18 Mayıs 2010 Salı

Ekonomi, Kapitalizm Ve Kadın…

Yaşamı üreten güçlerin kendi üretimlerine anlam dolu yaklaşmaları ve her türden iktidar, sömürü ve çıkar düzenine kapalı bir ekonomik sisteme ulaşmaları umuduyla…


Nujin ŞİYAR
Ekonomi günümüz dünyasında en fazla yaşamın gündemine oturan, dillerden düşürülmeyen bir kavram. Bunun yanında kapitalist modernite ile birlikte bir bilim dalı haline de getirilerek, içinden çıkılmaz bir tartışmalar yığını altında en fazla anlaşılmaz kılınmaya çalışılan bir alan durumunda. Bu nedenle de sadece ‘bilirkişiler’in üzerinde değerlendirme yaptığı, asıl üretenlerin, ekonomiye temel olan toplumsal kesimlerin dışına itildiği bir konuma indirgenmiş. Ekonomiyi yaratanlar, yürütenler, yaşamı idame edenler yani üretim sürecinin içinde olanlara ise sadece çalışmak, ancak ürettiklerinin nereye ve hangi biçimde sunuldukları hakkında düşünme, müdahale etme bu sürece yön verme yetilerinin ortadan kaldırıldığı bir duruma getirilmiş olmakta.
Toplumun en küçük biriminden yani aileden, en geniş örgütlü kurumlarına kadar yani devlet vb. oluşumlara kadar tüm toplumsal alan kendisini bir ekonomik alana göre şekillendirmek zorundadır. Bu ekonominin gerçek doğasından kaynaklanan bir durumdur. Ekonomi, en basit tanımıyla yaşamı sürdürmek için gerekli olan üretim araçlarına sahip olmak ve üretimi gerçekleştirmek olarak tanımlanabilir. Bunun günümüzde kendisini ekonomik bir sistem olarak gösteren kapitalist modernite ile hiçbir alakası yoktur. Sağlıklı ve toplumun yaşamını sağlayan bir ekonomik sistemde vurgunlar üzerinden para kazanmak, spekülasyon üzerinden toplumsal değerlere el koymak ve faiz borsa senet üzerinden yaşamı idame etmek düşünülemez. Bir toplumun hepsinin bu şekilde kendi yaşamını ürettiğini hayal ettiğimizde bile göreceğiz ki, ortada üretimle ilişkisi olan kimse kalmayacaktır. Bu anlamda ekonominin sahibi, ilerletici gücü kapitalizm değil, bunun dışında kalan kesimler olmak durumundadır. Bu sistem olsa olsa ekonominin sırtından yaşayan tüketici bir kamburdur. Yani böylesi bir sistem kapitalist olmayan gerçek ekonomi sahiplerine kendisini dayandırarak yaşamak zorundadır. Öyleyse ekonomi nedir, kimlerin elindedir. Gerçek ekonomistler kimlerdir? Bu sorunun cevabı önemlidir. Neden mi, toplumsal adaletin gerçekleşmesi için, ekonomiyi yaratan ve sürdürenlerin bu değerlerine sahip çıkmasının gerekli olmasından dolayı.
Ekonomiyi ilk olarak tanımlayanlar Yunanlılar olmuştur. Ev yasası anlamına gelen, ekonomi, iki kavramdan üretilmiştir. Eko ve nomos. Buradan yola çıkarak belirtebileceğimiz ilk şey ekonominin kadınla ilgili bir temelinin olduğudur. Bu yaklaşımımızı destekleyecek veriler toplumsallaşmanın geliştiği organik-doğal toplum sürecinde yoğun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizi kadın merkezcilikle suçlayacak olanlara bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, toplumsallığı yaratan ana kadın kültü, her şeyden önce yaşamın idame edilmesine, bu anlamda besinlerin toplanmasına ve topluluğa dağıtılmasıyla güçlenme yaşamış ve kutsanmıştır.
Ekonomiyi yaşam için maddi ihtiyaçların karşılanması olarak tanımladık. Maddi yaşam koşullarının oluşmasının toplumsallığın gelişmesi için bir ön koşul olarak görmeye kimsenin itirazının gelişmeyecektir. Neolitik kültürle birlikte düzenli ve güvenlikli bir ekonominin gelişme gösterdiği açıktır. Ana kadını, toplayıcılıktan düzenli bitki ekimini gerçekleştirdiği tarımcılığa geçişteki rolü, topluluğun beslenme ihtiyacını gidermesi açısından ekonomideki başatlığının göstergesidir. Bunun için gerekli olan araçlarında buna takabilen geliştirilmesi insanlığın en eski ve güvenlikli yaşam biçimini teşkil etmektedir. Yine hayvanların evcilleştirilerek etinden, sütünden ve yününden yararlanılması günümüzde de devam eden bu yaşam biçiminin etkisi olmaktadır. Klan-kabile düzeninde örgütlenen bu topluluk, aynı zamanda ürün fazlalarını da saklayarak ilk ambarı oluşturma özelliğini de taşımaktadır. Bunun önemi kıtlık, felaket ve benzeri dar günlerde topluluğun yaşam koşullarını garantiye alma bilinciyle bağlantısı vardır. Demek ki ekonominin ilk ve ana sahibi, kadındır. Ve ekonomik biçimi birikime değil, paylaşmaya, armağan etmeye dayalıdır. Biriktirmek toplum karşıtlığı olarak aşağılanan bir yaklaşım olarak ele alınmıştır.  Ek olarak ekonomiye insan toplumunun varlığını sürdürmesi için gerekli olan koşulların oluşturulması olarak bakarsak, kadının insan neslini sürdürmedeki rolünü, 9 ay karnında taşıyarak var ettiği çocuğu da üretim sürecinde ele almak mümkün olabilir.
İnsanın biyolojik ihtiyaçlarından doğan ekonomik süreçleri, diğer canlılar dünyasında gözlemek mümkündür. Her canlı, beslenme, üreme ve güvenlik zinciri içerisinde kendisini var edebilir. Bu anlamda her canlı kendisine uygun bir eko sistem yaratır. İnsan için ise bu süreç bilinçli, örgütlü ve kurumsal olarak geliştirdiği süreçlerle tanımlanır. Yani insan kendi eko sistemini ekonomos olarak kendisi örgütler. Bu anlamda ekonominin evrensel bir karakter taşıdığını söyleyebiliriz.
Günümüzde ise kapitalist sistem her canlıda olan bu gelişim zincirini kendisine mal etmekte, ekonomiyi kendisinden başlatmak istemektedir. Neredeyse kapitalizm olmadan ekonominin olamayacağı yargısına götürmeyi hedefliyor. Bunun için manipüle ediyor, çarpıtıyor, kendisini gizliyor.  Toplumsal gelişme sürecinde ekonomiyi yaratan kadının değerlerine el koyma biçiminde gelişen sınıflı-iktidarcı uygarlık sistemi, tarihsel toplumsal süreç içerisinde köleleştirme, serfleştirme ve işçileştirme ile toplumu ezen ve ezilenler biçiminde bölümlemeye uğratırken gerçekte, kendisini ekonominin sahibi olarak ilan ediyor. Ekonomiye üstten talancı bir şekilde dayandığı halde! Bu hiyerarşik tabloda ekonominin gerçek sahibi olan kadın en alt zeminde konumlandırılırken, işçiler, köylüler ve serfler, zanaatçılar ile ekonominin üretici kesimi üzerinde talana, istismara dayalı bir düzen geliştirilmiştir. Ekonomi anlaşılmak isteniyorsa her şeyden önce ana kadının geliştirmiş olduğu toplumsal devrim sürecine adeta bir karşı devrim gibi geliştirilen bu süreç anlaşılmalıdır.
Kapitalist sistemin hegemonyasını ilan ettiği zamanımızda para-ekonomi ilişkisi sorgulanmaya değerdir. Öyle ki paranın boyun eğdiremeyeceği hiçbir güç yok gibidir. Tüm yaşam biraz daha fazla para kazanmak için gibi bir hal almıştır. Oysaki ekonominin geliştiği ve toplumsal yaşamı örgütlediği dönemlerde para yoktu, çok sonraları gelişti. Böyle bir düzen içerisinde de toplum armağan ve değişim üzerinden ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Para belki de değiş-tokuş sürecinin daha kolay gerçekleşmesi için ortaya çıkarılan bir olguydu. Her halde parayı ilk bulanlar, paranın tanrılaşacağını, her türlü ahlaksızlığın kaynağı haline getirileceğini düşünmemişlerdi. Paranın icadıyla birlikte üretim alanın da özünde spekülasyonlara açık hale geldiği söylenebilir. Kapitalist sistemle birlikte ekonomi denilince akla para gelir oldu. Oysaki paranın ekonomiyle ilişkisi sınırlıdır. Ortaya çıkaracağı değerlere karşılık vermesi mümkün görünmemektedir. İşte kapitalizmin kendisini ekonominin üzerinde hakim kılması yine bu çirkin araçla mümkün olmuştur.
Günümüzde de ekonominin gerçek sahibi olan, evi çekip çeviren, yaşamın devamını sağlayan, üretime aktif biçimde katılım sağlayarak geçim gücünü ortaya koyan kadındır. Bu atasözlerinde de yerini bulmaktadır. Yuvayı yapan yani aileyi kuran, geliştiren, dişi kuştur ifadesi böylesi bir gerçeklikten gücünü alsa gerek. Buna rağmen sanki hiçbir etkinliği yokmuş gibi yaklaşılan, kadının yaptığı en zahmetli ev işlerini işten saymayan, ekonomideki esas rolünü görmeyen, değersizleştirerek ekonomi dışı bir yere yerleştiren anlayış böylesi bir istismar zihniyetinden kaynağını almaktadır, gerçeklikle her hangi bir bağı yoktur.
Bu konuyla bağlantılı olarak değerlendirilecek birçok başlık vardır. Emek-değer teorisi bunlardan biridir. Ancak ekonomi ve ekonominin temelleri hakkında ilk elden söyleyebileceklerimiz bunlardır. Yaşamı üreten güçlerin kendi üretimlerine anlam dolu yaklaşmaları ve her türden iktidar, sömürü ve çıkar düzenine kapalı bir ekonomik sisteme ulaşmaları umuduyla…

Hiç yorum yok: