11 Mayıs 2010 Salı

DENIZLERI DOĞRU ANLATMAK-4

6 Mayıs'ta ölümsüzleşenlere mektup

Deniz'lerin mücadele arkadaşı ve o dönemin canlı tanıklarından Teslim Töre'yle de bir söyleşi yapmayı planlamıştık. Bize Deniz'leri anlatacağını, sorulamıza yanıt olacağını düşüyorduk. Ancak Teslim Töre, bize daha anlamlı bir paylaşımda bulundu. Teslim Töre, bize Deniz'lere daha önce mektup yazmadığını bu sene ilkez bir mektup kaleme aldığını söyledi. Mektubu okuyunca, soracağımız soruların tümünü, mektup satırlarına ilişen duygularda bulmuştuk. Yazı dizimizin finalini de Teslim Töre'nin Deniz'lere yazdığı mektubuyla yapıyoruz.

Bu size ilk mektubum. Nasıl yazacağımı bilmiyorum. Şimdiye kadar anmalarınızda hep, bildiriler, makaleler yazdım. Aslında mektup yazmak içimden çok geçti, neden yazmadığım konusunda bir fikrim yok, belki de aşırı duygusal olur diye yazmadım. Ama artık sadece düşüncelerimi değil duygularımı da ifade etmek istiyorum. Aslında, silahlı mücadeleye ilk başladığımızda sizden sonraya kalıp size mektup yazacağımı hiç düşünmüyordum. Zaten dağa ilk çıktığımızda, (bölgeyi bilen ben olduğum için) mermi azalınca mermi bulmaya, ekmek, yemek bitince ekmek, yemek almaya, katır lazım olunca katır almaya vb. gidip gelirken Sinan, 'Teslim galiba ilk gidenlerden biri sen olursun' diyerek ilk öleceğin ya da ilk ölenlerden birinin ben olacağımı belirtiyordu. (Tabi ki bazı yerlere yalnız gitsem de genellikle yanımda bir kaç yoldaşla birlikte giderdim.)

BAKTIM SAÇIM BEMBEYAZ

Sinan'ın sandığının tersine ben en geriye kalan ya da kalanlardan birisi oldum. İnanılmaz acılar çektim. Sinanlar Nurhak'ta ölümsüzleştikten bir süre sonra o bölge asker doldu. Kaçan cip şoförü beni deşifre etti. Yakalanan günlükte benim için yazan 'mucize' sözcüğü jandarma komutanının kafatasını attırmış, 'yakalayıp o mucizenin anasınıÖ' diyerek köyleri basıyor. O nedenle bir süre köylere inemedim. Ortalık biraz sakinleyince bir gece Kilise köyünde babamın teyzesinin oğlunun evine gittim. Ağlayarak 'sen Teslim değilsin' dedi. Tutup beni aynanın karşısına götürdü. Baktım saçım sakalım bembeyaz olmuş. Çok korktum, sonra öğrendim, büyük bir acı ve korku yaşayanların saçı sakalı ağarıyormuş. Onlarca yıl acılarla korkularla illegal yaşadım, cezaevinde kaldım. Ama, o gün bu gün ölümsüzleşmiş olan yoldaşların ölüm günlerinde, konuşuyorum, yazıyorum, acılarımı yeniliyorum, geçmişi bir film şeridi gibi gözümün önüne getiriyorum...

ÇOK ÖZLEDİM SİZİ...

Çok özledim sizleri. Deniz'le şakalaşmayı, boğuşmayı, Hüseyin'in tunç bir abide gibi hiç kıpırdamadan oturmasını, elindeki çakmağı evire çevire dizine vurmasını, Yusuf'un sedirin üzerinde uyumasını, Hüseyin'in Yusuf'u göstererek, 'siz gittikten beri işte böyle uyuyor' demesini hiç unutamadım. Nasıl seviyorduk bir birimizi, 'sanki doğduk bir anadan' gibi. O sevgi harmanı içinden siz gittiniz ben kaldım. İlk dönemlerde sizin kurtulmanızı sağlamak için bütün yoldaşlarla uğraştık. Hasan Ataol, Ergun Adaklı, Ahmet Niyazi Yıldızhan; Karşılığından sizin serbest bırakılmanız için Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Ekeni kaçırma eylemi yaptılar. Niyazi eylem yerinde ölümsüzleşti, Hasan Ataol yaralandı dolaysıyla eylem başarılı olamadı. Sonra Ergun'la Hasan'ı Suriye'ye götürdük. Sefer Şimşek'in yönetimindeki bir ekip, Bulgaristan'a uçak kaçırdı. Karşılığında bırakılmanızı istediler. Eylem başarılıydı ama Bulgaristan yönetimi hile ile Sefer Şimşek ve ekibini etkisizleştirip, eylemin sonuçsuz kalmasına neden oldu.

ÖLÜMSÜZLEŞENLER

Yine sizin kurtuluşunuzu sağlamak için benim de başkasının da yapmadığını belki de yapamayacağını Mahir ve onunla birlikte Kızıldere'de ölümsüzleşen yoldaşlar yaptılar. Deniz'in Mahir'e 'o sadece konuşur 'dediğini Mahir'in bunları duyduğunu biliyordum. O nedenle, Ömer'den önerinin iyice netleştirmesini talep ettim. 'Çok net' dedi. Bizden yani THKO'dan Cihan Alptekin ile Ömer Ayna eyleme katılacaktı. Eylemi radyoda takip ediyorduk. Çok kısa bir süre sonra izlerini hemen buldular ve hepsini imha ettiler. İçlerinde sadece Ertuğrul Kürkçü sağ kurtuldu. Bu eylemden çok etkilendim, benim için bir dönüm noktası olmuştu. Bizim yani THKO'luların yaptıkları bana doğal bir görev gibi geliyordu. O nedenle eylemin başarılı, başarısız, eksik, gedik yanlarını düşünüp tartışıyorduk, ama Kızıldere eylemi ideolojik dünyamı çok etkiledi. Çünkü biz THKO'lular eylemleri örgütümüz ve liderlerimizi kurtarmak için yapıyorduk. Bu da zaten varlık nedenimizdi.

İNSANI DEĞERLERİN ZİRVESİ

Peki, Mahir ve yoldaşları bu eylemi neden yapmışlardı? Sadece ve sadece insani nedenlerle... Üstelik ikisi de silahlı mücadeleyi savunan, (THKO ve THKP/C) rakip örgütün liderlerini faşizmin ölüm cezasından kurtarmak için. Bildiğiniz gibi, Mahir bir örgütün (THKP/C) lideriydi. Yanında eyleme katılan yoldaşları örgütün yönetici kadrolarıydı. Bu sadece kişilerin değil bir örgütünde imhası anlamına geliyordu. Ama Mahir ve yoldaşları insani değerler bütününün zirvesine çıkmışlardı. Bu tümüyle insani boyutlu, insan değerli, insan gibi insan Mahir ve yoldaşlarının etiksel eylemine karşı: emperyalizm ve Gladyo, özel harpçı, Ergenekoncu uşakları, insan düşmanı, ahlak dışı, faşist mayalarını ortaya koydular. Bir köy evine sıkışmış, kaçma, kurtulma şansı asla kalmamış, bir bayıltıcı gaz bombası atarak bile yakalanabilecek olan o insan güzellerinin tümünü imha ettiler.

6 MAYIS'TA SİZE KIYDILAR

Bütün bu eylemler emperyalizmi ve iş birlikçilerini cinayet işleme niyetinden vazgeçirmeye yetmemişti. 6 Mayıs'ta, ölüm işkencesi yaparak, size kıydılar. Benim gibi birçok insanın içinde fırtınalar koptu. Dünyamız karardı, kendimizi yalnız hissettik, ama Mahir'in başını çekmiş olduğu, tümüyle insani nedenlerle yapılmış, tümüyle insani değer taşıyan Kızıldere eylemi beni, Türkiye soluna insani bir boyut kazandıracağı, her şeye daha insani amaçlarla yaklaşmamıza ivme kazandıracağı konusunda çok umutlandırmıştı. Hiçbir şey beklediğim gibi olmadı. Tam tersi oldu. Biz emperyalizme ve iş birilikçilerine, baş kaldırmış, hayır demiş, silahımıza sarılmıştık. Siz ölümsüzleştikten sonra, emperyalizm ve işbirlikçilerinden çok bir birimizi vurduk. Çok sayıda devrimci kanı döküldü. Onlarca parçaya ayrıldık ve birbirimize girdik. Bir biri ile kapışın her fraksiyon bir diğerini karşı devrimci ilan etti. O nedenle de at izi ile it izi bir birine karıştı. Mahir'in kadroları ile birlikte, canlarıyla göstermiş oldukları insanı özne yapma, bu temelde birleşme öğretisi, hiç birimiz tarafından özümsenmedi. Yaratılmış olan ve 20. yy'ın devrim tarihinin en insancıl, en hümanist, en etik değer taşıyan Kızıldere eylemi gerçek değerinde algılanıp, içselleştirilip, mücadelenin geleceği bu fenomen üzerine oturtulamadı.

Kan, can pahasına yaratılmış olan o yüce değer, yaşanan harcı merç içerisinde kaybolup gitti. Bir eylem kılavuzu, yöntem modeli, yeni bir sürecin miladı, uğruna mücadele etmiş olduğumuz sosyalizmin gerçek insancıl yüzü olarak değil, bir anma günü olarak değerlendirip, her yıl anarak geçip gittik. Anlayacağınız, kanınızla, canınızla üretmiş olduğunuz o devasa değerleri, toplumsal ilerlemenin bir lokomotifi, bir kutup yıldızı, bir pusulası haline getiremedik. Üretmiş olduğunuz o yüce değerleri, ancak kendimizi tatmin eden, bir fraksiyon liderliği vasfı kazandıran, birer fraksiyon yaratma malzemesi olarak kullandık. Öyle çok fraksiyon öyle çok lider yarattık ki, örgütte, liderlikte bütün değerini kaybetti.

GEÇMİŞ TANIMIYORLAR

Sizden sonra 12 Eylül 1980'de bir faşist cunta daha yaptılar. Bu cunta eliyle, emperyalizm solu bitirme noktasına getirdi, toplumun dokusunu değiştirdi. Ondan sonra her şey daha da komikleşti. Bazıları sol adına, yayınlarının logosuna Deniz'in resmini koyarak, Deniz'in idam sehpasının altında, 'Yaşasın Kürt ve Türk halkının kardeşliği' şiarına rağmen Kürt düşmanlığı yapıp, 'Kürt bakkalından alış veriş yapmayın' diyerek, Deniz adına ırkçı, faşist söylem ve politikalar geliştirdiler. 12 Eylül'ün yetiştirmiş olduğu bazı, kendine 'Solcu, Marksist, sosyalist' deyip, en ufak bir devrimci değer bile üretmeden, sadece laf ebeliği yaparak sizi,'milliyetçi, küçük burjuva, Kemalist, şoven' olarak nitelediler. Devrimcilik adına öyle sefiller türedi ki ne değer, ne geçmiş, ne tarih tanıyorlar. Bütün bunlar büyük bir talihsizlik oldu. M. Ali Aybar, Behice Boran, gibi kadrolarla, sol sosyalist politikaya başladık, sizinle devam ettik, gele gele dokusu bozulmuş, hormonlu, özel ve tüzel kişiliğini, ileriye yönelik perspektifini oluşturamamış, bir kısmı sizin katilleriniz Ergenekoncuları destekleyen, bir kısmı sol, sosyalist tarihini kanıyla yazmış olan sizlere eleştiri adına küfreden, tarihi kendisiyle başlatan, kimisi de İslam dinini bile emperyalizme pazarlamış, gelmiş geçmiş en simsar, satılık işbirlikçi olan AKP'yi destekleyen insan tipleri ile yan yana geldik.

KIZILDERE'Yİ TARTIŞMAK

Neyse ki, benim bu son belirtmiş olduğum üç tarakların hiç birisinde bezim olmadı. Ama fraksiyonculuk kervanına ben de katıldım. Belli bir süre sonra fraksiyonculuktan uzaklaştım fakat çorbada benim de tuzum olmuş oldu. Şimdi en geniş güçlerin birliği için çalışıyorum ama henüz bir şey yapılabilmiş değil. Buna rağmen devam ediyorum. Sizler neler yaptınız oralarda. Duyduğum kadarıyla Mahir, Kızıldere etiğini tanrıyla tartışmış. Ona 'insanların ruhunu almak için Azrail isminde bir melek yaratmışsın, neden zalimin öldürmek istediği mazlumları kurtarmak için de bir melek yaratmamışsın' diye sıkıştırıyormuş. Çok sıkışmış olmalı ki, Mahir'e, 'Sınır tanımayan insan hakları savunucularını, sınır tanımayan doktorları, sınır tanımayan hukukçuları, idam karşıtı sınır tanımayanları kim yarattı?' diye kaçamak yanıtlar veriyormuş.

O DA BOĞULDU

Deniz, sen idam yargılamaları sırasında, üzülen arkadaşları teskin etmek için 'üzülmeyin Yusuf'un babası cami yaptırma derneği başkanı o bize öbür dünyada yerimizi hazırlar' diyormuşsun. Peki oldu mu öyle bir şey, yerinizi hazırlamış mıydı? Ha unutmadan, size hukuk dışı bir şekilde, emir komuta zinciri içinde ölüm cezası veren, bu ceza gereği sizi, asarak ölümsüzleştirirken, büyük sadist, faşist bir hazla, ölümsüzleşmenizi seyreden, onun o faşist hazına karşı Yusuf'un 'ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz' dediği Ali Elverdi: şerefsizce yaşadı ama gerçekten de onursuzca boğuldu. Siz de dahil, o kadar çok insanın hakkını, hukukunu yedi ki yediği boğazında kaldı ve boğularak öldü. Bu mektubumu ihbar kabul edip, Ali Elverdi'yi karşılayarak, yargılayıp, onun adaletsizliğini, ahlaksızlığını, etik düşmanlığını, hukuksuzluğunu teşhir ve mahkum etmeyi düşünürseniz, Mahir'e de haber vermeyi unutmayın. Bence mahkeme başkanlığını Mahir'e verirseniz daha adil bir davranış olur.

UNUTULMAYACAKSINIZ

Hüseyin'in idam sehpasının altında, 'bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım bundan sonra bu bayrağı halka emanet ediyorum' dediği mücadele sembolü hala halka mal olamadı. Ya da yapamadık. Ben yanınıza eli boş gelmek istemiyorum. Hiç olmazsa, Hüseyin'in halka emanet etmek istediği bayrağın halkın eline geçmesi için çalışacağım. Bu amaçla, yanınıza gelmeden önce, Kürtlerin, Alevilerin solu ile, Türkiye sosyalistlerinin, sol sosyal demokratların birliğinin sağlanması, bir platform ya da koalisyon, altında organize olması için elimden geleni yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim. Henüz somut bir şey yoktur fakat, bu konuda umutlu olduğumu belirtmek isterim. Sizleri çok özledim. Sizi hiç unutmamak, sürekli anmak için, isimlerinizi oluşturan bazı harfleri yan yana getirerek, Sidenur Yuçe diye bir isim üretip, kızıma taktım. Buna rağmen, yanınıza gelmek için hiç acele etmeyeceğim. Bırakmış olduğunuz değerleri gücüm oranında, insan toplumuna mal etmek için burada kalabildiğim kadar kalmaya çalışacağım. Hiç ama hiç unutulmayacaksınız. BİTTİ

Hazırlayan: Hacer PERSİDAT-Erdal ÖLMEZ

Resimler TÜSTAV arşivi ile ANF arşivinden alınmıştır.

Hiç yorum yok: