30 Nisan 2010 Cuma

Silahlı halk: Venezüella

Sekiz yıl önce bugün, Latin Amerika’da eşi görülmemiş bir şey oldu. 11 Nisan günü, ABD ve CİA ile işbirliği içindeki Venezüella oligarşisi, gerçekleştirdiği gerici darbeyle Hugo Chavez’in demokratik yolla seçilmiş hükümetini yıktı. Ve bu darbe, kitlelerin kendiliğinden ayaklanmasıyla çökertildi.

O gün tarihe geçti. Sıradan kadınlar ve erkekler sokaklara döküldüler ve Bolivarcı Devrim’i savunmak için hayatlarını tehlikeye attılar. Başkan Chavez’in özgürlüğünü zorla almak için hiçbir parti veya kuruluştan olmayan ve darbeyi yıkmanın dışında net bir perspektife sahip bulunmayan binlerce işçi, köylü, devrimci gençlik, adamlar, kadınlar, gençler ve yaşlılar Miraflores Sarayı’nın kapılarına yürüdüler. Askerler halkın yanında yer aldı ve darbe devrildi. Bu kahramanlık olayı sadece 1936 yılının Temmuz ayında, eski av tüfekleri, sopalar ve ellerine geçirdikleri her şey ile silahlanan işçilerin, kışlaları bastıkları ve gerici faşistleri ezdikleri Barcelona olayları ile karşılaştırılabilinir. Eğer herhangi biri bunun bir devrim olmadığı konusunda şüphe duyuyorsa, yalnız 2002 yılının Nisan ayında, Venezüella’da yaşanan olayları incelemesi yeterli.

Bu olay, son yıllarda devrimi kutlama gününe dönüştürüldü. Caracas’ın merkezindeki Bolivar Bulvarı, sallanan pankartlardan ve kızıl gömleklilerden bir deniz haline geldi. Fakat bu yılki sahne hatırladıklarımdan çok farklıydı. Kızıl bir deniz olan Bolivar Bulvarı’nın yerini yeşil kamuflaj kumaşla coşan bir deniz almıştı. Bu, halk milislerinin günüydü – silahlı bir halk iktidarının ispatıydı.

Kadın ve erkek milislerden oluşan kortejler (üstelik üniformalı birçok kadın vardı) bulvar boyunca yürürlerken sanki sonu gelmeyecek gibi görünüyordu. Burada, bir kez daha, kitlelerin yenilmez gücü hissediliyordu. Fakat bu yıl orada farklı bir element vardı. İçeridekiler kadar dışarıdaki düşmanlarına karşı da, devrimi savunmak için mücadele isteklerini haykıran, ellerinde silahlarıyla binlerce ve binlerce fabrika işçisi, köylerden köyler, kolejlerden ve okullardan çocuklar vardı.

İnsanlar, yakıcı bir güneşin altında, her zaman nöbetçi olan kızıl tişörtlüler ve yeşil gömleklilerle bir araya geliyorlardı. Konuşmacılar, bulvar boyunca emperyalizme ve kapitalizme karşı, Chavez’in ve sosyalizmin lehine devrimci sloganlar atıyorlardı: Sağ hala başka bir 11 Nisan hazırlığı içinde ama şimdi halkın silahları var! Yaşasın Bolivarcı devrim! Yaşasın silahlı halk! Yaşasın başkan Chavez!

Birileri soğuk içeceklerin (çok talep edilen), tişörtlerin ve şapkaların satışından hızlı bir kâr elde ederken, insanlar daha iyi bir görünüm elde etmek ve savaşçı sloganlar yazılı pankartlarını göstermek için ağaçlara, elektrik direklerine çıkıyorlardı. Sloganlar ve marşlar tarafından kesilen, devrimci sözlü Latin Amerika ritimli müzik sağır edici bir coşkudaydı. Milisler kendi köklerini gösteren gruplar tarafından organize edilmişlerdi: okullardan genç delikanlılar, Belarus traktörleri ve hasır şapkalarıyla köylüler. Arka sıralardaki milisler silahsızdılar fakat biri gösterinin başlarına yaklaştığında herkesin, kullanışı kolay ve hafif, etkili ve çok yönlü Rus yapımı AK–47 model silah tuttuklarını görebilirdi. Chavez, son yıllarda Rusya’dan büyük miktarda bu silahlardan satın almıştı. Washington ve onun hizmetindeki medya, bu silahların Kolombiya’daki FARC gerillaları için olduğunu iddia ederek çok büyük bir yaygara koparmışlardı. Şimdi, herkes bunun gerçekte kimin için olduğunu görüyordu.

Başkanın gelişi beklenirken milisler ya rahat pozisyonda ya da sandviç yemek için yere oturmuş durumdaydılar. Bazıları silahlarının üzerinde dinleniyor hatta bir iki kişi, botlarının üzerinde dinlenirlerken - biraz riskli bir uygulama düşüncesi oluşturabilecek – AK-47 silahlarını ağızlarına dayamışlardı. Gerçekten de acımasız bir profesyonel çavuş, ateşli silahlar kuşanmış bu yarı eğitimli sivillere bakarak hiç şüphesiz bir kalp krizi geçirebilir, kuşkusuz acı çekebilirdi.

Fakat böyle bir intiba tamamen yanlış olurdu. Bu milisler; Kübalı gerillanın soyundan gelenlerin, İspanyol İç Savaşı’nda Franco’ya karşı savaşan milislerin, 1917 yılında Rus Çarı’nı deviren işçi milislerinin ve biraz daha ileri tarihe gidersek Fransız Devrim ordularının ve XVIII yüzyıldaki Kuzey Amerika devrim milislerinin torunlarıdırlar.

Bunların hiçbiri profesyonel bir ordu değildi. Daimi burjuva profesyonel ordunun normlarına uygun değillerdi. Ama bunun için kötü de mücadele etmemişlerdi. Birden fazla durumda (İspanya aklıma geliyor) profesyonel bir ordu formatına uymaya zorlandıklarında, mücadeleci ruhları üzerinde olumsuz etkiler oluyordu.

İkindi vakti, umut atmosferi gözlenebiliyordu. Milisler kortejleri oluşturmaya başlamışlardı. Kaldırımlardaki kalabalıklar, kahramanlarına bir bakış atabilmek için ileriye doğru itişiyorlardı. Açık bir aracın arkasına binen -- düzenli orduya ait kamyon — kalabalıkları ve milisleri el sallayarak selamlayan, askeri üniforma giymiş olan Chavez göründü. Milisler, Chavez’in konuşma yapacağı kürsüye doğru yürüdüler.

Onun konuşması her zamankinden daha kısaydı. Direk konuya girdi. Nisan 2002’nin trajik olaylarını hatırlatarak muhteşem bir kılıç çıkardı ve onu kalabalığa gösterdi. Kurtarıcı Simón Bolívar’ın kılıcı. Chavez insanlara, Latin Amerika’nın 200 yıldır özgür olmayı başaramadığını ve bunun sadece sosyalist devrimle elde edilebileceğini söyledi.

Onun tipik dramatik jest özelliği, insanı kutsal bir yemini yerine getirmeye zorluyor: onlar bu görevi tamamlayıncaya kadar asla rahatlamayacaklar. Milisler tüfeklerini kaldırarak yüksek sesle onun kelimelerini tekrarladılar: “Milis halktır ve halk milistir.”

Sonra Chavez, 11 Nisan tarihindeki faşist darbeden 13 Nisan halk ayaklanmasına, 2002 Nisan olaylarını anlattı. “Bu konu üzerine çok düşündüm. Birileri, 1970’li yıllarda silahlı halk ayaklanmasını hep hayal ettiler. Fakat asla gerçekleşmedi. 1980’li yıllar ise kötü bir dönemdi ve 1989 yılında binlerce silahsız sivilin öldürüldüğü *Caracazo olaylarıyla sonlandı.”

Chavez, kendisi ile birlikte bir grup ilerici subayın 1992 yılında, nasıl bir ayaklanma organize etmeye çalıştıklarını anımsattı ve sözlerini “Biz başarısız oluyorduk çünkü halkın katılmadığı bir ayaklanmayı gerçekleştirmeye çalışıyorduk” diyerek tamamladı. Bir süre sonra, cezaevinden, bir kitle hareketi yaratılması için çağrıda bulundu: bu, 1998 yılı seçimlerinde, ezici bir zafer elde eden Bolivar Hareket’iydi. Ama oligarşi de 2002 darbesini hazırlanmak için hiç zaman kaybetmemişti.

Chavez darbe de öldürülen kadın ve erkekleri, yaralanan birçok insanı hatırlattı. Venezüella’da iddia edilen diktatörlük ve baskıcı bir rejim üzerine batıda, medya tarafından bu kadar yaygınlaştırılan efsanenin tersine bu suçlardan dolayı hiç kimsenin cezaevinde bulunmadığını ve soruşturmaların sekiz yıldan fazla bir zamandır takılıp kaldığını belirterek “bu katlim cezasız kalmayacak, tarihimizde pek çok katliamın cezasız kaldığı gibi” dedi.
Sonra, bu devrim şehitlerinin kanının Devrim için bir teşvik görevi gördüğünü belirterek devam etti. “11 Nisan’dan hemen sonra tutuklamalara, işkencelere, televizyonda ve diğer medya araçlarında tehditlere başladılar. Ama bu, çok uzun zamandır ezilmiş kitlelerin bastırılmış tüm gizli gücünü uyandırdı” ve “uzun zamandır görmeyi beklediğimiz halk ayaklanmasına, tarihimizin en büyük isyanına yol açtı. Bu emperyalizme ve burjuvaziye karşı bir isyandı. Bu sonuncu isyanın da Caracazo’da olduğu gibi askerin kanla bastıracağı hesaplanmış olmalıydı. Fakat bizim ordumuz, sadece halka karşı ateş etmeyi reddetmekle kalmadı, halkın yanında yer aldı. Burjuvazi ve emperyalistler hayatlarının sürpriziyle karşılaştılar.”

Chavez, ABD emperyalizminin darbeye aktif bir şekilde katıldığına işaret etti. Amerikan helikopterlerinin ve casus uçaklarının Venezüella hava sahası üzerinde dolaştıklarını, bir amerikan denizaltısının ve uçak gemisinin Venezüella karasularında müdahale etmek için beklediklerini fakat kitlelerin harekete geçmesinin onları geri çekilmeye zorladığını, belirtti.
O zamandan beri burjuva medyası, takvimlerden bu tarihi silmeye çalışıyor fakat kitleler onu yaşatıyor. “Onlar takvimlerden nisan ayını silemezler, tıpkı ocak ayını, şubat ayını veya herhangi başka bir ayı yok edemedikleri gibi”

Chavez, eğer Venezüella Devrimi’ni ezmeyi başarırlarsa, bunun bütün Latin Amerika’nın devrimci hareketlerine büyük bir darbe vuracağını belirterek “Omuzlarımızda ağır bir sorumluluk taşıyoruz.” dedi. “Latin Amerika halkları kurtuluşlarını bizde arıyorlar” Devrimin tamamlanmasının uzak olduğunu, daha devasa büyüklükte yapılması gereken şeyler bulunduğunu itiraf ederek, sabırlı olmaları çağrısında bulunarak “devrimin, ilk onuncu yılından sonra henüz yeni başladığını” belirtti.

Ve Chavez, devrim karşıtlarının uzağa gitmediklerini ve zaten kendisini öldürmek için komplolar kurduklarını söyleyerek onları uyardı. Eğer bu gerçekleşirse “sağduyuyu kaybetmeyin, sakinliği muhafaza edin. Sizler ne yapılması gerektiğini biliyorsunuz: iktidarı kendi ellerinize alın. Tüm iktidarı! Burjuvazinin elinde kalan tekelleri, endüstriyi ve bankaları kamulaştırın.”

Eylül ayında yapılacak seçimler konusuna geçerek uyardı: “Burjuvazinin Millet Meclisi’nin denetimini ele geçirmesine izin vermemeliyiz. Eğer bunu gerçekleştirirlerse, başka bir 11 Nisan koşullarını yaratmak ve ülkenin istikrarını bozmak için kullanacaklardır. Programımızın ileriye doğru akışını sürdürmek için sandalyelerin üçte ikisini kazanmak zorundayız.”

Chavez, 2002 Nisanı’nda yaşananların tekrar edilmesinin mümkün olmadığını, şimdi halkın silahlı olduğunu ve herhangi bir karşı devrimci girişimi ezeceğini söyleyerek burjuvaziyi uyardı. Ve konuşmasını şu sözlerle bitirdi: Yaşasın ulusal milisler! Yaşasın silahlı halk! Yaşasın sosyalist devrim! Vatan, sosyalizm ya da ölüm!

Çevirenin notu:
Caracazo: 1989’da IMF’nin yapısal uyum programları uygulanmaya konulmasına tepki olarak ortaya çıkan olaylara verilen isimdir. Bu politikalar faiz oranlarının serbest bırakılması, kamu hizmetlerine uygulanan vergilerin arttırılması, ithalat vergilerinin büyük ölçüde kaldırılması, bütçe açığında %4 oranında indirime gidilmesi ve yabancı firmalara karlarının tamamını ülkelerine aktarabilmesi gibi yeni-liberal politikaları içermiştir. Oluşan tabloda ise enflasyonun %80,7’lere ulaşması, işsizliğin %14’e yükselmesi ve halkın %80,42’sinin fakirlik içinde yaşaması gibi sıkıntılar ortaya çıkmıştır. İktidardaki AD’nin lideri Calos Andrés Perez’in politikalarına tepki için sokaklara dökülen, resmi olmayan rakamlara göre yaklaşık 3000 kişi, hükümet güçleri tarafından öldürülmüştür.

Alan Woods

Hiç yorum yok: