22 Şubat 2010 Pazartesi

Yahudilik - Türkçülük ve Fetullah Gülen - AKP Gerçekliği

İktidar olgusunu çözümlemek ve tanımak yine çağımızda ulaştığı düzeyle kazandığı niteliği ortaya koyabilmek yaşamsal derecede bir çalışma olmaktadır. Bunun küresel ve yerel tüm aktörlerinin toplumlara dayattığı ve günlük olarak geliştirmeye çalıştıkları yaşam gerçekliğini bilince çıkarmak, özgürlük mücadelesi güçlerinin temel görevlerindendir. Bu bağlamda da kökenleri neredeyse 15. yüzyıla kadar dayanan ve günümüzde Finans Kapital olarak zirveleşen Kapitalist sistem gerçekliğini ve onun temel aktörlerinden Yahudilikteki egemenlik ve iktidar gerçekliğini tarihi arka planı, yapılanması, siyaset ve stratejileriyle iyice gün yüzüne çıkarmak; somut gerçekliğini, ondan gün be gün darbe yiyen toplumların bilincine eriştirmek ve nihayetinde bunu toplumsal paradigma ve programlarla pratik sahaya indirgemek çağımızın en temel insani mücadelesi olmaktadır.


Burada, tarihin seyrine önemli bir oranda yön veren, her dönemin temel iktidar odakları içerisinde ciddi anlamda yer edinen ve ciddi sübjektif güçleriyle etkili olan Yahudi iktidar olgusu daha detayda incelenmek durumundadır. Bu elbette ciddi ve derinlikli bir çalışmayı gerektirmektedir. Çünkü bin yıllara yayılan tarihi ve karmaşık bir olgu durumundadır.


Tarihleri boyunca toplumlarını, “vaat edilen topraklar” ile ciddi bir dünyevi motivasyonla besleyen Yahudi egemenleri, aynı zamanda süreklileştirilmiş bir mağduriyet psikolojisini de diri tuttular. Yahudi halkının tarih boyunca büyük acılar çektiği ne kadar gerçek ise bu toplumun egemenlerinin sözü edilen siyasetleriyle bu halkı sürekli hedef kılmakla buna neden teşkil ettikleri de o denli gerçektir. Öyle ki tarihin çoğu döneminde sıradan bir Yahudi dahi etnik ve dini kimliğiyle ortaya çıkamaz hale gelmiştir. Bu da beraberinde Yahudilerde, uzun tarihi süreçler boyunca bazı özellikler geliştirmiştir. Daha çok 17. yüzyılda ortaya çıkan Sabetaycılıkta somutlaşan takiyyecilik bu özelliklerden en belirgin olanıdır. Zamanla oluşan tepkiler yüzünden kendi gerçek kimliğiyle yaşam olanağı bulamayan Yahudiler, onların deyimiyle “kendisini kendisine saklayarak” girdikleri her ortamın rengine bürünmüşlerdir. Bir gelenek haline gelen bu tutumda zamanla o kadar ustalaşmışlar ki iktidarlara ve halkların kaderine yön vermek onlar için bir alışkanlık ve yaşam biçimi halini almıştır. Girdikleri ortamda ilk ve temel hedefleri hep “üst” yani iktidar odağı ve kurumları olmuştur. Bunu pratiki beceri kadar zihinsel yaratıcılık ve gelişen analitik zekâları sayesinde gerçekleştirmişlerdir. Bu yaşam tarzını kanıksamışlar hatta meşru bir hak olarak görmüşlerdir. Çoğu toplumun değer yargısında “ilkesizlik”, “gayrı ahlakilik” vb. nitelemelerle adlandırılan davranış biçimleri, Yahudi egemen gerçekliğinde bir “hak” ve var olma tarzı olarak benimsenmiştir. Öte yandan büründükleri ortamın öğelerinden daha fazla onlardan olunmuş ve onları onlardan daha fazla savunmuşlardır. Fakat işin özünde bunu onlar için değil kendileri için yapmışlardır ve bu durumu karşı taraf çok sonradan fark etmiştir. “Kraldan kralcı”,''türkten daha fazla türkçü'' deyiminin özünü ortaya koyan tipik tutum en fazla Yahudi gerçekliğinde vardır. Fakat o kral, hep sonradan neye uğradığını şaşırmıştır.


Yahudi İcadı Türkçülüğün Anatomisi


Yahudiliğin “Türk” rengine bürünerek Türkçülüğü geliştirmesi bu davranış tarzının en çarpıcı örneklerinden biridir. Türk milliyetçiliğini Türklerden önce Yahudiler geliştirmiş ve bunu Ortadoğu’daki tarihi amaçlarının bir parçası olarak ele almışlardır. Osmanlı yönetiminde Türklük hor görülen ve aşağılanan bir kimlik iken bu devletin son dönemlerinde Yahudiler tarafından öne çıkarılarak, kendi stratejilerinin bir bileşeni kılınmıştır. Bu yönüyle resmi ya da devletleştirilen Türklük özü itibariyle bir Yahudi - Siyonist icadıdır.


19. yüzyılın başlarından itibaren başta İngilizler olmak üzere dıştan dayatmayla Osmanlı’da başlatılan “Batılılaşma” hareketleri 1865 tarihine geldiğinde Yeni Osmanlılar Cemiyeti (Genç Osmanlılar) ile ilk örgütlülüklerini oluşturmaya başlar. Bu örgütlenmelerin en faal üyelerinden biri de Fransız vatandaşı Yahudi Leon Kahun’dur. Bu harekete 1867 yılından itibaren Jön Türkler (Genç Türkler) denmeye başlanmıştır. Leon Kahun daha sonra Türkçülüğün teorisyenliğine soyunur. İlkin 1869 tarihinde, “Asya Tarihine Giriş; Türkler ve Moğollar” kitabını yazar. Türkler hakkında abartılı bilgilerin bulunduğu bu kitap sonradan Türk ırkçılarının temel kaynaklarından biri oldu. “Türkçülüğün Esasları” eserini yazan Ziya Gökalp’in temel başvuru kaynaklarından biri olan bu eser, Mustafa Kemal’in de sıkça başvurduğu bir kitap olmuş. Yazar Cemil Meriç kitap için “Türk milliyetçiliğinin Kur’an–ı Kerim’i” demektedir. Leon Kahun, 1876 tarihinde de bu sefer benzer nitelikteki “Gök Bayrak” romanını yazmıştır.


Türk milliyetçiliğinin mucitlerinden olan diğer bir Yahudi Armin Herman Vambery’dir. Vambery Macaristan’ın başkenti Budapeşte’deki üniversitede 1870 yılında ilk Türkoloji kürsüsünü kurmuştur. Vambery, 1908 yılında yine Budapeşte’de açılan dünyadaki ilk Türk derneğinin de onursal başkanıdır. Yine 1910 yılında kurulan “Turan Cemiyeti”nin de onursal başkanlığını yapmıştır.


Osmanlı devletinde gerek Jön Türk hareketi gerekse onun devamı olan İttihat Terakki partisi, Batı’daki Yahudi – Mason örgütleri ve localarına bağlı olarak çalışıyor ve onlar tarafından finanse ediliyordu. İngilizlerin de bu hareketlerin gelişimindeki yönlendiriciliği belirgindir. Jön Türklerin Yahudi desteğiyle Osmanlı yönetimine yönelik gerçekleştirdiği ilk darbenin tarihi 1876’dır. Kurucuları arasında Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti gibi Kürtlerin de yer aldığı ve Jön Türk mirasını devralan İttihat Terakki partisi ise 1908’de iktidarı ele geçirdikten sonra 10 yıl boyunca ülkeyi darbeler ve krizlerle yönetmiştir. İttihat Terakki partisi, İtalyan Mason Karborani örgütünü örnek almış ve bu örgütün gizlilik esaslarına göre yapılanmıştır.


Osmanlı’dan sonra Cumhuriyet döneminde de Yahudi müdahalesinin sürdüğü görülmektedir. Bu dönemin öne çıkan ismi Avram Galanti’dir (sonradan Soyadı Kanunu gereğince Bodrumlu soyadını almıştır).  Galanti’nin Türkçülük çalışmaları Kahun ve Vambery’nin çalışmalarına göre daha sistematik ve daha derindir. 


Üniversitelerde profesörlük yapan Galanti Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bir dönem CHP’den, bir dönem de bağımsız olmak üzere iki defa milletvekilliği yapmıştır. Türk ırkçılardan çok daha ırkçı bir “çizgi” tutturan Galanti, Türkiye’deki tüm halkların asimilasyonunu savunmuş, bugünkü “tek”çi anlayışın teorisyeni olmuştur. Türkçü görüşlerini birçok kitapta dile getiren bu Yahudi, Mustafa Kemal hakkında yazdığı yazılarında onu adeta göklere çıkarmıştır.  Galanti bir yazısında da Tevrat’tan yola çıkarak, Yasef’in oğullarından Togarma’nın Türkler olduğunu dile getirir ve bu biçimde Türklükle Yahudiliği kendince birleştirmeye çalışır.


Meselenin ilginç bir boyutu ise Türkçülüğün bu Yahudi – Siyonist karakterinin Cumhuriyet tarihi boyunca gizlenmesidir. Okullarda okutulan tarih kitaplarında ve yayınlanan diğer eserlerde sanki Türk milliyetçiliği, Siyonistlerin stratejik programlarının bir ürünü değil de kendi iç dinamiklerinden ortaya çıkmış gibi anlatılır. Bu yaklaşımın kendisi dahi Siyonist – takiyyeci tarzdır.


Londra, Selanik, Budapeşte, Paris ve İstanbul gibi merkezlerde Siyonist – Mason tarzıyla pişirilen Türkçülük benzeri Kürtçülük ve Kürt milliyetçiliği de Finans Kapitalin belli başlı merkezlerinin kumandasıyla Güney Kürdistan’ın Barzan mıntıkasında geliştirildi, geliştiriliyor. Şimdi ana merkezler Hewlêr ve Süleymaniye’dir. Tarz aynıdır. Kürt şal, şepik ve kefyesinin altında Yahudi takkesi ve cüppesi vardır.


Günümüzün Aktörleri


Elbette bu Yahudi – İttihatçı – Türkçü çizgi Cumhuriyet tarihi boyunca derinleştirilerek sürdürülmüştür. Derin devlet, darbeler, gizli anayasalar, özel harp dairesi, sahte İslamcı tetikçilik ve daha pek çok kirli savaş yöntemleri ve katliamlar bu çizginin ürünüdür. Bu çizginin özünde inandığı bir ideolojisi yoktur. Duruma göre Komünist, İslamcı, Kemalist ya da herhangi bir görüşten olabilir. Fakat bu ideolojiler, iktidar ve egemenliği için bir araçtan öte bir anlama sahip değildir.


Bu çizginin günümüzdeki yürütücüsü Fetullah Gülen cemaati ve onun desteklediği parti AKP’dir. Türkiye’deki iç iktidar kavgasında durumun riskli olduğunu gören Fetullah’ın ilk sığındığı ülke Amerika olmuştur ve hala da oradadır. Yahudiliğin Hıristiyanlık içerisindeki Truva atı olan Evangelizmin önde gelen aktörleriyle çalışan Fetullah, düzenli olarak “İslami vaazları”nı da sürdürmektedir.


Fetullah Gülen ve cemaati başta Kürtler olmak üzere diğer halklar ile emekçilere karşı pervasızca bir düşmanlık sürdürmektedir. Bu tarzı diğer iktidar odaklarına karşı da yürütmektedir.


Yahudi – Evangelizm ve Finans Kapital’in Türkiye’deki partisi AKP’nin Kürt halkına karşı düşmanlığı da aynı biçimdedir. Kürt halkının temel değerlerine, varlığına ve Özgürlük Mücadelesine karşı günlük olarak saldırı halindedir. Bunun yanı sıra rejim içerisinde de günlük operasyonlarını sürdürmektedir. Fakat unutulmamalı ki devletin statükocu kliği de önemli ölçüde gerilemesine rağmen hala ayaktadır. Bu klik son dönemlerde kendisini yeni konjonktürel yapıya uyarlama gayretindedir. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddiyle ABD’nin hışmına uğrayan bu klik, bunalım içerisinde geçirdiği son yıllardan sonra bu yeni arayışlarını başlatmıştır. Bu kesimin legal ve görünür sözcülüğünü yapan CHP ve Deniz Baykal, son demeçleriyle Güney Kürdistan’daki yeni gerçekliği tanıma sinyalleri vermektedir. Bu adım, Kürtlük namına en geri ve işbirlikçi çizgi ve yapıları dahi inkâr yaklaşımını esas alan bu klik açısından tarihi bir kırılmayı da ifade etmektedir. AKP’ye kapatma davası hamlesiyle eş zamanlı olarak gelişen bu adımlar, ABD ve Finans Kapital güçlerine bir mesaj anlamına gelmektedir. ABD ise kaba pragmatist politikası gereği hangisi daha iyi işine gelirse onunla işbirliğini esas alacaktır. Fakat mevcut durumda AKP’ye olan desteğini sürdürmektedir. Fakat bu durumun böyle süreceği ya da her şey pahasına bu seçenekte ısrar edeceği de düşünülmemelidir. Çünkü iktidar ve güç ilişkilerinde “ilke” ya da “sonsuz işbirliği veya dostluk” kavramlarına yer yoktur. Hele ki mevcut Ortadoğu kaos gerçekliğinde bugünden yarına ilişki ve çelişki durumlarının ne kadar çabuk değiştiği de gözlemlenmektedir. Özcesi Türkiye’deki klik çatışmalarında hangi klik ABD – Finans Kapital politikaları ekseninde, analitik zekâsını ve pratik yaratıcılığını etkince ortaya koyarsa onun partner olarak seçileceğini söylemek gerçekçi olacaktır. Geçmişte bunun örnekleri çokça görülmüştür.

Hiç yorum yok: