7 Mart 2010 Pazar

BİR AĞCA HİKAYESİ 2 - Kim koruyor bunları?



24 Ocak 1993'te öldürülen Gazeteci Uğur Mumcu, 14 Ocak 1977'de Cumhuriyet gazetesindeki 'Kim Koruyor?' başlıklı yazısında şunları yazmıştı:

'1970 yılında, Hacettepe Üniversitesi bahçesinde Ülkü Ocakları Genel Başkanı İbrahim Doğan, ülkücü arkadaşı Ali Güngör ile birlikte, Dr. Necdet Güçlü'yü tabanca kurşunuyla öldürmüştü. Yapılan yargılama sırasında, Dr. Güçlü'yü öldüren silahların, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli iki subay adına kayıtlı oldukları görülmüştü. Ankara Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 1974/456 sayılı kararında şu bölüme rastlanmıştı. Okuyalım: Emanet 1970/814 sırasında kayıtlı sanık İbrahim Doğan'da zaptedilen 8815206 no'lu tabanca ve mermilerin Teğmen Fehmi Altınbilek adındaki şahsa, 8815248 no'lu tabancanın Teğmen Mustafa İlerisoy adındaki bir başka şahsa ait olduğu anlaşıldığından, bu iki tabancanın da sahiplerine geri verilmelerine... Fehmi Altınbilek ve Mustafa İlerisoy, bu kanlı tabanca ve mermileri ceplerine koyduktan sonra, kıllarına bile dokunulmamış ve üstelik yüzbaşı rütbesine de yükseltilmişlerdir... Devam edip bir başka belgeye daha göz atalım. Silahı Ülkü Ocakları Genel Başkanı'nın cebinden çıkan Yüzbaşı Fehmi Altınbilek, Dersim'de görev yaptığı sırada, düzenlediği bir belgeye hem alıcı, hem de satıcı olarak imza koyduğu için hakkında bir kovuşturma açılmış, bu da örtbas edilmiştir... Ülkü Ocakları Genel Başkanı'na silah ve mermi veren bu iki yüzbaşı, bir gizli örgütün üyeleri midir? Acaba bunun için mi, her suç örtbas edilmektedir? 11 Mart döneminde, tümgeneralinden genç teğmenine kadar birçok kişiyi 'disiplinsizlik' nedeniyle emekliye ayıran, 'kötü düşüncelidir' gerekçesiyle, birçok kişinin yedek subay olma haklarını ellerinden alan bunca yetkili, bu işleri hiç suç saymaz mı? Kim koruyor bunları, kim?'

Mumcu bu yazıyı İpekçi cinayetinden iki yıl önce kaleme almıştı. Yanıtsız bırakılan sorusu daha sonra yaşanan birçok karanlık olayda olduğu gibi İpekçi cinayetinde de karşılık bulamamıştı. Hatta kendisinin katledilmesiyle ilgili gerçeklerin bile h�l� yanıtı verilmeyen bu soruda gizli olduğu söylenebilir...

Mumcu'nun sorusu iki yıl sonra işlenecek İpekçi cinayetine aslında işaret ediyordu. Mumcu'nun yazısında korunduğunu söylediği kişi, Ağca'nın yurtdışına kaçırılmasında rolü olduğu belirtilen Fehmi Altınbilek'ti. (Bu arada Mumcu'nun sözünü ettiği Dr. Güçlü olayında Osman Durmuş'un da yer aldığı ortaya çıkmıştı. Durmuş, 2000'lerde Sağlık Bakanı olarak görev yaptı ve şimdilerde Meclis'te MHP'nin milletvekili...)

70'lerin 'esrarengiz üsteğmeni'

Fehmi Altınbilek ismi, ilk kez, Mumcu'nun ısrarla peşine düştüğü olayla gündeme gelmişti. Bu tarihten sonra ise ismi 'esrarengiz üsteğmen'e çıkmıştı. Dr. Güçlü'nün canını alan silahı kendisine teslim edilen Altınbilek ve arkadaşı İlerisoy'un ismi kısa bir süre sonra iki önemli olayla tekrar karşımıza çıkıyordu.

Sol hareketlere 12 Mart 1971 Darbesi'nden sonra kanlı darbeler indirilmeye başlandı. Sol hareketlere karşı operasyonları yürütenlerin bizzat kontr-gerilla içinde (Özel Harp Dairesi'nde) yer aldıkları kaydediliyor. Mahir Çayan ve arkadaşlarının 1972'de Kızıldere'de öldürülmesi olayı da bu kapsamdaydı.

Uğur Mumcu'nun korunduğunu söylediği Altınbilek'in ismi Kızıldere olayında da karşımıza çıkıyor. İlerisoy ile Altınbilek'in Mahir Çayan ve arkadaşlarının katledildiği operasyonda bizzat sorumluluk üstlendikleri belirtiliyor.

Kızıldere olayından bir yıl sonra Altınbilek bu kez Dersim'de sahnedeydi. Altınbilek, bu kez sol hareketin bir diğer önemli isminin yaralı ele geçirildiği ve daha sonra korkunç işkencelerle öldürüldüğü olayla kendisinden söz ettirdi. 1973'te Dersim'de yaralı yakalanan ve Diyarbakır Cezaevi'nde işkenceyle katledilen İbrahim Kaypakkaya olayının baş aktörü de Altınbilek'ti.

Uğur Mumcu'nun ısrarla peşine düştüğü 'esrarengiz üsteğmen' Altınbilek, bütün bu olaylardan sonra yüzbaşı rütbesine terfi ettirilmişti. Kontr-gerillanın birçok önemli operasyonunda 'başarılı' işler yapan Altınbilek, Ağca'nın kaçırılması olayında ise, Erzurum Tekman'da Ağca'yı himaye eden ve İran sınırına kadar götüren kişi olarak karşımıza çıkıyor. Susurluk kazasında ölen yeraltı dünyasının ve kontr-gerillanın önemli ismi Abdullah Çatlı ile ilişkisi de Ağca olayı dolayısıyla ayrıca sorgulanmaya değer...

'Esrarengiz' Albay Altınbilek

Ersever ve Mumcu'nun ölümü Veli Küçük'e uzanan ilişkiler

1970'li yılların önemli olaylarında rolü olduğu belirlenen Altınbilek'in ismi dikkat çekici başka olaylarda da incelenmeyi gerektiriyor. Bunların en önemlileri ise JİTEM'in kurucusu olduğu belirtilen Binbaşı Cem Ersever ile Uğur Mumcu'nun öldürülmeleri olaylarıdır...

Yıllarca Altınbilek ve benzerlerinin neden ve kimler tarafından korunduğu konusunda ısrarlı yazılar yazan Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara'da katledildi. Aradan 17 yıl geçmesine rağmen olayın kimler tarafından yapıldığı h�l� bir 'sır.'

Mumcu'nun öldürüldüğü yıl Ersever de Ankara'da ölü bulundu. JİTEM Komutanı Ersever, 26 Ekim 1993'te Ankara'da elleri arkadan bağlanmış, ağzı bantlı, kafasına iki kurşun sıkılmış şekilde Elmadağ çıkışındaki kireç ocaklarında öldürüldü. Ersever'in yardımcısı Mustafa Deniz'in cesedi Ankara Polatlı'da, Ersever'in sevgilisi Neval Boz'un cesedi de Ankara'nın 90 kilometre uzağında Kızılcahamam Çamlıdere beldesi yakınlarında bulundu.

Yeşil kod isimli Mahmut Yıldırım, şimdilerin Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ve çok sayıda askerin adının karıştığı Ersever'in öldürülmesi olayı da Mumcu olayı gibi h�l� muğlak. Ancak konumuzu ilgilendiren bu iki olayın ortak yönü, yine Altınbilek'le ilgili.

Mumcu ve Ersever öldürüldüğü dönemde Ankara İl Jandarma Komutanı Nuri Güneş'ti ve Güneş'in yardımcısı da Fehmi Altınbilek'ti. Ergenekon sanığı Zihni Çakır'ın Ağustos 2008'de tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi'nden gönderdiği mektupta, Güneş'in Ersever'in öldürülmesindeki sorumluluğuna ve JİTEM kurucusu Arif Doğan'la olan ilişkisine dikkat çekiliyordu. 1997'de Tuğgeneralliğe terfi eden ve 28 Şubat Darbesi döneminde İslami kesime ve başörtüsüne yönelik saldırgan tutumuyla kamuoyunda sıkça kendisinden söz ettiren Güneş'in Albay Doğan'la birlikte, 28 Şubat döneminde piyon olarak kullanıldıkları ortaya çıkan Aczmendileri Ankara'da askeri kışlada eğittikleri de ortaya çıkmıştı.

Mumcu ve Ersever'in öldürülmesinde Altınbilek'in nasıl bir rol üstlenmiş olabileceğine dair herhangi bir veri olmamakla birlikte, geçmiş sicili göz önünde bulundurulduğunda, sorumlu olduğu bölgede oldukça önemli iki cinayet olayının yaşanmış olması dikkat çekicidir. Altınbilek'in karanlık oluşumlar ve bugün Ergenekon'da yargılanan kişilerle ilişkileri de göz önüne alındığında bu konunun araştırılmasında fayda olacağını belirtmekte fayda var.

Nitekim Altınbilek ismi 1998'de, Susurluk olayı sonrasında sıkça gündeme gelen Yalova'da karşımıza çıktı. Yalova uzun yıllar boyunca Ergenekon sanıklarının üs alanı olarak kullandığı bir yer olarak hep gündemdeki yerini koruyor. Özellikle JİTEM'in kurucularından Veli Küçük'ün bu bölgedeki etkinliği h�l� tartışma konusudur. Manidar bir şekilde Susurluk sonrasında Altınbilek'in söz konusu bölgede 'çetelerle mücadele ettiği' şeklinde ana akım medyada çıkan haberler söz konusu. Ancak mücadele edildiği ileri sürülen çetelerin, Ergenekon davasında görüldüğü gibi, nasıl palazlandıkları ve korundukları ortada.

Tarihler 2002'yi gösterdiğinde; Altınbilek'in JİTEM'in kurucusu Veli Küçük, Susurluk'un önemli ismi Özel Harekatçı Korkut Eken, Susurluk'un bir diğer ismi ve şimdilerde Ergenekon davasından yargılanan Özel Harekatçı İbrahim Şahin'le birlikte Çanakkale'de bir toplantıda buluştukları ortaya çıktı. Çanakkale Bölge Trafik Müdürlüğü'nde yapılan toplantının gündemi ise liman ihaleleriydi. Toplantıdaki Altınbilek, Kıdemli Albay rütbesindeydi ve Çanakkale'de Jandarma Alay Komutanı görevindeydi.

Türkiye'nin yakın geçmişindeki sayısız karanlık olayla isimleri anılan 4'lünün rant paylaşımının konu olduğu bir toplantıda bir araya gelmeleri, Fehmi Altınbilek'in (Küçük, Şahin ve Eken kadar meşhur olmasa da) nasıl bir ilişki ağına sahip olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemli.

Belki de bütün bu anlattıklarımızdan sonra Ağca'dan günümüze kadar süregelen sayısız karanlık olayla ilgili Mumcu'nun vakti zamanında ne kadar isabetli bir soru sorduğunu söyleyebiliriz. Ama aynı zamanda bütün bu ilişkiler ağı ve yaşanan olayların kesişme noktaları, Mumcu'nun 33 yıl önce sorduğu sorunun yanıtını verdiğini de belirtebiliriz...

Fotoğrafsız Altınbilek!

Bir not daha aktarmakta fayda var. Bugün Fehmi Altınbilek'le ilgili bir fotoğraf bulabilmek neredeyse imkansız. Bu nedenle de bu sayfada asıl fotoğrafı bulunması gereken kişinin fotoğrafına yer veremiyoruz. Yani hakikaten de esrarengiz bir isim...

Sonuç yerine

Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. Çünkü yığınla karanlıkta bırakılmış, toplumdan saklanmış ve böylece bir düzen kurulmuş...

İpekçi cinayeti ve Ağca olayı da bu durumun bir parçasıdır. Bugün bu konunun aydınlatılması için herkes Ağca'nın yapacağı açıklamaları bekliyor. Bunun için milyon dolarlar öneriliyor. Ağca'nın bu yönde bir açıklama yapması ise her zamanki gibi zor bir ihtimal gibi görünüyor.

Ancak devletin arşivlerini açması karanlıktaki olayların aydınlatılması açısından zorunludur. İpekçi cinayetinin aydınlatılması böyle mümkün olabilir. Elbette Ağca'nın arkasındaki güç ve yıllarca 'kaos planları'yla düzen kurmayı amaç edinenlerin gerçek yüzleri de böylece ortaya çıkarılabilir.

Bugün Ergenekon davasıyla başlayan süreçte 'temiz toplum'u hedefliyorsanız, devletin arşivlerini bütün bu konularda açmanız da şart oluyor...

MHP'nin kurucu Lideri Alparslan Türkeş, Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırılmasının 'devlet operasyonu olduğunu' söylemişti. İpekçi cinayeti işlendiğinde İçişleri Bakanı olan Hasan Fehmi Güneş de 22 Temmuz 1990'da Milliyet gazetesine şunları söylemişti: 'Hangi örgüt nereden destekleniyor, nereden korunuyor, nereden donatılıyor, nereden para alıyor, bunlar biliniyor artık. Bu bilgiler devletin elindedir. O nedenle 'bunun arkasında kim var, bilmiyorum' demeye devletin hakkı yoktur... Abdi İpekçi cinayetinin arkasında kimin olduğunun da bilinmemesine imkan yoktur.'

Bu iki açıklama bile rahmetli Uğur Mumcu'nun 33 yıl önce sorduğu soruya yanıt niteliğini taşıyor aslında ve hakikaten 'temiz bir toplum' için geçmişle yüzleşmenin, bunun için de eldeki bütün arşivleri samimiyetle açmanın zamanı geldi, hatta geçiyor bile...

ABDÜLSELAM GÜLSEVDİ

Hiç yorum yok: