18 Mayıs 2010 Salı

DEVRİMCİ GENÇLİK VE MİRASI

Yaşamın, insanların yüreklerine doludizgin aktığı bir an vardır ki o da canlılığını yani gençliğini yaşadığı andır. Genç yürekler ve bedenler karakterleri gereği katılığa ve soğuk kararlara terstirler.
Yaşamın, insanların yüreklerine doludizgin aktığı bir an vardır ki o da canlılığını yani gençliğini yaşadığı andır. Genç yürekler ve bedenler karakterleri gereği katılığa ve soğuk kararlara terstirler. Yaşamın yeniliğinde akan günlerimize göre bir can katmak isterler yaşama ki onlar gençtirler. Yaşamın gençliği yaşadığı gerçekle yoğrulduğu zaman hiçbir engel tanımadan özgür yaşam felsefesine doğru dur durak bilmeyen bir akışa dönüşür. Her an yaşamın canlılığında, akışında bir yeniliğe kapı aralamaktır genç yaşam. Bu sözlerin hiçbiri ezberlenmiş kitaplardan aktarılmıyor. Bu sözler kısır masa döngüsüne oturmuş sistemlerin halklara dayattığı zamanlardan günümüze canlı bir tarihle akan sözlerdir.
 1968 gençliğinin geliştirdiği devrimci dalga kapitalist sisteme ve onun geliştirmek istediği gerici düşünceye karşı bir başkaldırıdır. Susturulmak istenen ve gittikçe daraltılan halkların haklarına karşı saldırılar sınır tanımıyor inkâra dayanıyordu. Ordular artık NATO güçleriyle anlaşmalara gidiyor ve halkın sesi devrimciler bastırılıyordu. Devrimci gençlik ruhunun Che Guevera gibi bir ateşlemeyle sistemlere karşı durması gerektiriyordu.
68 gençlik kuşağı karanlık sokakların sessizliğini parçalayan isyan bayrağı olarak gelir günümüze. İnsanın yüreği emekle birleşti mi özgürlük felsefesi bir nidaya dönüşür karanlıklara inat. Halkların yüreği sıkıştı mı karanlıklar dar çarkların çıkarcı hesaplarıyla sarıldı mı nefeslerine özgürlük çığlığı bir yumruğa dönüşür emperyalizme karşı. İşte 68'lerin Deniz, Mahir ve İbrahim Kaypakkaya ile bize bıraktığı miras bunun her zaman bizde var olduğu ve bu yaşamın canlılığında akış bulan genç ruhun, genç felsefenin sınır tanımadığıdır. 68 Gençlik kuşağı demokrasinin bir daha sönmeyeceği meşalelere dönüşmesidir. Bunun öncüleri gençti yaşamları sözleri halkın yüreği ve emeği karşısında gençti ve demokratik eylemler için sınır tanımıyorlardı. Kaygı ve çıkar hesaplarına takılmadan yüreklerini, yüreklerini olduğu gibi canlarını meydanlara sürmekten çekinmediler. Demokrasi halkların haklı sesi sadece bir insanın sesi ya da talebi değildi. Halkların özgürlüğe ve demokrasiye susamış yüreklerinin çığlığıydı onlarda can bulan. Bu akışların karşısında küçük kafesler hazırlamak ve bedenleri için soğuk rüzgarlarda darağaçları kurmak emperyalizme halkların sırtından yatırım yapanlardı. Bu sınırlı mekanlarda yanan demokrasi ve kardeşlik meşalelerine kafes hazırlamak ve onları avuçlarına almak, döndüğünü sanan ama aslında halkaları kısır bir döngüye çekinmeden süren çıkar hesaplıların işiydi.
Bunların karşısında isyan bayrağını meydanlarda olduğu kadar dağlarda da yükseltmeyi hedefleyenler gençlerdi. Yaşamın aslında dondurulduğunu bu çıkarların her geçen gün yaşamı ve kendilerini yeniden öldürdüklerini bildiler. Bu bilincin gücüyle bütün yüreklerde ve emeğin alın terinde dökülen hasretli istemlerde demokrasinin sonsuz çığlığı vardı ki orduları titretiyordu.
Biz 68'lilerin yaşamına baktığımızda halkaları için çarpan yüreklerin çırpınışlarını göreceğiz. Yine sayılacak sayıları olmalarına rağmen emeğin genç ruhla yoğruluşunun demokrasi çığlığını nasıl bir volkana dönüştürdüğünü göreceğiz. Yaşamın canlı yüreğinde atmak bunu özgürlük felsefesiyle bütünleştirmek yaşamın her anında yeni adımlar atmaktır. Biz önce demokrasiye giden yoların kapılarını açmak için 68'de savaşanların yani yüreğini meydana koyanların yaşamlarına bir bakalım. Örneğin Deniz Gezmiş; 1965'ten sonra Türkiye'de gelişen gençlik hareketinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'nun kurucu ve yöneticilerindendir. Deniz Gezmiş, 24 Şubat 1947'de Ankara'nın Ayaş ilçesinde doğdu. Öğretmen bir ailenin çocuğu olması sebebiyle ilk ve ortaöğrenimini çeşitli kentlerde, liseyi İstanbul'da okudu. 1966'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine giren Gezmiş, henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanışır ve kendini dönemin eylemleri içinde bulur. Çünkü hakların hak arayan yüreği onu dur durak bilmeyen eylemlere sürükler. Halkların yüzünde demokrasi özlemlerini okur her anda. Bu halkın yüreğinden ve emeğinden kopup gelen hasretli özlemler genç ruhla bütünleştiğinde yaşamın canlı felsefesine dönüşür ve dur durak bilmez.
Hüseyin İnan İdeolojik anlamda devrimci mücadeleye soyunurken Yusuf Aslan örgütlülüğe çoktan başlamıştır. Çünkü hepsinin istemleri emperyalizmle birlikte batının kapitalist kapılarını açan sisteme karşıydılar. Var olan sistem halkları inkâr ve imha sistemine sürüklerken, onlar devrimci ruhun demokrasiye giden yollarını ördüler.
Yaşamın beyaz atına binmek ışığı tereddütsüz bir özgürlük ve demokrasi çağrısına dönüştürmek kolay değildi. Sistemin birer cüzamlısı gibi sistem tarafından aranıyorlardı her yerde. Her gün yeniden düşüş ve kalkışlara meydan okumak ne pahasına olursa olsun halkların barış ve özgürlük isteyen yüreklerini duyumsamaktı. Onlar halkların kardeşliğe olan özlemin kor ateşlerle uzak düşlere dönüştüğünü gördüler. Genç yürek ve beyin için eylemin yeni felsefesini görüp karar alma yeriydi. Onlar bunu halkların seslerinin susturulduğu yerde daha çok duyumsadılar. Çünkü onlar halklarının kardeşliğe ve barışa olan hasretlerinin meşaleleriydi. O nedenle durmadan bir şeyler aramak ve sürekli bir şeyler yapmak gerekiyordu. Bu özlemleri sözlere dökmek biriken hasretleri özgürlüğe yol alan bir demokrasi çığlığına kavuşturmak gerekiyordu. Devam etti düşüş ve kalkışlar her yeni gün farklı bir nedenden dolayı yeniden tutukladılar ve serbest bırakıldılar. Tüm engellemelere ve tutuklamalara rağmen demokrasiye yol alan özgürlüğün demokratik sesi yankılanmaktaydı tüm meydanlarda. Devrimci ruhun ayaklandığı bu dönem her an sistemin ve NATO'nun gözünü kamaştıran hatta bazen körleştiren bir ışığa dönüşüyordu.
 Duvarları bu eylemler ve arayışlar karşısında sarsılan sistem her yerden ağlarını örüyor onları tuzağa çekip tutuklamak başını kaldırmış halkın iradesini onların şahsında sınırlamak istiyorlardı. Onların gittikçe çoğalan demokrasi istemlerinin ardında yatan halkların büyük yüreğini gördüler. Sistem flaşla demokrasi özlemlerini sözlere dökenleri arıyordu. Bu gencecik bedenlerde iradeye kavuşmuş halkların sesi bastırılacaktı. Burada iradeye güce kavuşan iki ya da üç genç değildi. Gözlerindeki perdeleri demokrasi ve kardeşlik ateşleriyle yakan ve aydınlığa bakmaya hazırlanan bir halkın iradesine saldırıydı.
        Onları tutuklamak için her gün yeni kanunlar çıkartılıyordu. Demokrasi özgürlüğe doğru yol alan bir sele dönüşüyordu. Bunların önü alınmasa gölgeler tarihin karanlık sayfalarında istediklerini yapamayacaklar ve halkların sırtından yaşamlarını öyle rahat devam ettiremeyeceklerdi. Bir fısıltı halinde öğrencilerin yüreğinde yanan demokrasi sözcükleri artık eylem yeriydi. Bu gerçeklik orduları, sistemleri korkutuyor ve daha çok silah kuşanmalarına neden oluyordu. Tabi sistemler silah kuşandıkça onlara kurşun sıktıkça yada darağaçları kurdukça, karanlık sokakları parçalayan sesleri keseceğini halkın yüreğindeki özlemleri susturacağını sandı. Ama halkların kardeşliği için yanan meşaleler artık meydanlara taşıyor genç ruhun özgürlüğe giden felsefesine dönüşüyordu. Yüreklerinde yanan özgürlük ateşi karşısında demir parmaklıklar hiçbir korku salmıyordu yüreklerine. Onlar sadece kendi bireysel yüreklerinden değil isyana hazır tüm halkların sesiydiler artık.
O nedenle onlara kurulan darağaçlarında bile son sözleri demokrasinin haklı savaşının gürleşmesine bir miras ve başlangıç oldu. «— Yaşasın, Türk Halkının bağımsızlığı!. Yaşasın, Marksizmin ve Leninizmin Yüce İdeolojisi!. Yaşasın, Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun emperyalizm!..» Deniz Gezmiş bu sözleri haykırıyordu ve yan yana yol alan arkadaşları da aynı özlem suyundan içtikleri için aynı istemleri haykırdılar.  Yusuf Arslan: «Ben, halkımızın bağımsızlığı için bir defa ve şerefle ölüyorum. Fakat bizi asan sizler, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz!. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın Devrimciler! Kahrolsun Faşizm!...» Hüseyin İnan: «— Ben, hiçbir şahsi çıkar gözetmeden, halkın mutluluğu için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım, bundan sonra da bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum... Yaşasın işçiler ve köylüler! Kahrolsun Faşizm!.» sözlerini hiçbir kaygı tanımadan son nefesleri soğuk rüzgarlarla birleşene dek haykırdılar. Soğuk rüzgarlarda birleşen nefeslerden korkan egemenler bu korkunun sarsıntısıyla halka seslendiler; ne zaman kendi iradenize öz benliğinize kavuşmaya kalkarsanız sonunuz bu olacak, dediler.
Böyle canlı bir tarihin karşısında hangi ezbere sözler işler beyinlerimize. Ancak karanlıklarda çalışan karar vericiler bu yüreklerden yükselen hiçbir sözü duymuyordu. Göstermelik bir mahkemenin sonunda idam kararları uygulanmıştı. O dönemin kör beyinleri gençlerin genç bedenleri ve haklı istemlerine sağırdılar. Nasıl ki bu gün yaşlı, çocuk, genç demeden demokrasiye koşanlar kurşunlanıyorsa. O dönem darağaçları hazırlandı devrimci gençlere. O günden bu yana sokaklar Denizlerin türküleriyle yankılanır.
Sistemler gençlerin haklı eylemleri karşısında "dönemin gereklilikleri" yada taşkınlıkları diye sağır kalmak zorunda olduklarını bu gün söyleyebiliyorlar. Aradan epey zaman geçti hala sistem halka halkların genç yüreklerine göstermelik bir demokrasiden öteye gidemiyor. Ama artık şu da bilinmelidir. Gençler bu tarihi gerçekliğin acı izdüşümleriyle bilendiler. Kendi bedenlerinde tutsak edilmek istenenin aslında halklarının iradesi olduğunun bilincindeler. Elbette tüm zifiri karanlıkları parçalayan çığlıklar daha gür yükselecek.
Bugün meydanlarda demokrasiye sıkılan kurşunların kendi bedenlerinden geçtiklerini çok iyi biliyorlar. Sürüldükleri savaş meydanlarından canlı döndükleri için cezaya çarptırıldıklarını, kardeşlerini yaşlarından daha fazla kurşunla öldürüldüklerini kendi adları kadar iyi biliyorlar. 68'lerin bıraktığı miras bugün yaşama en güzel yüzünü göstermeye hazırlanıyor. Kürt-Türk kardeşliği adı altında geçilen köprülerden sonra meydanların ortasında Mustafa Dağ, Mahsum Karaoğlan'a sıkılan kurşunların aslında demokrasi istemlerine sıkıldığının çok iyi bilincindeler. Size Kürtçe televizyon veriyoruz deyip ardından meydanlarda kurşuna dizilmek gençlerin kollarını bacaklarını kırmak, analara saldırmak demokrasinin adı olamaz.
Devrimci gençlerin eylem yerlerinin sınırı olmayacak, bu pervasız saldırılar karşısında. Savaşacaklar hem de niçin savaştıklarını bilerek. Sokaklarda Denizler, zindanlarda Ali'ler ve dağ başlarında gerillaların özgürlük meşaleleri gürleşecektir. Tarih devrimci gençliğin mirasıyla canlı bir hazinedir karşımızda. Devrimci gençler gerektiğinde meydanlarda ve gerektiğinde dağlarda olmasını bilirler.

Gulan Botan

Hiç yorum yok: