27 Mart 2010 Cumartesi

Hey adamlarım, hayırlı savaşlar! -Çeviri


STRASBOURG - Avusturalyalı dünyaca ünlü gazeteci John Pilger, Amerika Birleşik Devletleri ve Britanya'nın Irak işgali ve öncesindeki ambargosunu 'Üçüncü Dünya Savaşı'nın başlangıcı' olarak nitelendiriyor. Pilger, 'Hey Adamlarım, Hayırlı Savaşlar' başlıklı yazısında Irak'a yapılanın 'soykırım' olduğuna dikkat çekiyor. Pilger’in yazısını arkadaşımız Enver Çiftçi Z.Net’ten çevirdi.

Hey adamlarım, hayırlı savaşlar!

İşte size Üçüncü Dünya Savaşı'nın haberi. Amerika Birleşik Devletleri orduları Afrika'ya girdiler. ABD birlikleri Somali'ye girerek, savaşı Afganistan ve Pakistan'dan Yemen'e ve şimdi de Afrika Boynuzu'na (Somali ve Etiyapya'nın yer aldığı bölge) kadar yaydılar. İran'a karşı saldırı kapsamında Amerikan misilleri Pers Körfezi'ndeki 4 ülkeye yerleştirildi. Ve nihayet, bunker-buster (mağara delen) bombalarının, Hint Okyanusu'ndaki İngiliz Diego Garcia adasında bulunan Amerikan üssüne vardıkları söyleniyor.

Gazze'de 'bu kriminal işgali daha da güçlendirmek için', çoğunluğu çocuklardan oluşan hasta ve terkedilmiş insanlar Amerikalılarca hazırlatılan duvarların altında toplanıldı. Obama yönetimi, Latin Amerika'da, Venezuela, Bolivya, Ekvador ve Paraguay halk demokrasilerini yıpratma savaşı kapsamında Kolombiya'da 7 adet üs oluşturmuş bulunuyor. Bu arada, ABD 'savunma' bakanı Robert Gates Avrupa kamuoyunun ve siyasi sınıfının savaşa karşı çıkarak 'barışa engel' olduğu şikayetinde bulundu. Size hatırlatalım, içinde bulunduğumuz ay Mart Tavşanı (zırdeli) ayı.

Bir Amerikan generaline göre, Afganistan işgali bir algı savaşı olarak 'gerçek bir savaş' sayılmaz. Üstelik, Marja kentinin Talibanların komuta ve kontrolünden kurtarılması da 'tam bir Hollywood eseri' idi. Marja bir şehir de değil ve orada Taliban komuta-kontrolü de yoktu. Kahraman özgürlük savaşçıları (Amerikalılar) orada yalnızca sıradan sivilleri, zavallının en zavallısını öldürdüler. Diğer bir deyişle, bu sahteydi. Algı Savaşı, ülkesindeki insanlar için yalan haberler yaymaktır. Başarısız bir koloniyal macera daha vatansevercedir ve getirisi olabilir. Sanki, Hurt Locker-Ölümcül Tuzak filmi gerçekleşmiş gibi olur ve Wooten Basset'in Wiltshire kasabasında bayraklarla donanmış tabutların geçişi saygısız bir propaganda deneyimi olmaktan çıkmış olur.

'Savaş eğlencelidir' diyordu en soğuk ironileri ile Vietnam'daki miğferliler. Bu şu demek oluyor: Eğer savaş silah endrüstrisi gibi kazanç çılgınlarının doymak bilmez gücünü ispatlamaktan başka bir amaç taşımıyorsa, 'gerçek tehlikededir'. Bu tehlike 1997'de 'ideolojinin tümüyle değerlere teslim olduğu bir dünya' kurmak isteyen ve bugün kamuoyu tarafından -yalancı ve savaş suçlusu- olarak tanımlanan Tony Blair'in liberal anlayışında görülebilir.

ABD ve Britanya gibi batılı 'savaş devletleri' Taliban veya uzaktaki içine dönük aşiretler nedeniyle değil, kendi vatandaşlarının savaş karşıtı güdüleri nedeniyle tehdit altındalar. Londra'da İsrail'in Gazze'ye saldırısını protesto eden düzinelerce genç insana verilen büyük cezaları düşünün. Paramiliter polisin binlerce kişiyi çevirdiği gösterilerde, ilk kez suç işlemiş olanlar 'cürüm' işlemekten iki buçuk yıl hapis cezası aldılar, -ki bunlar normalde gözetim cezası gerektirmeyen suçlardı. Atlantik'in her iki yanında da, illegal savaşı teşhir eden bu ciddi muhalefet ciddi bir suç haline geldi.

Diğer yüksek yerlerdeki sessizlik bu karikatüre imkan veriyor. Sanat, edebiyat, basın ve hukuktan haricinde, Blair'in ve şimdi de Obama'nın bıraktığı yıkımlardan kaçan liberal elitler sessizliğini koruyor. Ve tabii ki barbarlığa, Batılıların Saddam Hüseyin gibi kendilerine uygun 'kötü şeytanlarını' yaratarak işledikleri devletsel suçlara karşı da. Harold Pinter'den başlayarak, görüşleri piyasada tüketilmeyen yada şöhretleri sayesinde tarafsızlaştırılan ünlü yazar, sanatçı ve avukatların listesini yapmaya çalışın lütfen. Onlardan hangisi Irak'a uygulanan 20 yıllık 'öldürücü ambargo ve saldırılar boyunca tek bir kelime etti? Ve bunun hepsi de biliçlice yapıldı. 22 Ocak 1991'de Amerikan Savunma İstihbarat Ajansı çok etkileyici bir öngörüde bulunmuştu. Buna göre, Irak'a uygulanacak olan blokaj sistematik olarak Irak'ın temiz su şebekesini yok edecekti ve bu birçok hastalık ve salgına yol açmıştı. ABD, böylece Irak halkının temiz içme suyunu ortadan kaldırmaya koyulmuştu: UNİCEF'e göre bu, 5 yaşın altındaki yarım milyon çocuğun ölümünün de sebeplerinden biriydi. Ancak göründüğü kadarıyla bu aşırılığın bir tanımı bile yok.

Norman Mailer bir keresinde, ABD'nin sonu gelmez savaş ve hükmetme sevdası yüzünden, faşizm öncesi bir aşamaya girdiğine inandığını söylemişti. Mailer, henüz kendisinin de tam tarifini yapamadığı bir şey hakkında uyarmak isterken oldukça dikkatli davranıyor gibiydi. Faşizm, şimdiye kadar tarihi geçmişi çağrıştırdığı, Alman ve İtalyan baskıcılığının resmini çizdiği için bu tarife uygun değil. Diğer taraftan, eleştirmen Henry Giroux'un kısa zaman önce tespit ettiği şekliyle, Amerikan otoritarizmi 'daha karmaşık ama daha az tiyatrovari, daha ince elenip sık dokunmuş, rafine ve daha baskıcı kontrol metodları yerine manipülatif ikna metodları içeriyor.

Bu 'Amerikancılıktır'; bunun bir ideoloji olduğunu inkar eden yegane saldırgan ideoloji. Kendi içlerinde diktötörlükler olan yayılmacı firmalar ve ordunun yükselişi ile artık bu 'devlet ile birlikte bir devlet'. Benzersiz demokrasi görüntüsü arkasına gizlenen 35 bin Washington lobicisi rahatlıkla istediğini satın alabiliyor ve daha önce görülmemiş yanıltıcı, aptallaştırıcı bir popüler kültür yaratıldı. Çok ayrıntılandırılmış belki ama sonuçları çok karmaşık değil ve alışılageldik. Irak'a uygulanan Amerikan-İngiliz ambargosu esnasında Birleşmiş Milletler temsilcisi olan Denis Halliday ve Hans von Sponeck bir 'soykırıma' tanık olduklarından eminler. Onlar herhangi bir gaz odası görmediler. Sinsice, beyan edilmeden, hatta alaycı bir şekilde 'kurtarma' olarak tanıtılarak, Üçüncü Dünya Savaşı ve soykırımı başlamıştı; İnsandan insana karşı.

Britanya'da yaklaşan seçim kampanyasında adaylar sadece ''bizim çocuklara'' övgü dizmek için bu savaşa sarılacaklar. Adaylar neredeyse birbirinin aynı, Amerikan ve İngiliz bayraklarına büründürülmüş siyasi mumyalarlar. Blair çok aç bir hamam böceği olduğunu ispatlarken, İngiliz elit kesimi de Amerikayı sever. Çünkü Amerika onlara yerlileri aşağılama ve bombalama fırsatı veriyor ve kendini de bir partner olarak tanıtıyor. Onların bu eğlencesini bozmamız gerekiyor.

JOHN PILGER KİMDİR?

Avustralyalı gazeteci, senarist ve yönetmen John Pilger, Vietnam, Kamboçya, Mısır, Hindistan ve Bangladeş'te savaş muhabiri olarak bulundu. İki kez İngiltere Yılın Gazetecisi ödülünü alan Pilger, Kamboçya'da 1975-1979 yılları arasında hüküm süren Kızıl Khmerler'in katliamlarını konu alan Year Zero (Sıfır Yılı) adlı filmi ile tanınmıştı. Pilger, İngiltere'nin 2001 yılında PKK'yi terörist örgüt ilan etmesini ve Türkiye'ye verilen askeri desteği eleştiren yazılar da yazmıştı.

ÇEVİRİ: ENVER ÇİFTÇİ -ANF

Hiç yorum yok: