11 Mart 2010 Perşembe

ASKERİ CEZAEVİNDE YAŞANANLAR AYDINLATILMALIDIR.

Meclis bünyesinde kurulan ‘insan hakları’komisyonu, son dönemlerde yapmış oldugu açıklamalarına bakılırsa, kendilerini gerçekleri manipule etmekle yükümlü kılmışlar. En son Eskişehir Askeri cezaevini ziyaret eden komisyon, Askeri cezaevlerini çok iyi gördüklerini, olumlu izlenimlerle ayrıldıklarını belirtmişler. Askeri cezaevlerini bilen ve orda yaşatılmak zorunda bırakılanların tüylerini diken diken eden bir açıklamaydı,bu. Toplumda dahi kanıksanmış, kışlalarda askerlerin kabusu olarak anılan askeri cezaevlerini temize çıkarmak ancak böyle ucuz bir yaklaşımın ürünü olurdu. Komisyon güvenilirliğini yitirmiştir. Bizler de onların aksine kamuoyuna,askeri cezaevlerinde yaşanan-yaşatılan,işkenceleri-hak gasplarını,belgelerle olayın canlı tanıkları ve anlatımlarıyla afişe etmeye devam edecegiz. Kışlalarda, askeri cezaevlerinde yaşananları belgeleriyle tartışmaya açmaya devam edecegiz.

İbrahim Yaylalı gönüllü olarak Şırnak’a savaşmak için gitti. Kısa bir süre sonra PKK’nin eline esir olarak düştü. İki yıl gerillaların elinde kaldı. Yapılan girişimlerin ardından serbest bırakıldı. Devlet tarafından kimi gerekçeler gösterilerek tutuklandı,askeri cezaevine kondu. İşkencelere maruz bırakıldı. Yaşadıklarını biz sorduk o anlattı. Son olarak söylediği şu sözlerinin altınıda çizmekte yarar görüyorum.’’ Bunu kolay bir süreç oldugunu düşünmüyorum fakat savaş mağdurları ve işkenceye maruz kalan insanlarımızın bilmesi gereken yalnız olmadığımızdır ve adım adım korkularımızı yaratanlarla hesaplaşmamız, hem bunun kaynagını kurutmaya yararken, en önemlisi sağlıklarına kavuşacak ve vicdani yaralanmalarını da halletmiş olacaklar’’
1-) Sizi tanımakla başlayalım sohbetimize, kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Nerelisiniz? - 1974 yili Samsun-Bafra doğumluyum, askerlik sürecine kadar Bafra `da oturuyordum. Askerlik-PKK ve cezaevi sürecinden sonra yine yaşamıma Bafra`da devam ederim diye düşünüyordum ; fakat polisin sürekli beni rahatsız etmesi ve yaşam koşullarımın kalmaması üzerine Bafra'dan çıkmak zorunda kaldım.
2-) Ne zaman askere alındınız? -1994`ün baharında askere alındım.
3-) Askerlik yaptırdıkları zaman zarfında, etnik kimliğinizden yada dini inancinizdan dolayı bir ayrımcılıga ugradınız mı? - Anne tarafından Türk, baba tarafından Rum tabiatına sahibim. Tabii Rumluk (Helen-Yunan) Anadolu'da söylenirse dönmelik de denilebilir. Helen-Yunan, nufusu itibariyle mubadele öncesi Bafra yoğun yaşanılan bir yerdi. Tabii geç uluslaşmanın getirdiği sert bir tekleştirme, bizim bölgemizde de yoğun yaşandı. Dedemde bu dönemde yetim kalmış ve bir Türk ailesinin yanında Türkleştirilmiştir. Ailem de yoğun bir şekilde bunun etkisini yaşamış ve tamamen asimile olup, bizi de o şekilde yetiştirdikleri için bununla ilgili bir sorun yaşamadım
4.-Askerliği yaparken nelerle karsılastınız? Kışlalarda neler oluyor ?Savaşın en yoğun oldugu bölgede askerlik yapıyordunuz? Bu konuda belirtmek istediginiz hususlar var mı?
-Benim askerliği yaptığım dönem kirli savaşın, faiili mechul cinayetlerin en yoğun olarak yaşandığı bunun gereği olan aktörlerin tüm kurum ve kuruluşlarda köşe tuttuğu bir dönemdi. Tansu Çiller, Mehmet Ağar, İbrahim Şahinler, Çevik Birler vs. Bir çok bireyi ve hususu sayabilirim, fakat en çok görülmediği ya da anlaşılamadığı için en çok üzüldüğüm profesyonel askerlerin, adı "devrecilik"denilen halk çocuklarının, aynı tabiattan gelen insanlara uygulattıkları kişiliksizleştirme, psikolojik olarak bireyi tamemen teslim alan, biat kültürünün oturtulmasında büyük etkisinin oldugunu düşündüğüm, bu sistemin farkına varılmadan bir büyük oyunun parçası durumuna gelinmesi var. O dönemde bu o kadar ağırdı ki inanın şunu düşündüm, kışla da kalıp bu sistemin parçası olmaktansa dağa çıkar orada ölürüm düşüncesi bile, bunun o dönem ne kadar katı şekilde orada uygulatıldığını ortaya koyması açısından önemlidir. Hatta yeni birliğe teslim olmuşuz ve dagıtımlarımız oluyor, tugay içerisinde beni de bir savaş taburuna verdiler, birinci haftamızda orada askerliği bitmek üzere olan bir er vardı. Bizse yeni gelmiş bir kaç askerdik. O zaman psikolojik sorunu olan bir asker vardı ve kendi dönem askerlerinide yanlarına almış kendisini kanıtlamak, üstünlüğünü göstermek için onun bizi tokatlamasını, bizim de buna rıza göstermemizi istemişti ve hatta bizi aşağılamak için bunu devam ettirip kendi özel eşyalarını yıkayacak olanları bile aramızdan seçmeye kalkmıştı. Buna rıza göstermeyince üzerimize çullanmışlar bizi dövmeye kalkmışlardı, bunları şikayet etmeye kalktığımızda da bizi subay-astsubay ; "Siz ihbarcı mısınız?"deyip bayagı azarlamışlardı. Tabii o gün bunun bir tür kişiliksizleştirme mekanizmasının parçası olabilecegini bir bütün göremediğimizden dolayı bilince çıkaramamış olup, sadece bir an önce nasıl dağa gidebiliriz bunu düşünmeye başlamıştık. Oysa nasıl yetiştirilmiştik, bizim en kutsalımızda duruyordu ordu. Yetiştiğimiz yer itbariyle; bayrak-devlet,ordu,millet bizim en kutsalımızdı. Sonrasında anlıyacaktık bu büyük mekanizmanın ne işe yaradığını, bunu bilince çıkarmam için PKK`nin eline esir olarak düşmem gerekiyormuş.
5-) 1994 yılında PKK tarafından esir alındınız ? İki yıl gerilalarla birlikte kaldınız, bu döneme ilişkin anlatmak istediginiz bir şeyler var mı? - Ben 1994`ün sonbaharında yaklaşık dört beş aylık asker iken bir taciz atışı sonrası geri çekilirken, yüsek bir yerden düşüp bağlı bulunduğum birlikten koparak PKK`nin eline gectim. Düştüğüm yer Sırnak Uludere`de Kele memed denilen bölge. (O bölge de daha önce, ordu PKK ile girdiği çatışmada 29 asker kayıp veriyor ve bir asteğmeni de PKK yaralı esir alıyor, bizde oraya müdahale olarak Gabar dağından kayrılılan birliğe dahiliz.) Düşmeden önce yine Şırnak tarafında olan Gabar dagında düşme anıma kadar görev yaptım. Orada taciz atışları hariç PKK`li gerillalarla birebir çatışmaya girmedim. Köy aramalarina çıkıyor, bizi çatışmalara motive etmeye çalışıyorlardı. Hatta bir seferinde konuşmadığı için, helikopterden yaralı bir PKK`linin atıldığını, sonrasında ise o PKK `li gerilla cesetinin teşhirini yapmışlardı bize. Bunu da motive olmamızı sağlamak için yaptıklarını açıklıyorlardı. Zafer nidaları ile o gün neler neler söylememişlerdi ki bize… Benim ise hatırladığım ; organları çıkmış, her tarafı parçalanmış cesetin ardından, mide krapmları içinde, içimdeki her şeyi boşaltığımdı. Ben "Nasıl bir şeyin içine girdim?"diyordum. Oradaki bütün bu sahnelere alışmış eski ve profesyonel askerler benimle bayagı dalga geçmişlerdi. Bu bir histeri haline gelmişti bende. Her fırsatta buna benzer sözüm ona –törenler- gerçekleştiriliyordu. Profesyonel olmayıp da normal erlerin kahkaha ve bağırmalarını gördüğümde de "Ben nasıl ve ne zaman bu kadar dayanıklı olabileceğim?" diye kendime kaç sefer sormuştum. Eski askerler cesetten ganimet toplar, gibi burun kulak topluyor ve boyunlarına asıyorlardı. O zaman iyi hatırlıyorum bir çavuşumuz vardı, daha önceki cesetlerden bir ikişer anı diye kulak toplamıştı ve o kararmış kulakların birer birer anısını övünerek bize anlatırdı, benim ise o günlerde üzerinde en çok durduğum şey ben çok zayıfım, bütün bunlara neden gülemiyorum ? Her fırsatta neden mide krampları şeklinde bir köşeye yığılıyorum ? Oysa bunun için gelmiştim bu savaş bölgesine, seçmelerde Isparta`da Kıbrıs`a el kaldırsam gidebileceğim halde egitimini küçüklükten beri aldığımız bayrak-millet-ordu ve dışarıdan üzerimize çullandırılmış bir örgütle savaşmayı yeğlemiştim. O zaman bu zayıflık da neydi ?? Bir keresinde de köy taraması yapilması için Gabar`da ismini şu an hatırlamadığım hala içerisinde insanların olduğu bir köye gitmiştik, aslında o köy bulunduğumuz yere yakın bir köydü, kaçak kaçak da o köye gider yiyecek bal, badem gibi şeyler alırdık yani bildiğimiz bir köydü. Bir seferinde o kadar ısrarımıza rağmen paramızı kabul etmeyerek gördüğüm kışlık bir çorabı almıştım. Bir çifti ise, eşiğin üzerinde kapıda asılı kalmıştı onuda aslında almak istiyordum, fakat bu kadar yüzsüzlükte yapmak istemediğim için vazgeçmiştim.O köyü sadece arayıp çıkacağımızı zannediyordum fakat köyü boşaltmaları istendi, zannederim gitmeye yerleri olmadığı içinde boşaltmak istememişler, o zamanda köydekilerin zorla oradan uzaklaştırilması icin köyün yakılma talimatı gelmiş. Baktığım heryer de köylüler feryat halinde ve her tarafta dipçik sesleri… Köylüleri uzaklaştırmaya başladık. Arkamızdaki time baktığımda, boşaltılan evleri yakmaya başlamışlardı. Bir ara amcayı hatırladım, bir çift yanmış çorabı görünce… ama düşünmemize bile fırsat vermiyorları bir o evde idik, bir bu bahçeyi tarumar ediyorduk. O sırada bir yerde anne feryatı duydum, arkalarıdan geliyordu, yanında korucular vardı, bir şeyler anlatmaya çalışyor, ama korucular sadece subaya söylüyordu. Ne söylediğini sonra coçuk çığlığı ile anladık ki yanan evde çocuğu kalmış, o an dona kaldım. Bağrıltılar, yanan evler, çığlık, her şey sanki sessiz bir film kareleri gibi gözümün önünden geçiyordu. İnanın bana çok kötü zamanlardı. Benim için orada yaşayan insanlar içinde... Benim için yıllarca uykularımda kabus olarak kalacak, orada ise evlerini yurtlarını ve cocuklarını kaybeden anneler,babalar bunun yıllarca travmasını yaşayacaklar..
Sonra tabii tüm geçmişimde aldığım terbiye ile ve burada yaşadıklarımla yarı baygın bir halde küçük bir magara da beni küçük bir bayan gerilla görüp aşagıya seslenerek, burada bir asker var deyip yarı baygın, flu şekilde bize anlatılmışlığın dışında silahlı bir bayan gerilayı görecektim.  O kadar halsizdim ki elimi uzatacak halim yoktu, artık tek düşüncem eziyet gösterilmeden ölmek için dua ediyordum. Doldurulmuş bir bilinç ile bize işkence ederek öldürüleceğimizdi. Fakat üç dört kişi beni kaldırarak aşagıya götürdü, orada kırk yada elli kişiye yakın bir bir insan topluluğu gördüm. İçlerinden biri bana yaklaşarak bir şeyler söylemeye başladı. Ben ise ne zaman ölecegimi düşünüyordum, bir şeyler yiyorlardı bana ikram ettiler, ama yemek yiyecek durumum yoktu. Onlar kendilerini anlatıyorlardı, bir de haklarımı söylüyorlardı, bir Cenvre sözleşmesi, bir ölüm bir yemek, bir de neden hala bir şeyler yapmıyorlar düşüncesi gelip gidiyordu. Doktor olan bir gerilla ayagıma bakacagını söyledi. Önce çekildim, sonra karşı koymadım. Destekler koyup ayağımı bagladı, orada o gün yattıktan sonra bölge sorumlusu ile görüştürülecegimi, sonra da bırakılacagım güne kadar güney kürdistan(k- Irak geçirilecegim söylendi.) Sonrasında altıncı-yedinci ayıma kadar acaba soruları aklımdan gelip geçti neden öldürmediler? Ama oradaki sosyal yaşamı izlediğimde bu zamana kadar anlatılanların dışına bir şeyler olabileceği sorusu kafamda oluştu, uyuşturucu, fuhuş ve benzeri şeyleri orada görmedim. Benzeri bir sürü daha şey işlenmiştı kafamıza buraya gelinceye kadar. İnsanlar sohbet ediyorlar, okuyorlar tartışıyorlar, askeride olmadığı gibi bayagı üst rütbelilerde sosyal yaşamda görevi olan ihtiyaç çalışmalarına katılıyor, o dönemde kafam allak bullak olmuştu. Bütün bunlar eski yaşadıklarımız bize gösterilenler, burada yaşadıklarımız, birde üstelik bir süre sonra orada bir bayana, Sarya diye bir bayan gerillaya sevdalan. Hemde düşmanın diye yemeğini yemezken, duygular yok derken, mübtalılar diye düşünürken, ağzın açık kalacak bilgisiyle saryaya sevdalan... Evet o dönemler ve geçmişim çatışma haline girmişti. Bayrak-devlet,ordu mititarizim, Gerilla-PKK,aşk sevda...çok şey daha söyleyebilirim... Gerilla, dağ ve bu esaretlik süreci bana küfür diye algılatılan kürt halkı ve gerçegi noktasında eski verili doğmatik yanımla hesaplaşmam konusunda ve bu coğrafyanın en çok hesaplaşması gereken militarizm gerçeği ve etkileri konusunda benim kendimi görmemde büyük etkisi olmuştur.
6.-Pkk tarafından serbest bırakıldıktan sonra yaklaşık dört ay askeri cezaevine konuldunuz nedenini anlatırmısınız?
- Bugün hala tabu ve yasalarla koruma altında tutulan savaş karşıtlığı nedeniyle bir kaç basın kuruluşuyla bu savaş gerçekliği üzerine yaptığım röportajlar üzerine diyarbakır DGM ve Diyarbakır Askeri mahkemenin açtığı ayrı ayrı mahkenmler nedeniyle biri yurt dışına firar ettiğim gerekçesiyle, biri de örgüt propagandası yaptığım iddasıyla... Her ikisi de maddi delil yetersizliği ile uzun süren mahkemeler sonrası düştü..O zaman yanlış hatırlamıyorsam Orhan karadeniz miydi yedek mahkeme hakimi neydi. inanamazsınız beni daha kapıdan girer girmez bilmem seni bilmen ne yapacagım PKK li felan diyerek karşıladı. Sonra bir çok şey saydı ve tutuklu yargılanmam diyerek asker olmam da göz önünde bulundurularak Diyarbakır Askeri Hapishanesine gönderildim...
7.-Diyarbakır askeri cezaevini anlatırmısınız? Mimari ve iç işleyişini? U şeklinde, tek katlı er erbaş ve subay-astsubayların kalma yerleri ayrılmış, ortasında ortak havlandırması olan bir yer
8-Sizin askeri cezaevinde kaldığınız dönemde, müdür kimdi ismini hatırlıyormusunuz? inanın hatırlamıyorum, o dönemin kayıtlarına bakmak gerekiyor
9.-Diyarbakır askeri cezaevinde Yaşamış oldugunuz hak gasplarını ve de şahid oldugunuz olayları anlatırmısınız? Orhan Karadeniz(DGM hakimi) beni askeri hapishaneye götürülmem için havacı astsubay erkan a teslim etti. "bu çocuğa iyi bakın" diye tembih de bulundu. Acaba göz dagı vermek için mi böyle küfür ve hakaret etti acaba diye düşündüm. Baksana dedim adam iyi davranın dedi. Tabii hapishanenin kapısından girince anladım ki o iyi davranın kötü davranının kodlu haliymiiş. Hapishane kapısının yüzüme çarpmasıyla beraber içeride üzerime yumruklarla, sopalarla çullanmaları bir oldu. Dedim karşılanmam böyle ise ben buradan çıkamam. Birde o dönem basın kamuoyu varken böyle yapılıyor. Gerçi bu dağlıca olayında olduğu gibi "yaşadıklarına sevinemedim" diyen"siyasetçiler de durmuyor çalışıyor. Karşılama dayagından sonra herkes bana orada PKK li muamelesi yapıyor senin kim ne yaptığını anlamak yerine hakim görüşe şirin gözükmek için gardiyanlardan daha çok sana yüklenmeye çalışıyor. Kimse kimseyle zaten gün boyunca konuşulamıyor,kimse kimsenin yüzüne uzun süre bakamıyor,gardiyanların yüzüne uzun süre bakılması yasak . Eger yüzünde bir duygu görsünler kendilerine ait bu dayak bahanesi, istiklal marşını okumadım diye kalaslarla dövüldüğümü biliyorum. Yatagımın üzerinde para zıplamadı diye tüm yatakhaneyi sürünerek sildigimi hatırlıyorum..Dahası o kadar kötüydü ki durum, bir seferinde o kadar kötü davranıyorlar ki tamamen psikolojik olarak beni teslim almak istiyorlar ki bir asker kaçağı var, aynı yerde kaldığım, onu ajanlaştırıyorlar, beni kötü muameleye karşı bir şeyler yapmak için teşvik ediyor.Yanımda olacagı izlenimi veriyor ben bir şey yapmaya kalktığımda ise bunu götürüp gardiyanlara götürecek, onlar da beni yine dövmek için bahene bulacaklar . Gerçi ben onu etrafımdan uzaklaştırınca bu sefer de onun için dövdüler. Uygun adım yürüyüşü kabul etmediğim için yine dayak yemiştim. Bir seferinde inanın bana koridoru suluyorlar ve bana diyorlar ki al bu permatiği şu sürede çek imkanı yok o sürede çekilmez dedim, alın direkt dövün benii. Bir kez bir PKK asker kaçagını yakaladık ondan laf alıp bize getireceksin bir tür ajanlık önerisi oldu .Bunu kabul etmeyincede bir gece gelip iş ocakları denilen yere götürüp kalaslarla dövdüler ki cigerlerimin elimde kalcagını düşündüm
10.- İşkencenin etkilerini günlük yaşamınızda hisediyor musunuz? -Öncelikle savaşta yaşadıklarım,ölümler yakımlar,kişiliksizleştirme seansları hapishaneye girerken bütün bu dönem uzun süre kabuslarla uyanmama neden oldu. Hapishanede mesala askeri üs de vardı, oraya bir helikopter inmek için yaklaştığında bilinçsizce kendimi yere atmışım ve bayılmışım. Biz dagda iken helikopter saldırlıları, uçak bombalamaları ve top atışları bu uzun süre yoğun bir ses suyduğumda bir an istemsiz kendimi ya yerde yada bir an boşlukta hissetmemi sağlıyordu. Bugün ise bir çoğundan kurtuldum sayılır. Bir tek ani sinirlenmeler,küçük tahammülsüzlükler üzerimde etki olarak kaldı. Bu yanımı fark ettiğim için böyle zamanlarda kısa süreliğine yanımda bulunan insanlardan uzaklaşarak yürümeyi yeğliyorum, sakinleşince tekrar yaşamıma kaldıgım yerden devam ediyorum.
11-Şimdi nelerle ugraşıyorsunuz? Bunu iş olarak soruyorsanız bir çok zorluk çıkarmalarına rağmen, bir çok kez polisin beni işimden etmesine rağmen, hayata tutunmaya çalışıyorum. En son bir tv progrmının halkla ilişkileri ile ilgileniyordum program yayından kaldırılınca yine issiz kaldım.
12.-Vicdani red üzerine ne düşünüyorsunuz ? Devlet aygıtı olarak militarizmin en güçlü olduğu bir coğrafya da yaşıyoruz, "ordu-millet" diye mirasını geçmiş devlet biçimleriyle perçinlemiş ve bunu topluma yedirmesini zor ve propaganda yoluyla kabul ettirmiş bir gerçekliğin içinde vicdani reddin hiç de kolay bir mücadele biçimi olmadığını, bunun kısa bir süreç de de sonuç vermeyeceğinin farkındayım. Fakat böylesi bir mücadelenin sadece bu coğrafya da da verilmediğini, verilen yerlerde de kazanılan hakların kolay elde edilmediğini, fakat bir çok şeyi ğögüsleyerek militarizmi nasıl güçlü şekilde teşhir edebilceğini araştırmalarım sonucu gördüm, militarizm ve burjuva savaşların ve çıkarların insanlığı nasıl duygusuzlaştığını bir süre sonra iyiden iyiye halkları birbirine yabancılaştırdığını, kendi rant ve çıkarları için bir çok psikolojik enstrumanı da kullanarak insanın nasıl kendisine yabancılaştığının herhalde benim kadar birebir örneği olamaz.
Bu yabancılaşmayı da yenebilmenin yolunun nasıl onlar kendi çıkarları olunca yanyana gelip bir coğrafyayı komple lal etmek için birliklerini sağlamlaştırıyorlarsa bizde bu yabancılaşmayı sağlayan ve bunun sayesinde kendi çıkar ve rantlarını gizleyen bu mekanizmayı ellerinden alabilecek ve bu cografyanın ruhunu ve tekrardan vicdaninı ortaya çıkarabilecek ve bir avuç egemenin oyunu bozacak, tüm emekçi halkların, muhaliflerin ve savaş karşıtlarının bir araya gelerek elimizden alınmaya çalışan değerlenin birliğini sağlamak ve bunu sağlamlaştırmak için eilimzen geleni yapmamız gerekiyor. Ya vicdanımızı ve ruhumuzu yok ederlerken seyirci kalıp bizi teslim almalarına izin vereceğiz bu aynı zamanda tüm insanı degerlerimizin yok olmasına seyirci olmamız demek, ya da tüm yabancılaşma karşıtları militarizm ve sermaye egemenliği karşıtların en az onların bizi bu halde tutmaya çalışanların birliği kadar birliğimizi güçlendirip, tüm bu coğrafyayı vicdansızlaştırmaya ve insanlığın ruhunu bir avuç dolar euro ve borsa ile denk sayanların egemenliğini değeştirebilir imkanı bulabiliriz .
son söz yerine -Bütün bunları yaşadıktan ve bir çok şeye sahit olduktan sonra bunları hiç yaşanmamış saymak, olan bitenler üzerine sessiz kalmak nasıl olacaktı. Önceleri itiraf etmek gerekirse bir çok şeyi yok saymadım değil, çünkü yarattıkları korku birey üzerinde normal bir şey değildi, seni bir çok enstrumanı kullanarak bu korku sarmalının içinde kör-sağır dilsiz kılmaya çalışıyor, ben de bir çok insan gibi bu sarmalın parçası haline getirilmiştim, bunun etkisinden kurtulmak için çok çaba sarf ettim. Bir taraftan kaba anlamda insanların vicdanlarını sağırlaştıran bir çok şeye tabii tutulmuştum(işkence,yok sayma,psikolojik baskı vs) yani vicdani yabancılaşmayı sağlamak için kullandıkları kaba metodlarıyla yüzleşmiştim. Şimdi iyi biliyorum ki bu benim vicdanımı sağırlaştırmaya yönelik metotlardan sadece biriymiş, daha bunun gibi sayılamıyacak kadar bu coğrafya insanlarının vicdanlarını körleştirecek metodlara hakim olduklarını öğrendim. Bir tarafta ise tüm bu savaş gerçeğinin altında sadece bir avuç savaş ağası ve egemenlerin çıkarları için bu coğrafya da binlerce yıllardır sömürü ve talana uğratılmaya çalışılan kürt halkı gerçeği ve kürt halkının maruz bırakıldığı bir çok insanlık dışı muameleye sahit oluyorsun. Yani bir taraftan sağırlaştırılmaya çalışılan bir vicdan bir taraftan da gördügün, yaşadığın, gerçekler karşısınsa yeniden tüm saldırılara ragmen vicdanınla yüzleşmek zorunda kalıyorsun. Körleştirilmeye,sağırlaştırılmaya çalışılan vicdanını kazandığında senin onun çağrısına karşı sessiz kalamayacagımı anladım. Bütün bu süreç benim için çok sancılıydı. Asla kimse kolay sanmasın, önceleri bütün sorumluluklarımdan kaçmayı denemedim değil, fakat inanın bana geceleri terlemeyle, kaç sene kabuslu kalktığımı bilseniz; ya bir işkence seyansı ile uyanıyordum ya da parçalanmış gerilla cesetleri ya da yanında etrafında ölen asker cesetleri ile uyanıyordum. Sonraları bunu aşabilmemin bütün her şeyle yüzleşmem gerektiği, özellikle işkencecilerimle ve bu metodu hakim kılanlarla,çünkü beni savaşa gönderende bu işkenceyi yapanlarda aynı anlayışın ürünüydü. onların oyununa geldiğimi ve onların istediği gibi kendi içimde sağlıksız ve günden güne yok olan birisine dönüşüyordum ve en çok hissettiğim şey ise kendimi hep yanlız hissetme ve bana yapılanlar sanki sadece bana özel bir durumdu, bende bir problem olmalıydı düşüncesi. Fakat böyle olmadığını işkenceye uğruyanın sadece ben olmadığımı, ama aynı metodla yalnızlaştırılmaya çalışıldığımızı fark ettim. Aynı zaman da bunu kırmaya çalışan insanların varlığını öğrendim.Bunun sonucunda gördüm ki günden güne beni yalnız kılmak isteyenlere (sorumluluları işkenceyi de savaşa da beni gönderenlerdir ) karşı yanyana duruşumuzu büyüttükçe bu yürüyüşümüzün sonucunda ise ilk fark ettiğim şey artık eskisi gibi kabuslarla uyanmalarım azaldı ve korkularımın ise günden güne bir özgüvene dönüşmeye başladı. Yani sağlıksız, kendi içinde çürüme noktasından tekrar sağlıklı hareket etme noktasına kadar beni taşıdı. Zannederim benim durumumu bir çok insan yaşıyor ama bu durumunu saklayan insanların sayısı çok fazla. Eğer benim durumumdan bir ders çıkaracak olursak eğer bu durumu kabullenip günden güne çürüyüp ya intiharla yada bir çok pisişik sorunla yaşamaya devam etmeyi sececeksiniz yada işkencecinle hesaplaşıp çok daha sağlıklı yaşamaya devam edeceksin. Bunu kolay bir süreç oldugunu düşünmüyorum, fakat savaş mağdurları ve işkenceye maruz kalan insanlarımızın bilmesi gereken yalnız olmadığımızdır ve adım adım korkularımızı yaratanlarla hesaplaşmamız hem bunun kaynagını kurutmaya yararken beraberinde en önemli şeylerine saglıklarına ve vicdani yaralanmalarını da halletmiş olacaklar
Metin AYDIN (Vicdani redci)
Iletisim :kurd.vicdani.red.insiyatifi@gmail.com

Hiç yorum yok: