24 Mayıs 2010 Pazartesi

ÖZEL MÜLKİYET, YOKSULLUK VE ZENGİNLİĞİN KAYNAĞI

Forbes dergisi geçenlerde Türkiye'nin en zenginin 100 kişisinin listesini açıkladı. Bunların toplam serveti 87 milyar dolar. Bu 100 kişinin serveti bir yıl öncesine göre yüzde 55 oranında artmış; yani 31 milyar dolara artarak 56 milyar dolardan 86 milyar dolara çıkmış.

2009'da bu 100 kişinin toplam serveti bir yıl öncesine göre yarı yarıya eriyerek 111 milyar dolardan 56 milyar dolara düşmüş. Anlaşılan o ki krizden dolayı muazzam boyutlarda yoksulaşmışlar! Ama bir sene içinde toplam servetlerini 86 milyar dolara çıkartabilmişler. Herhalde bu sene sonunda 2008'deki 111 milyar dolar sınırını aşarlar.

Krizde işsizlerin sayısı artarken dolar milyarderlerinin sayısı azalmış; 36'dan 13'e düşmüş. Sabancı ve Koç soyadını taşıyan milyarder kalmamış. Ama bu seneki en zengin 100 kişi arasında Koç soyadını taşıyan 3, Sabancı soyadını taşıyan 2 kişi var; ekonomik kriz ortalığı kasıp kavururken; yüz binlerce işçi sokağa atılırken bunlar bir sene içinde yeniden milyarder olmuşlar.

Her kapitalist ülkede ülkenin zenginliklerini elinde toplamış, “kaymağı” yiyen birkaç aile vardır. Sabancı ve Koç da Türkiye'nin bu türden ailelerinin başında gelir. Sabancı ailesinden 13 kişinin toplam varlığı 10,3 ve Koç ailesinden de 8 kişinin toplam varlığı 7,1 milyar dolarmış.
Yaşanmakta olan krize rağmen Türkiye'nin en zengin 25 ailesinin varlığı neredeyse 2 kat artmış. Bu 25 aile Türkiye'de 60 milyar dolarlık bir serveti yönlendiriyor.
Listede yer alan ilk 10 kişinin toplam varlığı 6,5 milyar dolar artarak 22 milyar dolara çıkmış. İlk 50 kişinin toplam serveti de geçen yıl 40,7 milyar dolardan bu yıl 60 milyar dolara çıkmış.

Bu veriler ekonomik krizin nimetlerinin de olduğunu ve bundan ancak ve ancak sermaye sahiplerinin yararlandıklarını göstermektedir.

Sadece kişilerin, ailelerin değil bankaların da karı artmış. Sadece 10 büyük bankanın 2009 yılındaki karı yaklaşık 18 milyar lira. Ziraat Bankası'nın açıklamasına göre bu bankanın karı 2009 yılında brüt 4,4, net 3,55 milyar liraya çıkmış.
Bankanın Genel Müdürü Çağlar, bu karın 'yüzyılın kârı' olarak tanımlıyor.

Madalyonun bir yüzü böyledir. Diğer yüzü ise tamamen farklıdır. Madalyonun diğer yüzünü işçi sınıfı ve emekçiler; milyonlarla ifade edilen işsizler, yoksullar, açlıkla boğuşanlar oluşturmaktadır. Bir tarafta servet artarken diğer tarafta yoksulluk artıyor. Burjuvazinin servet dediği sermaye birikimi karşı kutupta kaçınılmaz olarak yoksulluk ve sefaletin yaygınlaşmasına ve derinleşmesine neden olmaktadır. Kapitalizm böyle bir sistemdir; bir kutupta zenginliği, sermayeyi, diğer kutupta da yoksulluğu üretir.

Türkiye'de yoksulluğun boyutlarını artık burjuva basın da gizleyemiyor; her ne kadar gerçek durum yansıtılmasa da temel bir sorun dilendiriliyor.
2005 verilerine göre Türkiye'de yoksul sayısı 15 milyon; yani nüfusun 20'si yoksul. Yaşanmakta olan krizden dolayı bu sayının artmış olması gerekir. İşsizlik oranı 2008'de yüzde 11'den 2009'da yüzde 14'e çıktı. Bu sadece bilinendir. Gerçek işsiz sayısı ve yoksul sayısı basına yansıyanın çok çok üzerindedir.

Bütün dünyada ve dolayısıyla Türkiye'de de zenginler ile yoksullar arasındaki gelir uçurumu kapanmıyor, tersine açılıyor. Zenginlerle yoksullar arasındaki gelir farkı gelir faklılığı 1900'lerde 1:4'ten 1960'larda 1:30'a, 1990'larda 1:60'a ve şimdilerde de 1:90'a çıkmıştır.

Eşitsizlik, gelir dağılımındaki fark ve bu farkın giderek uçuruma dönüşmüş olması bu sorunun kaynağı hakkında tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Örneğin 1754'de Dijon Akademisi, “İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı nedir? Bu bir yazgı mıdır” sorularını sorar. Bu sorulara cevap verenler arasında Jean Jacques Rousseau'da vardır. Konuya ilişkin çalışmasında (“İnsanlar arasında eşitsizliğin kaynağı”) sosyal ve siyasi eşitsizliğin doğal olmadığını, tanrı tarafından istenen bir şey olmadığını, insanlar arasında doğal eşitsizliğin sonuçları olmadığını; bu eşitsizliğin özel mülkiyetten, bütün zenginliklerin sömürüsünden ve özel el konulmasından kaynaklandığını yazar.
Rousseau döneminden bu güne bir taraftan gelir dağılımı arasındaki farklılaşma uçuruma dönüşürken, diğer taraftan sorunun çözümü için mücadele de sistem mücadelesi; özel mülkiyetin yerine toplumsal mülkiyet mücadelesi gelişmiştir.

Kapitalizm yoksulluğu derinleştirirken, mezar kazıcılarını da çoğaltmıştır. İşçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki mücadele mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi mücadelesinden başka bir mücadele değildir. Yoksulluk, insanlar arasında özel mülkiyetten kaynaklanan ekonomik farklılık ancak bu mücadele ile yok edilebilir.

Hiç yorum yok: