7 Mart 2010 Pazar

Aleviler ve Siyaset


Alevilik bir felsefe ve inanç olmanın yanında bir toplumsal örgütlenme biçimidir de.

Ve bir toplumsal örgütlenme biçimi olarak katı merkeziyetçi, teokratik sistemlere göre kolektif örgütlenme biçimini esas alır.

Bu nedenledir ki katı merkeziyetçi, teokratik iktidarlarla ciddi sorun yaşamıştır.

Yönettiği veya yönettiğini sandığı topluma biat ve itaat etmeyi dayatan yönetim biçimleri Aleviliği önce yok etmeyi denemiş, bunu beceremeyince asimilasyon politikası uygulamıştır.

Aleviliği yok etme politikası Selçuklu'da katliam olarak uygulanmıştır. Bu anlamda tarihin en büyük katliamlarından biri Baba İshak katliamıdır. (1239 Malya Ovası/ Kırşehir) Baba İshak katliamı Alevilikte önemli bir dönüm noktasıdır. Zira burada yapılan sadece bir insan katliamı değil aynı zamanda Alevilerin kültürel ve inançsal belleğini de yok etme projesidir.

İkinci dönüm noktası Şeyh Bedrettin 'ayaklanması' sonrasında yapılan katliamdır. Yine katliamın yanında kültürel ve inançsal belleği yok etmek egemen iktidarın temel hedefidir. Bu kere katliamı yapan Selçuklu'nun devamı niteliğinde olan Osmanlıdır (1402-1411 Fetret Devri/ Çelebi Mehmet).

Üçüncü büyük katliam, Yavuz döneminde yapılan ve tarihin ender tanık olacağı bir toplu katliamdır. (1514 Çaldıran Seferi)

Dördüncü büyük katliam, II. Mahmut döneminde yapılandır (1826).

Bunların dışında yapılan katliamlar da vardır. Ancak ben bunları bir konuya açıklık getirmek için sıraladım.

Yapılan bütün katliamlarda amaç 'kökünü kazımaktır.' 'Kökünü kazımak' derken Alevi insanını katletmenin yanında kültürel belleği yok etmek de amaçlanmıştır.

Şimdi 'Aleviliğin yazılı kaynakları yoktur, Alevilik sözlü kültür ve gelenek üzerine kuruludur' diyenler aslında katliamlar ve kültürel belleği yok etme politikasını gör(e)meyen veya görmezlikten gelenlerdir.

Alevilik kültürünün toplumsal örgütlenmede katı merkeziyetçi, tekçi değil kolektif ve çoğulcu bakabilen bir kültür olduğunu söylemiştim.

Bu temel özelliğinden dolayı Aleviler kurulu sistemler içinde kendi örgütlenmelerini yaratmışlardır.

Ocaklar, dergahlar Alevi örgütlenmesinin okullarıdır. Selçuklu ve Osmanlı ocak ve dergahları yakmış, yıkmış ve yerle bir etmiştir. Bunu yapamadığı zamanlarda da ocak ve dergahları ele geçirip Sünnileştirmeye çalışmıştır.

Cumhuriyet döneminde ise 'Tekke ve Zaviyeler Kanunu' ile Alevi ocak ve dergahları kapatılmıştır.

1921 yılında yapılan Koçgiri Katliamı ve 1937-38'de yapılan Dersim Katliamı ise Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlere karşı olan politik tutumunun yanında Aleviliğe ve Alevi toplumuna nasıl bakacağının göstergesidir.

Osmanlı'nın 'ümmet ve tebaa' tanımına uymayan ve 'katli vacip olan Aleviler' 'modern ulus' dönemine geçişte bu kere 'Ulusun Türk/İslam' tanımı için 'ciddi sorunlar oluşturan ve tedip/tenkil' ile 'yola getirilmeye' çalışılan bir toplum kesimidir.

Bazılarını sıralamaya çalıştığım bu tarihi gerçeklerden ve kendi kültürünün niteliğinden hareket eden Aleviler hep devletlere rağmen devletin sınırları içinde ama iktidarı dışında; iktidara muhalif olarak örgütlendiler.

Ancak cumhuriyet döneminde durum değişti. Özellikle 1960'lı yıllarla birlikte başlayan kente göç Alevi toplumunu şu seçeneklerden biri ile karşı karşıya bıraktı: 1. Ya asimilasyon ile devletin Türk/İslamcı politikalarına teslim olma, 2. Ya da özünü koruyarak örgütlenme ve siyasete etkin katılım.

Kente göç eden Aleviler önceleri 'köy ve yöre dernekleri' biçiminde örgütlendiler. (Bu hala yaygın olarak devam ediyor.) Bu yöre ve köy dernekleri adına çıkarılan dergiler Alevi kültürünü dolaylı olarak işlemeye çalışıyordu. Zaten direkt Alevi ismini kullanmaktan çekindikleri için derneklerine ve çıkardıkları dergilere ya köylerinin veya yörenin adını verdiler.

Köyden şehre gelen Aleviler yine devlete kuşku ile bakıyor ve mesafeli duruyordu. Ama 'devlet dairesinde iş bulmak' önemliydi.

Tarih boyunca yok edilmeye çalışılsa da katliam yapan iktidarlara rağmen Alevi toplumunda oluşan kültürel belleğin sonucu olan sosyal kişilik, Alevileri devlete mesafeli tuttu. (Ki bu bağlamda Alevi toplumu için Maraş, Çorum, Madımak ve Gazi gibi katliamlar başlı başına yorumlanması gereken toplumsal travmalardır.)

Ve Aleviler modern siyaseti devletin ve ideolojik olarak devlete yakın düşünenlerin işi olarak algıladılar. Devlete mesafeli durdukları için de siyasete de mesafeli durdular. Çünkü Alevi toplumu gerçek bir sivil toplumdu.

Şimdi siyasetin sivil, demokratik bir toplumsal gerçek olması gerektiği olgusu Alevileri siyaset yapmaya itiyor. Ama bunca zamandır devlette 'sivil toplum', siyasette seçmen olarak bulunan Aleviler siyasete nasıl bir tavır ve yöntemle katılacaklarını kestirmekte güçlük çekiyorlar!

Devlet, siyaset, sivil toplum zemininde nerede olunacağı ve siyasal örgütlenmede devlet faktörünün nasıl tanımlanacağı Aleviler için temel sorundur. Ve yine '72 millete bir nazarda bakmak' kavramının oluşturduğu çoğulculuk gerçeği, günümüz Türkiyesi'nde Alevilerin unutmak üzere olduğu çağdaş siyasetin temel bir olgusudur. Aleviler kendi kültürlerinin de temelini oluşturan demokratik çoğulcu/katılımcı siyasetin bir gereği olarak mı politika yapacaklar? Yoksa asimilasyonun bir sonucu olarak 'Laik cumhuriyetin güvencesi mi olacaklar?'

Aleviler yol 'Ulularının Yolu' ile düşünür, adalet, özgürlük ve eşit yurttaşlığı savunur, bu tarihi kültürel temelin üzerine modern siyasetin çoğulcu/katılımcı anlayışını bina ederlerse laik demokratik Türkiye için yol yakındır...

Laik demokratik Türkiye'nin Alevilerin sivil toplum örgütlenmesine de çoğulcu/katılımcı siyasal örgütlenmesine de ihtiyacı var.

KEMAL BÜLBÜL

Hiç yorum yok: