19 Mayıs 2010 Çarşamba

Lazistan Etnografyası


Maalesef bugüne kadar Lazistan etnografyası araştırma ve inceleme konusu olmamış. Akademisyen Niiko Maar’ın “Coğrafya- Etnografya Tetkikleri” ve Zakaria Tçiçinadze’nin “Rusya Lazları” adlı eser dışında bugüne kadar Lazların yaşantıları, gelenek, görenekleri konusunda eksiksiz bilgi veren olmamıştır. Lazların yaşantılarını, örf ve akidelerini tetkik ve tespit etmek bize onların kardeşleri olan Megrelleri, İmeretlilerle, Kartilelilerle, Kahlalılarla olan soy ve gelenek bağlarının mukayesesi ile öğrenmemize yardım edecektir. Bilginlerimiz bu noktadan hareketle önce Lazca öğrenmek ve bu dilin Gürcüce ile ortak yanlarını saptamak çalışmalarına giriştiler. Niko Maar, Türkiye Lazistan’ına araştırma görevi ile giden ilk bilim adamımız olmuştur. İlk Laz lisanı gramerini düzenleyen de odur. Bu çalışmalara katılan başka bilim adamları da olmuştur sonraları. Profesör İ.Kipşidze, akademisyen Arnold Çikobava ve Profesör S. Jğenti bunlardan bazılarıdır. Bu çalışmalar, Laz Gürcü yakınlığının tayininde çok büyük rol oynamıştır. Bu çalışmalar sonunda La edebiyatına ait çok değerli metinler yayınlanmıştır. Bu belgeler henüz Gürcüceye çevrilmemiştir. Bu bakımdan Lazca bilmeyen Gürcüler için bu halleriyle yararlı olmayabilirler. Bu metinleri Gürcüce karşılıklarıyla okuyucuya sunmak ilk görevimiz olavcaktır. Laz ve Megrelce metinlerin karşılaştırılması bu iki lehçenin tek dilin ögeleri olduğunu ortaya apaçık koymuştur. Bu iki kardeş halkın ortak yurtlarında kan ve kültür bağlarının araştırılması için yeterli gerekçe elde edilmiştir.
Laz ulusunun coğrafi yayılışı epeyce geniş bir sahayı kapsar. Sarp Köyü ile Kemer köyü arasında kalan sahil şeridi, güneydeki dağ silsilesi ve bir çok vadiler bu sahanın kapsamı arasındadır. 

Vahuşti’ye göre bu topraklar: Baiburt ile Borçka’nın güneyi, Tçaneti dağları ardına kadar olan saha Tçaneti arazisidir. Artık bu sahaya Tçaneti değil, Lazistan diyorlar. Sahilden ise:Goniodan Trabzon’a kardar uzanan kıyıboyunu içine alır. Bu sınırlar içerisinde yaşıyan halk Laz’dır. Lazca konuşur. Bazı yörelerde Osmanlı etkisi ile üslup bozulmuştur.Niko Maar’ın ifadesine göre: Tüm bölgelerde en temiz lisanı kullananlar kadınlardır. Eski gelenekleri en güzel şekilde yaşatanlar da yine Laz kadınlarıdır. 

Köylü kesimi kentliye nazaran daha arı Lazca konuşmaktadır. Fortuna vadisinde konuşulan Lazca en bozulmamış Lazcadır. Atina yöresine nazaran burada daha temiz Lazca konuşulmaktadır. Osmanlı lisanı Lazca üzerinde ağır bir etki yapmıştır. Bugün Lazcayı Türkçenin yardımı olmaksızın konuşabilmek hemen hemen olanaksızdır. Türkçenin dışında Yunanca da Lazca üzerinde etki yapmıştır. Bu nedenle Laz lisanı birçok ağızlara bölünmüştür. Yine bu nedenle Lazcanın edebi lehçesini tespitte güçlük çıkmaktadır. Lazlar’In politik bağımsızlıktan yoksun olmaları edebi lehçe tespitinde başka bir engelleyici problemdir.


Lazcayı iki farklı lehçeye indirgemek mümkündür. Bu iki lehçe birbirinden o derece uzaklaşmıştır ki, nerdeyse konuşanlar birbirini anlayamaz duruma gelmiştir. Bu iki lehçenin coğrafi sınırları şöyledir: Doğuda, Sarp, Hopa, Viçe, batıda Viçe’den Kemer’e kadar olan saha ve Atina Batısı. Bu ağız farkları o derece yakınlık göstermektedirki bir ara Niko Maar’ı bile yanlış kanaate götürmekteydi. Niko Maar bir yazısında: “Megrelce ile Lazca aynı kökene bağlı iki dil olmasına rağmen bu gün müstakil iki ayrı dil görünümü vermektedirler” demişti. Niko’dan sonra yapılan Laz- Megrel dillerinin gramatik analizleri bizi kesin ve sağlam sonuca götürmüştür. Arnold Çikobava’ya göre: Lazca ile Megrelce’nin aynı kökenli dil olduğu konusunda yeterli kanıt elde edilmiştir. Bu tek ulusun iki ayrı evladı tarihi kaderleri nedeniyle birbirlerinden ayrı düşmüşler, dilleride zamanla başkalaşıma uğramıştır. Onların başlangıç tarihlerine inildiğinde aynı ailenin fertleri olduğu açıkça görülür. Zugdidi ve Gali dolaylarında yaşlı Laz ve Megrellerle yapılan görüşmeler bizim bu düşüncemizidoğrulamıştır. “Arnold Çikobava devamla Lazca ve Megrelce tek bir Zan’canın iki ayrı lehçeleridir. Öyleki farkları Gürcücedeki Gur, Hevsur, Lenteh ve Bal-kvemo ile Svan lehçelerinin birbirleriyle olan uzaklığı, Lenteh ve Beço lehçelerinin birbirleriyle olan uzaklığı, Laz- Megrel uzaklığından daha fazladır. Fakat tüm bu lehçeler tek bir Gürcücenin lehçeleridir.


Bugün Laz – Megrel lehçelerinin tek bir lisan olan Zancanın iki ayrı ağzı olduğu hususunda ihtilaf kalmamıştır. Zancanın da Gürcücenin ta kendisi olduğunu söylemeye gerek olduğunu sanmıyoruz.
Burada karşılaştırmalı bir kaç sözlük örneği verelim:


Lazca
Megrelce
Gürcüce
Türkçe

Koçi
Koçi
Katsi
Adam

Toli
Toli
Tvali
Göz

Toma
Toma
Tma
Saç

He
He
Heli
El

Pici
Pici
Pici
Yüz

Tsheni
Tseheni
Tseheni
At

Hortsi
Hortsi
Hortsi
Et

Kva
Kva
Kva
Taş

Tskari
Tsari
Tsakari
Su

Aşo mohti
Aşo mohti
Ase modi
Buraya gel

Tkebi
Tkebi
Tkavi
Deri (Gön)

Otskertu
Otskertu
Utskerda
Bakıyordu

Mtskiri
Tskiri
Rtskili
Pire

Kvari
Kveri
Kveri
Çörek

Kona
Kvana
Kana
Tarla

Gza
Gza
Gza
Yol

Kineri
Kini
Kinuli
Dondurma

Tçkoni
Tçokoni
Muha
Meşe

Kurdzeni
Kurdzeni
Kurdzeni
Üzüm

Mu tku?
Mu tku?
Ra tkva?
Ne dedi?

Hoci
Hoci
Hari
Öküz

Kotumi
Kotumi
Katami
Tavuk

Puci
Puci
Puci
Düve

Cuma
Cima
Dzma
Erkek Kardeş

Dğa
Dğa
Dğe
Gün
Tçkinti
Tçkinti
Tçikinti
Süt mısır, fasülye


Daha sayısız benzerlikler bulunan Laz ve Megrel sözcüklerinin cümle içinde kullanılışları görmek için bir fıkranın bu iki dilden anlatılışını gözden geçirelim burada.

Nanak Mu Tku? (Lazca)

Ar dğas, nanakala konaşi mendaptit. Ek kai Lazuti çantu. Ma Tçkintiş otohus kogevuçki do buliş kerkitenoşve tsantsas dolovobğabpi. Nanakti kalatite tçinti lobia tsiluptu. Jur saatişkule çkimi çuta çuma Alioşa kapineri şur dololaperi çkinda komohtu do mitsves:
- Pucik çereli geni kodorinuia.
- Hoci vana mozari? Kithu nanak.
- Hocia...utsu Alioşak,
- Pote kai dzira do pinpili dihaşa gegihta. Mozari tukonna kai tuia. Ma gomakvirdu do nana bkithi:
- Moro dadis kulani-na aku muyeni pati gatsonuma?

Nanak mu Tku? (Megrelcesi)

Arti dğas nanatskuma kvanaşa midabrdit. Tek cgiri laiti çandu. Ma tçinkintişi tahuva kidipçi do buliş kerkit natsua kalats dinmuvorğvandi. Nana kalatit tçinti lebias tsilundu.Jiri saatiş ukuli çkimi çize cima Aliokaş rulat şuladirki çkinda kumortu. Mitsues, puciak tçangagini kodabadua.
Hocire do pucire? Kithu nanak.
- Hocire.utsu Alioşak
- -İrmeri cgirik gağolu. Primuli dihaşah mordudas. Puci koopenduktan cgiri ikuapudu.
- Ma gamakvira do nanas vkithi:
- -Aba bitsos (dzğabik) aşuni, muşeni getskinu?
- Titskuma muthu nanak?

Annem ne dedi? (Türkçesi)

Bir gün annemle birlikte tarlaya gittik. Orada güzel mısırlar vardı. Süt mısırları kırmaya başladım. Kiraz kabuklarından örülmüş sepete doldurdum. Annemde eteğine taze (süt) fasülye dolduruyordu. İki saat geçmişti. Küçük kardeşim Alioşa soluk soluğa koşarak yanımıza geldi:
- İneğimiz alaca buzağı doğurdu, dedi.
- Erkek mi dişi mi? Sordu annem,
- Tosun, dedi Alioşa
- Allah iyiliğini versin. Sakalın yerlere kadar uzansın. Ama dişi olsaydı daha iyi olurdu.
- Annemin bu sözüne hayret ettim. Sordum:
- Öyleyse yengem kız doğurduğunda niçin üzülmüştün?
- Annem buna ne cevap verdi bilir misiniz?


Lazcanın üç şivesi vardır. 1-Atinuri, 2.Vitsur- Arkabuli, 3.Hopuri. Atinuri lehçesi de (Bulepuri) (Artaşanuli) olarak ikiye ayrılmaktadır. Hopuri lehçesinin hareket noktası (Çhaluri) dir. Vitsur- Arkabuli lehçesinin oluşumu ise bu iki bölgenin karışımından meydana gelmiştir.


Şimdi burada bu üç değişik Laz lehçesinin karşılaştırmasını görelim:

Hopuri
Vitsur-Arkabuli
Atinuri
Türkçesi
Tsakari
Tsari
Tsari
Su
Tkebi
Tebi
Tebi
Deri
Kuci
Uci
Uci
Kulak
Çkoni
Mçokoni
Mçoni
Meşe
Matskunen
Matskunen
Matsunen
Darılırım
Tkobaşa
Tkobaşa
Tkobaşe
Gizlice
Kvaoci
Uaoci
Kvaoci
Karga
Kvali
Kvali
Kvali
Peynir


Bugün coğrafi ve politik engeller yüzünden Lazca ile Megrelce gitgide birbirinden uzaklaşmaktadır. Megrelce Gürcüceni, Lazca ise Rumca ve Türkçenin etkisi altında kalmaktadır. Bunun sadece Gürcüceye ilişkin yönüne örnek olarak bakalım:

Lazca
Megrelce
Gürcüce
Türkçesi

Eskiden
Bugün


Markvali
Markvali
Kvertshi
Kvertshi
Yumurta
Nana
Nana
Dida
Deda
Anne
Noğa
Noğa
Kalaki
Kalaki
Kent
Dzikva
Dzikva
Şarvali
Şarvali
Şalvar


Bugünkü Türkiye Lazistan’ının nüfusu bir türlü 240.000’i aşamamaktadır. Bu nüfus içerisinde Lazca konuşanların sayısı da 160.000 geçmemektedir. Bu durumu şu şekilde açıklamak mümkündür: Kentsel yaşam koşulları Lazları ana dilde konuşma olanağı tanımamaktadır. Kentteki tüm ilişkiler Türkçe üzerine kurulmuştur. Anadolu’nun iç ve uzak kentlerine göçe zorunlu bırakılan Laz kesimi anadillerini kullanma olanağından yoksundur. Lazcanın ayakta tutulduğu yerler ise. Türkçe konuşmakta güçlük çeken kırsal kesim kadınlarının dünyasıdır.

Yukarıda belirtildiği gibi: Lazistan sahası, Çoruh vadisinden Trabzon kentini içine alacak şekilde sınırlanmıştır. 1925 yılına değin bu bölge Türkiye haritasında Lazistan olarak gösterilmekteydi. Buna göre Karadeniz sahilboyunca Laz kentleri olarak kabul edebileceğimiz yerleşim birimleri şunlardır: Trabzon (Lazcası Tramtra), Rize (Rizini), Mapavre (Mepeuri), Pazar (Atina Sürmene, Vitse, Hopa ve bunlara bağlı köyler. Tüm bu yerleşim birimlerinin adları yakın tarihe değin Lazca- Gürcüce olarak kullanılmaktaydı.


Bugünkü Gürcüstan’da Sarp köyü dışında daha bir hayli Laz nüfusu yaşamaktadır. Bunlar: Batum kent merkezinde, Gonio bucağında, Thilnari, Maho ve Simoneti köylerinde oturmaktadırlar.
Bunun dışında Abhazya’da bir miktar Laz nüfusu bulunmaktadır.Gudauta, Oçamçire, Sohum kentleri çevrelerinde dağınık olarak yaşayanların dışında topluca bulundukları kesimlerde vardır. Bu topluluk Gulripşi kenti yakınındadır. Toplam nüfusu 2500’den fazladır. Son yılların getirdiği tarımsal ve sınai gelişmeler paralelinde Lazların sosyo-ekonomik güçleri bölgedeki Gürcülerle birlikte yükselmiştir. Gürcüstan’da en az lise tahsili görmemiş Lazla karşılaşmak mümkün değildir. Türkiye Lazlarının % 98’i okuma yazma bilmemektedir.


Lazlar işlek hafızaları ile tanınırlar. Türkiye devlet organlarında çok sayıda aydın Laz hizmet görmektedir. Buna rağmen bunlar diğer Gürcülere uygulanan kısıtlama etodu yüzünden sonuna değin yükselme olanağından yoksundurlar.

Tarımcılık ve Kültür çeşitleri

Çoruh vadisi ile Trabzon arasında uzananLaz topraklarının güney sınırı geniş yaylak ve ormanlarla çevrilidir. Bunlardan. Liman, Azlağa, Hopa, Bucak ve Beğlevan- Cipoka arasındaki sıra dağlar pek güzel ve ünlüdürler. Lazistan’In çok güzel sahil şeridi, iğneyapraklı ormanları, sağlam doğa havası ve buz gibi berrak suları Gürcüstan’ın sayfiye yerlerini anımsatmaktadır.


Lazistan doğasının güzelliğine turuçgiller, portokal, limon, mandalina, narenciye bitkileri de ayı bir güzellik katmaktadır. Buna incir, fındık ve çay bitkilerini de katabilirsiniz. Doğasının bunca zengin ve bereketli olmasına rağmen Lazistan, bu gün ekonomik yönden geri kalmış bir bölge olarak görülmektedir.


Lazların baş uğraşı hala balıkçılık ve sanaatkarlıktır. Sarp köyü arazisi dalgalı bir yerdedir. Bu köyde yaşayanlar arazilerini çapa ile (Bergi) işlemek zorunda olduklarından yetiştirdikleri ürün yıl içinde yeterli olmuyordu. Gürcüstan’da Cumhuriyet dönemine girildikten sonra Lazların geleneksel uğraşlarına (Balıkçılık, deniz taşımacılığı, toprak işleyiciliği, sanatkarlık) yeni boyutlar kazandırılmıştır. Laz balıkçıların avlanma sahası: Çoruh havzasından Liman önlerine değin uzanmaktadır.


Lazistan’da: Orça, Vitze, Talaketi ve daha bir çok köy halkı tümüyle el sanatlarıyla ekmeğini kazanmaktadır. Azlağa, Ortahopa, Arhavi ve daha birçok köy halkı ise ticaretle uğraşmayı yeğ tutmaktadır.
Laz balıkçılar (Peluki) dedikleri araçlarıyla kendi yörelerinden çok uzaklara değin açılırlardı avlanmak için. Trabzon /Tamtra), Sinop, Poli (Konstantinepol) vb. Birçok uzak sahiller onların uğrak yeri olmuştu. Gürcüstan’Da Cumhuriyet yönetimi kurulduktan sonra yeni olanaklarla Poti, Anaklia, Sohum, Oçamçire ve hatta Kerç sahillerine değin uzanıp bereketli ürün elde etmek daha kolaylaşmıştır.
Lazistan’da 15 Nisandan sonra pirinç ekimi başlar.Bu işin baş emekçileri kadınlardır. Pirinç ekimi için toprak güzden hazırlanmaktadır. Lazların başta gelen ekmeklik hububatları mısırdır. Mısıra Lazca’da Lazuti denmektedir.


Bazı araştırmacılara göre: Anadolu’Nun diğer bölgelerine mısır bitkisi Lazistan’dan götürülüp tanıtılmıştır. Mısır ekmeğine Türkler Laz ekmeği adı vermektedir. Anadolu’da mısır ve diğer bazı tarımsal ürünlerin geliştirilip yaygınlaştırılmasında Lazların çok büyük payı vardır diyebiliriz. 


Mayıs ayı başlarında mısır ekimi başlamaktadır. Bu mevsimde imeceler oluşturulur, türlü çeşitli oyunlar oynanır, şarkılar söylenir hoşça günler yaşanır. Evlenme çağındaki gençler gelecekteki eşlerini böyle günlerde beğenip seçerler. Laz gençleri beğendikleri kimseye duygularıı türkülerle anlatmaya çalışırlar. Bu türkülerden bir örnek (1937 yılında Sarp köyünden 62 yaşındaki Bayramali Hiraloğlu’ndan derlenmiştir):
Lazca
Türkçesi
İazi mulun noderpe ivasen
Kimik iazma kimi kvala goitvasen
Giuli çkimi sivaredo muivasen
Si komohta iriholo divasen
İazi mulun noderpe ivasen
Sivarataşi Giuli mutu vaivasen
Mik iazma do mikti kazi goitsaven
Pukuri ren mindoris dadiçkimi
Bazi oncğoroni dido nezuği
Giari var açkomen koren iazuği
Gotsakiruş podias uğun azuği
Aşo bozope renan dedi çkimi
Bazi tembeli ren belis giacaben
Ondğener giarişa meper dvaçapen
Kinon kitepes bureği konaçaben
Panta sarma iveni dadiçkimi
Bazi keskini ren eihorons belis
Varti eludgitun eşo tembelis
Dirduila gaçkinen getgidaş belis
Sum tsanaçkva unon edediçkimi
Yaz geliyor artık imeceler olur
Kimi yazma, kimi bürgü örtünür
Sen olmadan gülüm elden ne gelir
Sen yanımda olsan elimden herşey gelir
Yaz geliyor artık imeceler olur
Yaz geliyor artık hiç bir şey olmaz
İmi tülbent kimi yazma bağlıyor
Kırlarda çiçek açtı anneciğim
Kimi utangaç naz ediyor
Yemek yerken ne kadar günah
Eteğinde yiyecek taşımak
Böyle kızlarda var teyzeciğim
Bazıları çok tembel bele yığılmış
Ama öğlen yemeği için eli tez olur
Kınalı ellerine börek bulaşır
Herzaman dolma bulunur teyzeciğim
Bazısı becerikli, bele yapışır
Tembelle bir olup asla dikilmez
Bel üzerinde sanki boyu uzanmış gibi
Daha üç yıl gerek teyzeciğim oysa



Yaz ekimlerine de Laz gençleri bu tür şarkı ve eğlencelerle giriyorlar. Önce toprağın yüzünü otlardan arındırıyorlar, sonra beş santim kadar çukurlar açıyorlar. İçine tek tek mısır taneleri gömüyorlar. Topraklarını bilimsel metodlarla işleyip ürünün arttırılmasını bilmiyorlar. Ürünü arttırmak için topraklarını 4-5 yıl kadar dinlenmeye bırakıyorlar. Bu dinlendirme işinide sıra ile yapıyorlar. Bir kısım arazi dinlenmeye bırakılırken diğer bir kısmı ekime ayrılıyor. Bu iş böylece sürüp gidiyor. 4-5 yıl boyunca dinlendirilen tarlaya Ağremi deniyor Lazcada. İki üç yıl süreyle ekilip biçilen tarlaya da Moduli deniyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi pirinç işçiliği kadınlara özeldir. Ağremi toprağında pirinç ekmek doğru değildir. Önce iki yıl üst üste mısır ekmek gerek buraya. Üçüncü yıl pirinç ekimi için elverişli duruma gelecektir artık. Nisan ayı pirinç ekim ayıdır. Önce erkekler toprağı temizler. Mayıs sonuna değin ekim işi bitirilmelidir. Ardından mısır ekim zamanı gelmektedir. Bu işi de kadın erkek imece usulü ile gerçekleştiriyorlar. Mısır ekimi tamamlanmamış tarla tırmıkla düzeltilmektedir.


Mısır ekimi de bittikten sonra sıra pirinç tarlalarını otlardan arındırmaya geliyor. Bu işi de kadınlar yapıyor. Ardından mısır çapalama işi yetişiyor. Mısır ürünü (Psumari) denilen otuz okkalık ölçü birimiyle ölçülüyor. Bu ölçüyü ekim sırasında da kullanıyorlar. Laf arasında (Bu yıl yirmi psumarlık arazi ektim) derler.
Güz başlangıcında pirinç hasadı başlamaktadır. Saplar demet yapılır. Demetler erkekler tarafından eve, tavan arasında taşınır. Eğer ürün bol olmuşsa, bunlar yığınlar halinde bir yere toplanır, kurutulur. Sonra da kelleleri sopalarla dövülür. Ürünün samandan ayrılması rüzgara karşı yabalarla savurmakla olmuyor. Bu savurma işine de Lazca Ohintsu denmektedir. Bazen de bu demetleri kış aylarında öküzlere ya da beygirlerle düğvenleyip ufalıyorlar.
Pirinç hasadından sonra iş sırası mısır toplamaya geliyor. Toplanan koçanlar evlere taşınıyor, ayıklanıyor, Bagen denilen özel ambarlarda muhafaza ediliyor. Mısır sapları ve koçanlardan çıkma kabuklar hayvan yaygisi olarak değerlendiriliyor.


Mısır koçanlarını ayıklama işi de çoğu kez imece işidir. Bu işte çocuklar da büyük ölçüde yardımcı olurlar. Bagende kurutulmuş mısır koçanlarının dövülmesi kalın topuzlu sopalarla yapılmaktadır. Üçbeş bagenin ızgaralı döşemesi üzerinde yığılı koçanları dövüyor, tanesi ızgaralardan aşağıya dökülüyor, boş somaklar ise orta yerde kalıyor. Mısırın un haline getirilmesi genellikle köy yakınında, bir ırmak üzerinde kurulu Mskibu denilen su değirmenlerinde olmaktadır. Aşağı yukarı Lazlarda her aile grubu bir özel değirmene sahiptir. Bazen de bir kaç değişik aile ortak bir değirmen kurmakta, sıra ile bundan yararlanmaktadır.


Darı da biçildikten sonra tavan arasına depolanıyor. Başakları kurutma işi Ovle adı verilen çubuk örme kaplarda, baca içinde asılmakla yerine getiriliyor. Başaklar baca içinde iki günde ufalanmaya hazır hale gelmektedir. Darının harmanlanması Onçamure’De pirinçte olduğu gibi Onçhavre yapılmaktadır. Ürünün bol olduğu yıllar harmanlama işi için su ile işleyen bir çeşit çarklı makine sisteminden de yararlanılmaktadır.


Toplumsal iş hayatında imecenin, karşılıklı yardımlaşmanın pek önemi vardır Lazistan’da.Gniş arazilerdeki ekim (Otasu) ya da (Ohaçku), çapalama (Gomalu), ayıklama (Okinu) işleri hep bu tarz dayanışmalarla yürütülmektedir. Küçük arazilerdeki sebze, meyve yetiştirme işlerinde imeceye gerek duyulmamaktadır. Çalışma sırasında karşılıklı türküler söylemek, şiirler okumak Laz iş hayatında önemli yer tutmaktadır. İş sırasında gençler iki gruba ayrılmakta, karşılıklı iğneleyici şiirli, türkülü sözlerle atışmalar zincirini sürdürüp götürmektedirler. Bu atışmalı türküler sık sık balıkçı ağı eğiren kızlar arasında da yapılmaktadır.


İmeceler sıra ile yapılmaktadır. Önce bir kaç imeceye gidilip gün kazanılmakta, 15-20 iş günü kazanılınca da imecetoplanmaktadır. Bazen de önceden imece çağrılmakta, sonraki günler bunun karşılıkları ödenmektedir. Buna adam kazanmak (Koçi mogaperi) ve adam borçlamak (Koçiş gedvaleri) denilir.İmece de borç savma işine (Gedvaleri), gün kazanma işine de (Ugedvalu) denmektedr.
İmece çeşitlerini de şöyle sayabiliriz: Ekme imecesi (Ohaçkuşnoderi), Çapalama İmecesi (Gomoluşnoderi), Mısır Toplama (Otahuşnoderi), Ayıklama İmecesi (Okinuşuoderi), Devşirme İmecesi (Otsiluşnoderi), vb. Bu imecelerde kadın erkek birlikte çalışılır.


Yeni kurulan bir evin ağaçlarının taşınmasında, yeni inşa edilen bir deniz aracının suya indirilmesinde (Pelukaş gelençeşi), Ağ ipliğinin eğrilmesinde (Masas nokapeş othu) borçlandırmadan, karşılık beklemeden imeceye katılınmaktadır. İnşaat araçlarının taşınması, av araçlarının suya indirilmesi işi erkeklere, iplik eğirme işi de kadınlara aittir. Burada kadın erek işbirliği yoktur.


Bir köyde değişik bir kaç imece aynı gün çağrılabilir. Bu köyün büyüklüğüne, yapılacak işin önemine göre değişir.


İmece günü ve adam sayısı imece sahibince önceden belirlenir. Ona göre yemek hazırlığına girişilecektir. Sabah erkenden imece sahibi köy içinde yüksekçe bir yere çıkar, çevreye (Hayde,hayde) der, çalışma saatini bildirir. Kimi zaman nişanlı kız ile (noğami) nişanlı erkek karşılıksız olarak birbirinin işine koşmaktadır.


Laz evleri genellikle meyilli arazide kurulduğundan temel yerini kazımak büyük işgücünü gerektirmektedir. Bu tür işte de karşılıksız yardımlaşma görülmektedir. İmeceye katılanlar 8 saatten fazla işte tutulmazlar. Şarkı, türkü, şiir okumada geçen süre de buna dahildir.

İş araç gereçleri:

Bugün Türkiye Lazistanı’nda yaşayan halk ekonomik ve kültürel gerikalmışık nedeniyle tarım araçlarını babadan, atadan kalma biçimleriyle kullanmaktadır. Bunlar arasında karasapan (Hocikokari) örnek gösterilebilir. Bu alet kambur bir ağaçtan yapılmakta, ucuna demir susta takılmakta, çift öküz koşulup kullanılmaktadır.Mısır ekiminde kullanılan araçlardan dar ağızlı (Çapabergi) ile geniş ağızlı (Palabergi) de hala tarihi karakteriyle yaşamını sürdürmektedir. Toprak kazıma işinde kullanılan araçlardan biri de (Obelusbari) denilen bel’dir. Bu araç demirden yapılmış, iki dişli bir nesnedir. Tezeklerin ufalanmasında kullanılan bir çeşit tırmık (Potshi) de ilkel haliyle yaşamaktadır. Hast işinde kullanılan bıçkı ise bildiğimiz el orağıdır. Tüm bunlar, kuşaklar boyunca değişmemiş, geliştirilmemiştir.


Lazlar bahçecilikle de uğraşmaktadırlar. Yetiştirilen sebze türleri: Lahana, fasulye, pırasa, soğan, salatalık, nane, maydanoz, reyhan, domates, biber, patlıcan gibi ürünlerdir. Tavukların saldırısından korunabilmesi için bahçeler en az 500 metre kadar köy dışında olmalıdır. Patlıcan, taze fasülye, salatalık, domates gibi sebzeler kışa saklanmak üzere konserve edilir.


Lazların uğraşıları arasında meyvecilikten de söz edebiliriz. Şeftali, elma, armut, üzüm, erik, defne, fındık, nar, ayva, incir , dut, vb. Meyveleri Lazistan’da bolca rastlanan meyveleridir. Kış için, elma, armut, erik, incir gibi meyveler güzden dilimlenip kurutulabilir. Üzümden pekmez, ekşimik ve sirke (Cumori) yapılmaktadır. Üzüm pekmezi şöyle çıkarılmaktadır. Olgun salkımlar devşirilip torbalara doldurulmakta, torbalar tahta sandıklara yerleştirilmekte, sandıklar masa gibi yüksekçe ve temizce bir yere oturtulmakta, sandığın altına geniş ağızlı bir kazan yerleştirilmekte, sabunla yıkanıp iyice temizlenmiş ayaklarla sandık içindeki üzüm torbaları çiğnenmektedir. Çıkan şıra kaynatılıp pekmez elde edilmektedir. Torbalarda kalan cibre ise bazen üzerine su, tuz, ekmek hamuru ve bir miktarda demir çivi kaynatılarak sirke yapımında kullanılıyor. Demir çivinin bu karışıma atılması “Çivi gibi sert olsun” biçiminde yorumlanıyor. Tuz ilave edilmesinin anlamı da kaynatılan şeyin “Şaraba” benzetilmemesi ve kullanılmasının helal olması biçiminde açıklanıyor. Ekmek hamurunun anlamı da çıkacak olan şeyin ekmekle ilişkili ve nimetten sayılmasındandır.


Kazanda biriken üzüm suyu sert ateşte kaynatılmaya bırakılıyor. Kaynama sırasında, üzerine bir miktar kül bırakılıyor.Külün ekşiliği alacağı söylenir. Bu mayi koyulaşıp katılaşıncaya değin ateşten indirilmiyor, sık sık karıştırılıyor. Kıvamı yeter dereceye geldiğinde de ateşten indirilip soğumada bırakılıyor.Pekmez bir kaç çeşit yemek yapımında kullanılabilen bir maddedir. Bunların en ünlüsü ise Lazların özel yemeği olan Termoni” dir. Termoni yemeği, pekmeze bulgur ve fasülye karıştırılarak macun haline getirilmekle elde edilmektedir. Pekmez uzun zaman korunması kolay olan yiyeceklerdendir.


Mart başlarında Lazistan’da narenciye bahçelerinde temizlik ve toprağı kabartma işi başlıyor. Bitkilerin kuru ve zayıf dalları ayıklanır, çevrelerindeki parazit bitkiler ortadan kaldırılır, ağaçdipleri gübrelenir. Seyrekte olsa kar yağdığı zamanlar narenciye ağaçlarının kar yüklü dallarını silkelemek ihmal edilmez bir iştir Lazlar için. Kışların ağır geçtiği yıllar taze narenciye fidanlarının sarılıp sarmalanması, soğuktan korunması gerekir. Lazların portakal ağacı yetiştiriciliği ve aşı sistemi şöyledir: Yaşlı portakal ağacı üzerinde genç bir dal seçilir, bu dala “Pilisi” denir Lazcada. Pilisinin dip kısmından 5 santim kadar genişlikte bir kabul şeridi çizilip çıkartılır. Pilisinin dip kısmından 5 santim kadar genişlikte bir kabuk şeridi çizilip çıkartılır. Soyulan bu kabuksuz kısım çakı ile iyice kazınır. O kadar ki bu kısımda kabukaltı nemi, kayganlığı kalmamalı. Pilisiye kestane kabuklarından bir saksı yapılır, çevresi ince ve kuvvetli toprakla doldurulur. Mayısta yapılan bu operasyon, sonbaharda açılıp bakıldığında Pilisinin soyulan yerin üzerinden saksı içinde kök saldığı görülür. Köklü pilisi ana ağaçtan kesilerek toprağa dikilir. Bu sistem aşılara Lazcada “Dolukidu” denmektedir. Narenciyenin diğer türleri ise normal kalem ya da göz aşısı sistemiyle yapılmaktadır.
Lazlar’ın baş uğraşları balıkçılık ya da sanatkarlık sınırı İşi için evden uzaklaşanlara “gurbete gitti” denir.Gurbetçi Lazlar arasında: Balıkçılar, gemi yapım ustalaraı, inşaat ustalaraı, ilk sırayı almaktadır. İkinci sırayı tutanlar ise sahilboyu, liman işçiliği yapanlardır. Bunlar Poti’den başlayarak tüm Doğu Karadeniz yarımdairesi boyunca Kerç (Kırım) boğazına kadar yayılmaktadır. Bu arada Lazların bulunmadığı, bir kent düşünülemez. Üçüncü sırayı alanlar, inşaat yapımcıları, dülgerler vb.dir. Bunların çoğunluğu Gürcüstan’ın değişik yörelerinde, Acar’da, Gurya’da, İmerite’de, Samegrelo’da iş tutmaktadırlar.


Yeni evli Laz gençlerinin ekmek parası peşinde gurbete gidip yıllarca yuvalarına geri dönmedikleri bilinen bir gerçektir. Gurbete gidip aile yaşamından yoksun kalan Lazların ağzından söylenmiş türkülere bu yüzden çokça rastlanır. Bunlardan işte bir örnek:
Lazca
Türkçesi
İri kurbetis vore
Her zaman gurbetteyim
Edo pçopup kipali
Kefal tutuyorum ben
İrai bdziraminoni
Yarimi görebilecekmiyim diye
Govontskapare pali
Falcıya fal baktırıyorum
***

Elabaru kalaşi
Hafiften bir yel esti
İari dililu paşi
Aldı yarimi Potiden (Kocamı)
Nosis vulu movulu
Nasıl aklım başımda olsun
İa gomaşinaşi
Yarimi hatırladıkça ben (kocamı)
***

Tsana mot gulukter
Yıllar, bitmek bilmiyorsun
Şuri mohtu kalişa
Canım boğazıma dayandı
Nisa ohoris ikten
Gelin evde şaşkın şaşkın dönüyor
Toli uğun mzoğaşi
Gözleri hep denizlere doğru
***

Sandali ielkenoni
Ey yelkenli gemi (sandal)
Aşo mot var golitsker
Niçin bu tarafa bakmıyorsun
Noğame so ikoni
Niçin sevgimi getirmiyorsun
Panta guris memakten
Yürekler ıztırapta


Uzun zaman evini dönemeyen Laz balıkçının eşi de ardından şunları söylemektedir:

Lazca
Türkçesi
Peluka ialkenoni
Ey yelkenli gemi
Gehti menda mikoni
Gel beni de al götür
Kurbetişa nuluna
Gurbete gidiyorsan
Kimoci momikoni
Yarimi de algetir
Hekti dişilerenna
Eğer orada evlenmişse
Gureli momikoni
Onun ölüsünü al gel bana
Juris toki kogiudvi
İkisine de ip bağla
Goturi guikoni
Onları sürükleyerek getir


Yaz bitimi, güz başlangıcında Laz balıkçılar ağlarını gözden geçirmektedirler. Gürcüstan Lazları Cumhuriyet döneminden önce köhnemiş teknikle avlanmaktaydılar. 60 yıllık tecrübesiyle 75 yaşındaki Laz denizci Ali Reis Numanişi bize şunları anlattı:
“On yaşımda balıkçılığa başladım. Kullandığımız araçlar dededen kalma şeylerdi. Bugünkü modern teknik olanaklarımız yoktu. Sandallarımız “Nuşi” denilen bir çeşit araçlardı. Bunlar kalın bir kütüğün yontulup kayık biçimine sokulmuş ve içi oyulmuş ilkel şeylerdi. Ağlarımızda öyle. “Suakişmosa” dediğimiz serpme ağlardan ibaretti. Bunun yanısıra olta da kullanırdık. Her balıkçı evinde ağ örebilirdi. Oltayı demirci ustalarından satın alırdık. Gürcüce Nuşi denilen kayıklar zamanla gelişt, biçim değiştirdi. Yeni şekline de Tçirniği diyorduk. Daha da geliştirilen bu araçlara bugün Peluki diyoruz işte. Oltalar bugüne dek modadan kalkamadı, hala işe yaramaktadırlar. Bugünkü oltalar eskilerine göre çok daha güzel ve kullanışlı. Demircinin kaba elinde yapılanla fabrikada üretilen olta bir olurmu? Bugünküler fabrikasyon oltalar. “Suakiş mosati” dediğimiz başka bir çengel daha var. Buna da sadece “Suaki” dediğimiz balık türünü yakalamakta kullanıyoruz. Bunların dört keskin çengelleri var. Biz “Kamangi” diyoruz buna. Bununla da “Sparo” adı verdiğimiz türden balıklar avlıyoruz. Sarp köyü önünde deniz içinde kocaman kayalıklar var. Bunlardan birinin adı “Kvamoahzi” dir. Kvamoahzinin bir kenarınadenizden avladığımız “mantai” yani “Medüz”ü – bir tür sünger, bağlayıp balıkların buraya üşüşmesini beklerdik. Elimizde çengelli mızraklar olduğu halde. Çok geçmeden balıklar medüzün üzerine üşüşür emmeye başlarlardı. Bizde süratle elimizdeki çengelli mızraklarla saldırır, şişleyebildiğimizi çıkarırdık. Bu mızraklara Lazca “Kamangi” diyorduk.


Bir tür aletimiz yine var. Bunuda Zargana balığı avında kullanıyoruz. Üç metre sopadan oluşur, basit bir şey. Üç adet sopayı ucuca birbirine bağlar, sargılarla sıkıca sarardık. Sopalar dipten uca doğru incelirdi. Bu aletin elde tutulan ilk bölümüne “Tudeni”, ikinci, ortadaki bölümüne “Şkaşi”, üçünce uç bölüüne de “Komurişi” diyorduk. Ucuna 12 metre kadar uzunlukta, renkli ipek bir ip bağlanırdı. Bu ipek ipin hazırlanışı da şöyle olurdu: İpekböceği kozaları kaynatılır, yumuşatılırdı. Sonrada bu şaplı suya yatırılırdı. Yaban elması 8ahlat) ağacı kabukları bakır bir kapta iyice haşlanır, renkli suyu çıkarılırdı. Sonra da ibrişim bu suya yatırılırdı. Bundan açık kırmızı bir ernk elde edilirdi. Bu renk iplikle yapılan av sezonunun başlarında mümkündü. Bir ay kadar sonra ise artık renk değiştirir, daha koyu sarıya boyanması gerekirdi. Koyu sarı rengi veren bir başka bitki vardır. Bunada Lacza Tskipili diyoruz. Bu bitki ince ince kıyılmakta, içine soğan kabukları karıştırılmaktaydı. Sonrada iyice karıştırıp kaynatmak gerekti. Bundan koyu sarı bir renk boya elde edilirdi. İbrişimleri bunun içine yatırır boyarlardı. Bu iplikten hamsi benzeri taklit yemlik balıklar örülürdü. Bunlar 12 metreye kadar halatlara bağlanır suya bırakılırdı.Halat çekilip sürüklendiğinde hamsi sürüsünü andıran aldatmaca balıklar (Tkomili) zarganaların saldırısına uğrar. Bu yalancı hamsilerin yüzeyi ipek iplikciklerle örtülü olduğundan zarganaların dişeri bu iplikciklere takılır, artık kurtulamazlardı. İyi bir av metodu olmasına rağmen bu usul çoktan terkedilmişti. Ancak bazı deneyimsiz genç balukçılar bunu seyrekte olsa kullanmaktadırlar. Ciddi ve büyük çaptaki balıkçılık bugün modern teknolojilerle donatılmış araçlarla yapılmaktadır.


Eskiden balıkçılık bugüne bakınca çok daha zordu. Bazen buz tutan sahillerde biz yalınayak dolaşmak, çalışmak zorundaydı. Şimdiki balıkçılık, balıkçılık değil, eğlence. Ayakta balıkçı çizmeleri, sırtta özel giysiler. Ne var böyle çalışmaya.” Ali REİS Numanişi sözlerini bitiriyor böylece.


Eskiden elde edilen balık ürünün bölüşülmesi de bir başka türlüydü: Örneğin: tekne hakkı 2 pay, Ağ ve edevat hakkı 4 pay, bunların sahibi olan kişiye 1 pay. Etti 7 pay. Kalan ürün de ava katılan kişi başına bir pay olarak dağıtılırdı. Yani bu aşamada bir kişiye düşen balık miktarının 7 misli araç gereç sahibine verilirdi. Şimdiki sistemde biraz değişiklik görülmektedir. Ava katılan her kişiye aynı oranda pay verilmekte, bunların başında duran, yönetici uzman kişilere de biraz farklı pay çıkarılmaktadır. Eskilerde Yunus avı için Çakmaklı tüfeklerden yararlanırdı. Ağır ağır seyreden tekne içinden saatte en çok beş atış yapılabilirdi. Bundan 4’ü isabet alırdı. Şimdilerde süratlı motorlu araçlarla 25 kadar atış yapılıyor, bunun 23’ü isabet ettiriliyor. Şimdiki tüfekler eskiler gibi ağızdan dolma değil, modernhartuçlu otomatik tüfeklerdir.


Lazistan’da dere balığı avcılığı da yapılır. Ancak bu tür avcılıkta henüz bir gelişme görülmemiştir. Eski usullerle ve basit gereçlerle bu iş sürdürülmektedir. Bu işte Kalati örme çubuk sepet ve Helehi iki sopa arasında gerilmiş ağ geniş çapta kullanılmaktadır.


Lazcada Kopsia adı verilen hamsi balığı gırgır ve parapati usulü ile avlanmaktadır. Parapati denen ağın diğerlerinden değişik yanı. 150 metre kadar uzunluktaki tarama ağın bir ucu teknede, diğer ucu karada sabit bir noktada bulunması, balıkların görüldüğü yönde tekne ile kovalanıp çevrilmesi ve ağa doldurulmasıdır. Dört kişilik ekip tarafından yürütülen bu tür avlanmada Çapala, Gorce, Portso, Kvaçhami, Labusi, Zargana, Gulari, Sparo, Levreki, Koteği ve Maraşkil türü balıklar avlanmaktadır.


Muruna ve Zuthi diye adlandırılan balıklar da olta ile elde edilmektedir. Yunuslara sıkılan gülle kurşun 12 milimetre çaplıdır. Tüfekle yunus avı kolay iş değildir. Hareket halindeki araçtan, hareket halindeki hedefe isabet kaydetmek ustalık isteyen iştir.
Yunus balıkları sık sık suyun yüzüne çıkıp nefes alırlar. Yavruları da su üstüne çıkarır soluklandırırlar. Yunus avcıları işte böyle anlarda onlara kurşun sıkar. Yaralanan yavru yunussa anne yunus asla yavrusunu bırakıp kaçmaz. Bu sırada anne yunusunda vurulmaı gayet kolay olur. Yaralı bir yunus yavrusu tekneye alınıp karaya doğru hareket ettirildiğinde anne yunus teknenin peşinden gelmekten asla çekinmez. Yaralı yavrunun anasını da vurmak Lazlarca çok günah sayılmaktadır. Yunuslar aslında insan canlı yaratıklardır. Bazı özellikleri de insanlarınkine benzer. Örneğin: Yaralı bir yunus yüksek sesle ağlama sesleri çıkarır, gözyaşları döker. Onun iniltileri insana ızdırap veriri.


Laizstan sahillerinde Mutika diye bir balık vardır. Bu balık da yunusgillerdendir. Mutikaların yunustan farkı gagalarının biraz daha kısa oluşudur. Bu balık yunustan daha değerli tutulmaktadır. Mutikalaın yağı yunuslarınki kadar ağır kokmamakta, kullanımı daha hoş olmaktadır.


Mutikaların ve yunusların derileri 5-6 santim kalınlığında yağ tabakasıyla kaplıdır. Bunların derileri küçük parçalar halinde doğranmakta kazanlarda kaynatılıp yağı deriden ayrılmaktadır. Yağı alınmış deri parçacıklarına Lazca’da Thiçiki adı verilmektedir. Bunun dahi insan için yararlı besin olduğuna inanılmaktadır. Bir çok ailede sıcak sıcak yenmektedir. Kara içlerinde yaşayan Lazlar sahilboyu Lazlarına Çihiki yemelerinden ötürü türküler yakmışlardır. 

Örneğin:
“ Sarpeli ar tanape, Çihikiş mşkomalepe”
“Sarp köylünün her biri Çihiki yiyicileri”

Ya da
“Sarpeli tambalaği, Mteli Delpinaş yaği, Mohvedsana var mogçaş, Ar kandelişi yaği”
“Sarp köyün tombalağı, Safi yunusun yağı, Yalvarsan da vermem, bir kandillik yağı”

Yunus yağı bugün Türkiye’De yararlanıldığı gibi, eskiden Gürcüstan’da aydınlanma işinde kullanılırdı. Yağ kandilleri çok tehlikeli aygıtlardır. Sık sık patlamakta, yangınlar çıkarmaktadır. Bugün Lazlar arasında bnun kullanılmadığı görülmektedir.

Eskiden Laz balıkçıları arasında batıl inançlara pek rastlanırdı. Örneğin: Av sezonunun açılmasını cumartesiye rastlatmakta uğur, hayır umarlardı. Herkes teknesine bir muska yazdırmayı ihmal etmezlerdi. Bunu teknenin bir kıyısında saklar, artık koruyucu güçlerin kendisine kayıracağına inanılırdı. Birkaç gün avdan eli boş dönen avcı “Tüfeğim nazar olmuş der onu hocaya (Cinciye) okutmaya götürürdü. Tüfekler okunmuş bezler, kömür parçaları bağlanır bundan hayır umulurdu. Bugünkü Lazlarda artık bu tür çağdışı inanışlara raslanmamaktadır.


Her Laz evinde daima tuzlanıp salamura yapılmış bolca balık konservei bulunur. Bu konservasyonu da şöyle yapıyorlar Lazlar: Kelleleri alınmış, içleri temizlenmiş hamsileri tuzluyorlar. Üzerine yine bolca tuz ekliyorlar, kapağını sıkıca kapatıyorlar. Zargana ve benzer balıklar da bu şekilde uzun süre saklanabilmektedir. Sudak türü denilen birçeşit balık da daha ilginç yöntemlerle saklanmaktadır. Bunları temizleyip tuzladıktan sonra baca içindeki bir çengele asıyorlar. Kurutuyorlar. Bunun da uzun süre bozulmadan kaldığı görülmektedir.


Sahilboyu Lazları arasında çulluk, turaç ve benzeri kuş çeşitlerinin avlanması da pek yaygındır. Bu av sonbahara doğru olmaktadır: Avlanma yöntemleri şöyle: 8-10 adet at kuyruğu kılı bükülüp kement yapılmakta, bir metre kadar uzunluktaki çonak üzerine sıkıca bağlanmaktadır. Bu çomak toprağa eğik biçimde çakılmakta, kemetler arasında da canlı bir çekirge ya da böcek bağlanmaktadır. Çekirge çomak üzerinde çırpındıkça üzerine çulluk, turaç ve bu irilikteki başka kuşlar saldırmakta, ayakları kıl kementlere takılıp yakalanmaktadırlar.


Şahin, aytmaca ve buna benzer avcı kuşların elde edilip eğitilmesi de Lazlar arasında bilinen bir iştir. Bu iş şöyle olmaktadır. Açık bir arazide çalı çırpıdan bir klübe yapılmaktadır. Kulübenin içinde pusuda bekleyen kişi elindeki değnek ucuna bir ayağıyla bağlı bir kuş tutmaktadır. Klübenin üstü tor (ağ)la örtülmektedir. Uzaktan bu yabani avcı kuşu görüldüğünde değnek ucuna bağlı kuş havada sallanmakta, avcı kuşun ilgisi çekilmektedir. Avcı kuş hızla avına çullandığında da tor üzerine kapanıp yakalanmaktadır. Tabii saldırgan yırtıcı kuşun avına çullanması sırasında değnek ucundaki kuş klübenin içine doğru çekilmektedir.

Yakalanan avcı kuşların eğitilmesi


Şahin türünden avcı kuşların ayağına ipekliden bir ip bağlanır. Omuzda oturtulup et, yumurta gibi yiyecekler verilir. Sonra kol üzerinde durması öğretilir. Bu arada kollar keskin pençelere karşı korunmalıdır. Tuzlu ete ve yumurtaya dadanan şahin artık sahibini kolay kolay terketmemektedir. Bunların avlanmakta kullanılması da yavaş yavş verimli olmaktadır. Önceleri 50 metre kadar uzunlukta bir ip ayağına bağlanır. Havaların yağışlı gittiği üç gün üsre ile hayvan aç bırakılır. Sonra ava çıkartılır. Avlanacak kuşlar bazen köpekler tarafından aranıp kaldırılmakta, bazen sopalarla çalı çırpı çırpıştırılıp ürkütülmektedir. Havalanan kuş üzerine şahin bırakılmaktadır. Bazen emniyet ii saldırı mesafesi için yeterli olmamaktadır. Buyüzden şahinin ardından koşturmak gerekmektedir. Bu tür bir avlanmada 15-20 kilometrelik bir alan tarandığında 150-200 çulluk vb. Elde edilmektedir. Bereketli bir av dönüşü “Şahine nazar değer” korkusu ile köye gece girilmektedir. Şahine türlü çeşitli nazar boncukları da bağlanmaktadır. İyi bir avcı şahinlerin değerini gözlerine bakarak, göğüs yapısına ve rengine bakarak anlıyabilir.

Bazı kuş avlama yöntemleri

Lazlarda kuş avlama yöntemleri çok çeşitlidir. Burada kısaca bir kaç çeşidinden söz edeceğiz. Teferruata girmeuyeceğiz. Sırasıyla bu yöntemler: 1.Neperi 2.Okvinçe 3. Ragi 4.Kandara vb.dir.
Neperi: Bu araç ağdan yapılmıştır. Ormanda, yeşillik, karanlıkça bir alanda yol biçiminde bir şerit ağaçlardan temizlenir. Akşam karanlığında aydınlık veren bu geçit yerini kuşlar uçuş yolu olarak kullanırlar. Bu geçidin iki yakasına ağ gerilir. Hızla gelen kuşlar bunun farkına varamazlar. Hızla ağa çarparak üzerinde kalırlar. Gün batımından gün doğumuna değin bu yolla 200 kadar kuş avlıyan avcılar görülmüştür. 


Okvinçe: Kış aylarında, karlı havalarda evin avlusunda üçgen biçimli bir klübe yapılır. Bu klübeye bir kapı birde pencere bırakılır. Pencereye dıştan torba gibi sarkan fakat altına ağaç konmakla şişkin gibi tutulan bir ağ torbası bağlanır. Klübeye bırakılan zahireye üşüşen kuşlar kapı yönünden ürküptülüp pencereden dışarıya doğru kaçırılır. Pencere deliğine dalan kuşlar ağ torbanın içinde hapsolacaklardır. 


Ragi: Ragiler genellikle ayı, çakal, domuz ve diğer dört ayaklı memelilerin avlanmasında kullanılır. Ancak seyrekte olsa kuş türü içinde kullanılmaktadır. Burada kuş türü için kullanılan raginin sadece tarifini yapacağız. Karlı havalarda, genişçe bir alana bir miktar yem dökülür. Yemin üzerine büyükçe bir leğen kapatılır, leğenin bir kenarına 30 santim uzunluğunda bir çomak dikilir, bu çomağa uzunca bir ip bağlanıp pusuya yatılır. Kuşlar leğenin altına girdiğinde ip çekilir, kuşlar yakalanır. Memeli hayvanların avlanmasında kullanılan Ragiler bu sistemin geliştirilmişi ve de büyük boyutlusudur. 


Kandara: At kuyruğu kıllarından bükülmüş kementler yer yer kertilmiş sopa üzerine bağlanır. Kış aylarında armut vb. Gibi ağaçlarda görülen parazit, yemişli bitkilerin arasına bu sopa yerleştirilir. Bu yemişleri yemeğe gelen kuşlar sopadaki kementli kısımlara basmak zorunda kalacaklardır. Böylece de kementlere takılıp yakalanacaklardır.

Bazı hayvan ve bitki isimleri


Lazca (Hopa Ağzı)
Lazca (Viçe-Arhavi)
Türkçesi

Mtuti
Tuti
Ayı

Mgeri
Ngeri
Kurt

Mkipu
Nkiapu
Çakal

Mskveri
Skveri
Geyik

Metkuri ğeri
Tkaş ğeri
Yaban domuzu

Mtkaş kotume
Tkaş kotume
Yaban tavuğu

Mtkuri katu
Mtkuri katu
Yaban kedisi

Mtkuri luği
Tkuri luği
Yaban inciri

Mtshuli
Shuli
Armut

Panta mshuli
Panta shuli
Yaban armudu

Uşkiri
Uşkiri
Elma

Mzoğa kulani
Zuğa bozo
Deniz kızı

Kui
Kui
Karga

Tiaspironi
Tiaspironi
Baykuş

Simsi kokai
Simsi kokai
Kuyruk sallayan
Ğalişmzesku
Ğaliş mzesku
Su karatavuğu



Lazlarda Kıyafet


Eskiden Laz yaşlı erkekleri başlarına “Başlık” sararlardı. Gençler ise Papak (Kalpak) kullanırlardı. 60-70 yıl kadar önce Lazlar arasında fes modası çıktı. Fakat bu moda burada fazla tutunamayıp ortadan kalktı.


Bugün Türkiye Lazista’nında geleneksel başlık ve kalpak kullanmak yasalarla yasaklanmıştır. Gürcüstan sınırları içerisindeki Lazlar ise başlık, kalpak ve kabalak gibi başörtülerini kullanmakta serbesttirler.
Lazlarda ayakkabı (Tsuga) burunları yukarıya kalkık bir çeşit postalı andırırdı. Pantolon yerine bir çeşit dar şalvar kullanılırdı. Adına da “Dzikvi” denilirdi. Dzikvinin üst tarafı kıvrışık, bolca bırakılır. Alt tarafı, bacakları kavrar derece de dar bırakılırdı. Üst giysi ise bir çeşit yakasız montu andırırdı. Bu yakasız montun altına sarı yada kırmızı renkte gömlek giyilirdi. Kırmızı renkler siyah altında daha bir çekici görünürdü. Siyah üst giysinin dirseklerine, yenlerine ve omuz başlarına meşin şeritler dikilirdi. Bunlar hem giysiye güzellik katar hemde dayanıklılığını arttırırdı. Belde, kalça üzerine kadar inen yün kumaştan dolak dolanırdı. Kama ve zincir gibi şeyler de bu dolama üzerine iliştirilirdi.


Laz kadın giysileri daha bir zengin görünüşlüydü. Çeşitli renklerden rahat giysilerdi bunlar. Bele, uçları aşağıya sarkıtılmış kumaştan bir bellik sarılırdı. İş Zamanları genellikle atlastan dikilen bu giysilerin etekleri yukarıya doğru toplanır, bellemeye iliştirilirdi. Bazen ibrişim bir kuşak da bele bağlandığı olurdu. Buna Lazcada “ortkapu” kemer denirdi. Kadınlar günlük yaşamlarında bazen basma entariler de giyerlerdi.


Boyun ve kulaklara ilancuği ve boğa kisti denilen değerli takılar da takarlardı. Gümüş zincir üzerine dizilmiş altın liralardı bunlar. Başlarına altın işlemeli bir tabla konur, alın kısmına yine altın pullu bir gobğapule sarkıtılırdı.


Gürcüstan bölümünde yaşayan Lazlarınlerini bugün artık Gürcüstan’ın diğer bölgelerinde yaşayan soydaşlarından ayırtetmek güçtür. Türkiye kesimi Lazları arasında bu eski tip giysileri koruyup bugüne değin yaşatabilen kimselere rastlamak mümkündür. Orça, Çhala vb. Köyler bunlar arasındadır. Gürcüstan’ın Sarp köyündeki Lazların sosyo-kültürel gelişme, değişme evrimi yanısıra giysilerinde de çağdaşlaşma kaçınılmaz olmuştu.

Lazlarda El Sanatları

Coğrafi zorunluluk nedeniyle azların başuğraşları denizle ilişkilidir. Karada gelişen el sanatlarının büyük bölümü de denizle bağlantılı işlerdir. Büyük Gürcü coğrafyacısı Vahuşti Bagrationi eserlerinde bunu açıkça belirtmiştir. Vahuştiye göre: “Laz-Tçani ulusu ağaç işlemeciliğinde pek ileri düzeyde ustalığa ulaşmıştır.İrili ufaklı gemi inşaatında bunlara rakip bulunmamaktadır.”

 
Gerçekten gemi yapımcılığında Lazlarla boy ölçüşebilecek ulus azdır. Gemi yapımcılığında iskelet (Ege) kurma işi çok önemli hesaplar gerektirmektedir. Kişi yaşamı da bu hesaba bağlı olacaktır kuşkusuz. Yapımı tamamlanan gemi son kez gözden geçirilir. Aralık, delik gibi yerler kendir lifleriyle doldurulur, kalafat edilir. Aracın kendisi ve donanımı çeşitli renklerde boyanır. Aracın koruyucu yan tahtaları (talazi), çapa (hope), çapa zinciri (skamemozi), dümen, vb. Boyananlar arasındadır. Gemi aksesuarlarından, yelken, halatlar, direk vb. Şeyler de Laz ustaların ellrinde biçimlenmektedir.

 

Hiç yorum yok: