarına ilişkin kimsenin karamsar bakmaması gerekir. Yaratılan atmosferin bir olmadığını görmek, süreci iyi okumak ve bu temelde olayları dikkatli ve temkinli değerlendirmek durumundayız. Bundan dolayı süreci yöneten kişilerin bilgili, birikimli ve tecrübeli olmaları gerekir. Türkiye halkları insani taleplerini çok güçlü bir şekilde ifade etmek zorundadır.

Bakın buna güncel bir örnek olarak, 80’li yılların Diyarbakır Cezaevi’ni örnek verebiliriz. Türkiye hükümeti dünya üzerinde en acımasız işlemlerine maruz kalan ve mahkumlara vahşi uygulamaların yapıldığı 10 cezaevinden biri olan ve Saygon Cezaevi ya da insanlık dışı koşullarının yaşandığı nazi döneminin Ausschwitz kampı ile yarışan Diyarbakır Cezaevi’nin boşaltılıp bir okula dönüştürülmesine Amed halkı tüm demokratik güçleri ile karşı çıktı. Devletin işkencelerin, infazların ve katliamların tarihten silinmesi amacı kısmen de olsa engellenmiştir.

‘Diyarbakir Cezaevi ibret müzesi olmalıdır’
Bu büyük bir başarıdır. Diyarbakır Cezaevi bir ibret müzesi olmak zorundadır. Bir utanç abidesi, bir insan hakları müzesi olmalıdır. Diyarbakır Cezaevi’nin, insanların tüylerini halen diken diken eden işkence anlatılarının hiç bir zaman unutulmaması için insanlık ailesine miras olarak kalması gerekiyor. Mazgalların, kapıların ve duvarda çizili olan resimlerin dahi hiç silinmeden kalması gerekiyor.

Bizim, bu kutsal topraklarda yaşayan Türkiye halkları olarak, Kürt sorunun 20 veya 30 yıllık değil de, tam 2 asırdır devam eden bir sorun olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Bugün Kürt sorununun Meclis’te tartışılması oldukça önemlidir. Fakat bizler bu konuda eksi 40’lardan gelerek halen eksi 35’lerdeyiz. Bunu unutmamak ve hak mücadelemizi devam ettirmek zorundayız.

‘Hafızasız bir toplum yaratılmak isteniyor’
Türkiye devlet yetkilileri hafısasız bir toplum yaratmaya çalışıyor. Bu çok tehlikeli bir oyundur. Bizler de hafızamızın alınmasına asla izin vermeyeceğiz. Dün salt kıyım ve imhaya dayalı, ardından inkara yatkın ve bugün ise, ”Türk halkının bir Kürdü” diye bir kavram kullanan bir zihniyet karşımızda vardır. Hiçbir halk başka bir halktan daha üstün değildir. Bu süreç çok hassas bir süreçtir. Bu konuda başta DTP olmak üzere tüm demokratik güçlerin ortak bir güç oluşturarak, insan haklarını ve eşitliliği temel ve esas almaları gerekiyor.

Bunu yaparken de çok sert söylemleri kullanarak, süreci bastırarak değil, halkın talepleri nezdinde birliği ve beraberliği pekiştirerek, eşit ve adil bir ortak yaşama aday olan Kürt ve Türk halkının yanında yer almak gerekir. Milliyetçi ve rantçı kesimler, bizlerin sarfettiği sert söylemleri alıp alehimize kullanıp, süreci daha da baltalayabiliyorlar. Bu tür provokasyonlara gelmemek için 3 düşünüp bir konuşmak gerekiyor. Çok hassas bir süreçten geçiyoruz. Belki bu süreç içinde kafamız kırılacak, kolumuz kırılacak fakat biz barışta ısrarlı olmalıyız. Barış savaştan daha zordur.

İki halkı yarıştırmadan, annelerin göz yaşlarını yarıştırmadan, diğerine üstünlük kurmaya çalışmadan, karşıdakini anlamaya çalışarak süreci ilerletmek gerekir.

NİHAL BAYRAM

Hiç yorum yok: