19 Mart 2010 Cuma

İslam ve Anayasa hukuku tartışmaları


Bir dönem, Müslümanların hiçbir beşeri anayasayı kabul edemeyeceği tartışması yapılıyor ve ancak Kur'an'ın anayasa olarak kabul edilmesi gerektiği iddia ediliyordu. Buna gerekçe olarak da 'Allah'ın hükmü ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir...' mealine yakın ayetlerin yorumu gösteriliyordu. İran devriminden sonra daha gerçekçi tartışmalar yapılmaya başlandı. Kur'an'ın anayasa kitabı olmadığı, toplumların kendilerine ait bir anayasasının olmasının doğal olduğu, bu anayasanın Kur'an'a aykırı olmamasının önemli olduğu belirtildi. Bu süreçte Medine vesikası üzerinden farklı inançlara mensup insanların bir ortak hukuk çerçevesinde bir arada yaşayabilmesinin yolları tartışmaya açıldı.

Anayasa tartışmaları, aynı zamanda siyaset felsefesi ve devlet algısı tartışmalarını beraberinde getirir. Bu konuda İslam düşüncesinin neyi vaaz ettiği öncelikle ele alınmalıdır. Din eksenli bir resmi ideoloji devleti mi öngörülüyor, hatta bir din adamları sınıfı yönetimi mi esas alınıyor, tartışmasını bu yazıda tüketmek mümkün değildir.

Benim asıl ele almak istediğim ise, kendilerini Müslüman kimliğiyle tanımlayan siyasetçilerin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tartışma dışı tutulan başlangıç maddelerini tabulaştıran tutumlarıdır. Darbe geleneğinin toplumsal değer ve beklentileri yok sayarak şekillendirdiği resmi ideoloji paradigmaları, sanki vahye dayalı ilkelermiş gibi, peşinen değişiklik tartışmalarının dışında tutulmaktadır. İnsan onuru, özgürlüğü, hakları gibi ortak zemin inşasını öncelikli görmek yerine mevcut statükoyu besleyen ilkelere teslim olan bir yaklaşım, en azından muhafazakar sivil toplum kuruluşlarınca savunulmamalıdır.

Bediüzzaman, Afrikalıların 'Ölürüm Türkiyem' parçasını dinleseydi ne derdi?

Empati yapmak, eskilerin deyimi ile diğergamlık Müslüman ahlakının en önemli özelliklerinden birisidir. Kendiniz için istemediğiniz bir şeyi başkası için de istememek önemli bir meziyet olarak tanımlanır.

Afrika'daki çocukların ulus sınırlarını aşan bir sevgi dünyası içinde yetişmeleri elbette Türkiye için sevinilecek bir durum olarak gözükebilir. Ancak gerçekten bu duygu ile mi hareket edildiği konusunda önce kendi değer yargılarımızla yüzleşmeliyiz. Bizim çocuklarımıza 'ölürüm Ermenistan ya da ölürüm İsrail' şarkılarının söyletilmesi hangi duygularımızın depreşmesine neden olurdu. Türkiye'yi Ermenistan ya da İsrail ile kıyaslamayı doğru bulmuyorsanız, İran, Suudi Arabistan, Çin, Rusya, İngiltere, Amerika hatta Batı Avrupa ülkelerinin adlarını koyarak şarkıyı mırıldanmaya çalışın.

Mesela ülkemizde yaşayan Rum vatandaşı çocuklarımız, 'ölürüm Yunanistan' dese bunu ihanetten daha hafif bir tanımlama ile ele alabilir miyiz? Bunun Megola idea olduğunu, bir başkasının vaat edilmiş topraklar hedefini tanımladığını ya da Büyük Ermenistan arzusunu yansıttığını kolayca dile getiririz.

Bediüzzaman Said-i Nursi'nin yolundan yürümek iddiası taşıyanların bir nebze olsun yaptıkları işi oturup düşünmesi gerekmiyor mu? Acaba Afrikalı çocukların bu şarkısını dinlerken duyduğumuz haz neyi yansıtıyor ve bu soru Bediüzzaman'a sorulsa idi nasıl bir cevap verirdi?

AYHAN BİLGEN

Hiç yorum yok: