10 Mayıs 2010 Pazartesi

Obama, Bush ve Latin Amerika Darbeleri


Latin Amerika'da garip bir şey oluyor. Latin Amerikalı sağcı güçler George W. Bush'un sekiz yıllık süresi boyunca yaptıklarından daha iyisini Barack Obama'nın ABD Başkanlığı sırasında yapmaya hazırlar. Bush Latin Amerika'nın halkçı güçlerinin kesinlikle sempati beslemediği aşırı sağcı bir yönetime başkanlık etti. Diğer yandan, Obama, Franklin Roosevelt'in Latin Amerika'da ABD'nin doğrudan askeri müdahalesinin sona erdiğinin sinyalini vermenin bir yolu olarak ilan ettiği "iyi komşu politikası"nı tekrar etmeye çalışan merkeziyetçi bir yönetime öncülük ediyor.

Bush'un başkanlığı sırasında, ABD tarafından desteklenen tek ciddi darbe girişimi 2002'de Venezüella'da Hugo Chavez'e karşıydı ve bu da başarısız oldu. Bunu, Latin Amerika ve Karayipler genelinde her defasında merkez-sol adayların kazandığı bir dizi seçim izledi. Süreç, 2008'de Brezilya'da gerçekleştirilen ABD'nin davet edilmediği ve Küba Başkanı Raul Castro'nun fiili bir kahraman olarak muamele edildiği bir toplantı ile sonuçlandı.

Obama'nın başkan olmasından beri, Honduras'ta, başarılı bir darbe gerçekleşti. Obama'nın darbeyi kınamasına rağmen, ABD politikası muğlaktı ve darbe liderleri yeni başkanın seçileceği seçimlere kadar iktidarda kalma iddialarını kazanıyorlar. Paraguay'da, sol Katolik başkan Fernando Lugo, yakın zamanda bir askeri darbeyi engelledi. Ama kendisinin sağcı başkan yardımcısı Federico Franco, Lugo-karşıtı bir ulusal meclisten suçlama görünümünde bir darbe çıkarmak için manevra yapıyor. Ve bir dizi ülkede askerler dişlerini biliyor.

Bu belirgin anormal durumu anlamak için ABD'nin iç politikasına ve onun ABD'nin dış politikasını nasıl etkilediğine bakmalıyız. Bir zamanlar, ve çok da uzak olmayan bir zamanda, sosyal kuvvetlerin birbiriyle örtüşen koalisyonlarını başlıca iki parti temsil ederdi. Bu partilerin iç dengeleri Cumhuriyetçi Parti için biraz sağda, Demokratik Parti için biraz soldaydı.

İki parti birbiriyle örtüştüğü için, seçimler iki tarafın da başkan adaylarını seçmenlerin görece küçük bir bölümü olan ve merkezde bulunan "bağımsızlar"ın oyunu almak için az ya da çok merkeze doğru zorladı.

Artık durum böyle değil. Demokrat Parti her zamanki aynı geniş koalisyon, fakat Cumhuriyetçi Parti aşırı sağa kaydı. Bu, Cumhuriyetçilerin daha küçük bir tabana sahip olduğu anlamına geliyor. Mantık olarak seçimlerde pek çok güçlüklerle karşılaşmalılar. Fakat gözlemlediğimiz üzere işler hiç de öyle yürümüyor.

Cumhuriyetçi Parti'ye hakim olan aşırı sağ güçler yüksek derecede motive olmuş durumda ve oldukça saldırganlar. Fazla "ılımlı" buldukları her türlü Cumhuriyetçi politikacıyı tasfiye etmeye bakıyorlar ve Demokrat Parti'nin ve özel olarak da Başkan Obama'nın teklif edebileceği her şeye karşı Kongre'deki Cumhuriyetçileri aynı tarzda olumsuz bir tutum takınmaya zorluyorlar. Siyasi uzlaşmalar artık politik olarak arzu edilebilir görünmüyor. Durum biraz tersi. Cumhuriyetçiler tek bir trampetçinin arkasından yürümeleri için baskılanıyor.

Bu arada, Demokrat Parti her zaman olduğu gibi işliyor. Partinin geniş koalisyonu soldan bir parça merkez sağa kadar yayılıyor. Kongre'deki Demokratlar siyasi enerjilerinin büyük bir kısmını birbirleriyle müzakere ederek geçiriyorlar. Bu ise, ABD'nin sağlık hizmetleri sistemini reformdan geçirme teşebbüsünde şu an gözlemlediğimiz gibi, önemli yasal düzenlemeleri meclisten geçirmenin çok zor olduğu anlamına geliyor.

Öyleyse bu, Latin Amerika (ve aslında dünyanın diğer kesimleri) için ne anlama geliyor? Bush, yönetiminin ilk altı yılında bariz bir çoğunluğa sahip olduğu Kongre'de bulunan Cumhuriyetçilerden neredeyse istediği her şeyi alabilmişti. İlk altı yıl boyunca gerçek tartışmalar Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in temel olarak hâkim olduğu Bush'un iç yönetim takımı tarafından yapılıyordu. Bush 2006 Kongre seçimlerinde kaybettiğinde Cheney'in etkisi azaldı ve politika az bir miktar değişti.

Irak takıntısı ve bir yere kadar da Ortadoğu'nun geri kalanı Bush dönemine damgasını vurdu. Çin ve Batı Avrupa ile ilgilenmek için bir miktar enerji kalmıştı. Latin Amerika, Bush yönetiminin bakış açısında arka zemine doğru kaydı. Latin Amerika sağı, onları düş kırıklığına uğratacak şekilde, ABD yönetiminden kendi lehlerine bekledikleri ve istedikleri her zamanki yakınlaşmayı bulamadılar.

Obama bütünüyle farklı bir durumla yüzyüze geldi. Tamamen farklı bir tabanı ve iddialı bir gündemi var. Obama'nın kamusal duruşu emin bir merkezci konum ve ılımlı merkez-sol jestler arasında yalpalıyor. Bu, onun politik konumunun esasında zayıflamasına neden oluyor. Seçim sırasında harekete geçirdiği, çoğu durumda politik geri çekilme halindeki sol seçmenleri hayal kırıklığına uğratıyor. Dünya ekonomi buhranı gerçekliği, merkezci bağımsız seçmenlerin bir kısmını büyüyen ulusal borç korkusuyla ondan uzaklaştırıyor.

Bush için olduğu gibi Obama için de Latin Amerika önceliklerin başında değil. Bununla birlikte (Bush'un aksine) Obama başını siyasi suyun üstünde tutmak için mücadele ediyor. 2010 ve 2012'de yapılacak seçimler için kaygılanıyor. Ve bu hiç de anlamsız değil. Dış politikası, bu seçimler üzerindeki potansiyel etkisinden kaydadeğer ölçüde etkileniyor.

Latin Amerika sağının yaptığı, elini ileri sürerken Obama'nın karşılaştığı iç siyasi zorluklardan istifade etmek olmuştur. Onları önleyecek siyasi enerjisinin mevcut olmadığını gördüler. Ek olarak, dünyanın ekonomik durumu, görevdeki yönetimlerin aleyhine sonuçlanma eğilimindedir. Ve bugün Latin Amerika'da görevde olan yönetimler merkez-sol partilerdir.

Eğer Obama gelecek iki yıl içerisinde önemli siyasi başarılara sahip olacaksa (düzgün bir sağlık yasası, Irak'tan gerçek bir çekiliş, azaltılmış işsizlik) bu, Latin Amerika sağının dönüşünü gerçekten engelleyecektir. Fakat Obama böylesi başarılara sahip olacak mı?


Immanuel Wallerstein

Hiç yorum yok: