10 Mayıs 2010 Pazartesi

AKP’nin Meşrebinde Kurnazlık Var

Türkiye’nin fay hatları yeniden kırıldı. Nedeni yine çözümsüz bırakılan Kürt meselesi. Ankara yönetimi yıllardır her yalanı bir başka yalana götüren yalanlarla toplumu oyalamaya çalışıyor. Zaten tüm yaşananlar birer mizansenden ibaret. Her şey zaten bu amaca hizmet etmek için kurgulanıyor. Anayasa tartışmaları, AKP paketinin oylanması, kalkıp inen öfkeli eller, kışlasından çıkan asker, cepheye sürülen tanklar, hava üslerinden kalkan savaş uçakları, bombalar, patlayan silahlar, tabutlara sarılıp ağlayan anneler, yazılan kanlı senaryolar, sönmeyen karargah ışıkları… Türkiye’yi büyük ve kanlı bir savaş beklediğinin işaretlerini veriyor. Anneler ağlıyor ama Ankara bu sesi duymak istemiyor. Hükümet ve ordu özgürlük isteyen Kürtlerin üstüne bomba yağdırdıkça, bundan sonra yaşanabilecekleri tasavvur etmek zor da değil. Tüm bunlara bakıldığında “Türkiye nereye gidiyor” sorusu akla geliyor. Tüm bu kaygı ve endişeleri Prof. Dr. Kadir Cangızbay’la konuşacağız.

Ülkenin pek çok sorunu var ama sorunların anası Kürt sorunu. Kürtler neden sorun? 

Kavim adından millet adı çıkartılırsa Kürt de sorun olur, Çerkes veya Tatar da. Sonuçta ‘Türk’ bir kavmin adı; ulus ise kavmiyet ötesi bir kavram. Örneğin Fransız ulusu diyoruz, ama Fransa’da Fransız diye bir kavim yok: Fransız, kelimesi kelimesine Fransalı demek, dolayısıyla insanların Basklığını, Brötonluğunu, Normanlığını, yani kavmiyetlerini dışlamıyor, yok saymıyor. Aslında İtalya’da da İtalyan diye bir kavim yok; İtalyan, İtalyalı demek; İspanyol da İspanyalı. İtalya’nın Kuzey illerinin bazılarında kamuda görev alabilmek için Almanca bilme zorunluluğu var. Fransa’ya sınır bölgesinde de Fransızca zorunlu eğitim dili İtalyancayla birlikte. Kısacası sorun Kürtlere ilişkin bir husustan kaynaklanıyor değil. Sen tut, hem Kırgızı, Kazağı, Azeriyi Türk say soy ve/veya dil temelinde, hem de sonra Kürde dönüp ‘sen de Türksün’ de. Bu sefer de sözde bir ulusal birlik/bütünlük/kardeşlik adına bunu yapıyorlar. Şöyle de söyleyebilirim: Sorun, Irak’ta Kürtlerin Saddam zulmünden kurtulmalarına Azerbaycan’ın bağımsızlığına sevindikleri kadar sevinemeyen, tam tersine karalar bağlayan -kendi tabirleriyle- ‘bölücü iç düşman’lardan kaynaklanıyor. Ayrıca şunu da unutmamak lazım: Bugünkü sınırları itibarıyla Türkiye Boşnak, Tatar, Gürcü veya Çerkes için kendisine sığınılan ülke iken, Kürtlerin kadim anavatanı.

Devlet ya da yönetenler sorunu halen ‘güvenlik’ ve ‘terör’ sorunu olarak görüyor. Bu politikanın kaynağında yatan gerçek ne? 

Bir yandan askeri bürokrasi kendisini her daim önemli kılacak bir düşman bulmak zorunda ve gücü dışa yetemeyeceği için bu da ister istemez bir iç düşman olacak. Ancak esas belirleyici Türkiye’nin uluslarüstü sermayeyle bütünleşmiş korsan kapitalistleri: Terörle mücadele adına bir taşla sonsuz sayıda kuş vurdular, vuruyorlar: Boşaltılan, yakılan köyler, mera yasakları; yani milyonlarca insanın üretim araçlarından kopartılması, zorla proleterleştirilip emek piyasasına devasa bir işsizler ordusu olarak sürülmesi var bir yanda. Diğer tarafta bu işsizler ordusu insanları hem en kötü koşullarda, kayıt dışı, sigortasız, sendikasız çalışmaya razı edecek bir tehdit olarak kullanılıyorlar. Diğer yandan da emekçilerin öfkesinin kendilerini sömüren patron ve taşeronlar yerine sonradan gelip de işlerini ellerinden alabileceğini, ücret piyasasını düşürdüğünü düşündükleri Kürtlere yönlendirilmesini amaçlıyorlar. Bu arada tarım, özellikle de hayvancılığımız tümüyle çökertilip ülke etten tohuma yabancı tekellerin pazarı haline getirilirken ithalatçılara da rant kapılarının sonuna kadar açılması da cabası.

Hükümet bir yıl önce ‘Kürt Açılımı’ dedi, ardından isimler değiştirerek ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ dedi. Bu zik-zaklararı neye bağlıyorsunuz? 

Bunlar aslında zigzak bile çizmiyorlar; cami kapısında namaz takkesi diye satamadığını Yahudi mahallesinde kippa, olmadı Mahmutpaşa’da ikizlere başlık (sütyen) diye pazarlamaya kalkan işportacılara benziyorlar; bu arada hepimizi, ama özellikle de Kürtleri bir-iki elma şekeriyle kandırılacak kadar aptal, Amerikan usulü halkla ilişkiler teknikleriyle manipüle edilebilir sanıyorlar. Tabii bu konuda insanların yersiz-yurtsuz, aşsız-işsiz, sadakaya muhtaç hale getirilmişliğini kendileri için bir avantaj olarak görüyorlar. Bir de bence, başbakanın Ahmede Xane’li, Ahmet Kaya’lı konuşmalarını dinleyince gözleri yaşaran tatlı su Kürtlerinden de cesaret alıyorlar.

’Açılım’ dendi ama Kürt siyasetçiler, Belediye Başkanları ve Kürt çocukları tutuklandı. Ardından DTP kapatıldı. Hükümet neden böyle bir yol seçti?

Etnik veya mezhepsel temelde özel açılımlara gitmek, tam tamına Yeni Dünya Düzeni doğrultusunda bir ayak oyunudur. İnsanların doğuştan gelen özelliklerine özel bir önem verme görüntüsü altında peşinen birer azınlık konumuna razı edilmelerine, eşit vatandaşlar olarak temel haklarının, emekleri temelinde hak ettiklerinin peşine düşüp sistemin tümü üzerinde söz ve etki sahibi olmak yerine kendi yerelliklerine, inançlarına, folklorlarına gömülmelerini sağlamaya yönelik girişim var. Tabii çoğulculuk adı altında. Hükümet zerre kadar samimi olsa, değil yeni bir anayasa yapmak, en ufak bir anayasa değişikliği bile gerekmeksizin %10 barajını -indirir de değil sıfırlar: Bu baraj sadece antidemokratik olmayıp DEP geleneğinden gelen partilere Meclis yolunu kesmesi açısından anti-Kürt bir ırkçılık, dolayısıyla bölücülükle de maluldür. Hele milli birlik gerçekten amaçlanıyorsa ‘milli bakiye’ sistemi de geri getirilip Türkiye Milletvekilliği ihdas edilmelidir. Ancak Filistin’de çocukları öldürüyorsunuz diye Şimon Peres’e babalanan kişi çok değil bir kaç ay öncesinde güvenlik güçlerimiz kadın çocuk ayırımı yapmayacaktır diyen, kişidir. Bunu demesinin hemen ardından Diyarbakır ve Batman’da biri daha 3 yaşında 10’a yakın çocuğun öldürüldüğü, 2006’da yaptırttığı yasa değişikliğiyle de ıslık çalan çocukların bile teröre destekten yıllarca hapse mahkum edilmesine yol açan kişi olduğu biliniyor.

Ülke de 30 yıldır sillahlar konuşuyor. Bir süredir susmuştu. PKK eylemsizlik kararı almıştı. Ama baharla birlikte askeri operasyonlar yeniden başladı ve kan aktı. Sillahta, tankta, topta ısrarın nedeni ne?

Dağda silahlı adam varsa her ordu operasyon yapar. Ordunun yapmasını engellemek gereken şey, siyaseti ancak silahla yapılabilir kılan koşulların değiştirilmesinin karşısına dikilmesidir. Başka bir ifadeyle, ordu silah bırakmaz, ama siyaseti bırakmalıdır. Ancak bunu kendiliğinden yapmayacağına göre de yapılacak şey, siyaset alanının, silah zoruyla içine sızılamayacak şekilde tümüyle ve de tıka basa halkla doldurulmasıdır. Ki bu da insanların siyasete katılımlarını zorlaştıran, pahalılaştıran, sınırlayan, engelleyen yasal ve de anayasal düzenlemelerin ortadan kaldırılmasını gerektirir.

Hükümetle ordu arasında bir sorun olduğunu düşünüyor musunuz? 

Ordu, son tahlilde -silahlı da olsa- basit bir görevliler grubu olup yönelimleri açısından sınıfsal bir homojenlik gösterecek diye bir şey yoktur. Örneğin, karını maksimize etmek görüş, inanç ve zevklerinden bağımsız olarak bütün kapitalistler için varoluşsal bir zorunluluk iken, bir bürokratı ikna etmek için makul bir rüşvet yeter.

Askerin ülke dengeleri içindeki konumu ve fonksiyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Asker siyaseti bırakmadıkça, PKK da silah bırakmaz. Mevcut PKK böyle bir şey yapsa dahi, yerine başka PKK’lar çıkar. 12 Eylül’ün getirdiği rejim, halka siyaseti yasaklayıp, siyaseti silahlıların tekeline vermiştir. Siyasetin ana hatlarını ve sınır çizgilerini belirleyen askerdir. Siyasî parti diye ortalıkta dolaşanların farklı bir siyasî proje üretmeleri, ülkenin bütünsel siyasî yapısı üzerinde bir değişiklik önermeleri bir yana, böyle bir şeyi tasarlamaları yasaktır; bu yasağa uymazlarsa kapatılırlar; işte bu yüzden de -kapatılmamış olanlarının- tüzükleri neredeyse birbirinin aynısıdır:

BDP İstanbul Milletvekili parlamentoda ‘bu ülkede savaş var’ dedi ve kıyamet koptu. 30 yıldır olan savaş mı, terör mü? 50 bin insan kaybı var. Ne düşünüyorsunuz? 

Terör, sadece ve sadece bir savaş/mücadele yöntemidir; ki bu yola en sık baş vuranlar da aslında devletlerdir ve de çoğu kez terörle mücadele adına. Dolayısıyla terörizm bir ideoloji ve kendi içinde bir amaç olmadığı gibi, nihai hedefi terör olan bir siyasal örgüt türü de ne vardır ne de olabilir.

Uluslar arası güçler bu işin neresinde? Amerika ve AB gibi devletler.. 

Bütün devletler, Batılıların bizleri de inandırmaya çalıştığı gibi ‘insan insanın kurdu’ olduğu için ve bu kurtluğu ılımlılaştırmak üzere değil tam tersine kurtluğu kurumsallaştırıp insanları kurtlaştırmak üzere var olduklarına göre tabii ki birbirlerini zayıflatmanın, zayıflıklarından istifade edip kullanmanın peşindedirler. Ama Kürtleri Fransa icad etmiş, varlıklarını inkar edip dillerini yasaklayanlar da Almanlar değildir. Kandildekiler de dağda kendiliğinden bitmiş veya oraya Amerikalılar tarafından Merih’ten getirilmiş değillerdir: Buradan, bizim aramızdan gitmiş bizden birileridir. İşte tam da bu yüzden, mesele ancak burada ve bizim aramızda çözülürse çözülür. Kendi vatandaşlarıyla olan meselelerini başka devletlerin (Heron’u, CIA’sı, Mossad’ı vb…) inayetiyle çözmeye kalkan bir devletin ise, yabancı güçler hakkında laf etmeye ancak gerdeğe girmek için komşularını yardıma çağırmış bir damat kadar hakkı olabilir.

Ülkenin geleceğini nasıl buluyorsunuz? 

Hiç iyi bulmuyorum.

Bu gerilim üzerinden linçler, milliyetçilik yeniden hortladı. Nedir bu devlet miliyetçiliği mi, Türk milliyetçiliği mi? 

Türkiye’de Türklük, zaten bir devlet kavmi olarak inşa edilmeye çalışılmış; o yüzden bu ikisi arasında pek bir fark yok. Ancak sizi şaşırtacak olsa da, şunu söyleyim ki, devlet milliyetçiliğini aşabilecek bir Türkiye milliyetçiliğinden en az uzak parti, en azından bugün için, yani Devlet Bahçeli çizgisindeyken, bence MHP.

Hükümet ‘vatandaş’ duyarlılığı diyor. 

Yukarıdaki cevabım, bu hususa da ışık tutabilir.

Hükümetin anayasa paketini nasıl buluyorsunuz? Bu paket geçse Türkiye’nin sorunları çözülecek mi?

Bu, her şeyden önce bir paket değil; içeriksel imtizaçtan yoksun: Tam bir kurnaz pazarlamacı işi; bakkala, en satılan maldan bir ikinci koliyi vermek için en satılmayanından da bir koli almasını şart koşuyor; ama zaten AKP büyüklerinin esas mesleği de meşrebi de bu.

Liberaller ve bazı sol kökenli aydınlar BDP’yi eleştiriyor. Neden pakete destek vermediniz diye. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Bu paket siyasetin önünü açmıyor, hukuku çoğunluk siyasetçilerinin gücüne tabi pazarlık bir meta haline getiriyor. Bu paket konusunda BDP’nin desteklemek bir yana AKP’lileri ciddiye alıp bazı öneriler götürmesi bile bence çok ayıp: Bunlar, o pek bir mücadele ettiklerini iddia ettikleri darbecilerin Meclis’teki uzantıları, sırf DTP’lilerin elini sıkmamalarıyla bile…

Hükümet ülkenin sahip olduğu sorunlar için ‘benim sorunum’ diyor ama çözmüyor. 

AKP’nin Yeni Dünya Düzeni’nin yerli ve yeteneksiz bir uzantısı olduğunu dikkate almadan soru sorup fikir üretmenin zihin ve zaman israfı olduğunu düşünüyorum. Ermeni sorununa ilişkin olarak ise şunu söylemek istiyorum. Burada da devletin kendi vatandaşları ile bir sorunu olmuş ve Osmanlı’nın fiili devamcısı olan Cumhuriyet’in yapacağı ise şu: Ermenistan da dahil başka hiçbir devleti muhatap alıp işin içine karıştırmaksızın kendilerine karşı haksızlık edilip suç işlenmiş Osmanlı Ermenilerinin varislerine yeniden vatandaşlık hakkı vermek ve zaman içinde onların kendi atavatanlarında şu ya da bu ölçüde yaşar ve söz edip sesini duyurur hale gelmelerine imkan veren yolları açmak.

Çatışmalar yeniden başladı. Can kayıpları arttı. 

Türkiye’de PKK, Kürt sorunu olmaktan ziyade AKP’nin iktidar sorunu olduğu düşünülüyor. İç pazara oynamak için bu adamlar her şeyi yapar. Askerde gerilla da öldürür. O yüzden Türkiye’de gençlerin ölüp ölmemesi ve Kandile gidip gitmemesi konularında insani kaygılar beslemiyorlar. Erdoğan analar ağlamasın diyor. Ama analar ağlıyor. Başbakanın iki oğlu askerlik yapmadı. Biri 21 gün yaptı. Sırtına Türk bayrağı astı. Diğeri yapmadı. Buna bakmak durumu özetliyor. Buda Erdoğan’ın samimi olup olmadığını özetliyor. AKP’nin 8 yılında binlerce insan öldü. Şimdi bakın. Bunlar iktidara geldiklerinde silahlar susmuştu. Öcalan’ı CİA, MOSSAD bunlara teslim etti. Bunlar zafer kazandıklarını sandılar. Üstelik bunlar hazır kondular. Gerdeğe başkasının yardımıyla girdiler. Öcalan’ı Amerika teslim etti. Zafer kazandık zannettiler. Çatışma yoktu. Ondan sonra bunlar böyle devam eder dedi. İnsani tedbir alınmadı. Çözüm için adım atılmadı. Tabi tarihi fısat kaçtı.

Bazı sol ve liberallerin durumu nedir?

Türkiye de sol var mı? Bir kısımı liboş oldu. Taraf gazetesi bunları pohpohluyor. Bir kısmı topalın peşinden gitti. Ufuk’un yediği haltlara bak durumu anlarsın.

Hocam bu linçler neyin nesi?

İktisadi, politik olarak bastırılmış, örgütleme imkanı kalmamış herifler en kolay ezilecek insanların üstüne gidiyor. Bu onlar için AKP Polisine saldırmaktan çok daha kolay.

Ülke meselelerinin yeterince konuşulduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye’de kafaları da, ruhları da karartan, insanları susmaya, kıvırtmaya zorlayan kapkara bir rejim var. Hiçbir şey açıkça konuşulamıyor, kediye kedi denilemiyor. Pek çok şeyden korkuluyor ama en önemlisi, neden korktuğunu söylemekten korkuluyor ve de değişmeyen de tam tamına işte bu. Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir ‘terörle mücadele’ adı altında söndürülmek istenirmiş gibi yapılan yangın işte böylesi bir terör ortamında başladı, büyüdü, palazlandı ve kök saldı. Gerçekten söndürülmek isteniyorsa, işe ‘30 bin kişinin katili Apo’ edebiyatından vazgeçip, faili meçhuller, kayıplar ve ruhu öldürülmüş itirafçılarla birlikte neredeyse ‘60 bin kişinin katili 12 Eylül darbecileri’ demekle başlamak gerekir.

Kadir Cangızbay kimdir? 

1947 yılında İstanbul’da doğdu. Sosyolog ve toplum bilimci. Saint Joseph Lisesi’ni bitirdi. Hacetepe Üniversitesi’nde Sosyoloji eğitimi aldı. 12 Eylül 1980 darbesini ve YÖK’ü protesto için uzun yıllar doçentlik ve profesörlük ünvanı almayı reddetti. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Kamu Yönetimi bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Cangızbay Türkiye’de Özyönetim ve Anarko-Komünizmini bilimsel bir kavram olarak ele alan ilk sosyalist ve sosyologtur. Cangızbay’a göre sosyalist devrim sonuçları itibariyle ne komünizmi ne de anarşizmi tam manası ile oluşturabilecek güçde değildir; sistem kendisinden önceki otoriteryan söylemi ideolojik olarak içinde barındıracağından kurulacak ara rejimler otoritenin devamı olacak ve saf devrimci bir süreçten geçmediği için kurulacak yeni rejime de otoriteryan ideolojileri sokacak ve sosyalist devrim devletci bir zihniyetin eğemenliği altına girecektir. Prof. Dr. Cangızbay’ın çalışma alanları arasında modernite ve postmodernite, Türk Ulusal kimliğinin inşası Türkiye’de korporatizm ve komprodor rejimin oluşumu da yer almaktadır. Cangızbay pek çok eserin de Türkiye Devletini ve rejimini eleştiri ve tartışmaya açmıştır. Kadir Cangızbay bir dönem Birgün gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Cangızbay’ın Doğu Batı, Birikim, Türkiye Günlüğü, Toplum ve Bilim gibi dergilerde çok sayıda makalesi yayımlanmıştır. Kadir Cangızbay hali hazırda Türkiye’de sosyoloji üzerine teori üreten ve anarşizm üzerine en çok eser veren düşün ve bilim insanıdır.

ERDAL ER
rojrost@hotmail.com

Hiç yorum yok: