7 Mart 2010 Pazar

Diyanet ve korkuların yönetildiği din hizmetleri

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 3 Mart 1924 yılında kuruluşu topluma yönelik korkulardan beslenmektedir. Toplumsal bir gerçeklik olan din hizmetleri talebinin tümden yok sayılması mümkün olmadığına göre, bari devlet kontrolü sağlansın anlayışı, kurumun ortaya çıkmasının en önemli nedenlerindendir. Bir ihtiyaç olarak varlığını her zaman dayatan din hizmetlerinin, cemaatler eliyle yürütülmesi durumunda, devletin kontrolü dışında güçlü bir alanın oluşma riski ciddi bir endişeye neden olmuştur. Muhtemel gelişmeler karşısında tarafsız kalmak yerine müdahil olmayı tercih eden devlet algısı, cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte gün yüzüne çıkmıştır. Birinci meclisten ikinci meclise geçişte bu psikolojinin belirleyici gücü birçok tartışmaya yansımıştır.

Devletin, din hizmetlerini sunma ve din eğitimi konusunu düzenleme niyeti oldukça masum bir gerekçeye dayandırılarak izah edilmiştir. Dini alandaki cehalet ve istismarı önleme iddiası, aydınlanmacı ve tepeden inmeci yönetim anlayışının yansımasıdır. Elbette din istismarı konusu, devletin de müdahalesini gerektiren ve ciddi hak ihlallerini doğurabilecek ciddi bir sorun alanıdır. Ancak geçen on yıllar göstermiştir ki ortaya koyulan yapılanma ve çabalar, istismarı ortadan kaldırmadığı gibi güçlü cemaat yapılarını da beraberinde getirmiştir. Cemaatlerin bireysel özgürlükler ve diğer çevreler üzerinde baskı aracına dönüşmemesi, şeffaflık yolu ile güvence altına alınabileceği halde uygulanan inkarcı ve yasakçı tutum, tam tersi bir tabloyu ortaya çıkarmıştır. Cemaatlerin varlıklarını korumak ve geliştirmek için siyasal iktidarlarla girdiği kapalı ilişki ve işbirliği, hukuki bir güvence yerine, göz yumma ve kayırma uygulamalarına zemin oluşturmuştur.

Bugün tartışmaktan kaçınılan, anayasal güvence altında tutulan Diyanet İşleri Başkanlığı, Laiklik ilkesinin amacını oluşturması gereken inanç özgürlüğü ve inançlar karşısında eşit mesafede durma açısından yapısal sorunlar içermektedir. Din hizmetlerinin devlet eliyle sunulması, hem dininin özgünlüğü hem de devletin tarafsızlığı açısından ciddi riskler taşıdığı halde, Alevi açılımı dahil hiçbir gündem, konunun masaya yatırılmasına yetmemektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığının işlevlerinin zaman içinde cemaatlere devredilmesi arayışı, çok daha ağır korkularla ertelenmektedir. Alanın farklı inançların örgütlendiği cemaatler eliyle yönetilmesinin iç kargaşa doğuracağı iddiası tümüyle güvenlik sendromunun egemenliğini hissettirmektedir. Bu korkuları ön plana çıkararak mevcut durumun devamını garanti altına alma oyunu, ne yazık ki dindar çevrelerden Alevilere kadar birçok kesimi etkilemektedir.

En azından çoğulcu bir toplumsal yapıyı yansıtması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı'nı masaya yatırmadıkça din-devlet ilişkilerinin hak temelli bir çerçeveye oturması imkansız gözükmektedir. Bu durumda da, ne imam hatip liseleri, ne Kuran kursları, ne Cem evleri, ne Heybeliada Ruhban okulu ile ilgili sorunları aşmak kolay olmayacaktır.

AYHAN BİLGEN

Hiç yorum yok: