28 Şubat 2010 Pazar

Açılımdan Tasfiyeye: AKP’nin Kürt Oyunu! -1

Türkiye siyasetine 2009 yılında ‘açılım’ kavramı damgasını vurdu. Toplumda bir umudun oluşmasına da yol açan ‘açılım’ı AKP Hükümeti bir çözüm planı olarak sundu. Kürt tarafının demokratik bir çözüm amacıyla geliştirdiği eylemsizlik kararı, yol haritası ve barış gruplarının gönderilmesi gibi adımlara AKP Hükümeti’nin cevabı ise devletin tüm kurumlarıyla yıl boyunca Kürtler üzerinde bir terör havası estirmek, aralıksız süren askeri operasyonlar, DTP’nin kapatılması ve aralarında belediye başkanlarının da bulunduğu bini aşkın Kürt siyasetçinin tutuklanması oldu.




Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Türkiye’de kamuoyunu umutlandıran ama muhalefeti kaygılandıran ‘iyi şeyler olacak’ sözlerinden sonra Türkiye’de ‘açılım’ furyası başladı. Kürt açılımı, Alevi açılımı, Ermeni açılımı, başörtüsü açılımı, Kuran kursu açılımı derken her taraftan ve her yerden paketler açıklandı. AKP eline aldığı ‘açılım’ pankartıyla meydanlarda dolaştıkça CHP ve bu konuda en muhafazakar olan MHP de paketler açıkladılar. ‘Açılım’ herkesin diline pelesenk oldu ama herkes bir diğerinin ‘açılım’ına muhalefet etmekten de geri durmadı. Hatta muhalefetin dozajı o kadar yükseldi ki, AKP’ye göre CHP ve MHP ‘bölücü’, CHP ve MHP’ye göre de AKP ‘bölücü’ oldu. Bölücülük yaftası kime yapışacağı belli olmayan bir şekilde havada savruldu. 


Kürt tarafı hep önaçıcı oldu


Kürt sorununu Türkiye ve dünya gündemine koyan, tartışan-tartıştıran esas güç PKK, uzun süre bu sürece fazla müdahil olmadı. Kürt sorununun Türkiye tarihinde ilk defa bu şekilde tartışılıyor olması bile umutlanmaya yol açtı. KCK yöneticileri AKP hükümetinin, başı olan ama rotası ve hedefi gösterilmeyen açılımına karşı kendi kaygılarını dillendirmekten de geri durmadılar. Buna rağmen Kürt sorunun siyasal ve barışçıl yollarla çözüleceğine dair umutlanmak isteyen KCK, Kürt sorununun çatışmasız bir ortamda sağlıklı tartışılması için, 13 Nisan 2009 tarihinde tek taraflı eylemsizlik kararı aldı. Bu kararın üzerinden daha yirmi dört saat geçmemişti ki, devlet DTP’ye yönelik operasyon başlattı. Buna rağmen KCK 1 Haziran ve 15 Temmuz tarihlerinde eylemsizlik kararını uzattığını açıkladı. 
PKK lideri Abdullah Öcalan da avukatları aracılığıyla sürece katkı sunmak için bir yol haritası hazırladığını bildirdi. Fakat devlet bu yol haritasının kamuoyuna ulaşmasını engelledi. KCK ise iki sefer uzattığı tek taraflı eylemsizlik kararını en son 1 Eylül 2009 tarihine kadar uzatabileceğini açıkladı. Resmi olarak KCK eylemsizlik sürecini bitirdiğine dair herhangi bir açıklama yapmadı. Ancak KCK yetkililerinin açıklamalarında AKP’nin “açılım” tartışmaları altında Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye planları olduğuna sürekli vurgular yapıldı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da avukat görüşmelerinde AKP’nin “Kürt oyunlarına” dikkat çekerek hedeflenenin bir tasfiye hatta Kürtlere karşı bir darbe olduğunu söylüyordu.



Türk tarafı güven vermiyor


Peki geçen bu süreçte neler olmuş ve ipler neden gerilmişti? Kürt cephesinde tansiyonu artıran bu gelişmelere, sınır ötesi operasyon tezkeresinin 5 Ekim günü meclisten geçirilmesi tuz biber oldu. Ortam iyice gerilmeye, ipler kopma noktasına gelmeye başladı. Öcalan yeniden devreye girdi. Siyasal sürecin yeniden tıkanma noktasına doğru gittiği uyarısında bulunan Öcalan, sürecin önünü açmak için KCK’den Türkiye’ye Barış Grubu gönderilmesini istedi. KCK’de bu çağrıya 19 Ekim günü 34 kişilik grupla cevap verdi. Grup tahminlerin ötesinde bir ilgiyle karşılandı. 
Milyonlarca insan bir anda sokaklara döküldü. Görkemli karşılama törenleri karşısında birçok yorumcu ‘sürecin kontrolü PKK’ye geçti’ şeklinde yorumlar yapmaya başlayınca AKP hükümeti panikledi. Geçmişte ima yoluyla yansıttığı PKK ile Kürt sorununu birbirinden ayıran ve PKK’yi terörize eden yaklaşımını açıkça dilendirdi. PKK’ye siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve askeri alanların hepsinde savaş ilan etti. Hemen ardından Kürtlere karşı ırkçı, şoven dalga başladı. Türkiye’nin birçok ilinde, birbirinden bağımsızmış gibi görünen, linç girişimleri gelişti. Hemen ardından DTP kapatıldı ve aralarında DTP Eş Başkanı Ahmet Türk ile milletvekili Aysel Tuğluk’un da bulunduğu toplam 37 üyesine 5 yıl siyaset yasağı getirildi. DTP’nin kapatılma şoku daha atlatılmamıştı ki, DTP’ye beşinci, BDP’ye birinci operasyon başlatıldı. Aralarında 7 belediye başkanının da bulunduğu iki yüzü aşkın kişi tutuklandı ve tutuklanmaya devam ediliyor. 


Açılım adıyla tasfiye girişimi



Birçok ayrıntısı bulunsa da son bir yıldaki AKP açılımının kısa bir panaroması bu şekilde çizilebilir. CHP ve MHP’nin ‘bölücü’ tezahüratları ile başlayan AKP açılımı, gelinen aşamada PKK karşıtlığı temelinde ortaklaşmaya dönüştü. Kürt sorunu ile PKK birbirinden ayrı olgularmış gibi yansıtılmaya, PKK terörize edilip imha edilmesi gereken güç olarak lanse edilmeye başlandı. KCK ise AKP açılımındaki oyunları gördü. AKP’nin bu oyunla kamuoyunu yanıltma temelinde başlatıldığını, samimi olmadıklarını birçok kez açıkladı ve bu oyunu oynayanları uyardı. Suçlamalar karşılıklı olsa da sonuçta açılım denilen süreç açılmadan tıkandı ve çözüm tartışması artık bütünlüklü bir devlet projesi olarak PKK’yi tasfiye planlarına dönüştürüldü. Peki bu süreç hangi hatalardan ve neden tıkandı? Bu basit sorudan yola çıkarak başladığımız bu araştırma derinleştikçe bir sorun olarak kabul edilmesi dahi yıllar alan Kürt sorununun ne kadar karmaşık olduğunu yeniden çarpıcı bir şekilde fark ediliyor.


Sorunun adını doğru koymak

Kürt sorununun çözümüne ilişkin 2009 yılında devlet adına AKP hükümeti, Kürtler adına da PKK lideri Abdullah Öcalan iki ayrı rapor hazırladılar. Buna rağmen çözüm gelişeceğine dair umutlar kırıldı, toplumsal gerilim yeniden Türkiye’yi sardı. Peki yol haritalarında ne vardı? 
Türkiye’de de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün deyimiyle “İster terör, ister Güneydoğu, ister Kürt meselesi deyin” diye tarif edilen ve inkarı artık imkansız hale gelen bir sorun var. İçinde doğru ve yanlış veya acı ve tatlı olayları olan bir olgu veya eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in deyimiyle: Kürt realitesi… 
Uzun bir geçmişi olan Türk-Kürt ilişkilerinde yaşanan bazı yanlışlar, Kürt realitesinin bütününü yanlış tanımlamaya yetmediği gibi, birkaç doğruysa sorunun giderilmesine yetmedi. 
O zaman sorunun, olgunun veya realitenin bütününü görmek önemli. Olguyu kısmen daraltıp 2009 yılı sonlarında yaşanan bazı olaylar ile başlayıp geçmişe gel-git yaparak, Cumhurbaşkanı Gül’ün Kürt sorunu için ‘Türkiye’nin en önemli meselesidir ve mutlaka halledilmelidir’ uyarısına rağmen Kürt sorununun bir türlü çözüm yoluna girmemesinin nedenlerini bulmak gerekmektedir. 



‘Kürt açılımı’



Türkiye açısından ‘Açılımlar yılı’ olarak anılacak olan 2009 yılına damgasını vuran en önemli ‘açılım’ AKP’nin Kürt açılımıydı. Daha 2009 yılının ilk gününde Arı Stüdyoları’nda yapılan törenle Türkiye’de 24 saat Kürtçe yayın yapan ilk televizyon kanalı TRT 6’nın açılması ve aynı törende YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın iki üniversitede Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün açılması için çalışma yürüttüklerini açıklaması kamuoyunda ‘Türkiye’de ne oluyor?’ sorusunu uyandırdı. Merak ve ilgili bir bekleyişlerin arsında Başbakan R. Tayyip Erdoğan hükümetin yaptıklarını ‘Kürt açılımı’ olarak isimlendirdi. Bu konuda başka adımların da atılacağının sinyallerini verdi. 
Kamuoyunu umutlandıran en önemli açıklamalar Abdullah Gül’den geldi. Gül, Tahran ziyareti için 10 Mart günü yola çıkarken, Kürt sorunuyla ilgili yakında çok iyi şeylerin olacağını belirtti. 8 Mayıs günüyse “İster terör, ister Güneydoğu, ister Kürt meselesi deyin, bu Türkiye’nin en önemli meselesidir ve mutlaka halledilmelidir’ dedi. Gül, bu konuda herkesi üzerine düşeni yapmaya çağırdı. 
Cumhurbaşkanı’nın çağrısına ilk cevap Kürtlerden geldi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, çözüme katkı sunmak için Ağustos’un sonuna kadar bir yol haritası hazırlayacağını açıkladı. Bu doğrultuda herkesin görüş ve önerilerini istedi. Hazırlayacağı yol haritası için de KCK yetkililerinden zaman isteyen Öcalan, 13 Nisan-1 Haziran tarihleri arası ilan edilen tek taraflı eylemsizlik kararını, yürütülen DTP operasyonlarına rağmen, 1 Eylül’e kadar uzatılmasını talep etti. 
Temmuz ayı başlarında da AKP hükümeti harekete geçti. 

Hükümetin izleyeceği yol haritasını hazırlaması için İçişleri Bakanı Beşir Atalay görevlendirildi. Görüş ve önerileri almak için Atalay çok kısa sürede çok sayıda parti ve sivil toplum kuruluşu ile görüştü. Yol haritası hazırlıklarının diplomasi ayağını ise Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla birlikte yürüttü. 
Tartışmalar bu şekilde sürerken Öcalan hazırladığı ‘Barış İçin Yol Haritası’nı tutuklu bulunduğu İmralı Cezaevi Müdürlüğünü 20 Ağustos günü teslim etti. Fakat savcılık eliyle devlet Öcalan’ın yol haritasına el koydu. 



Öcalan’ın Yol Haritası



Hükümet ile muhalefet arasında restleşmeler sürerken, Öcalan devletin el koyduğu yol haritasının ana başlıklarını avukatları aracılığıyla kamuoyuna duyurdu. 
Öcalan, Kürt sorununun çözüm yoluna girmesi ve barışın gelişmesi için gereken temel adımları ‘çift taraflı bir ateşkes’in sağlanması, Kürtlerin ve farklı etnisitilerin haklarını da kapsayacak şekilde bir ‘sivil anayasa’nın düzenlenmesi ve geçmişte yaşanan savaş suçlarını aydınlatacak bir ‘hakikatleri araştırma komisyonu’nun kurulması şeklinde sıralıyordu.


Öcalan, Kürt sorununun çözümüne ilişkin temel taleplerini ‘Demokratik cumhuriyet, demokratik ulus, demokratik vatan’ diye üç başlık altında topluyor. Bunların açılımlarını ise şöyle yapıyor; “Demokratik cumhuriyetle kastım, devletin demokratikleştirilmesidir. Demokratik vatan, ortak vatan toprağıdır, sınırlarla uğraşmıyoruz ama demokratik bir biçimde ifade edilmeli. Demokratik ulus kavramı, ulusun demokratikleşmesi, burada söylemek istediğim aslında çoklu ulustur. Sadece Kürtler, Türkler değil, farklı etnisiteler, azınlıklar var. Tümünü kapsayan çoklu kültür, çoklu kimlik, çoklu ulus, bunların bileşimine demokratik ulus diyebiliriz. İspanya’da bu var. Biliyorsunuz orada tek bir İspanyol ulusu yok, ortak bir vatan var, İspanya var ama herkesi İspanyollaştıran, herkese tek tip ulus, tek tip dil dayatan bir anlayış, devlet yok. İngiltere’de buna benzer bir anlayış var. Tek devlet, tek ulus anlayışı “Kara Delik” gibidir. Her şeyi yutar, kendine benzeştirip tek tipleştirmeye çalışırken yok eder.” Bu üç ana başlığın alt başlıklarında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, anadilde eğitim ve yayın hakkının tanınması, siyasal örgütlenme hakkının tanınması, Kürtlerin kurucu öğe olarak anayasada tanımlanması, üst kimlik olarak Türkiyeliliğin üst kimlik olarak tanımlanması gibi bazı öneriler buluyor. 
Öcalan’ın “KCK, kesinlikle devlet içi bir çözüm değildir” değerlendirmesi ve ‘Demokratik Özerklik’ tanımı ayrılık veya farklı bir devlet talebi olarak yorumladı. Bundan dolayı ‘ortak vatan’ kavramı üzerinde çokça duran Öcalan, bu kavramları “KCK, özgürlük temelinde toplumun demokratik örgütlenmesidir. Ne devlet ne de federalizm temelindeki bir örgütlenmedir. Toplumun kendi kendini devlet dışı bir şekilde örgütlemesidir. Toplumun kendi kendini demokratik yönetimidir. Demokratik özerklik dediğimiz de budur” şeklinde tanımlıyor. 


Mevcut siyasal sınırlar ile bir sorunlarının olmadığının altını özellikle çizen Öcalan, “Bizim çözümümüz, mevcut siyasal sınırlara dokunmadan, sınırları sorun yapmayan demokratik bir çözüm öneriyor. Demokratik Konfederalizm dediğimiz sistem bunu amaçlıyor” diyor. Türkiye’yi bölme iddialarını ise şöyle cevaplandırıyor; “Bizim tek devlet, tek millet, tek bayrakla bir sorunumuz yok. Bizim devletin üniter yapısıyla da bir sorunumuz yok. İstedikleri kadar tek tek tek kalabilirler.”
Kürt sorununun çözümü için üç aşamanın gerektiğini belirten Öcalan, bu aşamaları şöyle sıraladı: “Birinci aşama, devlet Kürtlerin tüm haklarını güvence altına alacak. Bu konuda bana güvence verecek. Beni ikna edecek. Biz de, bölücü olmadığımızı devlete ispatlayacağız. 

Ayrılıkçı, bölücü olmadığımızı beyan edeceğiz. 
İki, şiddeti yöntem olarak esas almadığımızı ilan edeceğiz. Şiddet yöntemini devreden çıkaracağız. Bu aşamada çatışmasızlık ortamı oluşturulur. Çatışma-şiddet yaşanmayacak. Devlet de demokratik çözümü kabul edecek, Kürtlerin saydığım beş boyutunu dikkate alacak. Kürtlerin kendi kendini yönetmesine imkân tanıyacak. Ancak bunların olabilmesi için benim önümün de açılması lazım. Bütün bunları çok uzun tartışmak gerekiyor. Ben daha önce, 90 gün askeri boyutunu, 45 gün emniyet boyutunu müzakere etmem lazım derken bunları kastediyorum. Bu o kadar kolay değil. Benim PKK’nin Kongreleri’ne katılmam, Kongrelerini yapmam lazım, yüzlerce kişiyle her gün toplantı yapmam lazım. Çünkü başarabilmek için onları ikna etmem lazım, herkesi ikna etmem lazım. Bu olursa ikinci aşama olarak sınır dışına çekilme gerçekleşecek. 
Üçüncü aşama olarak da devlet verdiği güvenceyi hukuki mevzuata yansıtacak, bunun anayasasını, kanunlarını, yönetmeliklerini yapacak. Mevcut mevzuatta değişiklik yapacak. Devlet bunu yaptığı oranda da geri dönüşler olacak.”
Öcalan’ın ikinci aşamada dile getirdiği, devletin Kürtlere ilişkin dikkate alması gereken beş boyut ise şunlar; “Beş ilke şartından birincisi, sosyal ve ekonomik şartlar bir ilke şartı olarak kabul edilir. Bu ilke çerçevesinde Kürtlerin öncelikle kendi aralarındaki ekonomik-sosyal ilişkileri sağlanır ve bunu devletler düzeyinde de yaparlar. 
İkincisi, kültürel şart. Kürtlerin kültürleri adına ne varsa bunları güvenceye alır. Kültür özgürlüğü sağlanır. 
Üçüncüsü, birlik şartı. Kürtlerin kendi aralarındaki birliği ve ilişkiyi ifade eder. Tüm Kürtler birbirleriyle ilişki kurar, birlikte hareket ederler. 
Dördüncü ilke, demokratiklik ilkesi. Kürtlerin diğer halklarla bir arada yaşamasını ifade eder. Bunu daha önce demokratik Konfederalizm olarak da ifade etmiştim. 
Beşincisi, halkın meşru savunma ilkesidir. Her halkın bir meşru savunma gücü vardır. Bu, o halkın varlığı için gereklidir.”



Devletin kırmızı çizgileri


Kürt tarafının çözümü içeren görüş ve önerilerine karşı İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın hazırladığı hükümetin yol haritası ise10-13 Kasım tarihleri arasında TBMM’de görüşüldü. ‘Demokratik Açılım’ ismiyle Meclis gündemine getirilen AKP açılımında göze çarpan ilk husus ‘kırmızı çizgilerdi.’ Bunlar, anayasanın ilk üç maddesine ve devletin üniter yapısına aykırı hiçbir adımın atılmayacağı ile başlıyordu. Ayrıca genel af, anadilde eğitim, Kürt alfabesindeki ‘w’, ‘x’ ve ‘q’ harflerinin mevcut alfabeye dahil edilmemesi gibi bazı maddeler ile devam ediyordu. 
AKP’nin açılım adına atmayı planladığı ve Meclisteki tartışmalarda dillendirdiği adımlar ise şöyle: 


- Cezaevlerinde Kürtçeye izin 
 

- Silahlı eyleme karışmayan Kürt kökenli kişiler İçişleri Bakanlığı’nın önerisiyle Türk vatandaşlığını yeniden kazanabilecek.


- Mahmur kampının boşaltılması için Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle işbirliği yapılması. Kandil’in boşaltılması için de Türk Ceza Kanunu’nun etkin pişmanlığı düzenleyen 221. Maddesinde değişiklik yapılarak, geri dönüşlerin kolaylaştırılması.
 

- Tüm cezaevlerine AB standartlarının getirilmesi. 
 

- Taş atan çocuklara hapis değil, rehabilitasyon uygulanması 
 

- Özel Televizyonlarda da 24 saat Kürtçe yayına izin verilmesi 
 

- Yerleşim yerlerine Kürtçe isme izin verilmesi 

- Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi 

- AİHM’in yeniden yargılama kararı verdiği, Öcalan’ın da aralarında bulunduğu, 208 dosya için yeniden yargılanma imkanı verilmesi. 
 

- TCK’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 216. Maddesi’nin değiştirilerek ifade özgürlüğünün genişletilmesi. 


- Kürtçenin de, tıpkı İngilizce, Fransızca gibi “seçmeli ders” olmasının önünün açılması.
 

- Üniversitelerde Kürtçe enstitüler ya da Kürt Dili ve edebiyatı bölümünün kurulmasının önünün açılması.
* Siyasetçilere, anadilde propaganda hakkı verilmesi.
 

- Tarih kitaplarında Kürtleri yok sayan ifadelerin değiştirilmesi. 



AKP Kürt kelimesini bile kullanmaktan çekiniyor


Hükümetin açıkladığı yol haritasına AKP içinden yapılan ‘güven artırıcı önlemler’ tanımlaması manidardı. Uluslararası sözleşmelerde her insana tanınması gereken üç kuşak haklarının açılım adı altında AKP tarafından bahşediliyor gösterilmesine Kürtler sert tepki gösterdi. ‘Kürt açılımı’ diye anılan önergenin meclis gündeminde tartışılması esnasına ise, AKP’lilerin hiçbirinin konuşmalarında Kürt kelimesini hiç telaffuz etmemeleri de kabul edilemez bulundu. DTP ise bu duruma ‘açılım bitti’ şeklinde refleks verdi. KCK Yürütme Konsey Başkanı Murat Karayılan da tepkilerini şöyle yansıttı; “Kürt halkının iradesini tanıyayım, haklarını vereyim, bu temelde sorunu çözeyim gibi bir mantık yoktur. Çünkü zihniyette bir değişiklik yoktur. Devlet Kürtleri uzun vadede asimile etme politikasından vazgeçmemiştir.” 


Kürtler üzerinde terör dalgası

Meclis görüşmelerinden hemen sonra ipler yeniden gerilmeye başladı. Kürtler üzerinde yeni bir “terör dalgası” başlatıldı. İmralı’da Öcalan üzerinde giderek ağırlaştırılan şartlara tepkisini Tokat’ta askeri bir eylemle ortaya koyan HPG’nin eylemi tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. Çözüm yerine Tokat olayı ırkçı/faşist güçler tarafından o kadar işlendi ki, İzmir, Çanakkale, Muğla, Hatay, İstanbul, Ankara, Edirne, Manisa derken neredeyse milliyetçi, ırkçı dalga Türkiye’yi teslim alacak noktaya geldi. Olgu olaya kurban edilmek istenirken, ‘suçlu’ arandı. Olgunun bütününü tanımlamada ve çözmede ‘Suçlu kim?’ sorusu tali bir soruyken, ‘çözüm sürecinin işlememesinin nedenleri’ esas soru olmaktadır. 

SÜRECEK


Hiç yorum yok: