15 Mart 2010 Pazartesi

PKK ile diyalog kurulmalı!


‘Biz sorunun savaş ile değil diyalog ile çözülmesini savunuyoruz. Türk hükümeti PKK’nin bölgedeki varlığını öne sürerek sınırötesi operasyonlar yapıyor. Bu sorun böyle çözülmez. Son dönemlerde PKK’nin ard arda ateşkesler ilan ettiğini ve politik diyalog istediğine şahit oluyoruz ama Türk hükümeti bu çağrılara olumlu yanıt vermiyor. Sorunun çözülmesinin yolu diyalogun kurulmasından geçer.“











İsveç’te Sol Parti, 2006 yılında yapılan seçimlerde % 5,7 oranında oy alarak 22 üyesini parlamentoya sokmaya başardı. Uluslararası alanda emperyalizme ve gericiliğe, İsveç’te de ırkçı ve yabancı düşmanı akımlara, özelleştirmelere ve sosyal hakların kısıtlanmasına karşı mücadele eden Sol Parti bir basın açıklaması yaparak Belçika’da Kürt kuruluşları ve Roj TV’ye yapılan saldırıları protesto etti. Sol Parti bu yılın Eylül ayında yapılacak parlamento ve belediye seçimlerine Sosyal Demokrat İşçi Partisi ve Çevre Partisi Yeşiller ile birlikte ittifak kurarak girme kararı aldı. Yapılan kamuoyu yoklamalarının tamamı üç partiden oluşan ”Kırmızı-Yeşil İttifak”ın yapılacak seçimleri kazanarak hükümeti kuracağını gösteriyor. Sol Parti Lideri Lars Ohly Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’daki gelişmelerle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Türkiye’de hükümet Kürt sorununun çözümü için bir yandan ‘açılım’ yapacağını ilan ederken aynı zamanda DTP’yi kapatılmasını ve parti yöneticilerini tutuklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki gelişmeleri herşeyden önce de DTP’nin kapatılmasını büyük bir kaygı ile izliyoruz. Türkiye’deki gelişmeler sadece bir yönde değil, değişik yönde ve karmaşık bir biçimde sürüyor. Gerici ve milliyetçi çevreler modernleşmeyi, Kürt sorununun çözümünü, demokratikleşmeyi ve insan hakları alanında iyileştirmeler yapılmasını engellemek için seferber oldular. AKP’nin görev yaptığı süre içinde bazı olumlu işler yaptığını görüyoruz. Ancak Türkiye’nin insan haklarını tam olarak hayata geçirebilmesi ve demokratikleşmeyi sağlaması için epeyce adımlar atması gerekiyor.

Batılı ülkelerdeki hükümetler ve partilerde AKP’nin demokrasiden yana olduğu, Kürt sorununu çözmek istediği ancak ordunun ve milliyetçi güçlerin buna engel olduğu kanısı var. Oysaki anti demokratik uygulamalar ve Kürt halkının temsilcilerine karşı saldırılarda AKP ile ordunun mütabakatı var?
AKP bir yandan askerlerin ve Milli Güvenlik Kurulu’nun yetkilerini sınırlamaya çalışırken, aynı zamanda bu güçlerden bazıları ile birlikte hareket ediyor. DTP’nin kapatılmasında bu güçlerle işbirliği yapmaları oldukça kaygı verici. Biz Türkiye’yi modernleştirme çabalarından dolayı ve eski yapıyı sorguladığı için AKP hükümetine sempati ile bakıyoruz. Ama aynı zamanda biz Türkiye’nin laikliğinin korunmasından yanayız. İslami bir devlet yaratma girtişimlerine karşıyız ve bunun laisizme karşı bir tehdit oluşturduğunu düşünüyoruz. Bütün parti ve örgütlerin serbestçe faaliyet göstermelerinin yanayız. Bunun tersine bir durum sözkonusu olduğunda dış dünyanın ve batının demokrasi ve insan haklarını savunması için tutum almasını istiyoruz. Son yapılan yerel seçimlerde büyük ilerlemeler kaydeden DTP’nin kapatılmasına karşı Avrupa Birliği sessiz kalmıştır.

Batının olanlara göz yumması bilinçli bir politika mı?
Evet bilinçli bir politika. Bundan kesinlikle eminim.

Neden?
Türkiye Avrupa Birliği’ne aday önemli bir ülke. Avrupa Birliği içinde Türkiye’nin üyeliğinden yana ve ona karşı olan güçler var. Fransa ve Almanya’da halkın çoğunluğu Türkiye’nin AB üyeliğine karşı. Ama herşeye rağmen batılı ülkeler Türkiye ile ilişkilerin zedelenmesini ve AB üyeliği tartışmaların olumsuz bir yöne kaymasını istemiyorlar. Bu yüzden de DTP’nin kapatılmasını ve insan hakları ihlallerini görmezden gelmeyi yeğliyorlar. Bu blilinçli bir politikadır. Böyle yapmakla Türkiye’de Avrupa Birliği’ne güvenen kitleye de ihanet ediyorlar. Halbuki Batı’nın Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ne uyması ve demokrasi ve insan haklarını hayata geçirmesi için devamlı uyarılarda bulunması ve ısrarcı olması gerekiyor. Ama özellikle Almanya ve Fransa bunu yapmak istemiyor. Sarkozy ve Almanya Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almamak için yabancı düşmanı güçlerle flört ediyorlar. Türkiye’deki insan hakları ihlallerine göz yummuyorlar. Türkiye’nin insan haklarını ihlal etmesi onların işine geliyor. Türkiye’yi eleştirseler ve Türkiye anti-demokratik uygulamalara son verirse ellerinde Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmaları için koz kalmayacak. Bu nedenle de ihlallere karşı sessiz kalıyorlar. Bu tamamen bilinçli bir politika.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul edeceğini sanıyor musunuz? Yoksa Türkiye’yi oyalama taktiği mi izliyor?
Bu soruya net bir cevap mümkün değil. Avrupa Birliği bu konuda bütünlüklü bir görüşe sahip değil. AB içerisinde Türkiye’nin üyeliğinden yana ve karşı olan güçler var. Ben demokrasi ve insan hakları alanında gerekli kriterleri yerine geçirdiğinde ve kendi halkı istiyorsa Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmasından yanayım. AB içinde bu tutumu savunan bir çok ülke ve parti var. Ama Avrupa Birliği’ni Hıristiyan Klübü olarak gören, gerici ve yabancı düşmanı güçlerin olduğunu da biliyoruz. Üyelik söz konusu olduğunda biz tüm ülkelerden aynı şeyleri istemek zorundayız. Türkiye’den Romanya, Bulgaristan veya üye olmak isteyen bir başka ülkeden istediklerimizden fazlasını isteyemeyiz. Ancak bugün Türkiye AB üyeliği için istenen talepleri yerine getirmedi ve getirmek için de yeterli çaba göstermiyor. Her şeyden önce de demokrasi ve insan hakları alanında.

Sol Parti AB’ye karşı ve İsveç’in Avrupa Birliği’nden çıkmasını istiyor ama aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını istiyor. Bu bir çelişki değil mi?
Ben bunun bir çelişki olduğunu düşünmüyorum. Avrupa Birliği üyeliği söz konusu olduğunda kararı o ülkenin halkları verir. Biz İsveç’in AB üyeliğine karşıyız. AB üye ülkelerin ulusal bağımsızlıklarını sınırlıyor yetkileri Avrupa Birliği’ne devrediyor. Uzun vadede İsveç halkı bundan zararlı çıkacaktır. Ama bazı ülkelerdeki bazı sol gruplar bile bu konuda daha farklı düşünüyorlar. Dışarda kalmaktansa demokrasi ve insan haklarının korunması ve geliştirilmesi açısından AB içinde yer almayı daha yararlı buluyorlar. Türkiye açısından ele alacak olursak AB üyeliği azınlıklar, demokrasi ve insan hakları alanında olumlu bir rol oynayacaktır. Bu nedenle bir çok Kürt dostum Türkiye’nin AB’ye üye olmasından yana tutum takınıyor. Türkiye’nin üye olup olmamasına da orada yaşayan insanlar karar verecektir.

Son yıllarda Avrupa Birliği işçilerin, emekçilerin ve yabancıların haklarını kısıtlayan yasalar kabul etti. Avrupa Birliği’nin Avrupa ülkelerinde demokratik hak ve özgürlükleri sınırlarken Türkiye’nin demokratikleşmesini istemesi ne ölçüde inandırıcı?
Söylediklerin kısmen doğru ancak olayın boyutları farklı. Kopenhag Kriterleri Avrupa Birliği’nin Doğu Avrupa ülkelerini içine alması perspektifi ile belirlendi. Parti ve örgütlerin serbestçe örgütlenmeleri, düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanmasını, örgütlenme ve gösteri yapma haklarının güvence altına alınması öngörüyor. Bunlar son derece olumlu. Türkiye’nin bu kriterleri yerine getirmesi durumunda demokrasi ve insan hakları alanında büyük ilerlemeler olacaktır. Ama aynı zamanda Avrupa Birliği’nin üye ülkeleri yönetme gibi antidemokratik damarları var. Laval Kararı bunlardan biri. İşçilerin örgütlenme ve greve gitme haklarını engelliyor. Biz Avrupa Mahkemesi’nin işçilerin haklarını kısıtlayan bir dizi karar almasını şiddetle eleştiriyoruz. Çelişkiler var ama bunu abartmamak gerekiyor. Ama demokratik hak ve özgürlüklerin tüm üye ülkelerde uygulanmasını isteyen yasalar ve kurallar var ve bunları demokrasi açısından önemli görüyorum.

Son dönemde Ortadoğu’da yoğun bir diplomasi trafiği var. Türkiye’de ülkeyi yönetenler İran, Suriye ile yoğun görüşmeler yapıyorlar. Türkiye’ye Arap ülkeleri, Suriye, İran ve İsrail arasında aracılık yapma görevi mi verilmek isteniyor?
Türkiye’ye aracılık yapma görevinin verildiğini sanmıyorum. Ayrıca Türkiye bunu üstlenecek ve yerine getirebilecek bir konumda da değil. Türkiye bölgede önemli bir faktör. Ortadoğu’da önemli bir bölgesel güç. Ancak bunu abartmamak gerekir. Türkiye Ortadoğu’da barışı sağlamak için arabuluculuk yapacak bir ülke olamaz. Avrupa Birliği ve ABD’nin Türkiye’ye böylesi bir rol biçeceklerini sanmıyorum.

Türkiye’de Kürt sorunu çözümü ve insan hakları ihlallerinin engellenmesi için ne yapılması gerekir?
Bu gerçekten çok zor bir soru. Bu sorunların çözümü ülkenin demokratikleşmesine bağlı. Önce seçim sisteminden başlamak gerekiyor. Yüzde 10’luk baraj azınlıkların örgütlenmeleri ve parlamentoya girmelerini engelliyor. Bu demokratik katılımcılığı engelliyor. Azınlıkların ve diğer grupların temsil edilmeleri ve kendilerini ifade edebilmelerinin önünün açılması için yüzde 10 barajının kaldırılması gerekir. Demokratik hak ve özgürlükleri sınırlayan anayasa ve yasaların değiştirilmesi gerekir.

Türkiye’de PKK ile devlet arasında 30 yıldır savaş sürüyor. Savaşın son bulması için önerileriniz var mı?
Biz sorunun savaş ile değil diyalog ile çözülmesini savunuyoruz. Bu sorun komşu ülkeleri de etkiliyor. Türk hükümeti PKK’nın bölgedeki varlığını öne sürerek sınırötesi operasyonlar yapıyor. Bu sorun böyle çözülmez. Ama biz geçmişteki şiddet eylemlerini de tasvip etmiyoruz. Son dönemlerde PKK’nin ard arda ateşkesler ilan ettiğini ve politik diyalog istediğine şahit oluyoruz ama Türk hükümeti bu çağrılara olumlu yanıt vermiyor. Sorunun çözülmesinin yolu diyalogun kurulmasından geçer.

Avrupa silahlı mücadele verdiği için PKK’yı ‘terörist’ bir örgüt olarak görüyor. Ancak Arafat ve El Fetih de 60 ve 70’li yıllarda terörist olarak ilan edildiler. PKK ve Kürtlerin durumu ile El Fetih ve Filistinlilerin mücadeleleri arasında benzerlikler yok mu?
Filistinliler ve Kürtler devletleri olmayan iki büyük halk. Filistin halkı devletini kurmak ve barış içinde yaşayabilmek için mücadele etmek zorunda. Ama Kürdistan’da bugün değişik ülkelerde ülkelerde yaşayan Kürtlerin durumları farklı. Irak Kürdistan’ında Irak’ın bünyesinde federal bir yönetim var. Türkiye’de Kürtlerin ulusal taleplerinin engellenmeye çalışılıyor ve DTP’nin kapatılıyor. İran Kürdistan’ında felaket bir durum söz konusu. Ülkede yaşayan 8 milyon Kürt’ün hiç bir politik hakları yok. Gösterilerden sonra Kürtler daha çok idam edilmeye başladılar.

Suriye’de Kürtler ağır baskı koşulları altında yaşıyor. Ama her şeye karşı iki halk arasında, Kürtler ile Filistinliler arasında benzerlikler var. Her ikisinin de devletleri yok. Ama ben bu günkü koşullarda bir Kürt devletinin kurulmasının koşullarının olduğunu sanmıyorum. Böyle bir talep Kürtler üzerindeki baskı ve saldırıların artmasına neden olabilir. Bu belki gelecekte olabilir ancak bugün böyle bir oluşumdan söz etmenin gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Bugün Kürtlerin demokrasi, insan hakları ve özyönetim için mücadele etmeleri gerekiyor.

Halepçe’nin yıldönümü yaklaşıyor. Sol Parti bu günün kimyasal silahlara karşı mücadele günü olarak ilan edilmesini istiyor. Bunu biraz açar mısınız?
Biz Birleşmiş Milletler’in 16 Mart gününün, Halepçe katliamının yıldönümün kitle imha silahlarına karşı mücadele günü olarak ilan etmesini istiyoruz. Bu konudaki önerimizi Sosyal Demokrat ve Yeşiller kabul etti. Seçimlere bu partilerle ittifak yaparak gireceğiz. Seçimleri kazanmamız halinde bu sorunu Birleşmiş Milletler’in gündemine taşıyacağız.

Newroz kutlamaları öncesi Türkiye’de gergin bir durum var. Sol Parti Newroz kutlamalarını izlemek için Türkiye ve Kürdistan’a heyetler gönderecek mi?
Bu konuda bilgim yok ama ben burada yapılacak iki ayrı Newroz kutlamasına konuşmacı olarak katılacağım.

Aralarında sizin de bulunduğunuz 15 milletvekili tarafından verilen soykırım önergesi bir kaç gün sonra parlamentoda tartışılarak onaylanacak. Parlamentodan soykırım kararının çıkacağını sanıyor musunuz?
Hayır sanmıyorum. Şu anda sağ partiler parlamentoda çoğunluğu oluşturuyor. Ama seçimleri kazanırsak soykırım kararını parlamentodan geçireceğiz. Bu konu hakkında 11 Şubat günü Sosyal Demokrat İşçi Partisi ve Çevre Partisi Yeşiller ile görüş birliğine vardık. Halkın kendi geçmişi hakkında söz sahibi olması ve geçmişini bilmesi ve bunun başkaları tarafından da kabul edilmesi gerekir. Bu tazminat istenmesi sorunu veya Türkiye’yi yönetenlerden talepte bulunması sorunu olarak anlaşılmamalı. Osmanlı devletinin yaptıkları tarihi gerçeklerin kabul edilmesi olarak anlaşılmalıdır.

Sosyal Demokrat İşçi Partisi yönetimi soykırımı kararı alnmasına karşı idi ama kongrede soykırım kararı parti yönetiminin muhalefetine karşın kabul edildi. Sosyal Demokratların soykırımın kabul yönünde oy kullanacaklarına inanıyor musunuz?
Bu konu Sosyal Demokratlar ve Çevre Partisi ile yaptığımız anlaşmada var. Ben anlaşmaya sadık kalacaklarına ve soykırımın kabul edilmesi için oy kullanacaklarına inanıyorum.

MURAT KUSEYRİ/STOCKHOLM

Hiç yorum yok: