11 Mart 2010 Perşembe

'İyi şeyler' olmadı'

Cumhurbaşkanı Gül'ün Kürt sorunu konusunda 'İyi şeyler olacak' sözünün üzerinden bir yıl geçti

İŞTE 'İYİ' DEDİKLERİ

Bin 118 Kürt siyasetçi ve belediye başkanı kelepçelenerek tutuklandı. 500 dolayında çocuk cezaevine atıldı. DTP kapatıldı, siyaset yasağı getirildi. Baskılar Avrupa'ya sıçradı. Askeri operasyonlar sürdü. Muhataplık, diyalog ve müzakere girişimleri engellendi, barış çağrıları karşılıksız bırakıldı.

Doğu cephesinde 'iyi şeyler' olmadı

Cumhurbaşkanı Gül'ün 'İyi şeyler olacak' sözünün üzerinden bir yıl geçti. Kelepçeli gözaltı operasyonları, bin 118 Kürt siyasetçinin ve belediye başkanının tutuklanması, DTP'nin kapatılması, vekilliklerin düşürülmesi, siyaset yasağının uygulanması, 500 dolayında tutuklu çocuğun en ağır cezayla yargılanması, muhataplık, diyalog ve müzakere girişimlerinin engellenmesi, barış çağrılarının karşılıksız bırakılması Kürt sorununda bir yılda yaşanan 'en kötü gelişmeler' olarak kayıtlara geçti

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 10 Mart 2009'da Tahran'a giderken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada Kürt sorunuyla ilgili olarak 'Önümüzdeki günlerde iyi şeyler olacak. Bu meseleyi sadece sınırdışına yüklemek yanlış olur' demişti. Bu sözlerin üzerinden tam bir yıl geçti. Gözler bir kez daha o tarihten buyana Kürt sorunu konusunda yaşanan gelişmelere çevrildi.

Gül'ün Kürt sorunu konusunda yaptığı bu çıkış, AKP'nin Kürt oyları üzerinde hesaplar yaptığı 29 Mart yerel seçimleri öncesine denk gelmişti. Bu açıdan seçimlere dönük boyut taşıyan bu sözler aynı zamanda Kürt sorunu konusunda bazı adımların atılabileceği ve Gül'ün de bu süreçte etkin rol oynayacağı yönündeki beklentilerin oluşmasına yol açmıştı. Bu beklentilerin gölgesinde gerçekleşen 29 Mart yerel seçimler önemli siyasi sonuçlar ortaya çıkardı. DTP'nin oylarını ikiye katlayarak muhataplığını ve temsiliyetini güçlendirmesi Kürt sorununun çözümü konusunda da önemli bir fırsat yaratmıştı. Bu fırsat ABD Başkanı Obama'nın 6 Nisan'da Ankara'ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında da teyit edilmişti. DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk'le de görüşen Obama, Türkiye'de ilk kez bir Kürt siyasetçiyle bir araya gelmekten duyduğu memnuniyeti dile getirirken, demokratik siyasetin önemine ve DTP'nin rolüne dikkat çekmişti.

14 Nisan'da düğmeye basıldı

Bu gelişmeler Türkiye'de olumlu bir atmosferin gelişmesine yol açarken, PKK de barışçıl bir sürecin başlayabilmesi için 13 Nisan'dan itibaren eylemsizlik kararı aldığını açıkladı. Gözler hükümete ve atacağı adımlara çevrilmişti ki, 14 Nisan'da düğmeye basıldı ve KCK operasyonu kapsamında DTP'nin üç eşbaşkan yardımcısının da aralarında bulunduğu 52 merkez yöneticisi gözaltına alınarak tutuklandı. Bu operasyon; DTP'nin güçlenin rolünün zayıflatılması ve Kürt sorununun muhataplarını tasfiyesi yönündeki sürecin de startı oldu. Aynı gün Harp Akademileri'nde konuşan Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, 'Ulus devlet formu devam edecektir. Türk kimliği etnik ve dinî temele dayanmaz. Teröristle mücadele ile terörle mücadele ayrıdır. Bireysel hak ve özgürlükler ötesinde açılımlar olamaz' diyerek, kırmızı çizgileri çekti.

Gül: Kürt sorunu en önemli sorun

Uğradığı operasyonlara rağmen çözümden ve barıştan yana olan ısrarını sürdüren DTP, Başbakan'dan randevu talep etti ancak, bu çağrısı karşılıksız kaldı. Yasaklı Eşbaşkan Ahmet Türk, 7 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le yaptığı görüşmede, operasyonları hatırlatarak, 'iyi şeylerin' yaşanmadığı hatırlatmasında bulundu. Türk, Gül'den aktif rol oynamasını istedi. Gül, 9 Mayıs'ta Kırgızistan gezisi sırasında Kürt sorunuyla ilgili olarak 'Bu soruna ister Kürt sorunu ister Güneydoğu sorunu deyin, bu Türkiye'nin en önemli sorunudur. Bu sorunu çözmekte ne kadar gecikirsek sorunda o kadar büyür' dedi.

'Açılım' toplantısı

Gül'ün bu 'tarihi fırsat' sözleri Kürt sorunundaki tartışmaları yeniden hızlandırdı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay 29 Temmuz'da basın toplantısı düzenleyerek, 'demokratik açılım' başlattıklarını açıkladı. Açılımla ilgili ilk toplantı 1 Ağustos'ta Polis Akademisi'nde gerçekleşti. Koordinatör Bakan Atalay ile bazı gazetecileri bir araya getiren ''Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru'' başlıklı çalıştayda, katılımcılar Kürt sorunuyla ilgili görüşlerini dile getirdi.

DTP'yle ilk temas

İki yıl boyunca 'PKK'yle arasına mesafe koymadığı' gerekçesiyle DTP'yle görüşmeyen Başbakan Erdoğan, Eşbaşkanlar Ahmet Türk ve Emine Ayna'yı 5 Ağustos'ta Meclis'teki makamında kabul etti. Görüşme sonrası Türk ve Erdoğan, ılımlı mesajlar verdi. Görüşmeden sonra 'Umutlarımız daha da arttı' diyen Erdoğan, 'Sürecin önünü tıkamak isteyenler çıkabilir. Dil ve üslup çok önemli' diye konuştu. Erdoğan, partisinin 10 Ağustos'taki grup toplantısında 'Artık analar ağlamasın' diyerek, önemli mesajlar vermeye devam etti. 20 Ağustos'ta toplanan Milli Güvenlik Kurulu sonrasında yapılan açıklamada da, 'Çalışmaların devamı tavsiye edilmiştir' denilerek, hükümetin başlattığı açılım sürecinin kurul tarafından desteklendiği mesajı verildi. Böylece açılım adı altındaki politikaların bir devlet projesi olduğu ortaya çıktı. MGK bildirisi sonrası açılımın adı 'Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi' olarak değişti.

'Dağ fare bile doğurmadı'

DTP, sorunun çözümü için muhatap olarak Öcalan'ı gösterirken, hükümet kanadı ise, 'illegal örgütlerle pazarlığın söz konusu olamayacağı'nı savunarak, diyalog sürecinin önünü kesti. Koordinatör Bakan Atalay'ın, 31 Ağustos'ta açılım süreciyle ilgili olarak yaptığı basın toplantısında, atılacak adımlar konusunda somut bir proje sunmaması, DTP'nin tepkisine yol açtı. Ahmet Türk, Diyarbakır'da yaptığı açıklamada 'Dağ fare bile doğurmamıştır' diyerek, hükümetin kırmızı çizgilerle sorunu çözemeyeceği uyarısında bulundu. Hükümet ise, Kürt tarafını muhatap almama yönündeki siyasi tavrını sürdürdü. Bununla birlikte Öcalan'ın savcılığa teslim ettiği 'yol haritası'nın kamuoyundan saklanması ve hükümetin 6 Ekim'de sınırötesi operasyon tezkeresinin süresini bir yıl daha uzatması, geleneksel politikaların terk edilmeyeceğinin işaretini verdi.

Habur dönüm noktası oldu

Öcalan, yaşanan siyasi tıkanıklığın aşılması için PKK'ye iki ayrı barış grubunu Türkiye'ye göndermesi çağrısında bulundu. Bunun üzerine 8'i Kandil'den, 26'sı da Mahmur'dan olmak üzere toplam 34 kişiden oluşan barış grubu heyeti, 19 Ekim'de Habur'dan giriş yaptı. Özel yetkili savcılara geliş amaçları konusunda ifade veren barış grubu üyeleri, daha sonra serbest bırakıldı ve Silopi'de yüzbinler tarafından karşılandı. Aynı kitlesellik diğer illerdeki karşılamalarda da sürdü. Başbakan Erdoğan, 20 Ekim'de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Habur'u 'Sevindirici gelişme' sözleriyle değerlendirirken, 'Habur Sınır Kapısı'nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü?' diye konuştu. CHP ve MHP'nin milliyetçi tehditlere varan sert tepkisi karşısında geri adım atan hükümet yetkilileri, Habur'la ilgili olarak 'Siyasi şov yapıyorlar', 'DTP açılımı tahrip etti' ve 'Gerekirse sil baştan alırız' sözleriyle DTP'yi hedef gösterdi. Erdoğan, Habur'da yaşananların benzerinin yaşanmasına izin vermeyeceklerini belirtirken, Avrupa'dan gelecek ikinci barış grubu da Türkiye'nin diplomatik baskılarıyla engellendi.

Yanış hesap Habur'dan döndü

Kürt sorununa yaklaşımları ve niyetleri açığa çıkartması açısından Habur'daki gelişmeler Türkiye'yi önemli bir sınavdan geçirdi. Hükümetin hedefi, açılım söylemleri karşısında PKK'lilerin silah bırakacağı ve 100'er, 200'er kişilik gruplar halinde Habur'dan giriş yapacağı gibi gerçekçi olmayan hedefler üzerine kuruluydu. Bakan Atalay da '150 kişilik bir grup daha gelecek' diyerek, bu beklentiyi yansıtmıştı. DTP ise, gerçekçi çözümler üretilmeden, diyalog kurulmadan silah bırakma konusunun gündeme gelmeyeceği konusunda hükümeti her fırsatta uyarmıştı. Hükümet beklentisi gerçekleşmeyince tavrını değiştirdi ve Habur'un arkasında duramadı. Oluşan milliyetçi hava sokaklarda linç girişimlerine dönüştü ve özellikle batı illerindeki Kürtleri hedef alan saldırılar yaşandı.

Meclis'te açılım tartışmaları

Kürt sorununda atmosferin sertleştiği bir süreçte 13 Kasım'da Meclis'te açılımla ilgili bir genel görüşme yapıldı. Muhalefet, hükümeti PKK'yle pazarlık yapmakla suçlarken, AKP ise, CHP ve MHP'yi kandan beslenmekle eleştirdi. Karşılıklı sert tartışmaların yaşandığı genel görüşmede Hükümet, çözüm konusunda somut projeler ortama koymazken, DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ise, herkesi sorumluluk almaya çağırdı. Türk, 'Eğer ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilirse; silahlar üç ay içinde Türkiye'nin gündeminden çıkar' dedi.

Hükümet, DTP ve Öcalan'ı hedef aldı

Hükümet çözüm adımları atmak yerine DTP'yi hedef almayı sürdürdü. DTP'nin 22 Kasım'da İzmir'de gerçekleştirdiği konvoy, ırkçı saldırılara maruz kaldı. Başbakan 'Bir partinin otobüsünde veya konvoyunun içinde terör örgütünün bayrakları olursa, terörist başının posterleri olursa buna sıcak bakmak mümkün değildir' diyerek, DTP'ye yapılan saldırıyı meşru göstermeye çalıştı. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek de 'DTP kendisini kapattırmak istiyor' diyerek, yargıya mesaj gönderdi. Hükümet, bir yandan DTP'yi kıskaca almaya çalışırken, diğer yandan da Öcalan'a karşı tutumunu sertleştirdi. Öcalan'ın 'ölüm çukuru' olarak nitelendirdiği yeni cezaevine nakledilmesi, çatışmalı ortamı tırmandıran bir hükümeti politikası olarak devreye konuldu. Öcalan'ın avukat görüşmelerinde açılım adı altında yürütülen bu politikaların tümden bir tasfiye süreci olduğuna dikkat çekmesi, hükümetin planını deşifre etti.

DTP'ye kilit, başkanlara kelepçe vuruldu

Böylesi bir atmosferde harekete geçen Anayasa Mahkemesi de, DTP davasını raftan indirdi ve 8 Aralık'ta esastan görüşmeye başladı. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün, DTP davası öncesinde Hatay'da Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'la gizlice buluşması, kapatma kararının aslında en başından alındığını ortaya koyuyordu. 11 Aralık'ta davayı sonuçlandıran Anayasa Mahkemesi, DTP'yi kapatırken, aralarında Eşbaşkan Ahmet Türk ve Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk ile eski DEP milletvekili Leyla Zana'nın da bulunduğu 37 siyasetçi hakkında siyaset yasağı kararı verdi. Karar uyarınca Türk ve Tuğluk'un milletvekillikleri düşürüldü. Kürt siyasetine darbe niteliği taşıyan bu müdahaleler 24 Aralık'ta BDP'li belediye başkanlarına dönük kelepçeli operasyonla daha da boyutlandırıldı. Diyarbakır merkezli KCK operasyonu kapsamında gözaltına alınan ve aralarında BDP'li 7 belediye başkanı ile DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle'nin de bulunduğu 35 siyasetçi kelepçelenerek tutuklandı. 'Dün Halepçe, bugün kelepçe' sloganına yansıyan kelepçeli operasyon hükümetin açılımının 'kelepçe açılımına' dönüştüğü yorumlarını beraberinde getirdi ve demokratik kamuoyunun yoğun tepkisine yol açtı. Bardağı taşıran som damla ise, AKP sözcülerinin kamuoyuna yansıyan 'Eskiden asit kuyularına atılıyorlardı, şimdi kelepçeye itiraz ediyorlar' şeklindeki sözleri, oldu.

Çocuklar da hedefte

Bölge'yi yarı açık cezaevine dönüştüren Kürt siyasetçilere dönük tutuklama operasyonunun yanı sıra BDP'li üç milletvekilin zorla ifadesinin alınmak istenmesi, polislerin parti genel merkez binasına dayanması, gerginliği arttıran bir diğer gelişme oldu. Milletvekilleri mahkemeye gitmeyerek, ifade vermeme yönündeki tutumlarını sürdürdü. Öte yandan tutuklamalar sadece DTP/BDP'lilerle sınırlı kalmadı. Taş attığı iddiasıyla son bir yılda tutuklanan çocuk sayısı 500'ü aştı. Yaşlarına rağmen Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri'nde yargılanan çocuklara yaşlarından büyük cezalar verilmeye devam ediyor. Hükümet, bütün bunların nedeni olan Terörle Mücadele Kanunu'nun değiştirilmesi yönünde en küçük bir adımı dahi atmazken, Meclis Adalet Komisyonu'ndaki değişikliği de geri çekti.

İcraatlar lafta, ayrımcılık had safhada

Kürt sorununun çözümü konusunda kilidi açacak olan Anayasa değişikliği, anadilde eğitim, siyaset ve ifade özgürlüğü gibi alanlarda hiçbir düzenlemeyi gündemine almayan, anadilde eğitime karşı çıkan hükümetin açılım adı altındaki tek icraatı ise 'terörle mücadele' konseptinin bir parçası olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'nın kurulması oldu. Diğer yandan hükümetin taahhütleri arasında yer alan ayrımcılığa karşı komisyon kurulması, yayla yasaklarının kaldırılması, işkenceye karşı ek protokolün onaylanması, yol kontrollerinin azaltılması, özel televizyonlarda Kürtçe yayın yapılması, cezaevlerinde anadilde konuşmanın serbest hale getirilmesi ve üniversitelerde Kürtçe enstitülerin açılması alanlarında ise şuana kadar atılan herhangi bir adım bulunmuyor. Ayrımcı politikalar, Kürtçe yasağı, işkence ve hak ihlalleri Türkiye'nin gündemindeki yerini korumaya devam ediyor.

Tasfiye Belçika'ya açıldı!

Son olarak Belçika'da Roj TV'ye ve Kürt siyasetçilere karşı gerçekleştirilen operasyonların Türkiye'yle işbirliği halinde yapılması, planın Ankara'da hazırlandığının ortaya çıkması, AKP hükümetinin, tasfiye politikasını uluslar arası boyut kazandırarak çok yönlü olarak hayata geçirmeye çalıştığını ortaya koydu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Belçika'yı kutlaması, bu çok yönlü operasyonel ilişkinin Kürt sorununun bastırılması yönünde önümüzdeki süreçte de sürdürüleceğine işaret ediyor.

Gül sessizliğe büründü

Cumhurbaşkanı Gül'ün 'İyi şeyler olacak' sözünden buyana Türkiye'de bu gelişmeler yaşandı. Kelepçeli gözaltı operasyonları, bin 118 Kürt siyasetçinin, belediye başkanının tutuklanması, DTP'nin kapatılması, vekilliklerin düşürülmesi, siyaset yasağının uygulanması, 500 dolayında tutuklu çocuğun en ağır cezayla yargılanması, muhataplık, diyalog ve müzakere girişimlerinin engellenmesi, barış çağrılarının karşılıksız bırakılması Kürt sorununda yaşanan 'en kötü gelişmeler' olarak kayıtlara geçti. Hükümetin açılım adı altında bir yıldan beri sürdürdüğü politikalar, demokratik Kürt siyasetinin ve demokratik açılımın tasfiyesini hedefledi. Bütün bu yaşananlar karşısında Cumhurbaşkanı Gül'ün sessizliğini koruması ise dikkat çekti.

HAKAN TAŞKAYA

Hiç yorum yok: