25 Mayıs 2010 Salı

Sadece Trabzon'da 53 bin Çerkes Öldü

Jineps Gazetesi Yayın Kurulu Üyesi Yaşar Güven, Çerkeslerin yaşadığı dramın 21 Mayıs 1864'te Rusların gerçekleştirdiği soykırımla sınırlı olmadığını söyledi

Osmanlı'ya gelen Çerkesler de sefil haldeler. Sadece Trabzon'da 53 bin Çerkes'in öldüğü anlaşılmaktadır. Türkiye'nin dört bir yanında toplu mezarlara rastlamak mümkün.

Çerkesler, Çerkes tavuğu, Çerkes kızları ve Çerkes Ethem ile bilinir. Onların da köylerine 'Vatandaş Türkçe Konuş' tabelaları asıldığını, isimlerine yasak konduğunu bilmezler.

Çerkesya'da 'mutedil sosyalizm' vardı

Çerkes tavuğu, Çerkes kızları ve 'Çerkes Ethem' dışında, Çerkesler bir de 'devletçilikleri' ile bilinir. Ne iç ne dış kamuoyu, tarihin kaydettiği en büyük soykırım ve sürgününün Çerkeslere uygulandığını bilmediği gibi, zorunlu geldikleri bu topraklarda bir kez daha sürgüne uğradıklarını, onların da köylerine 'Vatandaş Türkçe Konuş' tabelaları asıldığını, Çerkes isimlerine yasak konduğunu, bir dönem Çerkes olduklarını bile gizleyecek kadar baskı altında kaldıklarını bilmezler.

Tarihsel toprakları Çerkesya'da çok toplumlu bir kültürü, halk meclisleri ve yazılı olmayan bir anayasayla halkın kendi kendini yönettiği bir 'devlet' anlayışını içselleştirmiş Çerkesler, bugün ise darmadağın oldukları diasporada var olma mücadelesi veriyor.

Çerkeslerin tek gazetesi, aylık Jıneps Gazetesi'nin yayın kurulu üyesi Yaşar Güven'e, Çerkes sürgününü ve Çerkes Ethem'den, Hamidiye Alayları'na yakın tarihin bellettiklerini sorduk.

Güven'in yanıtları eminim, Çerkeslere ilişkin ezberleri bozduracak ve yakın tarihi bir kez daha sorgulatacak.

21 Mayıs Çerkesler için ne ifade ediyor?

Çok uzun yıllar süren Kafkasya-Rusya savaşının sonunu ifade eder 21 Mayıs. Çerkesler o tarihte yenilgiye uğruyorlar. Rusya on yıllardır geliştirdiği politikaların sonucunda stratejik olarak çok önemli gördüğü Karadeniz sahillerini boşaltmak istiyor. Yöntem de belli. Ya Çerkesleri Kafkasya dışına çıkartacak ya da kendi istediği bölgeye yerleştirecek. 21 Mayıs uzun yıllar süren savaşın sonu ve Çerkeslere uygulanan sürgünün doruklarına çıktığı gündür. O tarih aynı zamanda zaferi kazanan Çarlık Rusya'sının Soçi'ye yakın Kızılçayır mevkiinde zafer kutlaması yaptığı yerdir. Kızılçayır'da çok yoğun savaşlar yapılmıştır ve çayırın rengi gerçekten de kızıla boyanmıştır. Aslında sürgünün başlangıç tarihi değildir 21 Mayıs. Öncesinde de sonrasında da sürgün olagelmiştir. 21 Mayıs sembolik bir gündür. Hem Kafkasya'da hem diasporada anılır.

Sürgünle birlikte soykırım iddiası da var...

Mağdur edilen halk hakkını aramalıdır. Dünya çapında araştırmacıların sonucuna, (Bunların içinde Fransız, İngiliz, Alman ve hatta Ruslar bile var.) dönemin Çarlık Rusya'sının komutanlarının yazışma ve toplantı notlarına baktığımızda çok açık ve net şekilde 'Ya yok edeceğiz, ya da süreceğiz' anlayışı görülecektir. 1948 BM Soykırım Sözleşmesi'ne baktığınızda ve bahsettiğim bu belgeleri incelediğinizde sonuca varmanız için hukukçu olmanız bile gerekmiyor. İfade edilen belgeleri göz önüne aldığınızda Çerkeslere soykırım uygulandığı apaçık ortadadır.

Çerkesler ne zamandan beri orada yaşıyordu?

Bu konuyla ilgili yapılmış çok ciddi araştırmalar var. Prof. Ruslan Beklozov 'Çerkeslerin Etnik Tarihi' kitabından, başka bir çok biliminsanının yaptığı araştırmalardan, hatta Antik dönem Yunan ve Roma tarihçilerinin yazdıklarından ortaya çıkan tablo şudur: Çerkesler bölgenin otokton halkıdır. Karadeniz'in kuzeyi yani Azak denizi dahil olmak üzere Kafkasya'da yaşayan halklardır. Tarihsel araştırmalardan, arkeolojik kazılardan bu yerleşik halkın Kimmerler, İskitler, Meotlar ve Sindlerle beraber o bölgede yer aldığını göstermektedir. Halkların birbirinden etkileşimi sonucunda bir iç içe geçme durumu da var. Kimmerler, İskitler, Alanlar... Alanların torunları Osetler halen oradalar. Grek ve Roma etkileri de var. Yani bilinen en eski tarihten beri oradadır Çerkesler.

Belgelerde Çerkeslerden 'dağlılar' diye söz edilmekte. Ayrıca Ruslar tarafından vahşi ve barbar olarak nitelendiriliyorlar. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Daha egemen konumda olan halklar diğerlerini ezebilme şansına sahiptirler her zaman. Dolayısıyla Ruslar uluslararası boyutta Çerkesleri vahşi ve barbar olarak tanıtma yoluna gitti. Güney Afrika, Güney Amerika ve Ortadoğu da bunlara örnek çoktur. Emperyal devletler her zaman aynı söylemi kullanırlar. Tıpkı ABD'nin bugün 'medeniyet götürdüğünü' iddia etmesi gibi. Bu anlayış bugün de değişmedi.

12 Eylül sonrasında Kürtler için de dağlı tanımlaması yapıldı.

Evet, dağlarda yürürken 'kart kurt' sesleri çıkardıkları bile söylendi darbeciler tarafından. Kafkasya özeline dönersek, 'dağlı' demeleri çok doğal. Kafkasya'nın coğrafyası zaten dağ silsileleriyle örtülüdür, geçit çok azdır. Savaş döneminde Güney Osetya ve Kuzey Osetya arasındaki geçitlerin askeri anlamda çok önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Hem savaş anlamında hem de ticari olarak önemlidir bu geçitler. Abhazya'nın çok uzun bir sahil şeridi vardır ama hemen arkasında müthiş bir dağ silsilesi görürsünüz. Dolayısıyla bu insanlar dağda da yaşamayı beceren, doğayla iç içe yaşayan, ovada ve 50 derecelik dağ eğiminde tarım yapmayı becerebilen bir halk. Dağlı tanımını pek çok yazar da kullanmış ama hepsi aşağılayıcı anlamda kullanmamıştır.

Sürgün ve soykırım yaşamış bir halk dünya kamuoyunda bilinmiyor, neden?

Çarlık Rusya'sı dönemin büyük gücü. İngiltere, Osmanlı ve Çarlık Rusya'sının anlaşmasıyla gerçekleşiyor sürgün. Osmanlı topraklarında çok ciddi bir yerleştirme politikası sonucunda

İç Anadolu'ya yerleştirilenler Doğu-Batı arasında, Balkanlar'a yerleştirilenler Hıristiyan ve Müslümanlar arasında bariyer oluşturuyor. Osmanlı-Rus harbi Rusya'nın lehine bitince Rusya anlaşmaya şöyle bir madde ekletiyor: 'Balkanlar'daki Çerkes halkını oradan tehcir edin.' Oradaki Çerkesler ikinci bir sürgünle Anadolu ve ağırlıklı olarak Ortadoğu'ya sürülüyorlar. Bu arada Kafkasya'dan Osmanlı'ya başka bir göç daha yaşanıyor. Osmanlı'ya gelen Çerkesler de sefil haldeler. Çünkü Osmanlı böylesi yoğun bir sürgüne hazırlıklı değil. Bölgede çalışan Fransız doktorların ve BM çalışanlarının belgelerinden sadece Trabzon'da 53.000 civarında Çerkesin öldüğü anlaşılmaktadır. Türkiye'nin dört bir yanında, sahil kesimlerinde toplu mezarlara rastlamak mümkün. Osmanlı bütçesinden yeterli bir pay ayrılmamış ya da ayrılmışsa da paşalar arasında yok olmuş

1923 sonrasında ise 'ulus devlet' ile ciddi baskılar başlıyor. Kürtlere yapıldığı düşünülen baskılar aynı şekilde Çerkeslere, Gürcülere, Lazlara ve diğer halklara da uygulanıyor. Tüm köylerde 'Türkçe konuş' tabelaları asılıyor. 1923'te Manyas ve Balıkesir civarından Çerkes Ethem bahanesiyle iç sürgüne tabii tutulmuş 14 köy var. Doğu Anadolu'ya gönderiliyorlar. Ama mecliste çıkan ciddi tartışmalar sonucu geri dönüyorlar. Bütün bu baskıların sonucunda sadece Çerkesler değil tüm halklar sindiriliyorlar. Çerkesler 1950'lere kadar örgütlenemiyorlar. Dernekleşme çabaları başlıyor. O zamanlar müthiş bir iç disiplin var. Çocuklarını okula yollayan aileler çocuklarına 'Sakın Çerkes olduğunu söyleme, belli etme.' diyor. Bizim bir üst kuşağımız bunun canlı örneğidir. Bu ve benzeri baskıların sonucunda biraz mahcup bir tavır içine girdi Çerkesler. Kendilerine uygulanan zulmü, sürgünü ve soykırımı ifadede zorlandılar. Sürgünün bilinç haritasına yazılması çalışmasını sonraki kuşaklar uğraştı ve bu çaba devam edecek. Dağa, taşa, toprağa yazılacak.

Çerkesler niye hem 'hain', hem de devlet işbirlikçisi olarak tanınıyor?

Sorunun içinde yanıt da var. Hem hain ve hem de işbirlikçi olunur mu? İşine gelince hain, işine gelince işbirlikçi... Ama işbirlikçi olunca 'Çerkes' oluşun gizli, hain deneceği zaman 'Çerkes' açık. Burada kısaca Ethem olayına göz atalım. Kurtuluş Savaşı'nın başlangıç döneminde Mustafa Kemal'in silah arkadaşlarından biri Rauf Orbay'dır. Rauf Bey Abaza'dır ama ne hikmetse kimse bundan bahsetmez. Onun çabalarıyla Ethem ilk direniş cephesini kuruyor. İrili ufaklı 14 civarında isyanı bastırıyor. Bu isyanların içinde Çerkes Aznavur isyanı da var. Düzce isyanında bazı Çerkes ve Abazayı idam sehpasına çektiriyor Ethem. Bir çok Çerkes, Ethem'in aslında Çerkesler'e büyük zarar verdiğini, bir ihanet varsa bunu kendilerinin sorgulaması gerektiğini düşünmektedir.

Hayır. Kuvayi Milliyeciler ile padişah güçleri arasındaki çekişmede İstanbul yanlılarının gerçekleştirdiği isyanlar. Yozgat Çapanoğlu İsyanı sırasında Ankara aciz kalınca Ethem çağırılıyor. Ankara'da milli kahraman olarak karşılanıyor. Mecliste ayakta alkışlanıyor. O zamanlar 'Ethem Bey'dir, 'Çerkes Ethem' değildir. Adı yazışmalarda, Kuvayi Seyyare Komutanı Ethem Bey olarak geçer. Düzenli ordu ve Kuvayi Seyyare arasındaki çelişkilerin sonucunda Ethem'in isyan ettiği söylenir. Hayır. Ethem isyan etmedi, tasfiyesine karar verildi, çünkü ulus devletin oluşturulması aşamasına geçilmişti. Anadolu ayakları üzerinde dikilir hale gelmişti. Dolayısıyla Ankara'nın Ethem'e ihtiyacı kalmamıştı. Yunanlılara sığındığı söyleniyor. Bu doğru değildir. Ethem savaşmak istememiştir. Tek bir savaş yapmadan general olan İsmet İnönü politikalarıdır bunlar, sadece Ankara ve Meclis politikası değildir. Ethem, Yunan ordusunun karşısındayken geri dönseydi o düzenli birlikleri dümdüz ederdi. Bu gücü vardı. Çünkü birlikleri zaten neredeyse düzenli hale gelmişti. Topu, tüfeği vardı. Savaş yeteneği ve tecrübesi olan bir ordusu vardı. Bıraksaydı Yunanlılar Ankara'ya kadar gelirlerdi. Ethem, kendisine çok bağlı insanlarla bir toplantı yaptı, kendisinin tasfiye edileceğini anlamıştı. Savaşmamaya karar verdiğini, savaşın dışında kalacağını belirtti.

Çerkesler Hamidiye Alayları'nda yer aldı mı?

Hamidiye Alayları için; birlikler Kürt, subayları Çerkes dendi ya. Sanki Kürtler ve Çerkesler, Ermeni tehcirine karar verecekler. Böyle bir şey olabilir mi? Hamidiye Alayları'nda yalnız Kürtler, Çerkesler yok, bütün halklar var. O dönem Osmanlıda hangi halklar varsa, hepsi var. Bir ordudan bahsediyoruz... Türkiye-Ermenistan ilişkileri yumuşayınca bu işi birilerine ihale etmeye çalıştılar. Kime ihale edelim Çerkeslere, Kürtlere ihale edelim. O dönem zaten kendileri ezilen Kürtlerin, Çerkeslerin kendi kendilerine karar alıp, inisiyatif koyup uygulamaları mümkün olabilir mi. Çerkesler de Hamidiye Alayı'nda vardı, ama diğer halklardan ne kadar insan varsa o kadar. Ayrıca Çerkes kimliği ile yer almadılar orada.

Khase'de ortak karar alıyorlar

Çok toplumlu olan Çerkesya'daki yönetim şeklinden bahsedebilir misiniz?

Çerkesya'da bir yığın kabile var. Sadece Adıge, Abaza ya da Vubıh değil. Farklı halklar da var. Ve birbirleriyle dalaşmıyorlar. Çerkesler savaşçıdır ama saldırgan değildir, kendilerini savunma anlamında savaşçıdırlar. En ince, en hafif ve en dayanıklı zırhı üretmişlerdir. Kılıçlarıyla, kamalarıyla meşhurdurlar. Barış içinde yaşayan halk yazılı olmayan bir anayasaya sahiptir. 1500-1600'lere geri gittiğimizde de aynı kurallarla yönetilen halklar çıkar karşımıza. Her bir yerleşim biriminden temsilcilerin katılımıyla meclisler oluşturuyorlar. Adıgeler bu meclise 'Khase' adını verir. Bu meclisten ortak kararlar çıkarıyorlar. Bu kararları atlılarla, duyurucularla Kafkasya'nın her köşesine ilan ediyorlar... Sınır ihlalleri, toprak sorunu, hırsızlık gibi yaşama dair tüm sorunlar 'Khase'nin aldığı kararlardan çıkan kurallarla çözülmüştür. Bu yaşam biçiminin adı 'Habze'dir. Günümüzde ritüeller silsilesi gibi düşünülüyor. Nasıl evlenilir ya da cenaze kuralları gibi. Ama 'Habze' bu değildir. Kafkasya'ya giden pek çok seyyah ve araştırmacı çok net bir şekilde bir demokrasinin varlığından söz eder. Hapishanesi yoktur bu halkın. Feodalizm döneminden bahsediyoruz, her yerde hapishaneler varken Çerkesya'da suç işlenmiyor muydu da yoktu? İşleniyordu tabii ki. Ama 'Khase' kararlarının yaptırımları uygulanıyor. En ciddi ceza toplumdan uzaklaştırma yani yalıtma cezasıdır. Bundan daha ağır bir ceza olabilir mi?

Çok toplumlu, çok kültürlü, bir lider yerine kendi kendini yöneten bir yönetim anlayışından gelen Çerkesler bugün ne kadarını koruyabildi?

Diasporada çok dağınık bir yerleşim söz konusu. Adıgey, Abaza ve Ubıhlar bazında bakılırsa, en kalabalık oldukları yer Türkiye. O kapalı köy ortamında kendi kültürlerini hayata geçirebilmişler. Habze'yi yaşatma şansı bulabilmişler... Mesela bir örnek vereyim, kendi çocukluğumdan. Bizim köyde bir cinayet işlenmiş, babam da aza olduğu için olayları yakından biliyor. Ölen de öldüren de köyden. Çerkes mahkemesi kuruluyor. Abaza köylerinden bir Abaza, kasabadan bir Adıge, köyden de bir Adıge üç kişilik mahkeme kuruluyor. Bu mahkeme, o cinayeti işleyen aile ve ailenin yakın akrabaları olan üç ailenin köyden sürülmesine karar veriliyor. Ertesi gün at arabalarıyla aileler taşınıyor ve köyü terk ediyor. Yasal mahkeme belki yıllar sonra karar veriyor ama Çerkesler için asıl geçerli olan bu mahkemenin kararı. Ama bugün maalesef bu tür uygulamalar işleyemiyor.

Son dönemde bir örneği yaşandı: Düğünlerde silah atımını yasakladılar. Çerkes düğünlerinde hem maddi hem pek çok can alan, yaralanmalara neden olan silah atma olayı nedeniyle bütün Çerkes köylerinin temsilcileri toplandı. Bir meclis oluşturuldu. Bu toplantıların sonucunda silah atılmama kararı alındı. Silah atılmasına izin verenin düğününün terk edilmesi, bu karara uymayan köyler varsa, oradaki düğünlere gidilmemesi gibi yaptırımlar olacağı da duyuruldu. Ve bu karar uygulandı.

Ama bugün Habze artık bir ritüele dönüşmüş durumda; düğünlerde, cenazelerde ve diğer özel günlerde uygulanan...

Mesela Çerkesya kendi iç dinamikleriyle gelişebilseydi, savaşa rağmen kendi vatanlarında yaşam devam edebilseydi ve Çerkesya'da yaşayanlar, feodalizm döneminden bugüne taşıyabilseydi, bugünkü yönetim biçimlerine alternatif bir model sunacaktı insanlığa.

General Berkok Paşa, 'Tarihte Kafkasya' kitabının yazarı ve avukat-yazar Rahmi Tuna 'Adıge Habze' adlı kitabında, Çerkesya bugüne gelebilseydi yönetim biçiminin 'Mutedil sosyalizm' olacağı konusunda görüş birliğindedir.

Çünkü kendi kendini yönetim, insanların içselleştirdikleri bir kültürdü. Bugün Çerkesleri devletçi diye eleştirenlere de ithaf olunur. Hatta, Çerkesya'da bir devlet olur muydu, bunu ayrıca tartışmak gerekir.

İnci HEKİMOĞLU

Hiç yorum yok: