19 Mayıs 2010 Çarşamba

AKP Rusya’ya CHP Amerika’ya Açılıyor


AKP, Avrupa Birliği yerine artık ‘Avrasya Seçeneği’ peşinde koşuyor. Hükümet, Türk ordusunun Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin önüne koyduğu bu seçeneği hayata geçirmek için son yıllarda yoğun çaba harcıyor.

Ergenekon hapiste ama AKP onun ‘Rusçu‘ fikirlerini uyguluyor. Bundan dolayıdır ki Amerika ile Rusya arasındaki ‘Türkiye rekabetinde’ ibre giderek Rusya’dan yana kayıyor.

AKP, gerçekleşeceğine inanmadığı Avrupa Birliği üyeliğini bir kenara bırakıp Avrasya’ya açıldığı içindir ki Türk- Rus ilişkileri herkesi şaşırtacak biçimde gelişiyor. İlişkiler artık ‘stratejik ittifakla‘ tanımlanıyor. İki ülke arasıdaki ticaret hacminin beş yıl içinde 100 milyar dolara çıkarılması hedefleniyor.

Enerji ihtiyacının üçte ikisini Rusya’dan sağlayan Türkiye, tek yanlı olarak bu ülkeye bağlanıyor. Günümüz dünyasında enerji demek güvenlik demek, ekonomi, siyaset her şey demek. Rusya enerji üzerinden Türkiye‘yi her açıdan kendisine bağımlı kılıyor.

Bu politikanın mimarı olan TC Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘stratejik derinlik‘ adını verdiği politikası da aslında Ergenekon davasından tutuklanan Doğu Perinçek’in, ‘Batı Asya Konfederasyonu‘ politikasıyla bire bir örtüşüyor.

Perinçek, “Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Azerbeycan’la kurumlaşmaya gitmek, Kıbrıs’la bütünleşmek, Rusya ve Ermenistan’la stratejik ilişkiler geliştirmek, bu ülkelerle gümrüklerini indirmek, vizeleri kaldırmak, ticareti geliştirmek zorundadır” diyor. AKP işte tam da bunu yapıyor.

Kaderin cilvesi; Amerika’nın binbir entrikayla iktidara getirdiği AKP, şimdi Türkiye’yi Rusya’nın himayesine sokmaya çalışıyor.

Öte yandan elbette Rus-Türk işbirliğinin ‘stratejik derinlik‘ kazanmasının nedenlerini bozulan Türkiye-Amerika ve Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerinde aramak gerekiyor.

Soğuk Savaş sürecinde Türkiye’yi ‘çöpçü ve bekçi‘ olarak kullanan, ardından da ortada bırakan Amerika ve Avrupa bu ülkenin yeniden Batı sistemine girebilmesi ve uluslararası demokratik toplumla bütünleşebilmesi için ‘değişmesi‘ gerektiğini söylüyor. Batı dünyası militarist sistemle değil ‘hukukla‘ yönetilen bir Türkiye talep ediyor.

Türk ordusu ise buna direniyor. Ordu ayrıcalığını elden bırakmak istemiyor. Ergenekon davasıyla birilerini kurban veriyor ancak asıl amacından da bir türlü vazgeçmiyor. Teslim aldığı AKP aracılığıyla Türkiye’nin yörüngesini Batı’dan Doğu’ya çeviriyor.

Aslında bu ‘eksen kayması‘ Erdoğan’ın bilinçaltına nüfuz etmiş ‘Batı karşıtlığıyla‘ da örtüşüyor. Türk başbakanı bu yüzden her geçen gün biraz daha Ahmedinejad’laşıyor.

Tabii, Türkiye‘nin Amerika ve Avrupa ile olan askeri, ekonomik ve siyasi bağları dikkate alındığında bu ülkenin yörüngesinden çıkmasının ve hatta Batı karşıtı bir konuma gelmesinin kolay olmayacağını da söylemek gerekiyor. Yani; Ahmedinejad gibi Erdoğan‘a da gelecek görünmüyor.

Kaldı ki Türkiye, İran gibi kendi gücü ve birikimiyle ayakta kalabilecek bir ülke değil. Bu ülkeyi önemli oranda ele geçirmiş küresel sermaye meydanı kolay kolay Rusya’ya terk etmez. Göründüğü kadarıyla Türkiye üzerindeki Rus- Amerikan çekişmesi devam edecektir. Soğuk Savaş dönemindeki kadar sert olmasa da çekişme sürecek ve yüzyıl öncesinde olduğu gibi ülkenin kaderini bu belirleyecektir. 1920’lerde başını İngiltere’nin çektiği Batı dünyası ile Sovyetler Birliği Türkiye’ye ‘tampon ülke‘ misyonunu biçmişti. Bu ‘ileri karakol‘ demekti ve bunun kanlı sonuçlarını hep birlikte yaşadık.

Küresel süreçte Amerika ve Rusya’nın Türkiye‘ye ‘denge ülke‘ görevi vereceği söyleniyor. Bu da içeride ‘çok dinli, çok uluslu, çok kültürlü, çoğulcu‘ bir sistemin kurulacağı, çürüyüp yozlaşan ‘ulus-devlet‘ modelinin terk edileceği anlamına geliyor!

Ergenekon ile AKP’nin aynı dalga boyuna gelmesi aslında Türkiye‘nin gidişatını gösteriyor. ‘İç çalkantı‘ buradan kaynaklanıyor. Türkiye’nin Rusya ile ‘stratejik‘ anlaşmalar imzaladığı bir süreçte Baykal operasyonu yapılıyor.

Ulusalcı ekip Baykal’ın ipini Amerika’nın çektiğini söylüyor. Kılıçdaroğlu’nun ‘Amerikancı‘ olduğu imaları da yapılıyor.

Bundan olsa gerek CHP genel başkanlığına aday olan Dersimli, Kürt ve Alevi kökenli Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyen CHP Genel Sekreteri Önder Sav bir çırpıda ‘CIA ajanı’ ilan ediliyor.

Buradan Kılıçdaroğlu’nun adaylığına gelecek olursam; Şimdi CHP’de yeni bir dönem başlıyor. Gerçi kurultay haftasonu yapılıyor ancak, Kılıçdaroğlu’nun seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Tabii ki Baykal’ın koltuğuna Kılıçdaroğlu’nun oturması sorunları çözmeye yetmiyor. CHP’nin bundan sonraki süreçte izleyeceği siyaset burada önem kazanıyor. Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP hem kendisiyle hem de Cumhuriyet’in geçmişiyle yüzleşecek mi?

Yaşanan acılardan ötürü özeleştiri verecek mi?

Ayrıca CHP yenilenecekse hangi temeller üzerinde yenilenecektir? Türkiye’nin insan hakları, temek hak ve özgürlükler temelinde yeniden yapılanmasına, o ülkede gerçek manada demokratik hukuk devletinin kurulmasına öncülük edebilecek mi?

Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP Kürt sorununda nasıl bir siyaset izleyecek? Sonradan geri adım atsa da, Dersim isyanını katliamla bastıran Kemalist yönetime övgüler dizen Onur Öymen’in istifasını isteyen Kılıçdaroğlu, bu güne kadar PKK’nin öncülük ettiği isyanın katliamla bastırılmasından yana olan CHP’nin kana ve gözyaşına dayanan politikasını sürdürecek mi?

‘Kürtlere ettiğimiz zulüm artık yeter‘ diyecek mi? Sorunun demokratik barışçıl çözümü için gayret gösterecek mi?

Kısacası CHP, Türkiye halklarının eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ekseninde biraraya gelmelerine hizmet edecek yeni bir siyaset izleyecek mi? İnsan haklarına, temel hak ve özgürlüklere sahip çıkarak AKP’nin Rusya’yla ve İran’la bütünleştirmeye çalıştığı Türkiye’nin rotasını uygar dünyaya doğru çevirecek mi?

Yoksa lideri değişse de kendisi kaldığı yerden devam mı edecek? Bu sorular CHP kadar Türkiye’yi; Türk, Kürt vd. hepimizi ilgilendiriyor. CHP Kurultayı bunların bir kısmına yanıt verecektir. Bekleyip göreceğiz.

gunayaslan@hotmail.de
yeni özgür politika

Hiç yorum yok: