22 Şubat 2010 Pazartesi

Medya ve Biz

Türkçeye medya olarak geçen İngilizcedeki media sözcüğü,  “medium” sözcüğünün çoğuludur. Bu kelimenin kökeni de Latince medius kelimesidir. Medya kelime anlamı itibariyle araç, orta, ortam ve aracı demektir.
BİRİNCİ BÖLÜM
A-      MEDYA NEDİR? KÖKENLERİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ
1- MEDYANIN TANIMI VE TARİHÇESİ
Türkçeye medya olarak geçen İngilizcedeki media sözcüğü,  “medium” sözcüğünün çoğuludur. Bu kelimenin kökeni de Latince medius kelimesidir. Medya kelime anlamı itibariyle araç, orta, ortam ve aracı demektir. Zaman içerisinde kitle iletişim araçlarının gelişimiyle de beraber bunları ifade etmek için kullanılmıştır. Medya en geniş anlamıyla, kitlelere ulaşabilen her türden sözlü, yazılı, basılı, görsel metin ve imgeleri (kitaplar, gazeteler, dergiler, broşürler, radyo, sinema, televizyon ve internet gibi) ifade etmektedir. Bu anlamda medyanın kökenini, M.Ö. 3500’lü yıllara yani Sümerlerin bilinen ilk resimli yazıyı kullanmalarına kadar götürmek yanlış olmayacaktır. M.Ö. 3100’lü yıllarda ise Mısırlılar bu resimli yazıyı Hiyeroglif tarzında daha da geliştirdiler. Tarihin ilk basılı kaynakları ise kil tabletler olarak bilinmektedir. Bunu da sonradan Mısırlılar ağaçtan papirüs, Yunanlılar ise hayvan derisinden yaptıkları parşömen olarak geliştirdiler. İlk kağıt ve mürekkebi ise Çinliler M.S. 100’lü yılların başında yapmışlardır. M.S. 150 yılına gelindiğinde ise parşömenden ilk basit kitaplar yapılmaya başlanmıştır. 17. yüzyıla gelene dek kağıdın ve basılı kelimenin üretiminde egemen biçim el sanatıydı. 
Çağdaş kitle iletişiminin ilk aracı olarak nitelendirilebilecek gazeteciliğe, 1450 yılında Alman olan Gutenberg adlı bilim adamının keşfettiği tahta baskı aracının ya da ilk matbaanın teknik zemin oluşturduğu belirtilebilir. Avrupa’da bu yüzyıl ve sonrası oldukça çalkantılıdır. Bir yandan merkezi krallıklar, feodal derebeyleri ve kilise arasında kıyasıya çekişmeler yaşanırken diğer taraftan düşünce ve din alanında eski yapının çatlaması ve devrim niteliğinde yeni açılımlar görülmektedir. Bu arada yeni bir sınıf alttan alta boy vermekte ve serpilmektedir. Bu ticaretle uğraşan kesim olmaktadır. Bütün siyasi kargaşa ve savaşlar arasında yeni coğrafi keşiflerle denizler ötesine ve uzak ülkelere ulaşan bu kesim zaman içerisinde zenginleşip gelişerek burjuva dediğimiz sınıfı oluşturdu. Bu kesim ilkin metanın dolaşımı, piyasanın durumu ve ekonomik göstergeler hakkında bilgilenmek ve bilgilendirmek için “ticari bültenler” çıkarmaya başladı. Bunlar çağdaş gazeteciliğin ilk örnekleri oldular. Politik gelişmelerin ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisi ve iki alanın iç içeliği, zaman içerisinde bu bültenleri ekonomik kadar siyasi bir içeriğe de sevk etti. Böylece 17. yüzyılın başında bildiğimiz anlamıyla gazetecilik gelişmeye başladı ve 1605 yılında Hollanda’da ilk gazete çıkarıldı. 1640 ile 1660 yılları arasında ise sadece İngiltere’de çoğunlukla iç savaş haberlerini veren 300 gazetenin yayınlandığı bilinmektedir. Ancak bunlar günlük olmayan gazetelerdi. İlk günlük gazete 1702 yılında İngiltere’de yayınlanmaya başlanmıştır. Böylece eskiden pazar, meydan, ibadet yerleri benzeri toplu yerlerde dilden dile sağlanan kamusal iletişim artık gazeteler yoluyla gerçekleştirilmeye başlandı. Yani haber - bilgi toplama ve yayma faaliyeti ile iletişim olgusu artık meslek haline dönüşmüş ve bir pazar konusu halini almış oldu. Bunun adı gazetecilikti.
  Gazetecilik olgusu burjuva toplumsal yapısının gelişimiyle paralel olarak gelişmiştir. Çünkü bu burjuva sınıfının feodalizme karşı kendi düşüncelerini ve dünya görüşünü yaymak, kitleyi örgütlemek ve desteğini arkasına almak amaçlı içerik itibariyle olduğu gibi biçim olarak da geliştirdiği bir tür araç ve silah oldu. Nitekim Feodallerin ve kilisenin bu araç üzerindeki her türlü baskısına karşı burjuva kesimi de “basın özgürlüğü” sloganını geliştirdi. 18. yüzyıldaki Amerikan Bağımsızlık savaşı ve Fransız ihtilali’nden sonra burjuvazi “Basın Özgürlüğü”nü kendi anlayışı itibariyle yasal güvenceye aldı. Bu aynı zamanda kamuoyunu yönlendirmede kendi propaganda gücünü güvenceye almasıydı. Kısa sürede tüm Avrupa’yı etkisi altına alan burjuva iktidar süreci, gazeteciliğin de gelişimine yol verdi. Gazeteciliğin gerçek anlamda geniş kitlelere mal olan bir kitle iletişim aracı olması 19. yüzyılla beraber mümkün olmaya başladı. Bu yüzyıldaki sanayi devrimi, şehirleşme, ulaşım imkanlarının gelişmesi ve eğitimin yaygınlaşması gazeteciliğin dayanacağı zemini sağlamlaştırdı.  
19. yüzyılın ikinci yarısında iletişimdeki elektrik ve telgraf devrimi olguyu yepyeni bir aşamaya taşımıştır. Bunun sayesinde artık ülkeler ve kıtalar arası bilgi-haber aktarımı ve yayılımı çok kısa bir sürede gerçekleşmeye başladı. Bazı düşünürler bunu günümüzün küreselleşme düzeyine gelinmesinde temel bir aşama olarak yorumlamaktadırlar. Telgraftan sonra 50 yıl gibi insanlık tarihinde çok kısa sayılabilecek bir süre içerisinde art arda telefon, telsiz, radyo, televizyon ve sinema insanlık yaşamına girdi.
19. yüzyılın ikinci yarısında gelişen sanayi devrimine paralel olarak burjuvazinin geliştirdiği hegemonya karşısında kitlesel işçi eylemlilikleri gelişti. Gelişen sosyalist bilinç iletişim ve medya alanına da yansıdı ve bu yüzyılın sonlarına doğru sosyalist basın güçlenmeye başladı. Ekim devrimiyle daha da gelişen bu basın zamanla kendi çizgisine oturdu. Öyle ki Lenin basın için “en ileri ajitatörden daha etkili” ifadesini kullanmıştır. Fransız İhtilali öncesinde medyayı Feodalizme ve Kiliseye karşı bir silah olarak kullanan Burjuvazi iktidara geçip de yerini sağlamlaştırmaya başlayınca bu silahın yönünü kitlelere doğrultmuştur. Önceleri kitleleri eyleme çağıran bu sınıf, Sosyalist ve işçi hareketlenmeler karşısında iktidarının tehlikeye düştüğünü görünce bu sefer medyayı kitleleri pasifize etme ve bilgi ile bilinçten uzaklaştırmada kullanmaya başladı. Bunun için geniş kitlelerin yaşamıyla ilgili olmayan; kendi yaşamının sıradan kaygı, özlem, beklenti ve sorunlarıyla olaylarını merkeze koyan ve fikirden ziyade görselliği ön plana çıkaran magazinciliği devreye soktu. Nitekim Amerika ile Avrupa arasında çekilen ilk telgraf hattından geçen ilk bilgi, İngiliz Kraliçesinin hastalığı oldu. Sosyalist basın ise magazinciliğe karşı “tüm siyasal gerçekliklerin bilinmesi” sloganıyla hareket etti.
İnsanlık tarihinde en önemli buluşlardan olan radyo, 1. Paylaşım savaşından sonra Faşizm tarafından devletin tekeline alınarak insanlığa karşı bir silaha dönüştürüldü. Almanya, İtalya ve Japon Faşizmi Medyayı tümüyle tekelleştirerek devlet bakanlığına bağladı ve psikolojik savaş aracı olarak kullandı. 2. Paylaşım savaşı sonrası gelişen Emperyalizmin medya üzerindeki tekelciliği ve günümüzdeki kullanım tarzı da Faşizmin bu tarzına dayanmaktadır.
2- SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE MEDYA
İkinci Paylaşım savaşından sonra gelişen Soğuk Savaş döneminde medya doğal olarak propaganda ve psikolojik savaş alanında kullanıldı. Bu dönemde Emperyalizmin ve NATO’nun uluslar arası terör ve kontrgerilla ağı olan Gladio’nun “Propaganda ve Psikolojik Savaş Dairesi” burjuva basınını denetimine alarak sosyalist ve ulusal kurtuluşçu hareketlerle ezilen halklara karşı kullandı. Fakat doğrudan faşizan bir propaganda yerine zamana, koşullara ve yere göre değişen, esnek ve legal sosyalizmden aşırı milliyetçiliğe kadar bütün söylemleri kullanan bir tarz esas alındı. Burada temel amaç kapitalist dünyada ideolojik meşruluğu sağlamak kadar reel sosyalist dünya açısından da ideolojik muğlaklık yaratmak; toplumsal muhalefetin düşünce sistemini yok etmek, çarpıtmak veya örgütlenmesini önlemek, var olan muhalefete karşı karalama kampanyaları yürütmek ve sosyalist ülke halklarına yönelik çekicilik sağlamaktı.  Bunun karşısında sosyalist basın yer yer etkili olduysa da genellikle savunma pozisyonunda kalarak, tutucu, dogmatik, bürokratik ve pek yaratıcı olmayan bir duruş sergiledi.
Soğuk Savaş döneminde Kapitalist dünya ile reel sosyalist ve 3. dünya ülkeleri arasında medya ve enformasyon kullanımı ve akışı alanında büyük bir dengesizlik ortaya çıktı. Emperyalizm bu alanda kurduğu muazzam denetimle özellikle 3. dünya ülkeleriyle yeni sömürgecilik bağlamında hakimiyetine aldığı ülkeleri neredeyse tümüyle bağımlı ve edilgin kıldı. Hem kitle iletişim araçlarının kullanımı ve geliştirilmesi hem de bunların oluşturduğu gündem ve içerik konusunda temel belirleyen, kapitalist egemenler oldu. Batının büyük Associated Press, Reuters ve Agence France Press gibi büyük ajansları ile ABD’nin Holywood sineması neredeyse iletişim alanında yaşama yön veren kurumlar oldular.  Bu durum insana ve insani değerlere yaklaşımda da böyle oldu. Bir araştırmacının deyimiyle “Batı medyası için Batı’daki insanların katledilmesi skandal ve araştırma, Doğu’daki insanların öldürülmeleriyse istatistik konusudur.”
1970’li yılların başında SSCB, iletişim alanındaki bu büyük dengesizlik durumunu Birleşmiş Milletler gündemine taşıdı. “Yeni uluslar arası iletişim düzeni” adı altında daha adil ve dengeli, gelişmemiş ülkelerin de kendi iletişim düzenlerini kurmalarını sağlayacak bir plan öngörülüyordu. Dönemin Bağlantısızlar hareketini oluşturan ülkeler de bu planı desteklediler. Ancak ABD ve İngiltere’nin yoğun karşı koyma, karalama ve boşa çıkarma faaliyetleri sonucu bu plan yaşama geçmedi.
3- 1980’Lİ YILLAR SONRASI MEDYA
1980’li yıllar Varşova Paktının ve reel sosyalist dünyanın artık iyice çatırdamaya ve deyim yerindeyse parça parça dökülmeye başladığı yıllardır. Kapitalist dünya ve onun lokomotifi ABD de dünyanın yegane egemenliğine hazırlanmakta ve buna soyunmaktadır. 1990’lı yıllara doğru Yeni Dünya Düzeni tartışılmaya ve bununla ilgili strateji üreten kitaplar yazılmaya başlandı. Bu dönemlerde yoğunca işlenen kavramlardan biri de globalleşme ya da Türkçesiyle küreselleşmeydi. Aslında dünyada ulus öteleşme ya da küreselleşme eğilimi, 1960’lı yıllarda başlayan, dünya ölçeğinde ve çok çeşitli alanlardaki akışkanlıkla başladı. Nüfus, teknoloji, bilgi, sermaye, medya ve ideoloji gibi alanlarda ulus devlet sınırlarını aşan bir akış gerçekleşti. Bu da deyim yerindeyse dünyayı küçülttü ve yaygın deyimle “küresel bir köy”e dönüştürdü. Öyle ki insanların mekan ve zaman algılaması ve kavrayışı da bundan derinden etkilendi. 1980’li yıllar ile tek kutupluluğa doğru yol alan dünyamızda bu küreselleşme eğilimi bariz bir biçimde ivme kazandı. Bu durum, yeni dönemin başlıca aktörlerinden olacak olan medya ve iletişim alanında daha hızlı ve daha çarpıcı oldu. Bu alandaki teknolojik ilerleme ile Emperyalizmin yeni siyasi hedefleri ve yayılım stratejileri adeta karşılıklı bir danışıklılık ve uyumla birbirini besledi ve geliştirdi. 1980’lerle başlayıp halen devam eden gelişim sürecinin, kitle iletişiminde en azından teknolojik altyapı, üretim kapasitesi ve etki alanıyla gücü anlamında niteliksel bir dönüşüm yarattığı belirtilebilir. Elektronik/digital teknolojilerdeki bu gelişim uluslar arası sermaye ile onun silahı olan ulus ötesi medyaya muazzam bir güç kazandırdı. Göz dikilen dünya egemenliği ve dünya çapındaki ekonomik faaliyet, ancak dünya çapındaki haberleşme ile mümkün olacaktı. Böyle bir iletişim teknolojisine şiddetle ihtiyaç duyan sermaye çevreleri ve hükümetler daha önce sınırlı kullandıkları uydu sistemini hızla geliştirdiler.  Uydu sistemi dünyanın istenilen bir noktasıyla anında haberleşme, orada ekonomik veya siyasal işlemler yapma, olan veya muhtemelen olabilecek gelişmeleri takip etme hatta yönlendirme imkanı verir. Buna rağmen uydu sistemi hem yapım hem de kullanım açısından oldukça yüksek maliyetlidir. Burjuva mantığının temelini teşkil eden “her şeyi en ucuza mal etme ve maliyeti halklardan çıkarma” yaklaşımı, uydu sistemi için de uygulandı. Çare de uyduları sivil kitle tüketimine açmak olarak bulundu. Kitleleri uydu haberleşme sisteminin tüketicisi yapacak olan ise telefon ve fax gibi bireysel haberleşme araçlarının yanı sıra daha da önemlisi radyo ve televizyon gibi kitle iletişimciliğinin de devlet tekelinden çıkartılıp özelleştirilmesi ve uydu kanallarının bunlara açılmasıdır. 1980’li yıllarda önce Avrupa’da başlayıp sonra tüm dünyaya yayılan medya değişiminin altyapısı böylece oluşturulmuş oldu. Kitle iletişimine uydu sisteminde yer verilmesi, bir taşla birkaç kuş vurmak anlamına gelmekteydi. Ama bundan da öte sermaye için en önemli olanı bu yolla dünya çapında, ideolojik, siyasi, etik ve kültürel alanda tüm insanlığı denetimine alacak bir sistem oluşturmaktır. Uluslararası sermayenin en iddialı çıkışı olan Yeni Dünya Düzeni’nin bir hayali de böyle bir ideolojik denetim gücüne kavuşmaktır.
4- 2000’Lİ YILLARDA MEDYA
2000’li yıllara gelindiğinde, 10’u ABD merkezli olmak üzere 40 civarında ulus ötesi medya şirketi dünyayı bir ağ gibi kontrollerine aldılar. Bunlara bağlı olmayan ulusal medya şirketleri ise film, program, bilgi, haber, teknoloji vb. gibi ürünlerle hem içerik hem de altyapı olarak bunlara bağımlı hale geldiler. Bu da medya ve iletişim alanındaki ürkütücü tekelleşmeyi gözler önüne sermektedir. Böylece medya; yasama, yürütme ve yargı güçlerinden sonra gelen dördüncü kuvvet değil bilakis hepsini kontrol gücüne erişen bir konuma ve güce ulaşmaktadır. Öte yandan bu süreçte medyanın ikili bir konumu olmuştur. Medya bir yandan, küresel olarak akmak ihtiyacındaki sermayenin gerek duyduğu ideolojik/kültürel ortamı sağlamıştır. Örneğin Mc Donalds, Coca Cola ve Adidas gibi şirketlerin ürünleri gelişmekte olan ülkelere pazarlanmaya başlanmadan önce reklamlar ya da genel olarak medya programları aracılığıyla bunların kendilerine pazar bulabilmelerini sağlayacak tüketim kültürü ile bu kültürün şekillendirdiği hayat tarzlarını yaygınlaştırmıştır. Diğer yandan karlarını ulus ötesileştirmek hedefi taşıyan sermaye şirketleri haline gelen medya kuruluşları, bizzat sermaye akışının aktörleri olarak davranmışlardır. Yani günümüzde medya ile ortaya çıkan salt bir kurumlaşma değil, sanayileşme şeklinde bir sistem oluşturmadır. Hız, kapsam, süreklilik, dağıtım ve yayılım genişliği itibariyle geçmişin ideolojik kurumlarıyla karşılaştırılmayacak ölçüde bir gelişkinliği ifade etmektedir. Günümüzde uluslar arası sermayeye ait bir medya kuruluşu, tam bir sanayi sektörü gibi ideolojik, kültürel ve siyasi semboller üretir. Bunları tanıtır ve pazarlar. Bunun için halkla ilişkilerden reklamcılığa, sanatsal üretimden gösteri ve eğlenceye, iletişim teknolojisinden matbaa ve baskıya kadar birçok alanda faaliyet gösterir.
Aslında medya ve iletişim sektörüne ilişkin yukarıda ifade edilenlerin tümü internet denilen olguda somutlaşmaktadır. Bu olgu gerçekten de dünyayı olabildiğince küçülttüğü gibi bu küçük dünyayı da her gün ve her an yoğun bilgi ve haber bombardımanına tutmakta ve adeta boğmaktadır. Artık neyin gerçekten bilgi-haber olduğu neyin olmadığı iyice karışmaktadır. Yine internet aynı zamanda ekonomik alanda da temel bir araç durumuna dönüştürülmüştür. İnternete ilişkin, Fransız Le Monde Diplomatique’nin yayın yönetmeni ve alternatif küreselleşme hareketi örgütü ATTAC lideri Ignacio Ramonet diğer bazı hususları şöyle ifade etmektedir: “İnternet, özellikle bize büyük problemler yaratıyor ve tehlikeli bir araca dönüşüyor. Bugüne kadar İnternetin kontrolümüzde olduğunu sanıyordum, ama İnternet şimdi kontrolden çıkmıştır. Gün geçtikçe bir satış ve reklam aracına dönüşüyor. En önemlisi de bu aracı kullandığımız zaman izler bırakıyoruz. Yani sizin neyi okuduğunuzu, neyi tükettiğinizi ve neyi beğendiğinizi İnternet öğrenebiliyor. Yine bu araç sizin bir robot portrenizi çıkarabiliyor. İlk defa bir medya aracından yararlandığınız zaman kişisel bilgilerinizi veriyorsunuz. Oysa şimdiye kadar bu gizliydi. Gazetenizi okursunuz, ama gazete sizi tanımaz; gazeteyi siz tanırsınız. Ha keza radyo ve televizyon da sizi tanımaz, siz tanırsınız. Oysa İnterneti siz tanımıyorsunuz, o sizi tanıyor.”
Yukarıda internete değinirken bilgi ve haber bombardımanından ve neyin gerçekten bilgi ve haber olduğunun muğlaklaştığından söz edildi. Bu konu çağımızın temel sorunlarından biridir ve gelecekte de bizi hayli zorlayacağa benzemektedir. Bu konuda yine Ignacio Ramonet’in çarpıcı görüş ve tespitlerine bakmakta fayda vardır: “Ortaçağ’da 'her şeyi bilme' hayali vardı. O zamanlar insanlar bilgi için kütüphaneye yönleniyorlardı. Ya da bir hayat bu kitapları okumaya yetiyordu. Ama şimdi bu mümkün değil. Çünkü her gün binlerce kitabı dolduracak kadar bilgi üretiliyor. Düşünebilir misiniz, dakikada 1500 sözcük üretiliyor. Size çarpıcı bir örnek vermek istiyorum: Yapılan bir araştırma sonucu, sadece New York Times'in hafta sonu yayınlanan bir sayısında yer alan bilgiler, insanlık tarihinin 5 bin yılda ürettiği bilgiden daha fazla. Yine bu gazetenin pazar günleri çıkan tek bir sayısında bile 18. yüzyılda yaşayan bir insanın tüm yaşamı boyunca öğrenemeyeceği kadar çok bilgi var. Bir okurun, tek bir gün içinde yayımlanan bu bilgileri okuyabilmesi için 2 aylık bir süre gerekiyor. Okuduğunu farz etsek bile, 5 yıl dünyadaki gelişmelerden geride kalacak. Demokratik olmayan sistemlerdeki demokratlar genelde her şeyi öğrenmek gibi bir isteğe sahipler. Bence her şeyi bilme, her şeyi öğrenme amacı bugün artık boş bir çabaya dönüşmüştür. Üstelik bu bilgi kendisiyle yeni bir kirlenmeyi de ortaya çıkarıyor.”
Ramonet’in ifade ettiği gibi dünyada bilgi aşırılığı ve kirliliği yaşanıyor. Dünyayı, doğayı ve atmosferi kendi amaçları uğrunda neredeyse bir çöplüğe dönüştüren Kapitalizm, bilgi ve enformasyon alanında da aynı şeyi yapmakta ve beyinleri her geçen gün daha da bilgi kirliliğine tabi tutmaktadır. 
Öte yandan yerel, alternatif, muhalif veya özgürlükçü gibi adlarla ifade edilebilecek basın açısından da internet, eğer doğru bir kullanım ve strateji izlenebilirse yeni ufuklar açmıştır. Nitekim günümüzde birçok anti küresel aktivist, sosyalist ve diğer muhalif hareketler interneti örgütlenme alanında başarılı kullanmanın örneklerini göstermektedirler. 
B- MEDYANIN BİREY VE TOPLUMA YAKLAŞIMI
Medya birey ve toplum üzerinde çok çeşitli siyaset, taktik, hile ve stratejiler yürütmektedir. Bunlar öyle gelişigüzel ve sıradan değil, insan psikolojisinin çözümlenmesi ve bilimsel verilerden de yararlanılarak geliştirilmekte ve uygulanmaktadır. Yine bunlar geliştirilirken güdülen çok özel ve genel amaçlar bulunmaktadır.
Her şeyden önce medyanın geniş kitleler üzerinde yürüttüğü bir “reklam terörü”nden bahsetmek gerekir. Her hangi bir medya kuruluşunun reklam piyasasından ne kadar pay alacağı, izlenme oranına veya tirajına bağlıdır. En çok kendisini izletebilen, dinletebilen veya okutabilen yayın organı, en çok ticari kazancı da sağlar. Ama aynı zamanda reklamları en çok dikte ettiren de o olur. Reklamlardaki temel amaç, herkesin her şeye sahip olabilmesi değil, insanların temel ihtiyaçları dışındaki alım güçlerine göre lüks sayılan ürünlere yönelmesi ve elde edemeyeceklerinin de bir ömür boyu peşinden koşmalarını sağlamaktır. Reklamlar hazırlanırken yer, zaman, çevresel /kültürel koşullar göz önünde bulundurulur. Fakat en önemlisi de insan psikolojisinin temel zaaf noktalarına hitap edilir. İnsanlar imajlar, imgeler, semboller ve figürlerle örülü sanal ve gizemli bir dünyaya çekilerek, pazarlanmak istenen ürünün peşine taktırılır. Bu açıdan bir araştırmacı, televizyonu şöyle tasvir eder:  “Televizyon modacıların, sodacıların, kolacıların, kozmetik ve giyim endüstrilerinin, finans ve bankacılık, oyuncak, ev eşyaları ve kullanım maddelerinin satışının yapıldığı bir dünyadır. Televizyon dünya görüşlerini, ideolojileri, inançları, hurafeleri, umutları, umutsuzlukları, beklentileri, değerleri, sevileri satarak bilinç yönetimi yapar”
 Burada toplum ve bireyler bir şeylere sahip olabilmenin adeta delicesine çabasına sokulur ki, medyanın hem ticari hem de ideolojik olarak yapmak istediği de budur. Bu konuda Frederic Beigbeder şunları ifade etmektedir: “Tüketim kültürü özünde bireyciliği barındırdığından, üretme ruhunu ve paylaşımcılığı körelterek toplumsallaşma ruhunu boğmaktadır. ‘Dünya denen gezegenin tarihinde ilk kez bütün ülkelerin insanları aynı hedefte birleşti: Reklamlardaki tiplere benzemelerine yetecek kadar para kazanmak. Bunun dışındaki her şey ikincildir!’
Yine Beigbeder bu uğurda cinsellik ve eğlencenin nasıl kullanıldığını da şöyle belirtmektedir: “Cinsellik bir reklam aracı olarak sıkça kullanıldığından insanın biyolojik-psikolojik bir işlevi olmaktan çıkıp bir tüketim aracı halini almıştır. Yine topluma “moral değerler” olarak bol bol sunulan eğlence, belki de en fazla tüketilen ama tüketildikçe de etkisi artan bir metadır. ‘Beyninize girmek öyle güzel ki. ...Arzularınız artık size ait değil. Size kendi arzularımı dayatıyorum. Rast gele arzulamanızı yasaklıyorum. Arzularınız milyarlarca Euro’luk bir yatırımın ürünü!’
Medya eğlenceyi anlık bir olay değil, bir yaşam tarzı haline getirip neredeyse tüm dünyayı bir gösteri –Show- alanı yapmak istemektedir. En ciddi olaylar sanat, din, spor, cinsellik ve hatta politika bir gösteriye dönüştürülür. Her kesin de bu küresel gösteriye katılıp eğlenmesi istenir.
Bu anlamda medya kendi ideolojik yapısında ürettiklerini her an ve her yerde ara vermeksizin topluma pazarlamakla, kendi sistemine uygun olmayan tüm yapıları parçalar. Toplum içindeki her türlü ilişki sistemini veya değeri kendine göre yontar. Her durumda kendisi etkin ve aktaran, toplum ise alıcı ve pasiftir.
Aldouse Huxley de medyanın bu köleleştirici yanını, “Cesur Yeni Dünya” adlı eserinde şu çarpıcı cümlelerle vurgulamaktadır: “Gerçekten etkin bir totaliter devlet, siyasi şeflerin tüm gücü elinde tutan hükümeti ile yönetici ordularının, kölelerinden hoşnut oldukları için üzerlerinde baskı kurmaya gerek duymadıkları, köle bir nüfusu buyruğu altında tuttuğu devlettir. İnsanlara köleliği sevdirmek, günümüzün totaliter devletlerinde propaganda bakanlarına, gazetelerin yayın yönetmenlerine (bunu güncele tercüme edersek; tüm medya şeflerine) ve öğretmenlere verilen görev budur.”
Medyanın bireye yönelim tarzı ve amaçları da ürkütücüdür. Medya bireycilik ve kendine sevdalılığı (narsizm) bir kültür haline getiriyor. Yine bireyi sadece kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğuna ikna ediyor. Onu toplumdan ciddi anlamda uzaklaştırıyor. Birey, çevreyle ilişkilenmek yerine, medya araçlarıyla ilişkileniyor/bütünleşiyor. Daha çok bu araçlarla zamanını geçirmek istiyor ve zamanla kendisine sanal bir dünya oluşturuyor. Medyanın oluşturduğu yapay dünyanın karmaşık labirentleri arasında yitip gidiyor. Bir medya uzmanının medyayı konuşturduğu şu sözleri her şeyi ifade etmeye yetiyor:  “Bilinçaltınızla ne kadar çok oynarsam bana o kadar çok itaat ediyorsunuz. Ben doğrunun, iyinin, güzelin ne olduğuna karar veriyorum. Siz ise iradenizin özgür olduğunu sanıyorsunuz!”
İnsanlar ya da toplum nasıl oluyor da bu kadar medyaya bağımlı hale geliyor ya da bu derece gönüllü ve arzulu bir biçimde sarılıyor? Neden adeta biricik sığınakları olarak görüyorlar? Bunun sosyal, ekonomik ve psikolojik nedenleri kadar çağ değişimi ve onun yarattığı baş döndürücü gelişme ivmesinin sosyo-kültürel alana etkilerinin oluşturduğu nedenleri de vardır.
Her şeyden önce Soğuk savaşın yoğun ve bunaltıcı atmosferi başta reel sosyalist dünyanın insanları olmak üzere geniş kitleleri, ruhlarını dindirip rahatlatacakları “başka dünyalar” arayışına götürdü. Tam da bu noktada, 1980’lerle birlikte içerisine girilen çağ değişimi, kapitalistleri insanların bu arayışlarına “sanal servis”ler yapma sinsiliğine götürdü. İnsanların bilinçlerinden önce duygu ve güdülerine hükmeden bir yayıncılıkla, toplumsal çözümsüzlük birleşince; insanların sadece edilgin olarak medyayı kabul etmeleri bir yana ona ihtiyaç duymaları ve hatta bağımlılıkları gelişti. Toplumsal bunalımların yapısal, sürekli veya kronik hale geldiği ülkelerde medya ürünlerinin – özellikle de görsel olanlarının- tüketiminin çok daha yaygın olması bize pratik bir fikir verir. Kısaca oluşmasında diğer sebepler yanında medyanın da çok büyük payı olan toplum psikolojisi ve düşünsel durumu, insanları medya karşısında sürekli alıcı pozisyona iter. Diyalektik sebep-sonuç ilişkisi gereği medya, bunalımlı toplumun bir sebebi ise de, aynı zamanda bir sonucudur da. İnsanların bir gün içinde fiilen ürettikleri iş saatleri dışında, diğer gün yeniden üretmeleri için yemek, içmek, uyumak gibi somut ihtiyaçları yanında manevi-moral ihtiyaçlarını da karşılamaları gerekir. Aynen yemek veya su gibi, bu değerlerin yokluğu da sağlıklı ve üretken bir insanı bitirir. Eskiden bu psikolojik yeniden üretim süreci büyük oranda aile ve çevreye bağlıydı. Günümüzde bu rolün önemli bir kısmını medya üzerine almıştır. Aile veya sosyal çevrenin dar ve kendini tekrarlayan ama insanın kendi gerçekliğini de ifade eden psikolojik moral doyumu yerine özellikle televizyonun sanal da olsa, insanın yaşamında pek ulaşamayacağı bir mutluluğu başkalarının yaşamları yoluyla göstermesi geçti! Televizyon seyretmek insanların iş saatleri dışında yaptıkları en uzun süreli faaliyetlerinden birisi halini aldı. Bunun doğal sonucu olarak ailenin geleneksel bağları yerine daha bireysel-duygusal etkilenimler geçti.
Öte taraftan medya kendisini toplumun vicdanı, şefkatli bir anne ya da baba yerine de koyar. Devletlerin ve egemenlerin uyguladığı yoğun terörün yarattığı psikolojik ve fiziki travmalardan hemen sonra medya insanların yanı başında bitiverir ve onları şefkatli kolları arasına alır; bunun geçici ve münferit olaylar olduğunu hissettirir ve rahatlatır! Bunun için her türlü görsel ve sanal cambazlığı ve sihirbazlığı yapar. Ama sonucun pratik değeri hiç yoktur. Sadece okur, seyirci veya dinleyici bu yayınla vicdanen rahatlamıştır. Terör sistematiği ise yoluna devam etmektedir. 
Sonuç itibariyle medya, toplum ile bireyin eğitimi ve sağlıklı gelişimi açısından son derece uygun bir araç iken pratikte bunun tam tersi bir işlevle ele alınmaktadır. Sadece çocuklar için değil yetişkinler veya toplumun tüm kesimleri için de medya çarpık bir “eğitim” aracı durumuna gelmiştir. 
C- KÜRT BASINININ TARİHÇESİ
Kürtlerin kendini basın alanında ifade etme çabasının yüzyılı bulması kendi koşulları içerisinde oldukça uzun bir süre sayılabilir. Ulusal örgütlülüğü yeni olmasına rağmen zamanlama açısından basın alanına göreli erken girişimde bulunduğu da belirtilebilir. Bu anlamda Bedirxanî ailesinin “Kurdistan” adıyla çıkan ilk gazetecilik deneyimi ilk olması açısından tarihsel bir öneme sahiptir. Bedirxanî’lerin çıkardığı Kurdistan gazetesi baskı ve imkansızlıklardan dolayı Kahire, Cenevre, Londra ve İstanbul gibi dünya şehirlerini dolaşmak zorunda kalmıştır. Çıkan sayıları derinlikten yoksun ve kendisini örgütlemede dar aristokratik çevreyi aşamadıysa da gazetenin, Kürt kültürü ve edebiyatı açısından olumlu sayılabilecek yaklaşımları sergilemesi; örneğin, Mem û Zîn eserini bölümler şeklinde yayınlaması, yazılı kültürün oluşumu açısından kayda değerdir. Yine dönemin belgelenmesi açısından ve ilk girişim özelliği taşıdığından son derece önemlidir.
Bu dönemlerde Kürt Terakki ve Teavün cemiyetinin aynı adı taşıyan yayın organı, Peyman ve Rojhilat û Kurdistan gazeteleri de Kürt dünyasına hitap etmişlerdir. Bu gazetelerde söylemler Kürtlerin yiğitliği ile tüm Müslümanların birliği ve dünya hakimiyeti üzerine kurulmuştur.
Bu dönemin yayınlarının söylem, düşünce ve çabaları arasındaki çelişki ortaya bir yumak çıkarmış, doğru siyasal öncülük yaratamayarak Kürt toplumunun aşiretçi - feodal yapısına dokunulmamıştır. Bütün çözümsüz istemler tanrıya havale edilmiştir. Bütünlüklü bir ideolojik sistemden yoksunluk mevcuttur. Bu gazeteleri yayınlayan aydın aristokratlar kendilerini pasif savunucu rolünde tutup pratik öncülüğü ağa-şeyhlere devretmiş, pratik çözüm ve örgüt perspektifi sunamamışlardır. Genel idealler var olan yapının süslenmiş halidir ve yüceltilir. Düzen karşısındaki duruş kendi yaşam tarzını kaybetmeyecek bir sataşma ile devam eder.
Osmanlının son dönemindeki savaş ve çatışmalar, Türk egemenleri lehine Cumhuriyet’e dönüşürken bu geçiş sürecinde Kürtlerin örgütsüz, öncüsüz ve feodal parçalanmışlık konumları beraberinde baskıları, bunlar karşısında ise başkaldırıları ortaya çıkarmış ve benzeri süreçler ardı ardına gelişmiştir.
Doğu Kürdistan’da da Fars kültür ve yaşamı baskı ve asimilasyonla Kürtlere dayatıldı. En önemli gelişmeler Mahabad isyanı döneminde oldu. Kurdistan adlı bir gazete, Hawar, Agir ve Helalû gibi dergiler çıkarıldı. Daha sonra Kürt halkı üzerinde baskılar artırıldı, Kürt dili yasaklandı. 1979’da Şah’ın devrilmesiyle kültürel anlamda kısmen nefes alınmasına yol açsa da bu uzun sürmedi, basın alanında gelişmeler sınırlandı.
Güney Kürdistan’da özellikle İngilizlerin desteklemesiyle Soran bölgesinde Pêşkeftin, Dengî Kurdistan, Rojî Kurdistan ve Bangî Kurdistan gazeteleri dönemin en önemli gazetelerindendir. Bu dönemki Güney gazetelerinde yansıyan temel psikoloji feryat, çözümsüzlük ve zayıflıktır. Düşünceleri sistemli değildi. Bu karakter kendini KDP’nin yayın organı Xebat dergisinde de derinleşerek devam ettirdi. Çoğu zaman Kürt halkının örgütlenme ve mücadele çizgisini yansıtma değil, yakarış ve farklı güçlerden umut bekleme, destek isteme biçimindedir. 1990 sonrası özerklik döneminden yararlanarak YNK ve KDP ile diğer örgütlere bağlı birçok yayın organı, TV ve radyo kurulmuştur. Basın alanında o kadar imkan oluşmasına rağmen aşiretçi ve feodal örgütlenme tarzı; bunun dar, bölgesel ve ailesel çıkar temelinde bir çizgi içermesi ve çağdaş demokratik değerlerden yoksunluğun, ideolojik düşünsel üretim ve yayınların önündeki temel engeller olması yine halkın da sahiplenmemesi olumsuz hatta bitirici bir rol oynamıştır.
Suriye hakimiyetinde bulunan Kürdistan parçasındaki halkımız, önemli oranda diğer sahalardaki ayaklanmalardan sonra göçertilenlerin yanı sıra buraya sığınmak zorunda kalan veya zorunlu sürgüne tabii tutulanlardan oluşur. Buraya yerleşen aydınların çıkardığı Hawar ve Ronahi gazeteleri daha çok bir yeniliğin izlerini taşır. Kürt dili ve alfabesi üzerine çalışmalarıyla daha çok bir belge niteliğindedir.
Kürdistan’ın parçalanmışlık durumu, her parçanın basın- yayın alanında da parçalı durumunu doğurmuş, en önemli işlevi olan ulusun bütünlüğünü kapsayarak ortak dil ve kültürün oluşmasında istenilen rolünü oynayamamıştır.
1948 yılında İstanbul’da Apê Musa (Musa Anter) ve Hüseyin Ekinci tarafından Çavkaniya Dicle dergisi yayınlandı. 1960 darbesi ile kapatılan derginin yerine daha sonra birçok gazete ve dergiler yayınlandı. Tüm dünyada gelişen özgürlükçü ve sosyalist fikirlerin etkinliği, Türkiye ortamında şekillenen Kürt aydınlarını da etkilemiştir. O dönem içerisinde parti ve derneklerden ayrılan birçok grup farklı oluşumlara giderek dergi ve gazete çıkarmışlardır. Rızgari, Ala Rızgari, Dengê Kawa, Roja Welat bunlardan birkaç tanesidir. Ama bu gazetelerin siyasal çizgisi yeni sosyal durumla ortaya çıkan ve eleştirdikleri düzenden kopmayan, ilkel milliyetçiliği aşmayan düzeyde kaldı ve birçoğu 12 Eylül darbesiyle dağıldı.
D- ÖZGÜRLÜK HAREKETİ VE MEDYA
Özgürlük Hareketinin basın yayın hayatı değerlendirildiğinde, Mücadelenin başta Kürdistan olmak üzere Türkiye’de de yeni gelişmeye başladığı ve kendisini ideolojik-politik olarak gençlik ve halk tabanında örgütlemeye çalıştığı bir dönemde, temel bir ihtiyaç olan kendisini yayma aracı olarak merkez yayın organları, basın alanındaki ilk deneyim olmaktadır. Serxwebun ve Berxwedan yayınları bu anlamda ilk medya organlarıdır.
15 Ağustos atılımıyla silahlı propaganda faaliyetleri gelişti. Bu durum tüm mücadele alanlarını bir zorunluluk olarak savaşa endeksledi. Basın alanı da bu temelde gelişti. 1988 yılında bazı Türk sosyalist güçlerle ittifak içerisinde, yayın çizgisinde ulusal istemlerin yanında sosyalist ideolojik içeriği de kapsayan Toplumsal Diriliş dergisi, Türkiye’de ilk defa legal olarak yayın hayatına başladı. Aynı yıl içerisinde de devlet tarafından kapatıldı.
Mücadelede 1990’lı yıllarla birlikte açığa çıkan Halk Serhıldanları ve kitleselleşme beraberinde yeni bir süreci de getirdi. Türkiye ve Avrupa’da basın faaliyetleri derinleştirilirken, bazı gerilla eyaletleri yayın organı çıkarma ve bildiri basma gibi faaliyetlere yöneldi. Ortadoğu alanında da ilk radyo denemelerine başlandı. Toplumsal Dirilişin yerini Halk Gerçeği aldı. 1990’da yürürlüğe giren kanunlarla yayın organlarının kapatılması, Kürdistan’a girmelerinin engellenmesi ve bu yetkinin OHAL valiliğine verilmesi süreci ilk olarak Halk Gerçeği’ne uygulandı ve kapatıldı.
Aynı süreçte yine 1990 yılında Yeni Ülke gazetesi haftalık yayına başladı. Gazete, uygulanan baskılardan kaynaklı çok fazla gelişim sağlayamadı. Ama yetersiz de olsa bir kurumlaşmayı sağladı. 1992 yılında bir kampanya ile birlikte günlük gazete olarak kendisini Özgür Gündem’e dönüştürdü. Bu gelenek, baskılar ve yönelimler her ne kadar artarak devam etmiş olsa ve sık sık kapatmalar gerçekleşse de halen günümüze kadar gelişerek devam etmektedir. Bununla birlikte basın yayın çalışmaları Avrupa ve Türkiye’de TV, radyo ve toplumsal kesimleri kapsayan gazete ve dergiler olarak daha yoğun bir şekilde faaliyetlerini geliştirdiler. 1995 yılında Kürt dünyasındaki ilk uydu bağlantılı televizyonu da Özgürlük Hareketi kurmuştur.
  Hareketin 7. Kongresine kadar böyle gelindi. Bu kongredeki strateji değişikliğiyle birlikte medya alanı ikincil olmaktan çıkıp birincil ve stratejik bir düzeye yükseldi. Elbette sorumluluklar ve görevler de buna bağlı olarak derinleşti.
 Bu noktada yukarıda işlenen burjuva medya sisteminin ideolojik yönlendirme gücüne ve kullandığı yöntemlere dikkat çekmek uygun olur. Oldukça karmaşık ve gelişkin bir sistem ve yöntem zenginliği sadece ideolojik yönlendirmeye adanmıştır. İnsanların sadece siyasal düşüncelerini değil, duygu, ilişki, istek, ütopya, kanı ve imgelerinin hemen hepsini belirleyecek pozisyondadır. Çalışmalar dışarıdan farklı görünse de çok ciddi, derin ve bilimsel yöntemlerle yapılır. Sadece bilince değil insanın tüm benliğine hükmeder.
Böyle bir gerçeklik karşısında Özgürlük Hareketi medyasının da Demokratik-Ekolojik, Cinsiyet Özgürlükçü Yeni Paradigması temelinde ve Konfederal bir anlayışla üretici, yaratıcı ve sürükleyici bir içerik ve tarz kazanması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Ne reel sosyalist kalıntılar, ne sınıf çelişkisi ne de medeniyetler çatışması… Bu anlamda odağına cins çelişkisinin çözümünü ve kadın özgürleşmesini alan; her türden devletçi ve iktidarcı egemen zihniyet ve yapılanmaya karşı halkların özgürlük seçeneğini yaşamsallaştırmayı hedefleyen bir medya temel ihtiyaçtır.
Yeni Paradigma temelinde Kürdistan halkının, şiddetle yeni bir yaşam ve ilişki tarzının aydınlatılmasına ihtiyacı vardır. Bu konuda da medyanın yaşamsal bir rolü olduğu kuşkusuzdur. Halkın her alanda yöneliminin hangi yöne doğru evrimleştiği anlaşılarak, doğru yaşam tarzı, birey duruşu, ilişki düzeni ve sağlıklı aile ilişkileri gibi konularda bakış açısı net olmalıdır. Yeni toplumsal ilişkiler, yeni aile, yeni birey, yeni ahlak, yeni sanat, yeni estetik vb. nasıl olmalıdır sorularının muhataplarından birisinin de basın-yayın alanı olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Başta Kürtler olmak üzere bölge halklarının içinde yaşadıkları çok yönlü değişim sürecine eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik ve konfederal içerikli ideolojik bir müdahalenin özellikle basın-yayın yoluyla daha da geliştirilmesi, ertelenemez bir görev olarak ortaya çıkmaktadır. Sadece bölgesel çapta değil, dünya genelinde de yeni bir çıkış yapma potansiyeli taşıyan halk hareketlerine, basın alanında bu tarz bir yapılanmayla öncülük yapılabilir. Burjuva medya sisteminin halklara pervasızca saldırısına karşı toplumsal alanın örnek basın-yayını daha da ilerletilebilir.
Bu anlamda basın çalışanlarının, görevlerinin büyüklüğüne paralel olarak ufukları da geniş olmalıdır. Günlük rutin çalışmaların ve sıradanlığın uzağında, yeni olanı herkesten önce kolektif bir şekilde yaratmanın ve sunmanın ideolojik, örgütsel ve psikolojik formasyonu temel koşuldur. Bu anlamda iddia ve coşku, başarıyı garanti altına alacak kadar büyük olmalıdır.
İKİNCİ BÖLÜM
MEDYA İLE İLİŞKİ TARZI ÜZERİNE
İlk bölümde de değinildiği gibi çağımızda bilgi akışı ve dağılımı devasa boyutlardadır. 19. yüzyıldaki sanayi devrimiyle fabrikalar nasıl ki yaşamı belirliyor idiyse günümüzde de elektronik hatlar ve dalgalar bu işlevi görmektedir. Git gide daha da mikrolaşan teknik, artık yüksek teknoloji koşulları altındaki çok dar ortamlarda ve kısa zamanda muazzam nitelik ve nicelikte temel yaşam gereksinimlerini üretmeye el verir duruma erişmiştir. Artık eskisi gibi fiziki aktiviteye çok gerek yoktur. Sanayi devriminde belirleyici olan kol emeğinin yerini günümüzde büyük oranda kafa emeği almıştır. Kafa emeği de akıl gücü ve bilgi demektir. Akıl gücünü gösteren ve gerekli bilgiye zamanında sahip olan kişi gücü de elinde bulundurur. İnsanoğlu bilimde gelişme kat ettikçe,  bilgi derinliğini geliştirdikçe; teknik “mikro”laşmakta, “yaşam standartları” yükselmekte, fiziki aktiviteye olan gereksinim azalmakta, çok kısa sürede, büyük miktarda ve nitelikli üretim gerçekleştirilebilmektedir. Bugün Batı dünyası her şeyde başat durumda ise bunun tek nedeni bilgiyi ve ona ulaşma yollarını elinde tutmasıdır. Doğu dünyasını geride bırakan ise bilmeyip sürekli Batı’ya bağımlı kalmasıdır.
Bilgi çağındayız ve bunun sahası da her türlü bilgiyi günlük ve anlık olarak “sunan” medya araçlarıdır. O halde günlük olarak üretilen kaba bir deyimle  “tonlarca” bilgiyi nasıl ele alacağız, bu gerekli midir, değilse istediklerimize nasıl ulaşacağız? Demek ki medyadan yararlanabilmek yöntem, tarz, duyarlılık ve emek gerektirir.
Öyleyse insana, doğaya ve dünyaya bakış açımız temelinde bilgiyi ve medyayı nasıl ele alacağız sorusu önemli olmaktadır. Bu konuda şu hususları önerebiliriz:
1.       Neyi aradığını ve ona ulaşma yolunu bilmek: Medya kaynakları ele alınırken neyi aradığını ve ona nasıl ulaşılacağını bilmek temel koşuldur. Daha önce de belirtildiği gibi günlük olarak üretilen devasa boyutlardaki bilgi içerisinden, neyi ve nasıl arayacağımızı bilmiyorsak, samanlıkta iğne arayan konumuna düşmekten kurtulamayız. Neyi aradığımızı bilmek için amacımızda net olmak; nasıl arayacağımızı bilmek için de öğrenmeyi öğrenmek yani yöntembilimi bilmek gerekir. Bir Çin atasözü, “bir kişiye sürekli balık vereceğinize, balık tutmasını öğretin” der. O halde bilgiyi edinmenin yollarını ve mantığını öğrenmek gerekir.
2.       Kaynakları genişliğine ele almak: Üzerinde çalıştığımız ya da takip ettiğimiz konu hakkındaki mümkün olan en geniş verilere ulaşabilmek önemli olmaktadır. Bunun için de söz konusu konu için ilgili tüm kaynakları hedeflemek gerekir. Bu konuda kesinlikle egemen-ezilen, genel-yerel, büyük-küçük, liberal-muhafazakar, kapitalist-sosyalist benzeri ayırımlara gitmeden ulaşılabilen tüm kaynakları taramak gerekir. Unutulmamalı ki taranan alan ne kadar geniş olursa hedeflenen bilgi o derece netleşir. Ama burada tek koşul sonraki maddelerde değineceğimiz yönlendirme ve dezenformasyonlara karşı duyarlı olmaktır.
3.       Kaynakları derinliğine ele almak: Medya kaynaklarını araştıran bir kişi mercek altına aldığı medya organları hakkında derinlikli bir bilgiye sahip olmalıdır. Hangi medya organı nereye, hangi ticari organizasyona ve siyasal görüşe bağlıdır? Bu organizasyonun sahibi ya da onu elinde bulunduran ekibin geçmişi, ilişki ağı ve hizmet ettiği amaçlar nelerdir? Medya organı içerisindeki etkili isimlerin veya yazarların kimlikleri ve geçmişleri gibi konular hakkında detaylı bilgilere sahip olmak son derece önemlidir. Kısacası bilginin alındığı kaynak bilindiğinde bilgiyi değerlendirme ölçütlerinin belirlenmesi de kolaylaşır.
4.       Kaynakları sürekli takip etmek: Medya takibinde süreklilik işin esaslarından biridir. Gelişmeler birbirine zincirin halkaları gibi neden-sonuç bağıyla bağlıdır. Bu halkalardan birini kaçırmak olayın ya da olgunun bütünselliğini gözden kaçırmak olacağı için yanlış sonuçlara varmayı da beraberinde getirecektir.
5.       Medya bilgisine sahip olmak: Günümüzdeki kapitalist medyanın bileşimini, özellik ve niteliklerini, yapılanmasını; kitlelere dönük strateji, taktik ve politikalarını bilmek de olmazsa olmaz koşullardandır. Bu bilinmeden onun zeminine düşmekten kurtulunamaz. İlk bölümde bu konuya değinilse de burada bazı yönlendirme hususlarını da ele almak yararlı olacaktır:
•          Kapitalist medya ideologları bilginin çeşitli kaynaklardan alındığını, içeriğine müdahale edilmeden aktarıldığını, iletişim faaliyetinin serbest piyasa ortamında gerçekleştiğini, bütün toplumsal grupların kendilerini medya aracılığı ile ifade edebildiğini, alıcıların da sürece pasif değil aktif olarak katıldığını ve kendisine uygun olanı seçtiğini iddia eder. Oysa gerçekte yaşanan, haber kaynaklarının çeşitli olmadığı, tam tersine aynı kaynaklardan çıkan bilgilerin, çeşitli kanallar aracılığı ile topluma empoze edildiğini göstermektedir. Bu kapitalist kesimlere ait enformasyonun yeniden üretilmesini ve farklı kanallarla yeniden sunulmasını ifade eden bir süreçtir. Kısacası medya sosyal veya kültürel farklılıkları seslendirmek bir yana, kendisine uygun olmayan farklılıkları yok etmek veya belli sınırlar içerisinde aynılaştırmak ister.
•          Günümüzde medyadaki klasik yapılanma değişmiş durumdadır. Çalışma ve yaşam tarzları da değişti. Çoğunlukla medyaya, medya kökenli olmayan zenginler egemen oldular.  Deyim yerindeyse alt kadrolar biraz ayrı tutulursa, genel olarak medya çalışanları ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak toplumdan yabancılaştılar. Toplumu yansıtma yerine, toplumu yönlendirme işini daha bilimsel temellere oturtup etkili kılabilmek için medyacılar arasına psikologlar, halkla ilişkiler uzmanları, stratejisyenler ve hatta bazı eski istihbaratçılar da katıldı. Kapitalist medya organları, finans kapitalin emrindeki vurucu araçlardan öte bir işlevselliğe sahip değildir.  Dolayısıyla karşılaşılan veriler ve bilgiler değerlendirilirken bu gerçeğin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ayrıca önümüze sunulan bilginin analizini yapmak kadar onun ne amaçla sürüldüğünün de irdelenmesi, gerçekliğin anlaşılması açısından önemlidir.
•          Aynı yönlendirme “basın özgürlüğü” kavramı konusunda da yapılmaktadır. Ignacio Ramonet bu konuda şu görüşleri ifade ediyor: “Teorik olarak demokratik ülkelerde evet, ama bu pratikte tartışmaya açık bir konu. Sonuçta, özgürlük bizim sınırları nasıl belirlediğimize bağlıdır. Eğer özgürlük, medyanın söylenmesi ve yazılması gerekeni söylemesi ve yazması ise o zaman sansürü tartışmamız gerekir. Çünkü son yıllarda Batı'da ekonomik ve ideolojik yeni sansür çeşitlerine tanık oluyoruz. Hatta daha da ötesi 'demokratik' bir sansürle karşı karşıyayız. Bugün medya büyük gruplara, holdinglere bağlı; bu ekonomik sansür demektir. Medyanın büyük çoğunluğu aynı fikirleri yani küreselleşmeyi, liberalizmi ve egemen sistemin savunuculuğunu yapıyor; bu ise ideolojik sansürdür. Bunların dışında kalan basın zaten sesini duyuramıyor.
•          Kapitalist medya açısından dezenformasyon kitlelere dönük sürekli kullanılan temel bir politikadır. Burada olay ya da olguyla çok çeşitli biçimlerde oynanır. Olaydaki neden-sonuç bağı, mekan ve zaman durumu, belirleyenler ile etkenler gibi temel boyutları çarpıtılır. Ya da içerisine hiç olmadık öğeler katılır.  Burada amaç, insanda bir şey hakkında, “bilgi sahibi olunduğu” illüzyonu yaratmak, oysa aslında insanı bilgilenmekten uzaklaştırmaktır.
•          Öte yandan medya sürekli olarak kitleler üzerinde bir depolitizasyon politikası yürütür. Bu insanları politika dışına çekme politikasıdır. Kitlelerin siyaset dışı konulara itilmesi, egemenlerin her türlü politikasının direniş görmeden uygulanmasını, insanlar başka şeylerle uğraşırken yaşamlarında birçok şeyin değiştirilmesini doğurur. Bu anlamda medyanın siyaset dışı konuları gündemleştirmesi, kitleleri yönetmede stratejik düzeyde bir siyasettir.  Yine medya hayati nitelikteki bazı gelişmeleri de, eğer işine gelmezse susar, görmezden gelir ve saklar.
•          Medyanın çoğunlukla başvurduğu yöntemlerden biri de dolaylı ifade ya da anlatımdır. Bu çok çeşitli programlarla yapılır. Habercilikte de buna başvurulur. Burada verilmek istenen mesaj sinsice, katlanmış ifadelerle ve dolaylı bir ifadeyle verilir. Verilen mesaj alıcı tarafından bilinçte kabul edilmese bile çoğunluğu potansiyel geri beslemeye dönüşür ve sonrasında bilinci etkiler. Medyanın kullandığı dolaylı dili deşifre etmek zamanla kazanılan bir uzmanlık düzeyi gerektirir. Burada önemli olan kelime, kavram ya da cümle içerisine gizlenen ya da ifade edilmek isteneni açığa çıkarabilmektir.
•          Telkin, fanatizm oluşturma, düşman yaratma, kışkırtma ve provoke etme gibi psikolojik savaş yönelimleri de medyanın sıkça başvurduğu yöntemler olmaktadır. Haber ya da bilgi ele alınırken bu öğelerin de incelenmesi ve nedenlerinin sorgulanması gerekir.
6.       Tarih, siyaset, ekonomi-politik, strateji ve genel kültür bilgisine sahip olmak: Medyayı takip eden bir insanın tarih, siyaset, ekonomi-politik, strateji ve genel kültür konularında bilgi sahibi olması gerekir. Bu konular şöyle belirtilebilir:
•          Genel tarih bilgisinin yanı sıra yakın tarihi bilgisi.
•          Günümüz dünya siyasetinde başlıca rolü oynayan küresel güçler ile dünya sorunlarının yoğunlaştığı alanlardaki bölgesel güçlerin özellikleri, politikaları, amaçları ve bunların ilişki-çelişki düzeyleri.
•          Dünyanın başlıca jeopolitik alanları, enerji rezerv alanları, bunlar üzerindeki strateji, politika ve ittifaklar.
•          Güncel ekonomi-politik bilgi.
•          Uluslar arası kurum ve kuruluşlar ve bunların özellikleri ile nitelikleri.
•          Dünya coğrafyasının genel bilgisi.
•          Genel kültür bilgisi
SONUÇ
Çok değil, bundan 30–35 yıl önce ortalama bir aydın ya da entelektüel insanın genel itibariyle (konu uzmanlığı dışında) okuması gerektiği düşünülen başlıca kitaplar ile bilmesi gereken bilgi çerçevesi az çok belliydi. Fakat 1980’lerden sonra kitle iletişimciliği ve bunun teknolojisi alanında yaşanan devrim niteliğindeki gelişmeler, bilgi üretimi ve akışına da baş döndürücü bir ivme kazandırdı. Artık günlük olarak üretilen bilgiye ulaşma büyük bir sorun halini aldı. Bu yeni aşamada bilgi kaynaklarını takip ve bunlardan yararlanma, yukarıda da belirtildiği gibi bakış açısı ve yöntemli yaklaşım gerektirmektedir.
İçerisinde bulunulan sistemin çarkları arasında ezilip kaybolmamak için onu tanıyıp anlamak yaşamsal olmaktadır. Bunun için de çarkı işleten kaynakları tanımak, nasıl ve ne amaçla işletildiğini anlamak kısacası sistemin bilme ufkuna erişmek hatta onu aşmak hedeflenmelidir.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kürdistan’ı egemenlikleri altında bulunduran devletler, varlığını her anlamda ortadan kaldırmak için Kürt halkına karşı sistemli, planlı ve her cepheden olmak üzere günlük ve anlık olarak saldırı halindedirler. Çağımızda diğer alanların yanı sıra medya cephesi de bu anlamda etkili ve vurucu bir silah olarak kullanılmaktadır. Kürt halkını bugünlere getiren ve kimliğinin dokusunu oluşturan tüm değerleri ya çalınıp başkalaştırılarak diğer kültürlere “mal” edilmekte ya da başta egemen medya terörüyle yok edilmeye çalışılmakta ve Kürt halkının beyninin istilası amaçlanmaktadır. Bunun için bin bir hile, yalan, dolan ve çarpıtmaya başvurulmaktadır. Kürt her gün “geri, vahşi, töre uğrunda kız kardeşini öldürecek kadar cani ve tehlikeli” olarak nitelendirilmektedir. Diğer taraftan ise Kürt ve ülkesi Kürdistan üzerinde onlarca yıldır kurulan ve her gün Kürdü kimliğiyle bitirmeyi yegane amaç olarak bellemiş sistem ve araçlar gizlenmektedir.
Bu medya saldırı ve bombardımanını etkisiz kılmanın ve boşa çıkarmanın önkoşulu onu tüm yönleriyle iyi tanımaktır. Egemen medya kesinlikle gelişigüzel, amaçsız ve sıradan yayın yapmaz. Tüm yayınları belli strateji ve taktikler dahilindedir. Bu yüzden sürekli perde arkasını anlamayı hedefleyen “ne, neden ve nasıl” sorularını sormamız gerekir. Bu bilinç düzeyiyle akan tüm verileri süzerek analiz etmeli ve en rafine sonuçlara yani sade gerçekliğe ulaşmasını bilmeliyiz. Gerisi kendimizi ve değerlerimizi var etmenin ve yüceltmenin bilinçli, kararlı ve coşkulu mücadelesidir. 

Hiç yorum yok: