19 Mart 2010 Cuma

Ellerinizi Diyarbakırspor'la yıkamayın



Ben tam tersi görüşteyim. O maçın 87. dakikasında olanlar, dünyanın her yerinde olabilecek olaylar... Örnek gösterilen İngiltere’de bile.
Takımınıza haksızlık yapıldığını düşünüyorsunuz, ki doğru. Diyarbakırspor ilk yarıda Bursa’da linç edilmiş, herkes gözünün kulağının üzerine yatmış, Federasyon talimatları uygulamaktan kaçmış, Diyarbakır’daki maç ‘olay çıksın, Bursa hükmen galip gelsin’ diye oynatılmış... Üstelik İBB maçının 87. dakikasında faulle alakası olmayan bir pozisyondan golü yemişsiniz. Golü çıkartacak ve kümede kalma umudunuzu sürdürecek haliniz yok. Üstelik muktedirler, sahada kaybetmeyi (ve dolayısıyla kazanmayı) sindirme kültürü bırakmamışlar memlekette. “Kazanırsan varsın, kaybedersen yoksun” diyerek, toplumsal hayatta kaybedenin hep sen olduğunu unutturmuşlar sana.
Ne yapacaksın? Elbette bir yere kusacaksın sıkıştırılmışlığı, kuşatılmışlığını... Zaten delikanlısın, tribün dışında adam yerine konmuyorsun. Biri sahaya atladı mı sen de arkasından koşacaksın. Bakın, iki hafta önce Manisa’da, geçen hafta Denizli’de oldu aynı şeyler. İBB-Diyarbakır maçından tek farkları maç bittikten sonra meydana gelmeleri... Kimse bana İBB maçında olanların, Bursa’daki ilk maçta, Diyarbakır’daki son maçta ve bu işlerin ağababası Türkiye-İsviçre maçındaki gibi önceden örgütlü bir hareket sonucu meydana geldiğini söyletemez...
Bu olay her yerde olurdu ama nasıl karşılanırdı? İşte bütün mesele burada.

Güvenlik anlayışının iflası
İBB-Diyarbakırspor maçında iflas eden mevcut güvenlik anlayışı oldu. “Bu güvenlik anlayışı taraftara insanca maç izletmeyi amaçlamıyor, bütün taraftarı potansiyel ‘terörist’ olarak görüyor. Bu gidişle her taraftarın başına bir polis koyacaksınız... Bu anlayış şiddeti önleyici değil, körükleyici” dedik durduk. Protokol tribününden bakarak söylemedik bunu. Hayatımız tribünde geçtiği için söyledik.
İstanbul Valisi açıklıyor. İBB-Diyarbakır maçında seyirci sayısı kadar polis görev yapmış. Yani her taraftarın başına bir polis konmuş. E ne oldu? Taraftarın sahaya girmesini hiçbiri önleyemedi. Olsun, Vali’ye göre hakemler ve futbolcular sahada duracaktı, onlar dayak yedikten sonra polis failleri yakalayacaktı. Yasa, talimat, yani hukuk mühim değil, kişilerin niyeti, teminatı önemli ya Vali’ye göre. “Merak etmeyin Türk polisi, cinayetten sonra da olsa faili yakalar.”
Öyleyse Vali beyin teminatı, tribünde bıçaklar konuşurken, insanlar öldürülürken, su bardakları sahaya yağarken, hakemlerin, teknik direktörlerin kafası yarılırken, yayın kabloları kesilirken, taraftarın üzerine paralı kıtalar saldırtılırken neden işlemedi?
Kimse elinin kirini, “Sonuçta bu bir oyun, bir eğlence” diyerek futbolun namusuna sahip çıkan hakemlerin ve futbolcuların üzerinden yıkamasın. Bu kafayla olayları önlemek, tribünleri huzur içinde maç izlenen yerler haline getirmek mümkün değil.

Disiplin talimatının iflası
İBB-Diyarbakır maçı mevcut disiplin ve ceza anlayışının da iflası oldu.
Çok şükür kimseye şirin gözükmek zorunda değilim. Yazılarıma gösterilen tepkileri, varsa okumuyorum, dinlemiyorum zaten. Yayınlandıktan sonra yazdıklarım okurların malı. İsteyen istediği yorumu yapar...
Ancak şunu söyleyeyim: Bursaspor’un şampiyon olması, Bursasporlulardan sonra en çok beni sevindirir. Bir; çok sevdiğim Bursalı kardeşlerim var. İki; yıllardır “Beyler, bu memlekette şampiyonluğa oynamak zorunda olan bir takım varsa o da Bursaspor’dur” deyip duruyorum.
Burada konumuz Bursa, Sivas, Trabzon, Diyarbakır değil. Takım ayırmaksızın eşit ve adil biçimde herkese uygulanacak bir hukuk düzeni. Kabahat ile yaptırım arasındaki eşitlik... Matematik gibi her durumda ve her olayda eşitliğin bozulmayacağı bir sistem.
Yıllardır yazıyorum. Bu seyircisiz oynama, saha kapama ve hükmen mağlubiyet cezaları, lig gibi 18 takımın 34 hafta boyunca maç yaptığı bir sistemde eşitlik değil eşitsizlik yaratıyor. Bu cezalar, mağdurun mağduriyetini gidermiyor, çoğu kez mağdurun rakibine avantaj sağlıyor.
Hükmen mağlubiyetlerle sahada kazanmayan takımlara üç puan veriyorsunuz. Şimdi Bursaspor’un Diyarbakır maçından aldığı üç puan vicdanları sızlatmayacak mı? Üstelik bu üç puan ilk maçtaki linç harekâtına tepki olarak ikinci maçta oluşan intikam harekâtı sonucu alınmışsa...
Zaten Ankaraspor puan cetvelinin dibinde bir utanç belgesi gibi duruyor. Ligdeki 102 puan ve 102 gol tamamen sanal. Oynanmadan alınmış puanlar, atanı olmayan goller... Suça asıl konu olan Ankaragücü yoluna devam ediyor. Operasyonun failleri şeref tribününde keyifle maç izliyor, kaynağı belli olmayan paraları saçıyor.
Yine tekrar edip duruyorum: Tek eşitlikçi yaptırım puan silme cezası... Ceza alan takım maçlarını oynamayı sürdürsün, kazanan sahada kazansın, ceza alan takımın futbolcuları ekmeklerinden olmasın. Ama bunu talimata koyacak, kusurlu olduklarında özellikle ‘büyük’ ya da ‘ayrıcalıklı’ takımların puanını silecek cesarette Federasyon nerede? Bizim Federasyon mevcut talimatları uygulamaktan aciz.
Kendi hukuklarına göre Diyarbakırspor’u İBB maçında da hükmen yenik sayıp küme düşürmeleri gerek. Geçen sezonlarda Trabzon-Sivas maçında daha hafif bir durumda yaptılar bunu. Trabzon’un o sezonunu yaktılar. O zamandan beri talimat da değişmedi. Ama Diyarbakır’ı ikinci hükmen yenilgiden küme düşürseler, şu ana kadar oynanmış maçlar ne olacak? Diyarbakır ile oynamış olan takımlara üçer puan verecekler mi? Vermeleri gerek. Çünkü Ankaraspor’u küme düşürdüklerinde, o ana kadar oynamış olduğu maçlarda da hükmen yenik saydılar.
Gelin ayıklayın pirincin taşını... Federasyon benzer durumlarda hep yaptığı gibi eyyama başvuracak, sorumluluktan kaçarak maçı 1-0 tescil edecek gibi. Ya İBB iki gol farkla kümede kalacak ya da kümeden düşecek durumda olsaydı haksızlık olmayacak mıydı bu? Trabzon’a birkaç sezon önce verilen hükmen mağlubiyet kararının inkârı olmayacak mı bu?
Ve muhtemelen Diyarbakır’ın kalan maçları seyircisiz oynatılacak. Ölmüş hastayı suni teneffüsle sezon sonuna kadar yaşatmaktan farkı var mı bunun?

Milli birlik politikasının iflası
Konu Diyarbakırspor değil de başka bir takım olsa yazıyı burada bitirebilirdim. Ne var ki Diyarbakırspor’la ilgili her konu maalesef Kürt-Türk meselesi haline geldi artık. Yıllarca ‘masun taraftar tepkisi’ havasında Diyarbakır maçlarında ayrımcılık körüklendi. Şimdi de Kürt düşmanlığının aracı haline getiriyor.
Neymiş, İstiklal Marşı ıslıklanıyormuş. Neden okutulduğu bir yana, Milli Marş Kürtler için ne anlam taşıyor, bu sorunun cevabını aramak gerek. ‘Bu Kalp Seni Unutur mu’ dizisi gösteremedi, 12 Eylül’de Diyarbakır cezaevinde uygulanan işkencenin en önemli parçası, sanıklara dayakla İstiklal Marşı’nı okutmaktı. Hem de on kıtasını birden. Bu marş Kürtlere karşı girişilen ırkçı psikolojik harekâtın en önemli unsuru olarak kullanıldı hep. Zora dayanan milli birlik politikası sonucu İstiklal Marşı ne yazık ki, bu ülkede yaşayan herkesin kalbinde aynı duyguları uyandırmıyor.
Neymiş, taş atılıyormuş. Binlerce çocuğun taş attı diye ağır hapis istemiyle yargılandığı, partilerin kapatıldığı, seçimle gelen Belediye Başkanları’nın elleri bağlanarak içeri atıldığı yerde, demek ki insanlar var olduklarını ifade edebilmek için başka yol bulamıyorlar. Taş atana değil, neden attığına bakın. Federasyon sorumluluğunu yerine getirip ilk maç sonunda talimatı uygulasaydı, Diyarbakır’daki maçta sahaya taş yağar mıydı acaba?
Bu ortamda “Kürtleri takımsız bırakmayalım” diye Diyarbakırspor’u ayakta tutmak mümkün olmuyor. Kürtlere gösterilmeyen hoşgörü Diyarbakırspor’u zorla ayakta tutarak telafi edilemiyor. “Ne yapalım onlar kıymet bilmiyor, PKK takımın küme düşmesini istemiyor” diye, yılların ayrımcı ve baskıcı ‘milli birlik’ politikasını Diyarbakırspor üzerinden temizlemesin kimse.
İlk Bursa maçından sonra Diyarbakırspor Başkanı hakem kararlarını, ofsaytı falan diline dolamadan, açık ne net biçimde “Kardeşim her maçta ırkçı kampanyaya maruz kalıyoruz, yeter artık biz bu oyunda yokuz” diyerek ligden çekilseydi ve bu kararın arkasında dursaydı bugüne gelmeyecektik. Bugün Diyarbakırspor, bütün bu resmi politikaların iflasını gizlemek için suni biçimde ayakta tutulan bir takım artık.
“Öyleyse düş Diyar”.

İbrahim Aktınsay/Radikal

Hiç yorum yok: