8 Nisan 2010 Perşembe

AKP’nin Güney Kürdistan’da ki Açılım Umudu

Son günlerde Türkiye’de tekrardan yoğunluk kazanan demokratik açılım hikâyesinin detayları her gün daha netlik kazanmaya başlıyor. KCK’nin 19 Ekim günü Türkiye’ye göndermiş olduğu 34 kişilik barış elçilerinden sonra “demokratik açılımın” esas rengi belli oldu. Bu açılımın demokratik değil demokrasi ile cilalanmış Kürt inkar ve imhası olduğu her yönüyle açığa çıktı. Bu adımlarla AKP hükümeti Türk kamuoyuna kendileri için ölümcül olan dağdaki gerillayı silahsızlandırarak teslim aldığının mesajını vermek istiyordu. Tabiî ki bu istenilen sonucu vermemiştir. Erdoğan hükümetinin Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme niyeti deşifre edilince KCK bundan sonra ne Maxmur’dan ne dağ nede Avrupa’dan hiçbir barış grubunun Türkiye’ye gönderilmeyeceğini açıkladı. Herkes çok iyi biliyor ki giden gruplar ne AKP hükümetinin nede başka bir gücün istemi veya çabası sonucu gitmediler. Onlar başta Sayın Abdullah Öcalan’ın önerileri ve KCK’nin onayı ile gönüllü olarak gitmişlerdir. Bu durum bilinmesine rağmen ta baştan beri hem Erdoğan hem de Türk içişleri Bakanı Beşir Atalay dağdan ve Mamur’dan gelişler devam edecek diyorlar. Yine Beşir Atalay 300 kişilik bir grubun geleceğinden bahsetmişti. PKK yapısını ve Maxmur kampını yakından tanıyanlar bilirler ki bu kesimler Sayın Abdullah Öcalan ve PKK gidişleri onaylamadıkça tek bir kişinin Türkiye’ye dönmesi bile zordur. Peki, Türkiye Başbakanı ve içişleri bakanın ısrarla dönüşler devam edecektir demesinin anlamı nedir?

Bir önceki yazımda da Türkiye’nin “demokratik açılımda” en fazla bel bağladığı yer Güney Kürdistan’dır demiştim. Bu günde bunun böyle olduğu gittikçe netlik kazanmaya başlıyor. PKK karşıtı üçlü koordinasyona Güney Kürtleri dahil edildikten sonra Hewler, Dohuk ve Süleymani’ye de resmi olmayan bürolar kuruldu. Bu büroların yürütmüş olduğu temel çalışma PKK’nin Güney Kürdistan’da yürütmüş olduğu faaliyetleri denetim altına alma, medya savunma bölgelerini yakından takip etme, bu alanlarda ki köyler içerisinde kendini örgütleme, Güney Kürdistan’da ki ihaleleri kendine yakın şirketlere kazandırma, güney Kürdistan’da lobi faaliyetlerini örgütleme, üst düzeyin yanı sıra orta ve alt düzeylerde de devlet, askeri ve bürokrat kesimler içinde ilişki geliştirme ve PKK’den kaçanlardan aktif yararlanma çalışmaları yürütüldü. Mevcut durumda da bu çalışmalar devam etmektedir. Süleymani’ye de Hatice Yaşar, Nizamettin Taş ve grubu ile defalarca toplantılar yapılırken Hewler’de İngiliz evlerinde Osman Öcalan, Yaşar Kaya, Bayram Bozyel, Kod ismi Yılmaz Bingöl olan Miro (ki kendisi Alman istihbaratına çalışıyordu. Üçlü koordinasyonla girmiş olduğu ilişkiler yüzünde Almanya tarafından tutuklandı.) ile toplantılar yapılarak “demokratik açılımın” zemini hazırlanılmıştır.

Bu günde Güney Kürdistan’ın derin kulislerinde “demokratik açılımın” devamı olarak daha önceden PKK’den kaçmış olan bazı kesimlerin Türkiye’ye döneceğinden bahsedilmektedir. Bu işin başında Osman Öcalan’ın olduğu söyleniyor. İlk etapta otuz kişilik bir grubun gönderilmesi düşünülüyor. Bu grubun içinde Osman Öcalan olup olmadığı tam olarak bilinmiyor. Fakat içinde onunda olma ihtimali olduğu söyleniyor. İşte Türkiye Başbakanı ve İçişler Bakanının tekrar tekrar gruplar dönecek dediği bu kesimlerdir. Anlaşılan o ki devlet ve AKP hükümeti umudunu PKK’den kaçanlarla bağlamış. Bunları Türkiye’ye götürerek sanki dağdan inmiş PKK’li olarak gösterip kendi kamuoyunu kandırmaya çalışacaklar. Bu durum kısa vadede işe yarayabilir. Ama Türk kamuoyu işin gerçekliğini öğrendiğinde işler tersine dönecektir. Güney Kürdistan’da bir ekmek fırınını bile işletemeyen Osman Öcalan eğer AKP hükümetinin umudu olmuşsa bu hükümetin içine düştüğü çaresizliği göstermektedir.

30 Ekim günü Türk dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve heyetinin Güney Kürdistan’da yürütmüş oldukları diplomasinin esas ekseni PKK’nin nasıl tasfiye edileceğiydi. Yapılan normal görüşmelerden sonra Neçirvan Barzani’n evinde gece geç saatlere kadar çeşitli gizli görüşmelerde yapılmış. Bu gizli görüşmelerin ekseni de aynı şekilde PKK’nin nasıl tasfiye edileceği ile ilgili olan görüşmeler olduğu söyleniyor. Davutoğlu’nun bu ziyaretinin hemen bir gün sonrasında Güney Kürdistan Hükümetinin gizli bir biçimde Atlantic Council toplantısına katılma bahanesi ile İstanbul’a çıkartma yapması oldukça düşündürücüdür. Neredeyse Kürtler hükümetin tümünü İstanbul’a taşımışlar. Kimlerin bu toplantı için Türkiye’ye gittiğine bakalım;

Fuad Hüseyin(Kürdistan Hükümet Divanı Başkanı), Kerim Sincari(İçişler Bakanı), Sefin Dizaiyi(Eğitim Bakanı), Felah Mustafa Bekir(Kürdistan Hükümeti dış işler sorumlusu), Aşti Hewrami (Doğal Kaynaklar Bakanı), Xalid Salih (Petrol Bakanın danışmanı), Eyad Hasan Abdukhelim (Dohuk ticaret odası başkanı), Abubekir Ali ( Kürdistan Bölgesi yürütme işlerinden sorumlu ve Kürdistan İslami Birliğin Meclis üyesi), Hasan Baqi (Süleymani’ye ticaret odası başkanı), Kamuran Qeradaxi (Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’n sözcüsü), Muhammed Sediq (Selahattin üniversitesi rektörü), İsmet M.Xalid (Dohuk üniversitesi rektörü), Dara Celil Xeyat(Hewler ticaret odası başkanı), Ali Seid (Süleymani’ye üniversitesi rektörü) görüldüğü gibi Güney Kürtleri İstanbul’a çıkartma yapmışlar.

Bu durum Türkiye’nin Güney Kürtlerinden beklentilerinin ne derece büyük olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde Güneyli Kürtlerinde Türkiye’nin kucağına oturmaya ne kadar meraklı olduklarının açık örneğidir. Türkiye’nin izin vereceğini bilseler Kürdistan Parlamentosunu İstanbul’a taşırlar. İşbirlikçiliğe bu kadar hazır olmayı sömürge psikolojisi ve kültürü ile açıklamak mümkün mü acaba? Peki, Güney Kürtleri bu beklentilerin ne kadarını karşılayabilir? Tekrardan 1992’de olduğu gibi Türkiye’nin yanında PKK’ye karşı savaşa bilirler mi? Ya da Kürt kamuoyunda açıktan PKK karşıtı faaliyet yürüterek zayıflatabilirler mi? belki Güneyli siyasetçiler içinde bazı kimselerin gönüllerinden böyle bir şey geçebilir. Ama açıktan PKK düşmanlığı yapabilmeleri mümkün değildir.

Çünkü Kürt halkı o inisiyatifi onların elinden almıştır. Ancak bu güçlerin yapabileceklerinin en ileri derecesi PKK’den kaçmış bazı kesimlerin ikna edilip teslimi, birde varsa daha önce Maxmur’dan kopmuş Kuzey Kürdistanlı mülteci statüsünde Dohuk’a yakın Sımıle de olan halktan bazı insanları ikna ederek Türkiye’ye “demokratik açılım” çerçevesinde gönderebilirler. Diğeri ise yukarda da belirttiğimiz gibi kendi topraklarını ve imkânlarını Türk casuslarına sonuna kadar açarak onların çalışmalarına izin vermekle mümkündür. Bizi aktif olarak PKK ile karşı karşıya getirmeyin ama kendiniz yapabiliyorsanız elimizden gelen yardımı verebiliriz diye bilirler. Bunun dışında isteseler de PKK karşıtı bir faaliyetin içine giremezler. Onların takati kalmamıştır.

Yusuf Ziyad

Hiç yorum yok: