19 Mayıs 2010 Çarşamba

İki büyük savaş arasında Kürt siyaseti



1919'un nesnel ve öznel koşullarını doğru okuyup, Kürtlerin onayını ve katılımını sağlamak için Erzurum Kongresi'ni örgütleyerek gerçekleştirenin, M. Kemal'in kendisi ve 1919 koşullarında İttihat Terakki'nin Kürdistan'daki örgütlü uzantısı olan Vilayet-i Şarkiye-i Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin (VŞMHC) olduğu anlaşılıyor. 23 Temmuz'da başlayıp 7 Ağustos 1919'da sona eren kongreye, Erzurum'dan katılan 15 delege VŞMHC üye ve yöneticileridir.

Sivas Kongresi

Öncelikle, Erzurum Kongresi'nde seçilen kongre temsilciliği, Sivas Kongresi'ne götürülmez. Bunun nedenini M. Kemal, şöyle izah eder: 'Erzurum Kongresi'nde bulunan delegelerin Sivas'a götürülemeyecekleri anlaşılıyordu. Kaldı ki geldikleri yerlerden, Doğu illerinin haklarını savunmak için yetki almış olan bu delegelerin, daha genel bir amaca ilişkin yetkileri yoktu. Gene bu nedenle Erzurum Kongresi'nin, Sivas Kongresi'ne Doğu adına bir delege topluluğu gönderme yetkisi olmayacağı da açık bir gerçekti (Bunların böyle olduğuna neye göre ve kim karar veriyor? BN). Yeniden delege seçmeye kalkışmak ne ölçüde işe yaramaz idiyse, bir takım kuramsal düşüncelerin çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o ölçüde işe yaramazdı. En kolay ve çıkar yol VŞMHC temsilciler kurulunu (yani İttihat Terakki'nin Kürdistan'daki örgütlü uzantısının temsilcilerini, bn.) Sivas'a götürüp kongreye katmaktı.'

Kuruluş sürecinin bu aşamasında Kürtler açısından dikkat çekici olan, Sivas Kongresi'nden çok o günlerde gerçekleşen Amasya birleşimi ve Amasya protokolüdür. Gazeteci Ayşe Hür'ün Amasya protokolüne ilişkin şu araştırma notları oldukça dikkat çekicidir: '4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi'nden hemen sonra İstanbul hükümetinin temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Paşa, Padişahın Başyaveri Naci (Eldeniz) Paşa ile Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına M. Kemal, Rauf (Orbay) ve Bekir Sami (Kunduh) paşalar ülke meselelerini konuşmak için Amasya'da buluşarak, üçü kayıt ve imza altına alınmış, ikisi gizli sayıldığı için kayıt altına alınmamış beş protokol hazırlamışlardı. Bunlardan 22 Ekim 1919 tarihli ikinci protokolde 'Sivas Kongresi bildirisinin birinci maddesinde, Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırları Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kaplar, bu en asgari sınırdır. Bununla birlikte Kürtlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırk hukuku ve sosyal bakımdan daha iyi duruma getirilmelerine imkan sağlanmalıdır denilmektedir.'

BMM ve Kürtler

Temelleri Kürtlerle stratejik birliğin sağlandığı Erzurum Kongresi'yle atılan, Sivas Kongresi ve Amasya protokolünde Kürtlere ilişkin güçlü birlik vurgularıyla derinleştirilerek güçlendiren kuruluş süreci, BMM'nin Ankara'da toplanmasıyla merkezi bir güç ve irade yoğunluğu kazandı. BMM'nin kuruluşunda Kürtler de Kürdistan vekilleri olarak yerlerini aldılar. Kürt vekiller, hiçbir şekilde kimliklerini saklama ve inkar etme durumunda olmadılar. Meclis kürsüsünden kendilerini Kürt ve Kürdistan vekilleri olarak serbestçe ifade ettiler. Kurucu BMM'de bu salt Kürtler için böyle değildi. Bugünkü Karadeniz bölgesinden BMM'ye katılan vekiller kendilerini, Lazistan vekilleri olarak ifade ediyorlardı. Adlarıyla anılan bir bölge olmamakla birlikte Çerkes vekiller de BMM'ye, Çerkes olarak katıldılar ve kendilerini Meclis kürsüsünde Çerkes olarak ifade ettiler. M. Kemal, Mayıs 1920'de Meclis'te yaptığı konuşmasında; '... Kuruluşuna azmettiğimiz birlik yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürt, yalnız Laz değildir. Bunların tümünden oluşan bir İslam unsurudur' demektedir.

1921'de çıkan Koçgiri ayaklanmasının ciddi bir boyut kazanması üzerine Meclis Başkanı M. Kemal, ayaklanan Kürtleri yatıştırmak amacıyla Ağrı Mebusu Şefik Bey başkanlığında bir ikna heyetini isyancılarla görüşmeye yollar. İsyanın önde gelenleriyle görüşen Şefik Bey onlara; 'ben de Kürdüm, Kürdistan'ın bağımsızlığını ben de istiyorum, zaten Meclis bu hakları bize tanıyacak, isyana gerek yoktur' der. Bunun üzerine isyancı Kürtler uzlaşır. Fakat bu uzlaşmanın hemen ardından isyan güçleri ve halk vahşi bir katliama maruz kalır. Erzincan Mebusu Emin Bey Meclis'te bu konuda yaptığı konuşmada, 'orada (Koçgiri'de, bn) öyle bir mezalim oldu ki tüyler ürperticidir' demiştir. Koçgiri katliamının Meclis'e taşınması karşısında zorlanan M. Kemal, Koçgiri katliamını gerçekleştiren askeri yetkili hakkında soruşturma açtırmak zorunda kalmıştır. Diğer bir isyanda da Meclis Başkanı M. Kemal, Mardin bölgesinde Milli Aşireti'nin başlattığı ayaklanmayı önlemek amacıyla kendisine bağlı ve dini etkinliği olan Kürt mebus Şeyh Ahmet Şemsi başkanlığında bir grup Kürt mebus heyetini ikna ederek, ayaklanmanın liderleriyle görüşmeye yollamıştır. Bu heyet Eylül 1921'de, Bitlis ve Van yöresinde isyan liderlerinden olan eski Hamidiye komutanlarından Pir Zade Bekir, Derwinli Musa Beg ve Milli Aşireti reisi Mirliva İbrahim Paşa ile görüşmüş; isyan liderleri bu görüşmede kurucu meclisine şu taleplerini bildirmiştir:

'Otonom bir Kürt devleti tanınacaktır. Hükümet yanlısı jandarma ve memurlar Kürdistan'dan geri çağırılacaktır. Bölgede toplanan vergiler bölgeye tahsis edilecektir. Siyasi nedenlerle tutuklu bulunan Kürtler salıverilecektir. Beş yıllık görev süreli ve referandumla yenilenecek Kürdistan Valisi, bir defaya mahsus olmak kaydıyla meclisteki Kürt mebuslarca önerilecektir. Otonom hükümetin merkezi, Kürt şehirlerinden biri olacak ve on iki üyelik bir Kürt konseyi oluşturulacaktır.' (Hasan Yıldız, Fransız Dışişleri arşivi, Kürdistan dosyası) Kurucu BMM'de, 10 Şubat 1922'de yapılan gizli celsede (oturumda), 'Kürdistan'ın özerkliğine dair yasa tasarısı' tartışılmış, tartışma sonucunda yapılan oylamada tasarı 64 ret oyuna karşı 373 oyla kabul edilmiştir. Bu gerçeği BMM'nin gizli zabıtlarından aktaran R. Oson'a göre oylamada verilen ret oyları Kürt vekillere aittir. Çünkü söz konusu gizli oturumda Kürtler, kendilerine verilen özerklik düzeyini yeterli görmediklerinden, oylamada ret oyu kullanmışlardır. Güney Kürdistan'daki gelişmelere ilişkin de BMM'nin Temmuz 1922 tarihli bir başka gizli celsesinde alınan kararlar doğrultusunda, BMM adına Elcezire komutanlığına (bugünkü Kürdistan) verilen talimatın birinci maddesinde; 'Kürtlerin oturdukları bölgelerde hem iç, hem dış siyasetimiz bakımından göreceli olarak yerel bir yönetim biçimini gerekli görüyoruz' denilirken, ikinci maddesinde; 'ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, tüm dünyada olduğu gibi tarafımızdan da kabul edilmektedir' deniliyor. M. Kemal, Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin'in mektubuna Meclis adına verdiği cevapta; '...Kürdistan da dahil diğer bölgeler için de ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı vardır' demiştir. (Yerasimus)

Lozan Antlaşması

Erzurum Kongresi'nden 1924 Anayasası'na kadar Kürtlerin kuruluş sürecinde yaşadıkları deneyimin özü de, biçimi de budur. Kasım 1922'de Lozan görüşmeleri resmen başladığında, Kürt sorununun hassasiyetini bütün yanlarıyla derinliğine gören M. Kemal, Meclis'te Kürt vekillerine yeni ve daha kapsamlı vaatlerde bulunmuş, Kürt vekilleri de her defasında olduğu gibi bu vaatlere yine inanarak kanmışlardır. Diyap Ağa Dersim'in ileri gelenlerinden etkili bir Kürt aşiret lideriydi. M. Kemal ile Sivas Kongresi'nde tanışmışlardı. Genel çıkarları için kullanmak üzere Kürt liderleri yanına çekmek isteyen M. Kemal, Diyap Ağa ile de sıkı bir dostluk kurdu. Onu ilk Meclis'e mebus olarak seçtirdi. Soyadı kanunuyla birlikte 'Yıldırım' soyadını alan Diyap Ağa, Meclis'teki en ateşli konuşmaların hatibiydi. Diyap Ağa Kürtler ve Türklerin 'ortak vatan' kurduklarını savunuyordu. 4 Kasım 1922 tarihli Meclis tutanaklarından anlaşıldığı kadarıyla Lozan ile ilgili istişare toplantılarında, Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey ile birlikte Türk-Kürt ortaklığının en ateşli savunucularındandı. Kürt vekilleri olarak Yusuf Ziya Bey ve Diyap Ağa, Kürtlerin Türklerle ortak vatanda kalmaları gerektiğine inanıyorlardı. Lakin Yusuf Ziya Bey, 1925'te M. Kemal'in talimatıyla idam edilecekti. (Hasan Yıldız, Fransız Dışişleri Arşivi, Kürdistan dosyası).

'Kurucu Meclis adına Lozan'a giden heyette Kürt vekil yoktur. Kürt tarafının Lozan Antlaşması'nda temsilcilerinin olmayışı ve Ankara'daki Kürt mebusların tercihlerini Kürt ulusal haklarından değil de Türklerden yana yapmış olmaları, Lozan'daki heyete, Kürt meselesini inkar etme serbestisi sağlamıştır. Lozan Antlaşması'nın azınlık sorunlarıyla ilgili bölümünün sonucunda, Türk heyeti, Kürt kelimesinin hiçbir şekilde antlaşma metinlerinde geçmemesini ısrarla istemiş ve Kürtlerin haklarıyla ilgili korunmanın gündeme getirilmesini de engellemiştir.' (Hasan Yıldız, age) Türk heyetinin temsilcilerinden olan Rıza Nur görüşmelerde Kürtlerin, 'korunma ihtiyaçlarının olmadığını ve Türk yönetiminin altında bulunmaktan tamamıyla memnun olduklarını' söylemiştir. Buna karşın, Kerkük-Musul sorununda Türkleri sıkıştırmak amacında olan İngilizler, Kürt temsilcilerin de Lozan'da bulunmaları gerektiğinde ısrar edince, 'M. Kemal'in talimatıyla iki Kürt mebusu Pirinç Zade Fevzi Bey ile Zülfü Zade Zülfü, Türk heyetine diplomatik destek sağlamak amacıyla Lozan'a gönderilmiştir. Türk heyeti tarafından Lozan konferansının hazırlık bölümüne alınan bu iki Kürt mebusu burada, 'biz Kürtler Türklerle kardeşiz, ayrılmak istemiyoruz. Aramızda bir fark yoktur' diyerek, konferans salonunu terk edip Ankara'ya geri dönmüşlerdir.' (Hasan Yıldız, age)

Lozan'da taraflar arasında Kürt sorunu üzerinde bu mücadele sürerken, Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey 3 Kasım 1922'de, Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada, 'Sevr'i bir paçavra olarak niteleyerek Kürt-Türk kardeşliğini vurguladı. Bir sonraki celsede ise Bitlis, Erzurum, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozantı, Diyarbakır, Van ve Kastamonu mebuslarının hepsi Türklerle Kürtlerin tek bir kütle olduğunu belirten ortak bir açıklamaya imza attılar. (Hasan Yıldız, age)

'Birinci BMM'de üye olarak bulunan ve Kürt illerinden gelen mebuslardan çoğu Kürt'tü. Kimse kimliğini inkar gereğini de duymuyordu. İkinci dönem BMM'de Kürt kökenli fakat yönetime uşak, Kürt kimliğini yadsıyarak hizmet edenlere rastlamak mümkündü fakat onların da sayıları çok değildi. 1950'lere kadar Kürt milletvekilleri (Meclis'e) yukarıdan atamayla gönderildi. Vekil olarak atanan bu kişilerin hemen tümü Türk kökenli ve Kürt düşmanlığıyla ünlü kişilerdi. Bunların arasında Kürt olduğunu yadsıyan 'Kürt Türkleri'nin (!) sayıları bile eskiye oranla çok azdı. (Ruşen Aslan, Kürt Legal Hareketinin Tarihsel Gelişimi)

Kürtleri eritme stratejisi

TC ideolojisi, politika ve stratejileri, Kürt gerçekliği karşısındaki inkar ve imha organizasyonunu en ince ve detaylı boyutlarına dek planlayıp geliştirdi. Burada şunu tekrardan önemle vurgulamak gerekir: Yaklaşım ve yönelim son derece bilinçli ve programlıdır. Kürde yaklaşımın stratejisi, programı, taktikleri, üslubu ve hatta hangi durum karşısında hangi cümle ya da hangi kelimelerin kullanılacağı dahi netleştirilmiştir. Kürt ve Kürdistan başkalaştırılacak ve 'Türkleştirilecek'tir. Oluşturulan bu formatın dışına taşan milim düzeyindeki bir tutum, yaklaşım ve hatta sözcük, en ağır karşılıkla cezalandırılmaktadır. Türk devlet hukukunu, özü itibariyle oluşturan da bu inkar ve imha sistemidir.

1923'ten itibaren legal ya da illegal olsun Kürtlük adına en ufak bir çıkış, en sert karşılıkla bastırılmıştır. Devlet özellikle isyanlar sonrası 'Kürt meselesi'ni önemli ölçüde hallettiğini düşünmüş, 'tehlike'nin kalan boyutları için de belirtilen stratejiler geliştirilmiştir. Burada Kürt halk gerçekliğinin tarihsel ve toplumsal özgünlüğü bilinçlerden kaçırılmıştır ya da gözü kara bir biçimde yok edileceği düşünülmüştür. Oysa böyle köklü ve derinlerden gelen bir gerçekliğin kısa bir sürede ve uygulanan yöntemlerle imhası imkansız olduğu gibi sorun daha da derinleştirilmiş ve yangın büyütülmüştür. 1970'li yılların ortalarında ortaya çıkan ve kısa sürede büyüyen PKK hareketi, bu durumun sonuçlarındandır.

Ne dediler, ne oldu?

M. Kemal, Lozan Konferansı'ndan önce, 17 Ocak 1922 günü İzmit kasrında önceden düzenlenmiş bir mizansen çerçevesinde, gazetecilerin sorularını yanıtlarken öteki şeylerin yanı sıra bir gazetecinin 'Kürt sorunu ve Kürdistan meselesi ne olacak? İç ve dış koşullar açısından bir değerlendirme yaparsanız iyi olur' sorusuna karşılık olarak şunları söylemektedir: 'Anayasamız gereğince zaten bir çeşit özerklik olacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da (Kürtleri) beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendileri için sorun çıkarırlar. Şimdi Büyük Millet Meclisi hem Kürtlerin hem de Türklerin yetkili temsilcilerinden oluşmuştur.' (Hasan Yıldız, age) Lozan görüşmelerinde Avrupalı devletler Kürtlerin 'azınlık' olduğunda ısrar edince Türk heyeti başkanı İsmet İnönü, 'Türkler ve Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti'nin ana unsurudur. Kürtler bir azınlık değil bir millettir. Ankara hükümeti hem Türklerin, hem de Kürtlerin hükümetidir' diyerek buna karşı çıkmıştır.

YUSUF ZİYAD

Hiç yorum yok: