10 Nisan 2010 Cumartesi

Ricardo Alarcon'la Küba karşıtı kampanya üzerine söyleşi

Küba Parlamento Başkanı Ricardo Alarcon de Quesada ile Küba’ya karşı yürütülen son medya kampanyasının kökleri üzerine Cubadebate’nin yaptığı röportaj

1991 yılında, Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, 1958–1960 yıllarını kapsayan döneme ilişkin Küba ile ilgili birtakım belgelerin üzerindeki gizliliği kaldırdı. Bu belgelerden biri, adaya karşı yürütülen en son medya kampanyasının çıkış noktasını da içeriyor. Bu muazzam büyüklükteki kitap, 1991 yılında, Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlandı. 850 sayfanın 481 sayfası, Küba Devrimi’ni Castro rejimi diye adlandırdıkları rejime karşı yürütülen gizli eylemlere ait. Üstelik bu kitapta birçok şey yer almıyor. Yani hala bir sır. Fakat şu üç satırda söylenen şeyleri okumak istiyorum: “Birincil ihtiyaç, Castro rejimine karşı bir Küba muhalefeti yaratmak. İkincisi, muhalefeti artırmak için bu muhalefet adına güçlü bir propaganda saldırısı sürdürmek.”

Burada görüldüğü kadarıyla, gizli eylem planında dört temel bölüm var. İlk bölümün bazı kısımları ile ikinci bölüm gizliliği kaldırılmış olanlar, üçüncü ve dördüncü bölümler hala bir sır. Acaba oralarda ne tür şeytanlıklar var? Bir başka deyişle, bu belge söylediklerinden çok söylemedikleriyle değerlidir.

Onlara göre gizli projenin içinde gizliliği kaldırılmayan çok daha fazla şey var. Ama bu söylenenler bile birçok şeyi açıklıyor. Planın temeli, bir muhalefet oluşturmaya, ikinci olarak da bu muhalefeti ayağa kaldırmak için güçlü bir propaganda saldırısı yaratmaya dayanıyor. Bu sana tanıdık gelmiyor mu?

1960’ın Mart’ından konuşalım.

Beyaz Saray’da bu belge tartışıldığı zaman neler olduğunu görmek çok ilginçtir. Başkan Eisenhower, o günkü bütün üyelere (Milli Güvenlik Konseyi) okuduklarını ve duyduklarını bilmeyeceklerine dair yemin ettirmişti. Fakat ertesi gün CIA Başkanı’nı arayarak Milli Güvenlik Konseyi toplantılarına, Küba’ya karşı hazırlanan gizli operasyonların yazılı belgelerini götürmemesini, onlarla sadece yüz yüze konuşmasını istedi. Sonuç; gizlenen diğer şeylerin ne kadar olduğunu tanrı bile bilmiyor.

Fakat başlangıçtan beri bir muhalefet yaratmak ve onu yükseltmek esastı.


ABD hükümetinin Küba’ya karşı ilk gizli planları bunlar mıydı?

Hatırla, Ülkenin Babası (ulusal liderler için kullanılan bir tabir; ç.n.), Kuzey Amerika politikasının sırrı Küba’nın üzerine çökmektir, diye yazmıştı. Bu, New York’ta, Küba göçü ile ilgili olarak, Amerikan halkının dayanışmasının önemini vurguladığı ve halka hükümet karşısında uyanık olmalarını tavsiye ettiği bir mesajında bulunuyor.


Niçin bu sona gelindi?

İspanya, Küba’yı kuşatma altına almayı organize etmek için Kuzey Amerika limanlarını kullanıyor ve gemilerini ABD’de silahlandırıyordu. Böylece yurtseverlerin, adanın içindeki göçlere yardımcı olmalarını ve doğusundan batıya gidişi engelliyorlardı. Yurtseverler hapis ve zulme göğüs germek zorunda kalıyorlardı.

Kongre önünde sunulan bazı belgelerde, Başkan Ulises Grant, eğer birileri müttefiki İspanya’ya karşı bir şey yapmaya kalkışırsa büyük cezalara maruz kalacaklarını belirterek Kübalı göçmenleri (Küba’nın doğusundan batıya göç etmeye kalkışanları) suçluyor ve onlara hakaret ediyordu. Aynı şeyler Marti döneminde tekrarlandı. Fernando’yu (İspanya kralı Fernando VII; 1784–1833; ç.n.) ve hakaretleri unutmuyoruz. Latin Amerikalılar ve Kübalılar “Vindicacion de Cuba” adlı makaleyi her zaman yeniden okumalılar.

ABD, daima büyük önem arz eden Kübalı göçmenleri baskılamaya ve sıkıştırmaya çalıştı. 1959 yılından beri de Batista yanlılarını örgütlemeye çalışıyor. Yine bu planın bir kısmını, temel işlevi Küba’nın içindeki muhalif faaliyetlerinin üstünü örtecek olan, göçmen grupları organize etmek oluşturuyor.

Birleşik Devletlerin Küba ile ilgili tarihi, daima bu ulusu ezmeye ve onu aşağılamaya çalışan bir saldırı tarihidir. Bunu, kendi zamanında Céspedes* söyledi. Bunu, hayatının büyük kısmını orada geçiren ve Amerika Birleşik Devletleri’ni iyi tanıyan Kübalı Marti* söyledi.


Bu kadar gizli bir belge neredeyse kırk yıl sonra neden açıklanır?

Açıklandığı tarihi hatırla. 1991 yılında sosyalist kamp çökmekte ve birçok kişi Küba Devrimi’nin de sayılı günleri kaldığına inanıyordu. Beklendiği gibi birileri için bugün de mevcut olan çöküş bilgileri yayınlanmaya başlandı.


Mantık, bir strateji işe yaramadığı zaman değişmesi gerektiğini söyler. Peki, elli yıl sonra yeniden Küba’ya karşı uygulanan gizli eylem politikası ile bu söylenenler neden gerçekleşmiyor?

Ne Küba Devrimi’nin sempatizanı ne de solcu olan Meksikalı şair Octavio Paz, bir zamanlar ABD’nin politikasını iki kelimeyle tanımlamıştı: Kibir ve cehalet. İşte bu kombinasyon, onları hatalı tutumlarında ve yanlış politikalarında ısrar etmeye götürüyor.

Küba, bu ulusun kurucularından bu yana ABD tarafından çok arzulanan küçük bir adadır. Ve bizi her zaman itaat etmeye zorunlu bir ülke, bir koloni olarak gördüler. Jefferson’dan Obama’ya uzanan tarih içinde bu kanıtlandı. Bak, sanki Obama bu ülkenin sahibiymiş gibi Küba’nın öyle ya da böyle olmasını isteyebilmekte.

Jeferson, Küba’ya sahip olmak istiyordu. Halefine bu konu üzerindeki ısrarını sürdüren mektuplar göndererek ve görevinden ayrıldıktan öldü. Adı geçen başkanın ABD de doğanları Küba’ya eklemek gerektiğini hesaba kattığı zamanlarda Florida henüz ABD’ye ait değildi. Başından beri Küba’nın eyaletleri olacağına inandılar. Bu bizim tarihimizde unutamadığımız bir gerçektir.


Bununla birlikte, ABD’nin Küba’ya karşı planları hiçbir zaman “gizli” kalamadı…

Evet, ama onu nasıl gizlemeye çalıştıklarına dikkat et. Sana, onların hiçbir şeyle ilgilerinin olmadığını, sanki Kübalıların kendi aralarında geçen bir konuymuş gibi gösteriyorlar.

Las Damas de Blanco (Beyaz Kadınlar) grubu (Küba’da hapiste bulunan, ABD’nin paralı ajanlarının eşleri, takriben 20 kişi; ç.n.), Santiago Alverez’den (Küba’ya karşı birçok vahşi eylemin öncülüğünü yaptığı, Küba uçağını bombalayarak 73 kişiyi öldürdüğü açığa çıktıktan sonra Amerika’da göstermelik olarak hapsedilen ve sonra serbest bırakılan Posada Carriles’in suç ortağı; ç.n.) önce çok tanınmıyordu. Santiago Alverez, hapisteyken onlara bir çek göndermiş ve çıkar çıkmaz da bunu itiraf etmişti. Çünkü CIA ve AID (Dışişleri Bakanlığına bağlı bir kuruluş) Küba’daki bu kadınlara para göndermeleri için görevlendirdiği Santiago Alverez’e ve karşıdevrimcilerden bazı gruplara kaynak sağlıyordu.

ABD’de terörist birine mali kaynak sağlamak veya almak korkunç bir suçtur. Ama Santiago Alverez Müslüman olmadığı, Arap soyundan da gelmediği için bütün bunları yapabiliyor.

Geçenlerde, Florida’daki Amerikalılar, Havana’nın sokaklarında yürümekten çok hoşlanan bu kadınları destekleyen yürüyüşü gördüler. Hem Posada Carriles de saklanmamış, Kübalı “muhalifleri” desteklerken de beyazlar giymişti.

AID gecen yıl yasadışı faaliyetler olması nedeniyle, kaynakları içeren verileri teşhir ederken daha dikkatli olunması konusunda bir rapor yayınladı. Böyle olmasına rağmen İstihbarat Örgütünün bütçesinin bir parçasının bu eylemlere ayrıldığı biliniyor. Ayrıca daha büyük parçalar olduğuna inanmak için de nedenler var. Fakat bu parçaların hangi gizli faaliyetlerde kullanılacağı bilinmiyor. Zaten Eisenhower’da bu işlerin sessizlik içinde sürdürülmesini istemişti.

Washington’da bu konu üzerine bir tartışma var. Birkaç ay önce AID bütçesinin kullanılmasında bazı noktaları eleştiren bir rapor yayınlandı. Çünkü Küba’daki ajanlarına göndermeleri gereken fonların bir kısmını Miami’deki fırsatçılar kendileri için kullanmışlardı. Tıpkı suçlular arasında olduğu gibi.


Şimdi neyi tartışıyorlar? Bu girişimi sonlandırmayı mı?

Hayır. Paranın daha verimli bir şekilde kullanılması için alınacak önlemleri tartışıyorlar. Bu, basının çok iyi bildiği açık bir sır ve kullanım talimatları bulunan bir plan olduğunu da biliyorlar. Noam Chomsky’nin söylediği gibi, medya şirketlerinin temel özelliği disiplindir; temel kurallara uyma konusunda asla hata yapmazlar. Anlaşmazlıklar ortaya çıkabilir ama temelde kendilerini belirleyen izi takip ederler.


Bugünlerde sözde siyasi tutsaklar ve Las Damas de Blanco grubu hakkında durmaksızın yayın yapışlarından disiplin anlayışları belli oluyor. Amaç Küba nüfusuna kayıtlı olmayan bu gruplara meşruiyet kazandırmak mı?

Birden fazla hedefleri olabilir. Bunlardan biri Küba’nın dış dünya ile ilişkilerine zarar vermeye öncülük ederek büyük yıkımların yaşandığı bu toprakta bizleri zayıflatmaya çalışmaktır.

Vurgulamak istediğim bir konu var. Sözde siyasi mahkûmların lehinde, Küba’nın aleyhinde haber yapma yarışına giren bu medya, Amerika’da hapiste bulunan beş yoldaşımızın durumları karşısında ölüm sessizliğini sürdürüyor. Bütün bunlar olurken tüm ABD medyası, şimdi, elli yıl boyunca Amerikan işletmelerinin ve işçilerinin paralarını verdikleri bu paralı askerlerin durumları üzerine konuşuyor.


Elli yıl boyunca denetimsiz ve kontrolsüz olarak ne kadar para harcandığı konusunda bir fikriniz var mı?

CIA’yi hiç kimsenin denetleyemediğini hatırlayın.

Ben, her şeyden önce Küba’nın imajına zarar vermeyi, Küba Devrimi’nin gerçek anlamını tahrif etmeyi amaçladıklarına inanıyorum. Kendimizi kandırmıyoruz ama onlar da bir gül bahçesi içinde yaşamıyorlar, tersine ABD’de hâkim olan sistem ve siyasi felsefe kriz içinde.

Zapata’nın talihsiz ölümünden Küba’yı sorumlu tutarak konuşmak bir saçmalık. Bu bayı hiç kimse açlık grevi ilan etmeye zorlamadı. Siyasi bir mahkûm değildi. Bütün medya araçlarının sahip olduğu ve sürekli kullandığı ünlü listede de bulunmuyordu. Kendi kampanyaları için bir araca dönüşebileceklerini keşfettiklerinde onu bir muhalife dönüştürdüler.

Ne kadar can kurtardı Devrim? Burada ve dünyada ne kadar hayatı kurtarmak için yardımcı oldu? Hayat kurtarmak için en fazla yardım eden, yaşama en fazla saygı gösteren, en fazla değer veren ülke belki de Küba. Küba’ya karşı bu medyatik kampanyayı yürütenlere, cesaret verenlere ve yüceltenlere, Bay Zapata’nın hayatından, diğer şu malum kişilerin hayatlarından ve yarattıkları herhangi başka birinin hayatından onların sorumlu olduğunu söylerdim.


Küba televizyonu Zapata’nın ölümüne ilişkin iddiaları çürüten bir rapor yayınladığında uluslararası basının sessizliğini görmek şaşırtıcıydı.

İşte bu yüzden sana, onların bu ölümün sorumluluğunu taşıdıklarını söylüyorum. Bu beyin ölümünün üzücü olduğunu düşünüyorum, bana anlamsız görünüyor. Onun zihninin nasıl çalıştığını anlayabiliyorum. Suç kaydı nedeniyle ABD’ye gitmesi için ona vize vermezlerdi, muhaliflere katılırsa bir kahraman olacak ve geçmiş suç kaydını temizleyebilecekti. Belki de kendisi için yapılan bu kadar çok propaganda, onu açlık grevinde ısrarcı olmaya teşvik etti.

Don Kişot’un dediği gibi, ben gerçekten taşları konuşturacak şeyler gördüm. Sayın Avrupa Parlamento Başkanı, Küba’dan, siyasi tutukluların serbest bırakılmasını isteyen bir açıklama yaptı. Özellikle de hala açlık grevine devam eden Fariñas* için. Fariñas kendi evinde açlık grevi yapıyordu. Bir süre sonra kendisinin ve ailesinin izniyle hastaneye götürüldü. Daha objektif olan bazı gazeteciler, Santa Clara’ya onunla görüşme yapmak için gittiler ve insanları nasıl buyur ettiğini, televizyon izlediğini ve Granma gazetesini okuduğunu, kendisini arayan kişilerle telefonda nasıl konuştuğunu görüntülediler. Onun yatağının ayak uçunda 24 saat bekleyen bir hemşire var. Fariñas görüşmecilerden birine, herkes tarafından bilinen hastanede “mükemmel bir tedavi aldığını” söyledi. Unutma ki bu onun 23’üncü açlık grevi. Şimdi, onu süper kahraman olarak sunacaklar. Bu da onun bir şekilde pozisyonunu sürdürmesini teşvik etmekte.

Ünlü Demir Leydi Bayan Margaret Thatcher’ın zamanında, açlık grevine giren o İrlandalı savaşçıları hatırlayalım. Evet, onlar siyasi mahkûmlardı. Çünkü ülkelerinin bağımsızlığı için mücadele ediyorlardı. Bu bayan onlar için, “eğer yemek yememeyi tercih ediyorlarsa yemesinler” demişti. Bu kadar reklâm olmadan, bu kadar telefonla kışkırtanları olmaksızın ve Avrupa Birliği Parlamentosu’ndan hiçbir açıklama gelmeksizin öldüler.

Avrupa’da sadece çifte standart mı var? Dünyanın bu bölgesinde, küçümseme ve metropol zihniyette ısrar edilmiyor mu?
Açıkçası iyi bir yardımcı metropol. Avrupa’nın ortak duruşu, Amerikalılara itaat etme ve korkaklıktan başka bir şey değildir. Helms Burton** yasası, Avrupalı şirketleri yasadışı cezalara çarptırması, Avrupa ve dünyanın geri kalanına iyi bir şamar oldu. Avrupa protesto etti, saçını başını yırttı ve konuyu Dünya Ticaret Örgütü’ne götürmekle tehdit etti ve götürdü… Ama sadece kısa bir süre için.

ABD bastırdı ve bir uzlaşmaya vardılar. Washington, Clinton’un başkanlığı sırasında onlara yasanın bazı yönlerinin değiştirmeyi düşündüklerini söyledi. On beş yıl geçmesine rağmen bir zerre bile değişmedi. Avrupa da buna karşılık olarak, Küba’daki “insan haklarını” ve “demokrasiyi” teşvik etmede ABD ile işbirliği yaptı. İşte bu ortak duruşun ruhudur.

ABD Başkanı yılda iki kez, Küba’da yatırım yapan firmalara karşı yargılamalar başlamaması için bir duyuru yayınlamak zorunda. Çünkü bu Helms Burton yasasının bir parçası. Yılda iki kez, Clinton, Bush ve şimdi de Obama, bu yargılamalara başlanmaması için gereken uygunluğu kongrenin önünde onaylıyor. Çünkü Küba’daki amaçlarını gerçekleştirmek için Avrupa’nın işbirliğini garanti altına alıyorlar. Avrupa, Küba’ya karşı olan Amerikan politikasının ikinci derecede suç ortağı oldu ve oluyor.


ABD’de biri açlık grevine girseydi ne olurdu? Krize girdiğinde hastaneye götürülür müydü?

Büyük bir problem olurdu çünkü bir ABD hastanesinde yapmak zorunda olduğun ilk şey, ofise giderek tedavi masraflarını nasıl ödeyeceğini açıklamak zorunda olmandır. Orada sağlık güvenceni göstermek zorundasın ki açlık grevi kategorisi herhangi bir sigorta kapsamı içinde de yer almaz. ABD’de açlıktan ölmeyi istemeyen pek çok kimse zaten açlıktan ölüyor. Ve orada bu çılgınlığı yapan kişiye hiçbir hastane serum bağlamayacaktır.

Burada bu insanlara önem veriliyor. Kim mi? Bize tıbbi donanım ve ilaç satmak isteyen ABD şirketlerine uygulanan yasaklar dâhil, ekonomik savaşın objesi olan dünyanın tek halkı. Bütün bunlara rağmen Küba’yı sorumlu tutma utanmazlığını gösteren Latin Amerika’nın bazı ülkelerinin vatandaşlarının, birçok Amerikalının ve Avrupalının hayal bile edemeyeceği sağlık sistemini sürdürüyor Küba.

Bu ülkelerden hiçbiri kendi tutuklularının nasıl olduklarını açıklayamıyorlar. Hepsinde siyasi tutuklu var. Bunlardan hiçbiri benzer bir çılgınlık yapan birinin hayatını kurtarmak için hiçbir şey yapmazlardı. Sana, ABD’de açlık grevi ilan eden hiçbir mahkûmun bulunmadığını söylersem bana inanır mısın? Bunu yapamazdın. Çünkü hiçbir medya aracı bu habere yer vermez. İşkence karşısında çaresizlikten açlık grevi yapanları ve Guantanamo üssünde işkence yaptıkları kişilerin açlık grevi yapmalarını tabiî ki anlıyorum.

Ya dünyanın birçok yerinde bulunan CIA’nin gizli cezaevlerine gönderilenler? Bu cezaevlerinde, kaç kişinin açlıktan, kaç kişinin işkenceden öldüğü konusunda hiç kimsenin en ufak bir fikri yok. Sıra Küba’ya gelince iş çok kolay. Tıpkı mantarların çoğalması gibi medya araçları, mikrofonlar ve kameralar süratle ortaya çıkabiliyorlar.


Bu bir tesadüf mü?

Hayır. Sinsi politikanın bu gizli eylem planının gizli parçası ile ilgili bir konudur.


Çevirenin notları:
*Guillermo Fariñas Hernández. Küba’nın Santa Clara Şehrinde yaşar. Eski bir hükümlü ve bir psikologdur. Kısa süreli, 23 kez açlık grevi yapmıştır. 20 mahkûmun serbest bırakılması talebiyle evinde açlık grevi yapmaktadır. Özgürlüklerini istediği kişiler, ülkenin bağımsızlığına ve düzenine karşı yabancı çıkarların hizmetine girmek ve maddi çıkar sağlamaktan suçlu bulundular. Yargılanmaları yerli-yabancı basına ve halka açık bir şekilde yapıldı.
**Helms Burton yasası- BİRLEŞİK Devletler Kongresi’nde iki Cumhuriyetçi senatör Jesse Helms ve Dan Burton’un önerisiyle Kongre gündemine gelen ve 5 Mart 1996’da Başkan Bill Clinton tarafından imzalanarak onaylanan yasa; BD’lilerin yakıştırmasıyla “Küba Özgürleştirme ve Demokratik Dayanışma Yasası”!
Helms-Burton Yasası ile Birleşik Devletler, Küba’daki her türlü yabancı yatırıma ekonomik misilleme tehdidinde bulunur. Yasanın en dikkat çeken özelliği, hem ‘topraklar ötesi’ olması, hem de başka ülkelerin egemenliği altındaki tüzel kişilikleri cezalandırmasıdır.
Buna göre Küba’yla ticaret yapan, herhangi bir ülkeye ait olan şirkete Birleşik Devletler’de dava açılabilir, şirket yönetimi ve ailesi, BD’ ye girmekten men edilebilir. (Bu kuralın, İtalya, Meksika, Kanada, İngiltere gibi ülkelerden çeşitli şirketlere uygulandığı biliniyor.) Dolayısıyla, ticaret şirketleri Küba’yla ticaret yapmak istiyorlarsa, ‘dünyanın en büyüğü’ olan Birleşik Devletler pazarını gözden çıkarmak zorundadırlar. Yasanın bu yönünün, uluslararası hukuka açıkça aykırı olduğu ise çeşitli kesimlerde pek çok dile getirildi.
Yasanın bir başka saçmalığı, devrimden sonra ülkeden kaçan kişilerin mülkiyetlerini, BD koruması altına almasıdır. Birleşik Devletler, bu yasayla kendini, devrim sonrasında Miami’ye kaçan Kübalı zenginlerin o zamanki tüm mallarını korumakla ve bu mülkiyetin ‘ihlali’ durumunda yaptırım uygulamakla yükümlü saymaktadır.(Birgün)

[cubadebate.cu’daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından Latinbilgi (Sendika.Org) için çevrilmiştir]

Hiç yorum yok: