10 Mayıs 2010 Pazartesi

Kendini Bilmenin Kitabı

‘Demokratik Toplum Manifestosu - Kapitalist Modernitenin Aşılma Sorunları ve Demokratikleşme’ adlı çalışma daha önceki savunmalarında ele aldığı kimi konulara dair daha ayrıntılı değerlendirmeler içeriyor. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın geçtiğimiz aylarda yayımlanan savunmasında, önceki savunmalarında ‘derinleştirilmiş ve genelleştirilmiş kölelik’ olarak tanımladığı kapitalist devlet sistemini, yöntem sorunlarını öne çıkararak daha derinlemesine yeniden ele almanın yanı sıra daha pekçok konuda ayrıntılı değerlendirmeler, çözümlemeler geliştiriyor. İnsanlığın ve doğanın uğraştığı ve kaynağını toplumun komünal özünden kopmaktan alan toplumsal sorunların neden çözülemediğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Devletçi sistemi sorunların çözümünde bir yaklaşım olarak değerlendirmek yerine, tam da tüm toplumsal sorunların temel kaynağı olduğu yönünde zihin açıcı değerlendirmeler yapmaktadır. Yani sorun yaratan bir zihniyetle aynı sorunların asla çözümlenemeyeceğini ortaya koyarak insanlığa çözüm yolunu gösteriyor. Daha da ilginci veya benim öne çıkarmak istediğim konu ise hiyerarşiden başlamak üzere devletçi sistemin özne-nesne ayrımına dayanan zihin yapılanmasının adı tarihte değişse de –mitoloji, din, bilim vb– özünün hiç değişmediği hususudur.

Yaklaşık olarak M.Ö. 6000-4000 arası dönem, insanlık tarihinde ilk toplumsal parçalanmanın geliştiği, toplumun içinden birilerinin –şaman, yaşlı bilge ve yetenekli avcı erkek– topluma karşı bir güç oluşturma mücadelesine giriştiği bir dönem oluyor. Bu zihniyetin aynı zamanda devletçi sistemin temel zihni yapılanması olan özne-nesne yaklaşımının temeli olduğunu çok açık bir şekilde görmekteyiz. Topluma egemen olmaya çalışan erkek eliyle ekilen bu tohum, kendini güçlendirecek devletli sistemle birlikte, günümüze kadar bu zihniyeti binbir kılıf altında sürdürecektir. Bunu da her konuda ikililikler yaratarak, anlamlı bütünlüğü ortadan kaldırarak, birini egemen diğerini ezilen, birini değerli diğerini değersiz, birini büyük diğerini küçük, birini güçlü diğerini güçsüz vb. kılarak özne-nesne zihniyetini kurumsallaştırarak yapacaktır. Sonra gelen de aynı yolun yolcusu olarak mitoloji, din, felsefe, bilim adına aynı şeyi kabul edecek ve insanlığa da kabul ettirmeye çalışacaktır. İşte bu eser, bu yaklaşımları çok çarpıcı bir şekilde deşifre etmektedir. İktidar endeksli, egemenlerin elindeki ‘bilim’in yaklaşımların altındaki gerçekleri açığa çıkararak, ele alışlar ve ele alanlar değişse de gerçekleşenin bir Levh-i Mahfuzculuk olduğunu ortaya koymaktadır. Tüm bu yaklaşımların bırakalım gerçekleri vermeyi, gerçekleri örtmek anlamına geldiğini, kadercilik yarattığını ikna edici bir şekilde değerlendirmektedir.

Devletçi zihniyet ve yapılanma, toplumu parçalamıştır. Toplumda egemenler ve ezilenler, yönetme hakkı doğuştan gelenler ve yönetilmesi gerekenler diye ayrımlar yaratarak toplumun diğer kesimlerini toplumun temel hayati işlerini yapmak, toplumu güzelleştirmek anlamına gelen politikanın dışına iterler. Egemenler çobandır, toplum da sürü. En gelişkin gibi görünen devletli sistemlerde bile çok güçlü bir demokrasi sorunu bu nedenle yaşanır. Toplumun tüm kesimleri aktif ve potansiyeline uygun gerçekleşme özgürlüğüne sahip olmadığından, devletli toplumlar, gerçek anlamda hasta toplumlardır. Organik toplum özelliğini yitirir, devletli toplumlar. Devlet öznedir, toplum nesne.

Devletçi zihniyet ve yapılanma, birinci doğanın en yetkin bir gerçekleşmesi olan ve mikro kosmos veya ikinci doğa denilen insan türünü birbirine yabancılaştırarak, cinsler anlamında insanlığı parçalamıştır. Doğal ve normal olan ikiliği, birbirini yiyen, birbirine düşman bir ikiliğe dönüştürmüştür. Milyonlarca yıl süren anlamlı bütünlük, hiyerarşiden başlamak üzere devletli sistemde daha da sistem kazanarak ortadan kaldırılmıştır. Yeni durumda erkek egemen, asıl, merkez, güçlü ve öznedir, kadınsa eksik, güçsüz, korkulması gereken, şeytanla işbirliği içinde olan, erkekten gelen ama lanetli bir yaratığa dönüştürülür. İcat edilen toplumsal cinsiyetçilik ile bir egemenlik ve kölelik ikilemi oluşturulur ve iktidar bu ilişkide yaratılır. Doğuştan iktidar olan ile doğuştan köle böylelikle oluşturulmuş olur. Sistem de kendini en çok bunun üzerine inşa eder. Erkek öznedir, kadın ise nesne.

Devletçi zihniyet ve buna bağlı yapılanma, ana olan birinci doğa ile onun bir yaratımı, bir kendini gerçekleştirme biçimi olan ikinci doğa yani insan arasındaki bütünlüğü de ortadan kaldırmıştır. Özellikle mitolojik süreçle başlamak üzere doğa yaratıcılığından, kutsallığından arındırılmış, kaynak olduğu göz ardı edilerek, insanların zihni kendini her şeyin merkezine koyacak tarzda çarpıtılmıştır. Egemen zihniyet doğanın kendisi de dahil olmak üzere her şeyin yaratıcısı olarak kendisini göstermiştir. Kendini tanrılarda ifadeye kavuşturarak doğanın yaratıcısı yapmış, doğayı suçluların cezalarını çektiği lanetli, İdealar ve Gerçeklikler Dünyası diye ayrımlara giderek niteliksiz ve asıl olmayan bir yer olarak ele almıştır. Doğa, vahşi, güçlü olmak için karşısında savaşılması gereken bir düşman olarak algılanmış ve ona karşı tüm duyarlılık yok olmuştur. İnsan öznedir, doğa nesne.

Özünde düşmanlık olmayan ama öyleymiş gibi ele alınan, birinin üstünlüğünü tercih etmeye zorlayan tüm ikiliklerin –duygu/düşünce, zihin/beden, madde/ruh…- temelinde egemenlerin ihtiyaç duyduğu meşruiyet yaratma çabası yatmaktadır. Tüm bu ikilikleri özne-nesne ikiliğine oturtarak gerçekleri tersyüz etmişlerdir. O nedenle de sistem dışı olmak adına ortaya çıkıp mücadele yürütenler, kendilerini bu ikililiklerden kurtarmadıklarından hakikate ulaşamamışlar ve bu nedenle istemleri farklı ama pratikleri sistem içi olan bir gerçeklik yaratmışlardır. Zihniyetleri sistem içi olduğundan talepleri sistem dışı olsa da pratik ve oluşturdukları sistemler de sistem içi olmuştur. –Bundan olsa gerek Kürt Halk Önderi Öcalan ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı eserinde doğal toplumdan sonraki egemenlikçi dönemlerin tümünü ‘köleliğin doğuşu, oluşumu, olgunlaşması, genelleşmesi ve derinleştirilmesi’ olarak çarpıcı tanımlamıştı. Yani devletli dönemi kölelik dönemi olarak tanımlamıştı.– Bırakalım sistemi aşmalarını, sistemi daha da derinleştirdikleri, sistemin ömrünü uzattıkları ortaya çıkmıştır.

Demokratik Toplum Manifestosu isimli kitap (Savunmalar), toplumsal doğanın tarihsel diyalektiğini yetkince irdeleyerek, egemenlikçi sisteme karşı mücadele yürütenlerin gerçek anlamda istem ve hedeflerini nasıl gerçekleştirebileceklerini, girilmemesi gereken devletli yolun analizini çok güçlü yapmaktadır. Yaşananları, gerçekleşenleri daha iyi anlamak, daha iyi yaşamak, daha güçlü ve sonuç alıcı mücadele yürütmek isteyen herkesin okuması gereken bir eser. Özcesi ‘Kendini Bilmek’ noktasında yaşanan açlık ve susuzluğu gidermek için bulunmaz bir kaynak. Hayatı doğru kurmak için gerekli bir kitap.

Hiç yorum yok: