16 Mayıs 2010 Pazar

Türk Devleti ve ABD’nin Savaş Planları


PKK’nin üst düzey gerilla komutanlarına yönelik suikast planları ve ABD ve Türk özel birliklerinin gerilla sahalarına yönelik ani nokta operasyonlarına yönelik hazırlıklar yapılmaktadır. 



Irak seçim sonuçları işgal demokrasinin bir başarısı olarak gösterilmeye çalışılsa da gizli ittifak ve planlarla sandıktan çıkan oylar ABD’nin istediği biçimde olmuştur. ABD, Irak seçim sonuçlarıyla Irak merkezli Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planını devreye soktuğu görülmektedir. Bu planın en önemli figüranları olan aynı zamanda  ‘her şekilde kullanılabilir Türk devleti ve Güney Kürdistan yönetimini’ ABD’nin aynı çatı altında bir araya getirme çabaları bu plan kapsamında öne çıkmaktadır.
Güney Kürdistan ile Türk devleti arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ABD’nin çıkarları açısından bir zorunluluktur. Bu nedenle PKK’nin bölge politikalarında belirleyici bir güç konumunda olmasını istememektedir ve bu sorundan bir an önce kurtulmayı savunmaktadır.
Seçim sonuçları üzerinde oynanan oyunlarla Kerkük ve Musul, Kürtlerin elinden alınmıştır. KDP ve YNK’nin dar aşiretsel çıkarlarına Kerkük ve Musul feda edilmiştir. Plan gereği Hewler, Duhok ve Süleymaniye ile sınırlandırılmış ve Sünni ve Şiiler tarafından çepe çevre kuşatılmış Güney Kürdistan yönetimi, Türk devletine daha fazla yakınlaştırılmıştır. ABD’nin Kürt planı şimdilik başarıyla sürmektedir. Türk devletinin kucağına itilen Güney Kürdistan yönetimi, kendi soyuna ihanet eden keklik misali diğer parçalardaki Kürtlerin avlanması için kandırılmaya çalışılmaktadır. PKK konusunda Türk devletinin istediği biçimde “daha net tutum” göstermesi istenmektedir.
Güney Kürdistan yönetiminin son dönemlerde yaptığı açıklamalarda ve Türk devleti ile geliştirdikleri ilişkilerde bu oynanan oyunun bir figüranı haline getirildiği görülmektedir. Kerkük ve Musul’u kaybeden Güney Kürdistan yönetimi kendi varlığını Türk devleti ile geliştireceği ilişkilerde görmektedir. Bu nedenle PKK’nin varlığını Türk devleti ile geliştireceği ilişkiler önünde büyük bir engel olarak görmektedir. Şii ve Sunilere karşı Kerkük ve Musul konusunda, Türk devleti ile de PKK’nin tasfiyesi konusunda gizli anlaşmalar içerisindedir.
Güneyli Kürt örgütleri, PKK ve Kuzey Kürdistan Kürtlerinin tasfiyesini hedefleyen Türk devletinin “Yeşil Türkçü partisi” AKP’nin açılım politikalarına destek verdiklerine yönelik açıklamaları oynanan oyunların ne kadar büyük ve tehlikeli olduğunu göstermektedir. Bir süre önce Neçirvan Barzani’nin Türk devletine, “Irak hükümeti bize % 17’lik petrol hakkımızı vermiyor. Gelin % 50’sini sizinle paylaşalım, bizi koruyun” dediği hatırlanırsa, ABD ve Türk devletinin planlarına Güney Kürdistan yönetiminin ne derecede istekli ve kararlı olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
PKK’nin tasfiyesi konusunda oluşturulan 4’lü mekanizma çerçevesinde tırmanan Türk devleti ve Güney Kürdistan yönetiminin ilişkileri, Hewler’de Türk konsolosluğunun açılması, karşılıklı ziyaretlerle önemli bir düzeye gelmiştir. Tüm bu politikalar Güney Kürdistan’ın Türk devleti tarafından tanınması anlamındadır. Tabiî ki bu resmi olmayan tanıma Türk devletinin isteklerine boyun eğmiş, kafesteki keklik haline getirilmiş Kürdün tanınması anlamına gelmektedir.
KDP ve YNK’nin aşiret kültürüne dayalı sahip olduğu ‘tek tip siyaseti’ ve ‘tek tip Kürt anlayışı ile AKP hükümetinin  ‘tek tip Yeşil renkli Türkçü’ siyaseti ve yaratmaya çalıştığı ‘tek tip yeşil Kürtçülüğü’ ortak noktalarda bir araya gelmektedir.
Güney Kürdistan hükümetinin kendi içyapısından kaynaklı gittikçe iradesizleşen ve başka güçlerin özellikle Türk devletinin piyonu haline gelen durumu oldukça tehlikelidir. Kendi Kürdünü inkâr eden, katleden bir devletin başka bir Kürt iradesini muhatap alması hangi koşullarda mümkün olabilmektedir, bir araya gelinen ortak noktalar, varılan anlaşmalar neler olabilir? Elbette bu soruların cevapları oynanan oyunların anlaşılmasında önem taşımaktadır.
Bir süre önce KDP genel başkan yardımcılığı dışında resmi bir görevi bulunmayan Neçirvan Barzani’nin “siyasi ve ticari ilişkileri geliştirmek” yalanıyla Petrol Bakanı Dr. Aşti Hewrami ve yerel hükümet dış ilişkiler sorumlusu Felah Mustafa ile birlikte Türkiye’ye getirilmesi nasıl izah edilebilir. Bu hükümetin başbakanı, varken Neçirvan Barzani’nin hangi sıfatla Türkiye’ye gittiği merak konusudur. Neçirvan Barzani’ye birinci sınıf devlet protokolü uygulanmıştır. Türk devletinin başbakanı Tayyip Erdoğan, Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT yetkilileri ile görüşmüştür. Peki, neyin karşılığında bu devlet protokolü uygulanmış ve üst düzeyde görüşmeler olmuştur?
Tek gündemin PKK olduğu bu ziyarette neler konuşulmuş, hangi konularda anlaşmalar yapılmıştır?
•             Maxmur kampının boşaltılması için kamp içinde provokasyon hazırlama bu çerçevede ABD askerlerinin BM gücü olarak kampa müdahale etme planları yapılmış mıdır? 
•             Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye getirildiği sırada Maxmur kampında yaratılmak istenen provokasyonun tesadüf olması mümkün müdür? 
•             Kampı hedef alan bu olaylarda KDP ve Türk istihbaratının, PKK’den kaçanların işbirliği açık bir şekilde açığa çıkmamış mıdır?
•             Neçirvan Barzani’nin planları arasında Güney Kürdistan sınırlarında HPG gerillalarının konumlandığı alanların Türk ordusu tarafından işgal edilmesi, ardından buralara Peşmergelerin tampon bölge işleviyle yerleştirilmesi, Türk ordusunun gerekli gördüğü durumlarda medya savunma alanlarına operasyon yapmasına göz yumulması planları var mıdır?
•             KDP’nin kendi denetimindeki şehir ve köylerde MİT’in faaliyetlerine izin verilmesi,  olanak sağlanması ve medya savunma alanlarındaki köylülerin Türk istihbaratına çalışması için projeler sunulmuş mudur?
•             Görüşmeler sonrasında basına yapılan açıklamada, ziyaretin ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi çerçevesinde olduğu söylenmiştir. Güney Kürdistan hükümetinin başbakanı olduğu halde bir partinin genel başkan yardımcısı olan Neçirvan Barzani’nin Türk devleti ile resmi düzeyde bir ilişki kurması bu temelde anlaşmalar yapması nasıl mümkün olmaktadır. Bu ilişkilerin geliştirilmesi Neçirvan Barzani’ye mi kalmıştır?
Güneyli Kürt örgütlerinin yapısını az çok bilenler şu gerçeğin asla değişmeyeceğini de bilirler: Güney Kürdistan’da demokrasi görünümlü bir hükümet kurulsa da asla aşiretler konfederasyonu olan ‘partiler’ üstü olamayacaktır. Son sözü hükümetin başbakanı değil parti başkanı söyler. Neçirvan Barzani’nin KDP genel başkan yardımcısı sıfatıyla Türk devleti tarafından Türkiye’ye getirilmesi, hükümeti ilgilendiren her türlü konuda muhatabın KDP olduğunu, sözde kurulan Güney Kürdistan hükümetinin hiçbir ciddiyetinin olmadığını göstermiş olması açısından önemlidir. 
Türk devleti, Neçirvan Barzani’yi neyin karşılığında muhatap almaktadır. PKK dışında hiçbir konuda Güneyli Kürt örgütlerini muhatap alması mümkün değildir. 
Suni ve Şii’ler ile 36. paralele sıkıştırılan KDP ve YNK aynı zamanda Güney Kürdistan’da yine Türk devletinin destek verdiği Goran ve Yekgurtu İslami ile KDP ve YNK’yi iradesizleştirmiştir.  Türk devleti, Neçirvan Barzani'ye 'Kerkük ve Musul’u kaybettiniz. Irak seçimlerinde yenilgiye uğradınız. Artık elinizde pazarlık yapacak hiçbir gücünüz yok. PKK'ye karşı ortak tutum dışında bir seçeneğiniz yok' demektedir.
Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye getirilmesi ve yapılan pazarlıklarda en dikkat çeken ve tehlikeli olan ise Güney Kürdistan bölge başkanı aynı zamanda bu görevde olmasına rağmen KDP genel başkanlığı görevini de sürdüren Mesut Barzani’nin Türkiye’ye davet edilmesidir. 
Yakın bir zamana kadar Mesut Barzani hakkında Türk devlet yetkililerinin aşağılayıcı açıklamaları yanında Türk basının da hakaret dolusu haberler unutulmuş görünmektedir. Mesut Barzani’nin Türkiye’ye davet edilmesi PKK karşıtlığında oynanan oyunun son perdesidir. Bu davet Neçirvan'ın hazırladığı plana resmiyet kazandırma girişimidir. PKK'ye karşı yapılan anlaşmaların uygulanabilmesi Güney Kürdistan bölge başkanı Mesut Barzani'nin tavrına bağlıdır. Ziyaretin kabul edilmesi ve Mesut Barzani'nin bu plan karşısında takınacağı tutum gelişmelerin yönünü belirleyecek ve netleştirecektir. 
Türk devletinin başbakanı Tayip Erdoğan’ın, ABD ziyareti, Güney Kürdistanlı Kürt örgütlerinin Türkiye’ye getirilmesi kapsamlı bir saldırı planının ön görüşmeleri olarak değerlendirilmektedir.
5 Kasım 2007 yılında da benzeri bir diplomasi trafiği yaşanmıştı. Güneyli örgütlerle Zaxo ve Silopi’de görüşmeler yapılmıştı. Ayrıca TC başbakanı Tayip Erdoğan ABD’ye giderek George Bush ile görüşme yapmıştı. Bu görüşmelerde PKK’nin tasfiyesi için bir dizi eylem planı hazırlanmıştı. 21 Şubat 2008’de TC ordusunun ABD’den aldığı izin ve destek doğrultusunda Güney Kürdistan’ı işgal etmişti. 8 gün süren savaşta TC ordusu HPG gerillaları karşısında büyük bir hezimet yaşayarak geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Türk devleti bir yıldır Türkiye ve Kürdistan’da sürdürdüğü siyasi soykırım operasyonlarıyla tasfiye planın ilk aşamasını uygulamaya koymuştu. Şimdi ise yapılan tüm hazırlıklar, son darbenin vurulacağı askeri operasyon kapsamında yapılmaktadır.
PKK’ye vurulması düşünülen son darbe,  para kaynaklarının kurutulması, propaganda kanallarının etkisizleştirilerek devre dışı bırakılması ve yapılan askeri hazırlıklar çerçevesinde sürdürülmektedir. Demokrasi ve insan haklarını dillerinden düşürmeyen Avrupa devletleri PKK ve Kürtler söz konusu olduğunda ABD politikalarına alet olmaktan geri durmamışlar ya da bizzat içinde yer almışlardır.
Bu devletler tarafından PKK’nin Kürt halkı tarafından desteklendiği gizlenmeye çalışılarak yardımlar “zorla gasp” olarak gösterilmekte, PKK yöneticilerinin uyuşturucu işiyle uğraştığı şeklinde kirli bir propaganda yapılmaktadır. 
ABD ve Türk devleti Güney Kürdistan ve Doğu Kürdistan sınırında uyuşturucu ticareti yapan bazı kişileri tutuklayarak, PKK ile ilişkili olduklarını gösterme arayışını sürmektedirler. Yakalananlar. MİT ve CIA elemanları tarafından sorgulanarak, ele geçen uyuşturucuların PKK’ye ait olduğunu söylemeleri halinde serbest bırakılacakları teminatı verilmektedir.
Avrupa ülkelerinin de içinde yer aldığı Türk devleti ve ABD’nin PKK’ye karşı geniş bir alanda yürüttüğü tasfiye konsepti çerçevesindeki işbirliği, askeri ve istihbarat alanında da sürdürülmektedir.
Kuzey ve Güney Kürdistan’da casus uçaklar ve insana dayalı istihbarat ağı güçlendirilerek PKK’nin üst düzey gerilla komutanlarına yönelik suikast planları ve ABD ve Türk özel birliklerinin gerilla sahalarına yönelik ani nokta operasyonlarına yönelik hazırlıklar yapılmaktadır. 
İsrail’den kiralanan Heron insansız keşif uçakları Kuzey Kürdistan dağlarında gerillanın denetiminde olan alanlarda bir süredir keşif-istihbarat faaliyetini yürütüyordu. Birkaç ay önce İsrail’den alınan 10 Heron uçağı daha getirildi. Motorları güçlendirilen ve havada kalış süreleri uzatılan bu uçaklara Aselsan tarafından lazer güdümlü füzelerin takılması planlanmaktadır. 
İsrail’den alınan Heronlar yanında, ABD’nin Afganistan ve Pakistan’da Taliban’a karşı kullandığı MQ-9 Reaper” modeli Pradatör insansız keşif ve suikast uçaklarını Türk devletine satacağını açıklanmıştı. MQ-9 Reaper Pradatör uçakları iki adet lazer güdümlü Hellfire füzesi taşıyor. Görülen hedef savaş uçaklarına gerek kalmadan anında füzeler tarafından vurulmaktadır. ABD’ye ait MQ-9 Reaper Pradatör uçakları medya savunma alanları üzerinde 2007 yılı ortalarından beri uçurulmaktadır. Bu uçaklardan alınan istihbarat görüntüleri “anlık istihbarat” olarak Türk ordusuna veriliyordu. Türk devleti ABD’den, anlık istihbaratla birlikte Pradatörler tarafından görülen PKK gerillalarının vurulmasını istemektedir. Daha çok da PKK’nin üst düzey kadrolarının hedeflenmesi istenmiştir.
Bunun yanında Türk ve ABD uçakları tarafından medya savunma alanlarına küçük paraşütlerle GPS (Global Positioning System) özelliği olan yer bildirim cihazları atılmaktadır. Bu cihazlar atıldığı alanda tarama yaparak her türlü ses ve telsiz frekanslarını tespit ederek yerlerinin bulunmasında role görevi görmekte elde edilen bilgiler uydu üzerinden Süleymaniye ve Duhok’ta bulunan ABD üslerine aktarılmaktadır.
ABD ve İsrail tarafından havadan keşif istihbaratının Türk ordusuna sağlandığı 2007 tarihinden itibaren Türk ordusunun elinde olan 40 km menzili olan obüs topları modernize edilerek mekanik olan mesafe ayarları bilgisayar sistemli otomatik koordinat sistemleriyle değiştirilmiştir. Keşif uçaklarından verilen koordinatlara göre nokta atışları yapabilecek düzeye getirilmiştir.
Türk ordusu tarafından kullanılan ve operasyon bölgelerine gönderilen 120 ve 81 mm’lik havanların başlıklarına, 40 km’lik obüslere, süper kobra helikopterlerinin füzelerine kimyasal içerikli başlıkların takılarak gerilla alanların vurulmasının hedeflendiği bu temelde ABD’nin Türk devletine izin verdiği söylenmektedir.
Medya savunma alanlarında PKK’ye karşı hava ve yerden yürütülen istihbarat çalışmalarının yanında Güney ve Kuzey Kürdistan sınırlarına 16 yeni karakolun inşa edilmesine başlanmıştır. Karakol inşaatının sürdüğü alanlara 3.500 civarında uzman çavuş, astsubay ve subaylardan oluşan özel kuvvetlerle birlikte 13 bin askerin konuşlandırılacağı ifade edilmektedir.
Topyekûn imhanın, savaş hazırlıklarının sürdürüldüğü, sınır kesimlerine askeri yığınakların yapıldığı bu şartlarda  “açılım” adı altında ifade edilenlerin tasfiyeden başka bir anlama gelmediği yapılan askeri ve diplomatik hazırlıklara bakılarak çok daha iyi anlaşılmaktadır. Bu saatten sonra AKP hükümetinin ‘açılım’ yalanı daha fazla sürdüremeyeceği açığa çıkmıştır. Ya diyalog ve çözüm olacaktır ya da savaş..!
Kürtlerin de artık ara bir seçeneği ve sabrı kalmamıştır. Diyalog ve çözüm çabaları siyasi ve askeri soykırım operasyonlarıyla engellendiği sürece savaş kaçınılmaz hale gelecektir.

Yasin Kılıçkaya

Hiç yorum yok: