25 Mart 2010 Perşembe

Türkiye'de yaşananlar Emperyalizmin Yeni Stratejisi

SERCAN KAYA -ANF   
Söyleşi / 12:42 / 25 Mart 2010
ANKARA - Türkiye ve Avrupa’da Kürtlere yönelik operasyonlarla Kürt hareketinin bastırılmayacağını ifade eden Haluk Gerger, ‘‘sadece şiddete dayalı bir çözümün olamayacağı anlaşıldığı için ‘açılım’ var. Ama şiddetten vazgeçilmiş değil. Şiddete ekler var’’ dedi. Türkiye’nin Kürt savaşını başından beri emperyalizmle paralel ve ortaklaşa yürüttüğünü ifade eden Gerger, son dönemlerde yaşananların emperyalizmin yeni stratejisinden kaynaklandığına dikkat çekti.

Silahlı bürokrasi Kürt savaşı dolayısıyla Amerika ile stratejik bir anlaşmazlık içinde olduğunu belirten Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü eski öğretim üyesi yazar Haluk Gerger ANF’nin sorularını yanıtladı.

* Kürt kurum ve siyasetçilerine yönelik önce Türkiye’de ardından Amerika desteğiyle Avrupa’da operasyonlar gerçekleştirildi. Bu operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Türkiye Kürt savaşını başından beri her zaman emperyalizmle paralel ortaklaşa yürüttü. Bu yalnız askeri alanda değildi. Yani sadece askeri alanda NATO, Amerika’nın askeri yardımları şeklinde değil, Kürt sorununa ilişkin her alanda emperyalizmle Türkiye arasında bir koordinasyon eşgüdüm sözkonusu idi. Dolayısıyla, bu son olaylar da birbirinden kopuk, bağımsız gelişmelere işaret etmiyor. Bunlar koordinasyonun devam ettiğini gösteriyor.

* Bu koordinasyon ne zamandan beri devam ediyor?

- Özellikle Özal’dan bu yana, iktidar Türkiye’de zaman zaman bir stratejik yönelişe sahip oldu. Buna galiba Turgut Özal ‘tripot’ diyordu. Birincisi; Kürt mücadelesini ‘terör’ olarak görüp onunla savaşmak, ikincisi; bunu Kürt iradesini kırabilmek, direnişini zayıflatmak, Kürtler arasında ayrılık yaratmak, ayrı bir Kürt unsuru ortaya çıkarmak. Dünyadan Türkiye’yi kapatarak ve kopartarak değil de onlarla birlikte bu stratejik Kürt mücadelesini yürütmek... Bu bugün de geçerli bir anlayış. Bu emperyalizmin Türkiye’den eskiden beri talebiydi.

* Emperyalizmin bu talebini biraz açar mısınız?

- Yani ‘sadece şiddete dayalı olmaz, yapamıyorsunuz zaten, her türlü desteği veriyoruz, fakat bu sadece şiddetle, bastırmayla ortadan kaldırılabilecek noktayı aşmıştır’ diyorlardı. Kendi sömürgeci geçmişlerinden aldıkları derslerle bunu Türkiye’ye telkin ediyorlardı. Kendi bünyelerindeki bir unsur olarak Türkiye’nin bu siyasetini aynı zamanda onların Ortadoğu siyasetini de etkilediği için kendileriyle sıkı bir koordinasyon içinde yapmasını zaten istiyorlardı.

ÖNCELİK PKK’NİN ASKERİ KANADININ TASFİYESİ

* ABD bu işin neresinde?

- ABD, özellikle Obama bunu gelip çok açık bir şekilde Türkiye’ye söyledi. Söylediği şu, ‘Evet şiddet gerekli ama reformlarla yapacaksınız.’ Bugünkü hükümetin şöyle bir farklılığı söz konusu; bu Özal’ın tripodunun doğal bir sonucu aslında. Çünkü aynı ideolojik kaynakla aynı egemenlik sisteminin aynı kanadının düşüncesi bunlar. Eskiden topyekûn tasfiye istenirdi. Bunun -özellikle Kürt mücadelesi, PKK açısından söylüyorum- topyekûn şiddete dayalı topyekûn tasfiyeyle mümkün olmadığı artık açıkça ortaya çıktı. Dolayısıyla aşamalı bir tasfiye diye geçmek lazım. Burada da özellikle iki kırılma noktasına işaret etmek gerekiyor; birincisi büyük askeri harekat ve ani bir geri çekiliş, Zap operasyonu... O bir askeri kırılma noktasıydı. İkincisi hemen arkasından seçimler. Ve seçimlerde devletin muhalefet partileri de dahil olmak üzere devlet adına seçime giren AKP’nin Kürdistan’da yeterli oyu alamaması, buna karşılık DTP’nin oyunun artması, bu da politik kırılmaydı. Bunlar da oldu. Obama da bir üçüncü faktör. Obama’nın stratejisi ve gelip söyledikleri tabi. Bunlar aşamalı tasfiye. Yani önceliği PKK’nin askeri kanadının tasfiyesine vermek, Obama’nın da önerisi ‘bunu yapalım, biz de yardım edelim’ şeklinde.

* Bunu nasıl yapıyorlar?

- Bunu kimi politik iyileştirmelerle, kısmi reformlarla desteklemek istiyorlar. Askeri kanat tasfiye edilirse bunun kaçınılmaz olarak PKK’nin bir ölçüde tasfiyesi anlamına geleceği, onun da tasfiyesi sonrasında oluşacak yeni tabloda tabi farklı bir durum ortaya çıkacak. Hatta belki sorunun kendisinin tasfiyesinin mümkün olabileceğine dair bir inanç. Bunda tabi egemenlik sistemi içerisindeki evrimin etkisi kadar, Obama’nın taleplerinin de etkisi oldu. O da şunu söyledi, ‘Türkiye kendi sorunlarını çözemedi, istikrarına kavuşamıyor. Dolayısıyla bizim için hizmet edebilme kapasitesi azalıyor. Bu sorunları devam ettiği sürece bizim Ermenistan, Güney Kürdistan gibi olası müttefiklerimizin de istikrarını bozuyor. Bu istikrarsızlık bizim Kafkaslar’da, Ortadoğu’da, Karadeniz’de kurmayı planladığımız statükonun da istikrarını olumsuz etkiliyor.’ Onun için Türkiye’ye ‘bu sorunu çöz’ dedi.

* Çözüm için talepleri neler?

- Sorunlar belli, birincisi Karadeniz, Kafkaslara ilişkin olarak ‘Ermenistan’la sınırı açarak başla, tarihinle barış. Bu tarafta da önce kendi içinde Kürt sorununu çöz’, ikincisi ‘Güney Kürdistan’la anlaş, bizim kırmızı çizgilerimizi kabul et, senin kırmızı çizgilerin geçersizdir’, ama başka bir şey daha söyledi ‘bunu yaparken hem Güney’de hem de kendi içindeki Kürtleri muhatap alarak, onlarla görüşerek yap.’

* Türkiye bu talepler karşısında ne yaptı?

- Nitekim Türkiye Barzani ile vesaire tekrar ilişkileri sıcaklaştırıyor, görüşmeler zaten oluyordu ama sıklaştı. Obama, Ahmet Türk’le görüşerek, -o zamana kadar başbakan görüşmek istemiyordu- onun bir pratik örneğini gösterdi, baskısını da yaptı. Ve bu noktaya gelmiş olduk.

ŞİDDETE EK OLARAK AÇILIM

* Peki Kürt hareketi operasyonlarla bastırılıp, kuşatma altına alınabilir mi?

- Bunlar Kürt hareketini bastırmaya yetmiyor. Sadece şiddete dayalı bir çözümün olamayacağı anlaşıldığı için ‘açılım’ var. Ama şiddetten vazgeçilmiş değil. Şiddete ekler var. Şiddetten vazgeçileceğine dair bir ışık bir emare de ortada yok. Zaten Kürt sorununu çözümsüzlük girdabında tutan da bu. Şiddetten bütünüyle vazgeçen ve dolayısıyla politik barışçıl bir çözüme muhatabıyla birlikte yol açan zihniyet değişikliği henüz yok. Çünkü benim anlattığım şema içinde şiddet var, hatta önce şiddet var. Onu besleyen başka unsurlar var. Emperyalizme koordinasyonun, kısmi reformlar vesaire, şiddetin yerine ikame edilen değil, onu besleyen unsurlar olarak görülüyor. Dolayısıyla çözümsüzlük devam ediyor. Bu, Türkiye’nin aymazlığı, emperyalizmin aymazlığı, Kürt sorunundaki direngenliği algılayamama, kabul edememe hastalığı devam ediyor. Ben de Kürtlerin bu şekilde bastırılamayacağına, Kürt sorununun böyle tasfiye edilemeyeceğine, Kürt mücadelesinin Türkiye bakımından bu şekilde halledilemeyeceğine inanıyorum. Ama karşıda bunu kabullenen bir zihniyet değişikliği yok.

ESKİ ZİHNİYET DEVAM EDİYOR

* Bu değişimin olmadığını neye dayandırıyorsunuz?

- Bu zihniyet değişikliğinin olmadığını ispatlarıyla görüyoruz. Birincisi şiddetten vazgeçilmiyor, yani meşru talepler zincirini, halkın halk olarak var olmasından kaynaklanan meşru, demokratik, milli taleplerine ilişkin mücadelesini ‘terör’ olarak nitelemek ve şiddetle bastırmak, buna devam etmek onu ‘terör’ olarak görmek. İkincisi halen Kürt çözümünde asimilasyona, tasfiyeye dayalı yani Kürtleri muhatap almaya yönelik olmayan, daha doğrusu Kürtlerin milli varlığını inkar eden, halk olarak var olmaktan kaynaklı haklarını inkar etmek. Yani ‘bireyleri Kürt kabul edebilirim’ diyor ama ‘Kürt halkını kabul etmem’. Bu da asimislasyonist siyasetin bir başka türü. Üçüncüsü sorunun çözümünde, yani savaştaki karşıtı, barış sürecinde partneri olması lazım. Bu dünyanın her yerinde böyle. Ama Türkiye o partner olması gerekeni kabul etmiyor. Bu üç kanıt bize eski zihniyetin esas olarak devam ettiğini, onda kırılmalar, rötuşlar olduğunu gösteriyor.

LİBERAL DEMOKRATLAR KÜRTLERİN TASFİYESİNE ÇALIŞTI

* Geçmişte kısmende olsa Kürtlerin 'liberal, demokrat dostları' bugün iktidarın devletin hizmetinde görünüyor. Türkiye'deki liberal, aydın kesimin duruşunu nasıl yorumluyorsunuz?

- Ben bu konudaki görüşlerimi hiç değiştirmedim. Kürt cenahında bu görüşlerim kabul de görmedi. Hatta belki epey karşıt düşünceler de doğurdu. Ama bu düşüncelerimin hala doğru olduğuna inanıyorum. İki unsuru var, birincisi Kürtler kendilerine dayatılan tecridi kırmak için bir politika geliştirmek zorundaydılar. Bu doğru bir siyasetti. Bunun tabi sınıflı bir yapısı olan Kürt toplumuna ilişkin ideolojik iyi düşünleri de vardı. Yani böyle bir dinamik de vardı elbette. Ama esas olarak siyaset doğruydu. Ve bu ittifak siyasetinin ilk unsuru da liberal demokrat aydınlar olacaktı. Bu da doğruydu kaçınılmazdı. Ama burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardı, bu liberal demokrat aydınlar her zaman, yani Kürtlerle işbirliği yaptıkları zaman, ya da Kürtlere el uzattıkları veya kendilerine uzatılan Kürt elini ürkek de olsa tutmaya çalıştıkları, kimi demokratik talepleri söyledikleri zaman da esas olarak Türkiye’ye çalışıyorlardı. Türk devletinin Kürtleri Özalvari tasfiyesine çalışıyorlardı. Yani esas olarak Türkçüydüler. Ama Özal ve emperyalizmin istediği taktiksel dönüşümlerin bir unsuru ve parçasıydılar.

* Peki bunların görüşü neydi?

- Bunların görüşü şuydu, ‘Biz eski siyasette yani sadece şiddete dayalı topyekun tasfiye siyaseti ve stratejisi ile devam edersek, evdeki bulgurdan da olabiliriz. Bu, dünyadaki gelişmelere uymuyor. Bizim uygar dünyayla, yani emperyalizme aramızı bozuyor, devlet zor duruma düşüyor. Ana düşünce hep Kürdü yenmek tasfiye etmek. Ama tasfiyenin yöntemini değiştirerek, biraz zehiri şekere bulayarak, ya da biraz yeni dünya düzeni ya da küreselleşmenin ambalaj kağıdına sararak zehri yutturmak. Böyle bir tasfiyeci yönleri hep vardı. Dolayısıyla bu bir sürpriz değil benim açımdan. Onlarla ittifak yanlış olmadığı gibi bu da önemli, bunun böyle olduğunu bilerek bir iş yapmak.

İkincisi nasıl ki ilk zihniyet şiddet yoluyla tek başına tasfiyenin mümkün olmadığını görünce bir esnekli gösterebiliyor, reformistler de öyle. Reformları tutmadı. Reform aldatmacasının Kürtler tarafından yutulmadığını gördüklerinde onlar da tavır değiştirebiliyorlar. Onlarda esneklik değil katılaşma ortaya çıkıyor. Ve son tahlilde şiddetin kaçınılmaz olduğunu çünkü asıl olan onlarda PKK’nin askeri kanadının tasfiyesi. Tek yanlı bir silahsızlanmanın baş problem olduğunu baştan da söylüyor. Bu açılardan baktığımızda çok önemli bir farklılık yok dünkü tutumlarıyla bugünkü tutumları arasında.

KÜRT SORUNU DENGELERİ DEĞİŞTİRİYOR

* Ergenekon operasyonuyla başlayan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz. Bir iktidar savaşı mı, yoksa gerçekten Türkiye'de dengeler değişiyor mu?

- Türkiye’de tabi dengeler değişiyor, değiştiği için iktidar mücadelesi oluyor. Hem içeride, hem dışarıda dengeler değişiyor. Bu da kıyıcı, yıkıcı sert bir iktidar mücadelesine neden oluyor. Birincisi Kürt sorunu dengeleri değiştiriyor. Kürt sorunu iki şekilde dengeleri değiştiriyor; şiddet siyaseti, şiddete dayalı topyekun tasfiye siyaseti başarısız oldukça ekonomik, askeri, politik moral yükledikçe bunun sahipleri, yürütücüleri ve sistem çatırdıyor, tahrip oluyor bunların ağırlığı altında. İkincisi yeni bir unsur olarak Güney Kürdistan’ın ortaya çıkmış olması bölgesel dengeleri sadece değiştirmekle kalmıyor, Türkiye’yi ‘Kürt yoktur’ zihniyetinde dıştan gelen nesnel ve kontrol edilemez muazzam bir çatlak yaratıyor. Bunlar bir kere sistemin dayandığı payandaları tahrip ediyor. İkincisi emperyalizm değişiyor, dünya sistemi değişti. 1980’lerin sonlarından başlayarak, Amerika’nın Ortadoğu’da yeni bir siyaseti ortaya çıkıyor.

* Türkiye’nin emperyalizme ilişkisi nasıl bir şekil alıyor bu durumda?

- Türkiye emperyalizmle işbirlikçilik tekelini yitiriyor bölgede. Dünyanın her yerinde artık emperyalizmle işbirliği yapan gruplar, sınıflar, partiler, örgütler, devletler, hareketler ortaya çıkıyor. Yani yapmayan yok. Eskisi gibi bölgede pek işe yaramayan İsrail dışında emperyalizmle işbirlikçilik tekeli Türkiye’deydi ve ondan bir rant alıyordu. Şimdi öyle değil. Bu da değişiyor. Emperyalizm bir taraftan çok güçlendi bölgeyi ve dünyayı kendi başına yeniden dizayn etmeye çalışıyor. Ama emperyalizm öte taraftan çok büyük yenilgilerle de karşılaşıyor. Sadece askeri yenilgiler değil. Buna ekonomik bunalımı da katarsak, bütün bu güç içinde emperyalizm bunalımda. Emperyalizm başka aktörlere, tetikçilere daha fazla ihtiyaç duyuyor. Ama daha fazla ihtiyaç duyarken kendisi de krizde olduğu için eskisi gibi emir komuta zincirinde bütün kontrol onda değil. Tetikçilerin taleplerine, yer yer şantajlarına falan da biraz açık. Onun da biraz zaafları var. Bu da dengeleri değiştiriyor.

YENİ BİR BURJUVA DALGASI GELİYOR

* Bir de kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan değişim var. Bu nasıl gelişiyor?

- Çok önemli bir denge değişikliği de Türkiye’nin kendi iç dinamikleri ile ortaya çıkıyor. Türk burjuvazisi doğuşundan itibaren geri kalmış, tarih sahnesine geç çıkmış, yeterli birikimi olmayan, sermaye ve öteki alanlardaki birikimi yetersiz olan, dolayısıyla ancak bir hami ile var olabilen bir burjuva sınıfı. Yani batıdaki sınıf kardeşlerinin aksine ilerici, devrimci, tuttuğunu koparan, yöneten ve demokratik özellikler taşıyan, toplumu ileriye taşıyan bir özelliği yoktu. Onun için de hamiye ihtiyacı vardı. Zaten doğuşu da devlet güdümünde oldu. Biraz bürokrat burjuvaydı. Şimdi bu burjuvazi böyle olduğu için toplum üzerinde bir ideolojik hegemonya kuramadı. Bir değerler hegemonyası yoktu. Bir de dış hamiye ihtiyacı vardı. Yani emperyalizme de sığınmıştı. İçeride devlete, devlet kurumlarına, dışarıda emperyalizme sığınmıştı. Böyle olunca devlet de emperyalizm de halk üzerinde bir baskı aracı oldu. İki baskı aracının temsilcisi durumundaydı. Ve her durumda halktan kopuk ve uzaktı. Toplumu yeniden oluştururken Kemalist cumhuriyet zaten bunu burjuvazinin bir değerler hegemonyasında falan yapmadı. Silah zoruyla militarizmle şovenizmle yaptı. Bu burjuvazi dolayısıyla oluşturamadığı değerler hegemonyasında bir resmi ideoloji oluşturmak durumunda kaldı. Toplumdan kopuk, tepeden bakan, seçkinci bürokratik bir resmi ideolojinin bir parçası. O resmi ideolojinin asıl sahiplerine de bazı bedeller ödedi. Rantı iktidarı onunla paylaşmak mecburiyetinde kaldı, tek başına yönetemediği için. Onun için de bu burjuvazi devletle emperyalizmle işbirlikçi bir burjuvazi olarak ortaya çıktı. Devlet de esas olarak tabi silahlı bürokrasi, yani Genelkurmay da bunun rantını iktidar paylaşması karşılığında aldı. O da dedi ki ‘sen benim sırtımdan hem benim ideolojimi, hem de benim silahlı gücümü kullanarak kendi iktidarını inşa edebiliyorsan bu iktidarı benimle paylaşmaya mecbursun.’

* Bu durumda emperyalizm ne yapıyor?

- Şimdi bugün emperyalizm de şöyle yapıyordu, asıl güç silahlı güç olduğuna göre onun da işi zaten Türk militarizmi ile olduğu için burjuvaziyi atlayarak doğrudan Pentagon aracılığıyla Genelkurmay’la ilişki kuruyordu. Bu burjuvaziyi zayıflatıyordu, devleti ve silahlı bürokrasiyi de güçlendiriyordu. Çünkü emperyalizm asıl güç kaynağı.

Şimdi bunlar değişiyor. Bu yeni bir burjuva dalgası geliyor. ‘Anadolu kaplanları’ diyorlar. Bunlar çok palazlandılar, zenginleşiyorlar. Klasik TÜSİAD bürokrasisine karşı sınıf içinde dengeler değişiyor. Yeni bir zenginler kulübü MÜSİAD çıkıyor. Şimdi bunun çok özel bir avantajı var. Bu Anadolu muhafazakarlığı ve dini kullanarak, ötekinin aksine resmi ideolojiye çok bağımlı değil, kendi değerler hegemonyasını, egemen ideolojisini kurabilme imkanına sahip. Üstelik kendisi aynı zamanda dayandığı ya da oy aldığı sınıflarda resmi ideolojinin mağdurları iki şey yapıyor, mağduru olduğu resmi ideolojiyi silkeliyor. Çünkü kendi egemen ideolojisini kurabiliyor. Resmi ideolojinin kurumlarına da diyor ki ‘sana o avantajı vermek istemiyorum, politik iktidarı paylaşmadan tam olarak istiyorum.’

AKP BURJUVAZİNİN POLİTİK AYAĞI

-AKP’nin rolü ne?

- AKP işte bu yeni burjuvazinin politik iktidarı tam elde etme mücadelesinin politik ayağı. Politika aracı. Öte taraf ise bu rantları ve bu iktidar paylaşma konumunu kaybedeceği için hırçın bir şekilde kendini savunuyor, almaya çalışıyor. O da vermemeye çalışıyor. Emperyalizm de artık eskisi gibi doğrudan silahlı bürokrasiyle ilişki kurmaktan ise onun Türkiye’deki egemenlik sisteminin siyasal bacağıyla ilişki kuruyor, AKP ile kuruyor. Oradan da güç kaybediyor silahlı bürokrasi. Bu yeni burjuva da güç kazanıyor. Bu da dengeleri değiştiriyor. Üstelik silahlı bürokrasi Kürt savaşı dolayısıyla esas olarak Amerika ile stratejik bir anlaşmazlık içinde. Çünkü o halen sadece şiddete dayalı topyekun tasfiyeyi savunuyor. Bu Amerika’dan yapamayacağı işleri istemek anlamına geldiği için bir kere bir çelişkiler kaynağı oluyor.

Bu taraf, küreselleşmenin bütün sınırlarını ortadan kaldıran, devlet gücünü ortadan kaldıran, sermayenin denetimsiz dolaşımı dolayısıyla denetim yetkilerini kaybettiğini görüyor. Onun kozmopolit kültürüne karşı faşizan, devletçi, militarist, bürokratik bir ideolojik tepkisi var. Bütün bunlardan dolayı zaten çelişkiler var. Bir de Amerika’nın, emperyalizmin tetikçiliğini yaparken afişe olmuş, çok suç işlemiş topluma karşı yüzüne gözüne bulaştırmış, giderek devlet içinde devlet olmuş, çeteleşmiş bir sürü kanlı işe bulaşmış halde bir temizlenme ihtiyacı da duyuyor emperyalizm. Onun için eski tetikçilerini yıpranmış, afişe olmuş, yer yer kendisine karşı bile çıkar odaklarına dönüşmüş cerahatı da temizlemek istiyor. Dolayısıyla bu ikisinin yani sivil AKP ile emperyalizmin burada da çıkarları birleşiyor. İşte Ergenekon operasyonu falan. İktidar mücadelesinin bir unsuru da bu. Bütün bumlar iç içe girmiş ve bugünkü devlet krizini ve kaotik ortamı yaratmış durumda. Ve Türkiye’de bölünmüş, üniversiteler, yargı, silahlı bürokrasi, bürokrasinin bir bölümü onların politik temsilcileri MHP, CHP vesaire. Öbür tarafta liberaller, Çankaya mevzi değişti, böylesi bir bölünme söz konusu.

DURUM KAFA KAFAYA

* Bu Türkiye’yi nereye götürür, dengelerin değişmesi nereye varır?

- Değişiklik henüz olmuş da değil. Mücadelesi yaşanıyor. Kim yener kim kazanır onu bilmiyoruz. Bugün Türkiye’de bir tarafın elinde silah var. Daha güçlü gibi görünüyor. Bir ideolojik temeli de var, Kemalizm diye. Bütün toplumu sarıp sarmalamış bir şekilde. Onun da parası var değerler sistemi var. Onun da tarihsel belleği var, yani bir kafa kafaya durumu var.

* Bu durumu ne belirler?

- Diyebiliriz ki böyle durumlarda Türkiye gibi demokratik olmayan ülkelerde silah her şeyi belirler. Ama bir de emperyalizm unsuru var. Türkiye’de belirleyici olan her zaman o. Amerika bu konuda tek vücut değil tabiî ki. Bugün için Amerika içinde Beyazsaray’da ve dışişleri bakanlığında anlaşılan Amerika’nın içinde baskın olan düşünce tarzı AKP tarafını desteklemek. Onun için güç dengesi şimdi biraz bu tarafın elinde.

ABD İSTERSE DARBE OLUR

* Bazı yasal değişiklikler yapılıyor, demokratikleşiyor mu Türkiye?

- Hayır, Türkiye demokratikleşmiyor. Demokratikleşmenin maddi zeminini ve zihni dönüşümü henüz Türkiye’de gerçekleşmiş değil. Bunu gerçekleştirebilecek olgun bir burjuvazi de söz konusu değil. Dolayısıyla mesele bir demokratikleşme mücadelesi değil. Deniyor ki ‘artık Türkiye’de darbe olmaz.’ Şimdi bu söz tek başına bir anlam ifade etmiyor. ‘Türkiye’de darbe olmaz artık, çünkü Türkiye batı toplumları gibi yapısal ve zihinsel değişiklikler gösterdi, dolayısıyla da Fransa’da İsviçre’de ne kadar darbe olmazsa, Türkiye’de de olmaz’ diyebiliyor muyuz? Bunu Türkiye’de hiç kimse söyleyemiyor. En liberal aydınlar dahi söyleme cüretine sahip değiller. Çünkü öyle bir şey yok ortada. Ama yine de ‘Türkiye’de darbe olmaz deniyor’, niye Türkiye’de darbe olmaz, çünkü Amerika istemiyor. İstese yarın Türkiye’de darbe olur. Demek ki bir demokratikleşme söz konusu değil.

* Yukarıda yeni bir burjuvaziden bahsettiniz. Bu aynı zamanda AKP ve Erdoğan’ın dayandığı sınıfsal yapıyı da oluşturuyor…

- AKP iki şeye dayanıyor. Birincisi sermaye. Bu yeni yükselen yeşil sermaye. Ana dayandığı taban bu yükselen yeni yeşil İslami holdinglerdir. İkincisi oyunu ise her zaman olduğu gibi burjuva hükümetlerde de olduğu gibi üzerinde ideolojik hegemonya kurabildiği Anadolu yoksullarından alıyor. Muhafazakar Türk-İslam sentezinin etkisinde kalmış, büyük köylüler, emekçiler, kent varoşlarının insanlarından oylarını oradan alır. Bunlar Türkiye topluluğunun büyük bir çoğunluğumu oluşturuyorlar.

* Bütün bu gelişmeler ışığında Anayasa değişikliği çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- İşte bunların hepsi iktidar mücadelesinin sonuçlarıdır. Silahlı bürokrasi ya da karşı taraf militarizmin aygıtlarını, silahlı gücünü, Kemalist ideolojinin tortularını, Kürt korkusunu, Ermeni sorununu, şovenizmi kullanıyor. Bu taraf ise başka araçlar kullanıyor. Bu araçlardan bir tanesi konumu itibariyle seçim. Seçimi kazanıyor, parlamentoda çoğunluğu var. Burada en önemlisi parçalanmış devlet aygıtını, yani bu mücadele eden taraflar arasında bölüşülmüş devlet aygıtında mümkün olduğu kadar çok mevzi ele geçirmek. Mesela Çankaya mevziini ele geçirdi. Şimdi yargı tabi çok önemli bir mevzi anayasa değişikliği mümkün olduğu ölçüde devlet aygıtı içinde farklı alanları ele geçirmenin kendisinin elindeki en büyük kozlardan birini kullanarak, gerçekleştirmek istiyor. Bütün bunlar gerçek bir reform, demokratikleşmeden ziyade iktidar mücadelesinin araçları ve yöntemi olarak düşünülmesi gerek. Muhalefette de demokrat olduğu için bunlar sivil faşizm getirecek korkusuyla karşı çıkmıyor. O da bu iktidar mücadelesinde bazı mevziler elden kaçar diye mücadele ediyor. İki tarafın da demokrasi ve özgürlükler umurunda değil.

KÜRTLER ADIM ATTI, SIRA TÜRKİYE’DE

* Kürt sorunu ‘açılım’ bu gelişmelerin neresinde? Bağlantısı nedir?

- Devam eden bir şey var. Kürtler direniyorlar. Kürt halkını eşit bir ulusal varlık olarak görmeme zihniyeti de devam ediyor. Bu ikisinin devamı sorunun devam ettiğini gösteriyor. Biri direnmekten vazgeçse sorun biter. Ötekisi karşı tarafı eşit bir ulusal varlık olarak kabul etse meşru demokratik haklarını tanısa sorun yine biter. Burada haksız konumda olan tabi Türkiye tarafı. Adım atma ve kendini kanıtlama -barış isteme ve çözüm çabası bakımından- konumunda olan Türkiye tarafıdır. Çünkü Kürtler her alanda ve çok uzun bir süredir barışa, politik çözüme giden yolda her türlü jesti yaptılar. Müzakereye açık olduklarını eylemle de sözle de gösterdiler. Geri adım atmaksa atmayı kabul edebileceklerini, uzlaşma için fedakarlıksa fedakarlıkta bulunabileceklerini şu ya da bu yöntem uygunsa onu kabul edebileceklerini gösterdiler. Hatta yöntem de gösterdiler. Şimdi bu durumda Türkiye’nin bir politik barışçıl çözüm iradesine sahip olduğunu gösterecek adımlar atması gerekir.

SON İNSANLIK HAREKETİ

* Bütün bastırma, kuşatma ve yıldırma politikalarına karşın Kürtler Newroz’a son yılların en büyük katılımını sağladı. Newroz’u nasıl gördünüz?

- Bütün yaşananlar bu direnişin artık kırılamaz bir noktaya geldiğinin işaretleridir. 20. yüz yılın bence en büyük insani hareketlerinden birini inşa etti Kürt aydınlanması. 20. yüzyılın sonlarına doğru doğdu. Ondan öncekiler 20. yüzyılda çöktüler. Şimdi bütün mesele Kürtler bakımından 21. yüzyılın ilk büyük insanlık hareketi olma vasfını korumaları. Bunu becerir mi, Kürtler bunu yapabilecekler mi, artık göreceğiz. Ben tabi hem yapmasını istiyorum, hem yapabileceğine inanıyorum. Bence Kürt halkının büyük sınavı bu.

Hiç yorum yok: