16 Mart 2010 Salı

Sayın Başbakan'a zor sorular

ImageOrta okul sıralarında hatırlarım ilk Kürt arkadaşlarımı, İstanbulda topluma açıldığımız yeni yetişme yıllarında. Balkan göçmeni sınıf arkadşlarının yanı sıra, bir gecekondu mahallesiden gelirdi aralarında Kürtçe veya Zazaca konuşan okul arkadaşlarım. Böylece kendimi yanlız hissetmezdım, yazılamayan bir "ev diline" sahip biri olarak.

Lise yıllarımda yer aldığım Sosyalist gençlik Hareketi içinde gündemimizi hep ‘Ulusal Sorun’ başlığı ile Kürt Gerçekliği belirlemiştir. Her ne kadar teoride yürüsede tartışmalar, gerçek yaşamda Kürtler Konusu, çok sonra yaşamımıza girer. Ne zaman Kürtler kendi kimlik mücsadelesini toplumsal mücadelenin önüne çıkarır, genelde Türkiye Solu, hep sözünü ettiği ‘Ulusal Sorunu’ algılamaya başlar.

Karikatür: Bahadir Baruter,Mehmet Çağçağ
Sömürüsüz savaşsız bir gelecek toplumu umudunu hala taşıyan biri olarak, o dönemlerden hatırladığım bir garip ‘eziklik’ olarak nitelediğim duygu başlar. Kürtlerde bir Kültür–Kimlik mücadelesi sürerken, bizim Lazlar, Gürcüler, Çerkezler neredeydiler? Bunu hep sorguladım...

Sanırım yaşadığımız toplusal süreç bizi pek geciktirmeden diğer Önasya Halkları gibi ‘Kimlik-Kültür’ odaklı düşünmeye ve bir arayışa götürdü. Kendi Halk gerçekliğimizde tesbit ettiğimiz kültürel erozyon ve yozlaşma bizleri birer Kültür aktivisti olmaya yöneltti. Çıkış noktamız anadilde yazma eylemiydi. Lazuri Alboni yi bir mütevazi bröşürde bastırıp Lazca bilenler arasında dağittiğimizda bunun bir kültürel direnişe vesile olacağını zamanında asla ön göremezdik.

Bir kaç amatör araştırmacı olarak, anadilimize halk kültürümüze dair bilgileri arkadaş çevremizde paylaşırken bize ilk tepkiyi gösteren maalesef Kürt çevreleri olmuştur ‘Bir siz eksiktiniz ‘ dercesine ..Bu bizleri şaşırtan tepkiler içimdeki ‘tuhaf ezikliği’ derinleştirir.

Laz aktivistleri kaplumbağa hızındaki yürüyüşleri ile bir çeyrek yüzyıl geride bırakırken sistemin ‘ bir açılıma ‘ ihtiyaç duyması, bir kez daha bizim halkımızı ve Anadolunun kültürel birikimini yok sayması ö içimdeki ‘müzmin eziklik’ üzerine bir iki cümle yazmamı zorunlu kıldı.

1980 li yıllarda bu tuhaf duygu bir yanda ‘siz lazlardan adam çıkmaz’ diyen Kürt arkadaşlar ile Laz aileleri ile kültürel erozyonu konuşacak iken ‘yoksa sizde mi ‘ayrı toprak’ isteyeceksiniz? diye soran Lazlar arasında kalmanın ne zor olduğunu şimdi anlatmakda daralıyorum.

Bir Halkın kültürel varolup yokoluşunun bir yaşamsal olayın söz konusu olduğunu anlatmak o kadar zordu ki! İnsanlara şeker ile tuzun ilk bakışta ayırmanın mümkün olmadığı ama her ikisinin de gerekli olabileceği gerçeğini bir ıhtimal olarak soyut konuşmak.

Süreç içinde bir bölgesel savaşa dönüşsede, Anadolu ve Mezopotamya halkları hala ortak paydalarda birlikte yaşamdan yana olması, içimde yarına dair umudu diri tutmama yardımcı oldu. İçimdeki ‘inanılmaz eziklik’ en çok kardeşlerimin ve kuzenlerimin asker olarak bir kardeş halka gönderilmesinde kandı.

Bir yanda bir Halkın demokratık haklara susamış sabırsız hırçınlığı, diğer yanda sivil bir red etme imkanından yoksun Halk çocuklarının asker olarak bir ‘şiddet çılgınlığına’ katılmaları. Vicdani red den mahsun bir ülkenin gönülsüz kahramanları. Bunların arasında kardeşlerimin olması içimde dinmeyen yaraları deşer yıllarca.

Pek bilinçli bir tercih olmasada Laz Kültürü aktıvistleri, pasif bir direniş yolu seçer kimlik arayışına sürüklenen bir coğrafyada. Bölgesel savaşta bir farklı direniş şekli arar gibi kalemle kitapla koyuluruz engebeli bir serüvene... Komada olan bir halkın son nefesleri, son heceleri oluruz karanlık bir diyarda...

Kazananı kaybedeni olmayan bu anlamsız şiddet çığlığını sorgularız ..

Şimdi sayın Başbakan ‘Bir açılım ‘ diyerek gecikmiş bir selam verir komşu halka.

Ya biz, sayın başbakanım,
Biz Lazlar ‘bu açılımın ‘ neresinde kaldık?
Halkımın üzerinden ‘ölü toprağının ‘ kaldırılması hangi koşullara bağlı?
Ya Anadolunun diğer Halkları ?

Selma Koçiva

2 Eylül 2009, Dortmund

Hiç yorum yok: