18 Mayıs 2010 Salı

Otorite ve Özgürlük

Toplumun bir parçası olan otorite toplum karşıtı bir duruma nasıl getirildi? Bu sorunun yanıtı sınıflı uygarlığın tarihi kadar derinlikli bir konudur ve çözümlenmeye ihtiyaç vardır.
İnsanın toplumsallaşmaya başlamasıyla birlikte otorite de varolmuştur. Bu yüzden otorite topluma yabancı değil, aksine tamamlayıcı bir parçasıdır. Toplumun bir parçası olan otorite toplum karşıtı bir duruma nasıl getirildi? Bu sorunun yanıtı sınıflı uygarlığın tarihi kadar derinlikli bir konudur ve çözümlenmeye ihtiyaç vardır.
İnsanda varolan yeteneklerin dışa vurumunda ortaya çıkan saygınlığa otorite denir. Yada İnsan eyleminin olumlu, faydalı işleri sonucunda ortaya çıkan yaratımın getirdiği saygınlıktır. Bu tanımlar esas alındığında otorite saygınlıkla eş anlamlıdır ve bu pratikteki yararlılıkla ölçülür. Bu saygınlıkta tahakküm veya baskılama yoktur. Bu anlamda bunlar toplumun iç tasalarını oluştururlar. İçsel özellik taşırlar. Dışarıdan zorla dayatılan bir durum yoktur.
Toplumsal hafızanın % 98’lik kısmında insanlar dışardan dayatılan bir otorite ve yetki olmadan yaşamışlardır. Ancak bu otoritesiz yaşadıkları anlamına gelmez. Burada da belli bir otorite ve saygınlık vardır. Politik ve ahlaki toplumdaki ilişkiler organik ve dayanışmacı olduğundan dayanışmayı en fazla geliştirenler en büyük saygıyı, dolayısıyla otoriteyi alırlar. Bunu yapan da başta kadındır. Kadını ana tanrıçalığa taşıyan bu özelliğidir. Bu konuda Başkan APO şunları belirtir: “Kadın-ana etrafındaki ilişkinin bir güç, otorite ilişkisinden ziyade organik dayanışma tarzında olması, doğal toplumun özüne uygundur. Bir sapmayı teşkil etmez. Devlet otoritesine kapalıdır. Organik oluşumdan ötürü zor ve yalana dayanma ihtiyacı duymaz.”
Anarşizmin babası olarak kabul edilen Bakunin, otoriteyi ‘iç yasalar’ olarak açıklar. Ve ‘bu yasalar bizim dışımızda değildirler; bunlar bizim doğamızda bulunurlar; bizim varlığımızı, fiziksel, entelektüel ve ahlaki açılardan tüm varlığımızı meydana getirirler; bizler yalnızca bu yasalar sayesinde yaşar, nefes alır, düşünür, arzularız. Bunlar olmadan biz bir hiçiz, yokuzdur. Öyleyse onlara isyan etme gücünü ve arzusunu nereden alıyoruz? İnsanın doğal yasalarla olan ilişkisinde tek bir hürriyet insan için olasıdır. İnsanlığın kolektif ve bireysel kurtuluşu amacına uygun bir şekilde bunların farkına varılması ve giderek genişleyen bir ölçekte uygulanması. Bu yasalar bir kere kabullenildiklerinde, insan kitlesi tarafından asla tartışma konusu edilemeyecek bir otorite icra ederler’ .
Toplumu toplum yapan yasalar veya kanunlar vardır. Bunların başında toplumsallık, politiklik ve ahlak gelmektedir. Bunlar toplumda saygınlık yaratan, giderek otorite olan yaklaşımlardır. Ancak bunlarda bir zorlama yoktur. Gönüllü bir kabulleniş veya uygulanış vardır. Bundan dolayıdır ki, politik ve ahlaki olan doğal toplum, insanlığın hafızasında cennet olarak yer edinmiş, insanları, arayışlarını hep ona çekmiştir.
Doğal toplumun sonlarına doğru, doğal toplumun bağrından bir sapma gibi çıkan ve doğal toplumu kemirerek zayıflatan hiyerarşi gelişir. Hiyerarşi toplumun kendi iç yasalarıyla bütünleştiğinde ciddi bir sorun olmadığı gibi, ‘yararlı hiyerarşi’ denen bir rol de oynamıştır. Ancak bu oluşum, doğal toplumdaki kadının otoritesinden farklıdır. Sınıflı toplumdan önceki veya şafak vaktindeki bu gelişme, tarihin en önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmektedir. Bu ana kadın kültünden nitelikçe farklıdır. Ana kadın kültündeki temel faaliyet, toplayıcılıktır. Sonrasında geliştirilen bitkilerin evcilleştirilmesi ve üretilmesi savaşı gerektirmeyen barışçıl bir faaliyettir. Av faaliyeti ise daha zordur. Bu yüzden daha fazla otorite gerektirir. Bu faaliyet savaşın da kökenini oluşturur. Bu kültürün egemen olması ataerkil otoritenin kök salması demektir. Ancak buna rağmen otorite bireyseldir ve kurumlaşmamıştır.
Bu kültür, dini otorite olan rahip ve şaman otoritesiyle birleşince yeni bir kültür oluşturur. Bu sınıflı ve devletli toplum kültürüdür. Bu doğal topluma ters bir gelişim seyri izler. MÖ.4000’li yıllar bu otoritenin geliştiği yıllardır. Sümer şehir devletlerinin oluşumuyla bu kendisini gösterir. Mitolojik hikayeler veya anlatımlar bunun oluşumuyla doludur. Oluşan bu yeni toplumda askerler güç kazanır. Asker krallar bunun en belirgin özellikleridir. Bunun sonucunda kabile çatışmları artar. Bu çatışmaların sonucunda teslimiyet veya imha yaklaşımları esas alınır. Bu çatışmalarda yenilenler köle, yenenler de köle sahibi olurlar. Yenilenler için kölelikten başka yaşama şansları yoktur. Bu da doğal katılım yerine zorunlu katılımı getirir. Zorunlu katılım köle katılımıdır. Bu otoritenin yoğunlaşması, sınıflaşmasıyla beraber devlet otoritesine dönüşür. Önder APO bu konuda şunları belirtir: “Devlet, otoritesini oluşturdugu yasalar ve kanunlarla sürdürür. Toplum bu yasalar ve kanunlara göre düşünüp-konuşacak, çalışacaktır. Hal ve hareketleri, davranışları vb. noktalarda devlete göre olup bunun dışına çıkmak suç sayılır. Devlet bunlar olmayınca otoritesinin sarsıldığı korkusuna kapılarak cezaevleri, yargılamalarla bastırıp ehlileştirme yöntemiyle oteritesini korur.’
Başkan APO’dan yaptığımız alıntılardan da anlaşılacağı gibi sınıflı ve devletçi toplum otoritesiyle, politik ve ahlaki bir toplum olan doğal toplumdaki otorite arasında niteliksel olarak fark vardır. Bu anlamda sınıflı uygarlık, doğal toplumun kavram ve yaklaşımlarını ters yüz etmiştir. Organik bir toplum olan doğal toplumda otorite içsel iken, mekanik bir toplum olan sınıflı toplumda ise dışsaldır.  Doğal toplumda otoritenin kaynağını oluşturan saygınlık yeteneklere, faydalara dayanır ve bireyseldir. Ancak sınıflı toplumda zora, çıkara dayalı ve kurumlaşmıştır.
Sınıflı ve devletli toplum otoritesinin iki temel özelliği vardır. Bunlardan birincisi dışarıdan zorla dayatılmasıdır. Bir diğeri de buna boyun eğme ve itaat etmedir. Bu iki yaklaşım, insanda tepkiye yol açtığı için otoriteyi reddedici bir yaklaşımın gelişmesine neden olmuştur. Bundan hareketle saygıya dayalı otorite de reddedilmiştir. Bu durum tam da sınıflı toplumun geliştirmek istediği durumdur. Otoriteye itaat veya saygıya dayalı otorite dahil tüm otoritelerin reddi aynı madalyonun değişik yüzleridir ve bunlar bir birini besler. Zorla dayatılan otorite köleliğe yol açarken, saygıya dayalı otoriteyi reddetmek ahlaksızlığa götürür. Kölelik veya ahlaksızlık toplumun gelişim dinamiklerini parçalayan, dağıtan yaklaşımlardır. Her iki yaklaşım da otoriteyi besleyip derinleştiren, kurumlaştırıp kalıcı kılan yaklaşımlardır. Her iki yaklaşım da ifadesini zorda bulduğundan barışçıl ve toplumun yararına değildir.
Sınıflı toplum tarihi boyunca geliştirilen bu yaklaşım, kapitalist toplumda daha da inceltilerek derinleştirilmiştir. İnsanı her yönüyle sisteme tutsak etmiştir. Bu anlamda adeta toplumda gönüllü köleliği geliştirmiştir.
Sınıflı toplumun köleleştirici otoritesine karşı durmak, mücadele etmek, insanlık mücadelesini vermektir. İnsanın insanlaşması bir anlamda bu otoriteye karşı mücadelesinde gelişir. Bu aynı zamanda özgürlük anlamına gelir. Bu anlamda özgürlükle otorite arasında kopmaz bağ vardır. Birey veya toplum kendi iç yasalarının farkına vardıkça, bir organizmada olduğu gibi dayanışmacı bir tarzda geliştirdikçe, topluma yararlı ve faydalı üretimler yaptıkça toplumdan saygı görür. Saygıya dayalı bu otoritenin geliştirilerek yaşam tarzına dönüştürülmesi de özgürlüktür.

Hiç yorum yok: