19 Mart 2010 Cuma

Suç İşleme İhtimali ?!


Hukuk kurallarına göre, ancak bir suç işleme hali veya şüphesi durumunda yakalama, gözaltı ve tutuklama gündeme gelir. Diğer bir deyişle ceza yasalarına aykırı bir eylemin varlığı halinde kolluk ve yargı mercileri harekete geçer. Hukuka aykırı eyleme ilişkin soruşturma ve kovuşturma yapar. Hukuka aykırı bir eylem yoksa bir suçtan veya suç şüphesinden de bahsedilmeyecektir. Hiç kimse işlemediği bir eylemden, suçtan dolayı sorumlu tutulamaz. Bu evrensel ilke hemen hemen bütün hukuk sistemlerinde bulunmaktadır. Türkiye hukuk sistemi de bu şekilde düzenlenmiştir.

Ne var ki, son birkaç yıldır 15 Şubat, Newroz gibi bazı günlerde henüz ortada bir eylem yokken dahi Bölge'de yakalama, gözaltı ve tutuklamalar gerçekleşmektedir. Bu da 'eylem yapacakları', 'suç işleyecekleri ihtimali' gibi tuhaf gerekçelerle yapılmaktadır. Böylece hiçbir eylem ortada yokken, kim tarafından belli olmayan bir eyleme geçileceği ihtimalinden hareketle insanlar yakalanmakta, hatta tutuklanmaktadır. Bu tür bir uygulama ise salt Bölge'ye ve Kürtlere has bir uygulama olsa gerek. Kolluğun 'önleme araması', 'asayiş araması' adı altında usulüne uygun mahkeme kararı olmadan yaptığı genel aramaları hep kanıksamıştı bu toplum, bir de 'önleme yakalaması'(?) çıktı ortaya.

Hatırlanırsa Siirt'te meydana gelen bir infaz olayı ile ilgili, Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2009 yılında verdiği bir kararda 'Bölge'ye has bir hukuk' uygulamasına işaret etmişti. Yani ülkenin her yerinde eşit bir şekilde uygulanması gereken yasaların Bölge'de uygulamasının farklılaşabileceğine işaret edilmişti. Gerçi farklı bir hukuk öngören OHAL, sıkıyönetim dönemleri dışında da Bölge hep ikili bir hukuk uygulamasıyla karşı karşıyaydı.

Yeni bir hukuk(suzluk) örneği daha sergilenmektedir. Gençlerin, çocukların 'suç işleyecekleri ihtimalleri' üzerinden polislerin tuttukları yanlı, taraflı tutanaklara, ihbarlara göre operasyonlar, baskınlar yapılarak haksız yakalama, tutuklamalar yapılmaktadır. Newroz'a günler kala, Yüksekova'da, Hakkari'de, Şırnak'ta insanlar toplanmaktadır. Hiçbir eylemleri ortada yokken, adeta potansiyel suçlu kabul edilerek 'siz her an suç işleyebilirsiniz, bu nedenle sizi gözaltına alıyorum, sizi tutukluyorum' denmektedir. Bu biraz da 12 Eylül Darbesi'nden sonra tutuklanıp Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'ne (cehennemine) konulan bir kişinin tutuklanma nedeni olarak gösterilen şu muhayyel suçlara benzer; 'yasadışı olarak asılmış afişe sempatiyle bakmak', 'yapılması planlanan ancak gerekli izin alınamadığı için yapılamayan gecede şiir okumaya hazırlanma suçunu işleme.' (Necmettin Salaz-Kürtmüşüz, sayfa 114) Darbe hukukunun tirajikomik olaylarıyla bu son olaylar arasında ciddi benzerlikler görülmektedir.

Bu gerekçelerle hukuk uygulamasında 'suç işleme ihtimali' şeklinde bir kurum da ihdas edilmiştir. Oysa ki böyle bir şeyin ne kadar hukuksuz, gereksiz olduğunu bilmek için hukuk eğitimi almaya gerek yoktur. Bir insanın suç işleme ihtimali tamamen kendi iç dünyasını ilgilendirir. Bu, bir iç irade meselesidir. İradeyi okumak, yorumlamak mümkün değildir. Kaldı ki çağdaş hukuk sistemlerinde iradenin okunması yöntemiyle sonuçlar çıkarılmasına cevaz verilmemektedir. Oysa ki kim olursa olsun, mesleği ister cumhurbaşkanı, ister savcı, ister çoban olsun herkesin suç işleme ihtimali vardır. Çünkü suçu sadece insanlar işler. Fakat suç işleme ihtimali suç olarak kabul edilemez.

Hukuk, güvenlik kuvvetlerinin keyfine ve siyasete kurban edilmemelidir. Hukuk ve bilim çevrelerinin bu tür yasadışı, hukuk dışı uygulamalara insanlık adına, hukukun üstünlüğü adına sessiz kalmamaları gerekir. Kimsenin bu hukuksuzluğa olumlu veya olumsuz bir tepki göstermemesi düşündürücüdür.

Hukukun üstünlüğü yargı kararlarıyla somutlaşır. Yargıyı meşru kılan tarafsızlığı ve güvenirliğidir. Fakat cumhuriyet kurulduğu günden beri yargı bu yönleriyle tartışılmıştır. Demokratikleşme en başta hukukta başlatılmalıdır. Buna paralel olarak da yargıda ciddi bir reform gerekmektedir. Yargıdaki zihniyet algısı değişmediği sürece, devletin, statükonun değil hakkın ve halkın yargısı oluşturulmadığı sürece bu sorunlar artarak devam edecektir.

Yargının siyasallaştığının en belirgin sonuçlarından biri de Türkiye cezaevlerinin doluluk oranı açısından 12 Eylül'den sonraki dönemi fazlasıyla aşmasıdır. Özellikle son birkaç yıldır özel yetkili ağır ceza mahkemelerine olan inanç, güven tamamen sarsılmıştır. Tutuklama artık bu mahkemelerde sıradan bir olguya dönüşmüştür. Örgüt üyeliği, slogan, gösteri, propaganda iç içe geçmiştir. Bu mahkemelere düşen alelade bir insanın cezası on yılı bulmaktadır. Bölge'de neredeyse cezaevine girmeyen kimse kalmadı. Artık ilkokul gibi, askerlik gibi zorunluluğa dönüştü. Sivas'ta katledilen rahmetli Hasret Gültekin'den ve Selda Bağcan'dan çokça dinlediğimiz aşağıdaki dörtlük tam da Bölge'yi ve insanının duygularını anlatmaktadır.

'Nerde alnı açık insan görseniz,

Nerde yüreklerde isyan görseniz,

Nerde mektepten çok zindan görseniz,

Şimdi bildiniz mi, oralıyam ben.'

Av. CEMAL DEMİR

Hiç yorum yok: