22 Şubat 2010 Pazartesi

Sömürgeci Molalar Rejimi; İran -5-

Sistemde uygulanan recm cezası bu uygulamaya iştirak eden insanların çağdaş insani değerlerden ne kadar koptuğunun anlaşılması açısından çok önemlidir. Belki tahrik olan kitlelerin bazen linç girişimlerinde bulunmasının bir anlamı olabilir. Çünkü bu durumlarda kitleler bazı insanlar tarafından ajite edilmekte, kışkırtılarak yönlendirilmekte ve şiddete yöneltilmektedir. Recm olayı ise bundan çok farklı, hastalıklı bir toplumsal ruh halidir. Burada insanlar el ve ayakları bağlanarak beline kadar toprağa gömülen bir insana bilerek ve zevk alarak taş atmaktadır. Bir insan canlı canlı yarısı toprağa yarısı da taş yığını altına gömülerek öldürülmektedir. Taş atan erkek bu uygulama ile hem sevap kazandığını sanmakta hem de kendisine itaat etmeyen kadına gücünü göstererek sağ kalanları itaate zorlamak istemektedir. Özünde ise attığı taşlarla erkeğin toprağa gömdüğü kendi vicdanı ve günahlarıdır. Hz. İsa’nın bu hususta karşılaştığı söylenen örnek önemlidir. Büyük bir kalabalık tarafından recm edilmek üzere olan bir kadını görünce Hz İsa ellerinde taş tutan insanları durdurarak onlara şöyle seslenir “madem ki bu kadın zina yapmış ve recm edilmesi gerekiyor o zaman içinizden her kim zina suçunu işlememişse o taş atsın” demiş. Bunun sonucu olarak da topluluktan hiç kimse taş atmadan ve recm gerçekleşmeden topluluk dağılmış. Demek ki en azgın davrananlar en çok suç işleyenlerdir. İşte İran’da da yaşanan gerçeklik bu. Rejimin fuhuşu meşrulaştıran nitelikteki geçici evliliklere izin veren ve Sigeh denen yasası da kadını aşağılayan bir yapıdadır. Burada kadının bedeni belli bir süre için ödenen para karşılığında erkeğe kiralanmaktadır. Geçici evlilik dedikleri bu uygulamada da bütün inisiyatif ve haklar erkeğe verilmektedir. Buna göre kadın evli olmamalı, eğer bakire ise babasından izin almalıdır. Yine kadın bu süreci sonlandırma yetkisine sahip değildir. Erkek ise istediği zaman bu birliktenliği bozabilir. Yine birliktenlik sürecinde erkeğin ölmesi halinde kadın onun mirasından yararlanamıyor. İşte molla rejiminin toplum içinde fuhuşu resmileştiren bu uygulamalarında da kadın sadece kullanılan bir metadır. Genel İran’da 350- 400 bin Sigeh birliktenliği olduğuna bakılarak resmileşen fuhuşsun ürkütücü boyutu anlaşılabilinir. İran molla rejimi bu dünyasını cehenneme çevirdiği kadını öbür dünyada da cehenneme gönderme bahanesiyle çok çirkin uygulamalara da sahiptir. İslamiyet’e göre “bakire ölen kızların cennete gideceğinden” hareketle bu rejim, geçmişte ölüm cezasına çarptırdığı siyasetçi genç kızlara idamdan önce tecavüz ettirmiş ve daha sonra bunları katletmiştir. Yani rejim öldüreceği bir kadının cennete gitmemesini bahane göstererek esir olan kadına tecavüzü meşrulaştırarak en insanlık dışı uygulamalara bile başvuracak kadar kadın cinsine tepkilidir. Rejim bu uygulamaları ile kendisini kadının Allah’ı yerine koyarak kadının cennete veya cehenneme gitmesi konusunda Allah yerine karar vermektedir. Bu ne İslam dininde nede herhangi bir dinde kabul edilecek bir şey değildir. Bu nedenle çokça topluma dayattığı “cennet annelerin ayakları altındadır” sözü de kendi uygulamaları ile tam bir tezat oluşturmaktadır. Erkeğin egemen rejim mollalarının ayakları altında kadının da erkeğin ayaklarının altında tutulduğu bir sistemde cennet nasıl kadının ayakları altında olabilir ki? Eğer gerçekten böyle ise varsın o cennet de rejim mollalarına olsun. Çünkü onların yaşadıkları bir yer ancak onların cenneti olabilir ve o yer namuslu insanlar için yaşanmaya değmez. Rejim anayasası, yasaları ve genel hukuk sistemi detaylı incelenirse sistemin kadını ne kadar aşağıladığı konusunda çok kapsamlı bilgilere ulaşmak mümkündür. Biz burada rejim karakterinin anlaşılması açısından bazı örnekler vermeye çalıştık. İran’da kadın olmak Hitlerin Almanyasında Yahudi, Apartheit rejiminin Güney Afrikasında siyah derili, bir dönemlerin Amerikasında Kızılderili olmak gibidir. Nasıl ki Amerika generali Sherman için “ en iyi Kızılderili ölü Kızılderili” ise İran rejimi için de  “en iyi kadın köle kadındır.”     Bu sistemin bütün uygulamaları kadını erkek için kılmaya yöneliktir. Bu nedenle toplumda kız çocukları küçük yaştan itibaren; erkeğe nasıl itaat edecekleri, erkeği nasıl hoşnut edecekleri ve erkeğe karşı yükümlülükleri hususunda hukuksal çerçeveyi oluşturan kutsal imam fetvaları ve geçmişteki hikayelerle de süslenerek eğitilmektedirler. Çocuk hem annesinin yaşadıklarını gözlemleyerek hem de kendisi gibi kurban ve aynı zamanda kendisinin cellâdı gibi bu konuda en çokta annesi tarafından eğitilmektedir. Fakat bütün çocukluktan eğitim çabalarına rağmen büyüyen kız çocuğu ve kadın için sistemin uygulamaları kaldırılamayacak kadar ağırdır. Çünkü kadının maruz kaldığı sadece sistemin hukuksal haksızlığı ve genel bunalımları değildir. Kadın aynı zamanda sistem tarafından bunalıma sürüklenen erkeğinde katmerleşen baskılarına maruz kalmaktadır. Bunun sonucu olarak kadın ve genç kızlarda intiharlar, kendini yakmalar çok yaygınlaşmışlardır. Evden kaçan genç kızların çoğu seks ve uyuşturucu şebekelerinin eline düşerek kullanılmaktadırlar. Özellikle İran-Afganistan arasında bu kızlar hem uyuşturucu taşıma işlerinde kullanılmakta hem de seks köleleri olarak pazarlanmaktadırlar. Evden kaçan genç kız ve kadınlar için kurulan Zühre evleri, İffet evleri gibi kurumlar da kadını sahiplenmekten çok, daha uysal ve itaatkâr bir şekilde evine geri gönderme çabasını gütmektedir. Yani kocası veya ailesinin zulmünden kaçan kadınları sahiplenerek koruyacak bir kapı bulunmamakta kadın; devlet-erkek ve suç şebekeleri arasında ezilmeye devam etmektedir. Kürdistan Toros-Zağros dağ silsilelerinin kesiştiği yüksek dağlar, derin vadiler, zengin su kaynakları ve geniş ovaların bulunduğu coğrafyası ile neolitik kültürün en güçlü yaşandığı bir alandır. Bu coğrafyada yılın her döneminde dört mevsimin hüküm sürmesi hem bitki çeşitliliği bakımından büyük bir zenginliğe yol açmakta hem de çeşitli hayvanların yaşamasına imkân sunmaktadır. Yani burada yaşayan hayvanlar mevsimlere göre uzak coğrafyalara göç etmeden, sadece dağların yükseklikleri ile eteklerindeki vadi ve ovalar arasında da yaşayabilmektedirler. El betteki yerleşik yaşama geçememiş neolitik öncesi insan toplulukları için de bu geçerlidir. Hem bol ve çeşitli bitki hem de hayvanın bulunduğu bu coğrafya insanlar için de en uygun yaşam alanını oluşturmaktadır. Bu kaynaklar kadının öncülük ettiği neolitik kültürün doğuşunda önemli bir etken olmuşlardır. Daha sonra tarihçilerin “altın hilal-verimli hilal” olarak adlandırdıkları Toros-Zağros kesişmesinin oluşturduğu hilale benzeyen bu alanda neolitik kültür önce yakın daha sonrada giderek uzak coğrafyalara yayılım göstermiştir. Kürdistan’ı egemenlik altında bulunduran devletlerin tarihimizi saptırma girişimlerine rağmen bütün bu gerçekler günümüz arkeolojisinin bulgularında ortaya çıkmaktadır. Neolitik kültürün özü küçük ölçekte de olsa tarımın yapılması ve bundan dolayı toprağa bağlanmanın gelişmesi ile insanların üretime dayalı yerleşik yaşama başlamasıdır. Böylece günübirlik karın doyurma derdinden kurtulup zamanlarını daha farklı uğraşlara vererek insanlığın gelişiminde dev adımların atılmasına öncülük edebilecek yenilikler yarattılar. İlk tohumun ekilmesi, ilk hayvanların evcilleştirilmesi, ilk kapkacağın yapılması, üretilen tahılın saklanması, öğütülmesi, toprağın sürülmesi ve sulanması, ilk iğnenin kullanılmasından ilk yün eğirmenin gerçekleştirilmesi ve ipliğin örülmesine kadar aklımıza gelebilecek bütün ilkler binlerce yıl süren neolitik kültür devriminin yaratımları olarak insan türünün hayvandan ayırmasındaki genetik evrimleşmeden sonraki en büyük adımı attırdılar. Aynı şekilde ilk toplum olma bilinci, güzel yaşam, estetik, sevgi ve aşk, mitolojik yaratımlar, kültür ve sanat, yönetim olgusu gibi düşünce yoğunluklu gelişmeler de neolitik devrimin yaratımları arasındadır. İnsanın homo sapiens olarak evrime uğrayışından neolitik devrime kadar geçen sürenin birkaç milyon yıl olduğu dikkate alındığında neolitik devrimin insan türü için anlamı daha iyi anlaşılır. Yani birkaç milyon yıl boyunca insan türü de diğer hayvan türleri gibi tamamen doğanın günlük etkilerine açık bir yaşamı sürdürürken neolitik devrimle bir nebze de olsa doğa karşısında bazı tedbirler geliştirebilmiştir. Çok kısaca değindiğimiz neolitik devrim Kürdistan’da kadının öncülük ettiği, merkezinde olduğu bir gelişmedir. Neolitik devrimin merkezinde yer alan kadın bu nedenledir ki özellikle İslamiyet öncesi Kürt toplumunun yapısında oldukça önemsenmektedir. Kurallarını neolitik tarım toplumunun özlemlerinden alan ve hem bizim toplumumuzun kültüründen esinlenen hem de toplumumuza hitap eden Zerdüştlük dininde de kadına verilen bu önem görülmektedir. Zerdüştlük dininde kadına verilen büyük değer, kadının iradesine gösterilen saygı bizim coğrafyamızda gelişen köleci erkek egemenlikli toplumsal zihniyete karşı geçmiş neolitik kültür adaletinin şahlanışıdır. İnsanlığın milyonlarca yıllık yaşam serüveninde daha öncül konumda bulunan ve bunu neolitik kültür devrimi ile taçlandıran kadın, neolitik kültür değerleri üzerinden kendisini yapılandıran sınıflı toplumla birlikte köleleştirme sürecine tabi tutulmuştur. Elbette ki kadının cins olarak köleleştirilme sürecine alınması yarattığı geçmiş kültürden ve verdiği günlük mücadeleden dolayı öyle kolay olmamıştır. Kürdistan’da ortaya çıkan arkeolojik eserlerde tanrıçalık kültünün başlangıçta tanrı kültlerinden çok daha etkin olduğu yine günümüzdeki Kürt dil yapısının dişil karakterinin çok daha ağırlıkta olduğu görülmektedir. Hakeza Zerdüştlükte kadına atfedilen rol ve verilen değerde bu anlamda belirgindir.  Yine Kürt halkı içerisinde -eğer dışarıdan ithal edilen yapay yaklaşımlar bir kenara bırakılırsa- kadının komşumuz olan halklara göre çok daha etkili ve saygıdeğer olduğu görülür. Asıl yıpratıcı olan, bizim yaratımımız olmayan sınıflı toplumun yarattığı erkek egemenliği ile İslami ideolojinin kadına yaklaşımının Arap versiyonlarıdır. Zerdüştlük dini sınıflı toplumun erkek egemenlikli zihniyetine karşı nispeten başarılı bir çıkışla öz kültürel değerlerimizi yeniden güncelleştirerek Kürt kadınına toplumsal alanda bir rol verirken Arap versiyonu kadın yaklaşımı ile İslamiyet Kürt kadınını köleleştirmiştir. Bundan sonra değineceğimiz Kürt kadınının yaşadığı sorunlarının asıl kaynağını erkek egemenlikli sistemin Arap versiyonu oluşturmaktadır. Bizim öz kültürel değerlerimize ters olduğu için ve ithal edildiği için bu uygulamalar en büyük tahribatları bizim toplumumuzun içerisinde ve Kürt kadını üzerinde yapmaktadır. Neolitik kültürümüzün öncüsü olan ana tanrıça ilk darbeyi erkek egemenlikli sınıflı toplumdan yerken Zerdüştlük ile nispeten kendisini toparlama sürecine girmiş, fakat ikinci ve en ağır darbeyi ise Arap işgali sonunda yemiştir. Çünkü bu işgal ile ülkemize taşırılan sadece yeni bir ideoloji değil onun toplumumuza yabancı kültürel etkileridir. İslam dini Arap toplumunda sağ gömülen kız çocuklarını kurtarmış olabilir ama Kürt toplumundaki kadın ve kız çocuğunu dış dünyadan, toplumdan kopartarak dört duvar arasındaki hareme gömdüğünü geçmiş tarih ve kültürümüzde kadının yerini bilen herkse kabul edecektir. Dışarıdan gelen işgalciler bütün maddi değerlerimize el koydukça ve Kürt erkeğini sıkıştırdıkça erkek de aynı şekilde kadına yönelerek onu daha fazla eve kapatmıştır. Bütün dıştalanmasına rağmen Kürt kadını birçok ayaklanmada fiilen yer almış ve hiçbir ulusal davada ihanetçi olmamıştır. Koçgiri ayaklanmasında Zarife Hanım, yine Dersim ayaklanmasında Besê’nin savaşçılığı bilinmektedir. Besê’nın “ şêr şêre çi jine çı mêre” sözü daha sonraki kuşaklarca dikkate alınıp pratikleştirilmiştir. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesinden sonra katmerleşen baskı ve asimilasyon politikaları sonucu Kürtlerin ana eksenli kültürel değerleri de önemli oranda dejenere edilerek hem aile yapısı hem de kadın adeta tanınmaz hale gelmiştir. Günümüz Kürdistan toplumundaki kadın yaklaşımlarının tümü egemen rejimlerin hizmetinde olan ve kadın şahsında bütün yeni nesillerimizin iradesizleştirilerek köleliğe bir kadermiş gibi alıştırıldıkları bir durumu ifade etmektedir. Belki de bizim toplumumuz kadar kadın üzerinden düşürülen başka bir toplum yoktur. Kürt toplumunda kadın bir mal gibi alınıp satılmaktadır. Toplumumuzun birçok kesiminde hiç görüşü sorulmadan genç kızlar parayı veren herhangi bir insana satılabilmektedir. Kadın onlarca yıl birlikte aynı ev ortamında yaşayacağı bir insana hiç rızası alınmadan teslim edilmektedir. Çoğu mıntıkada kız çocuklarının çok erken yaşlarda erkeklerle kaçmalarının altında yatan neden bu zorla ve istemedikleri bir erkekle evlendirilme korkusudur. Böylece kız çocuğu istemediği bir insana pazarlanma korkusu ile çoğu zaman çocuk yaşta iken bir erkekle kaçarak tepki vermektedir. Fakat özünde sonuç fazla değişmemektedir. Çünkü birisinde kadının hiç iradesi sorulmadan pazarlanması söz konusu iken diğerinde de çocuk yaşta ve her an istenmeyen birisine verilmenin psikolojik baskısı altında kalan kızın zorunlu tercihi gerçekleşmektedir. Bu iki yolda aynı kapıya çıkmakta ve çoğu zaman erkek kendisi ile kaçan kadına “sen bana kaçtın, kendi rızanla geldin o zaman benim bütün isteklerimi kabul edeceksin” yaklaşımında bulunarak onu daha fazla itaatkâr olmaya zorlamaktadır. Her iki durumda da kadına yaşatılan tam bir trajedidir. Burada aşk ve sevgiden bahsetmek mümkün değildir. Burada yaşanan olay kadın cinsinin satın alınarak iradesi dışında tecavüz edilmesidir. Çok ilginçtir ki erkeğin satın aldığı kadın sadece alındığı gün itibarı ile satın alınmamakta fizik ve cinselliği doğuşundan ölümüne kadar satın alınmaktadır. Bu nedenle bekâret ve bakirelik satın alınan kadının erkek egemen toplumca belirlenmiş en büyük ön koşulu ve garanti belgesi gibidir. Erkeğin burada öne sürdüğü namus olayında bir sahtekârlık vardır. Çünkü eğer kadın ile erkek evli iseler kadın ne kadar erkeğin namusu ise erkek de o kadar kadın için namustur. O halde erkek ne kadar kadın üzerinde söz söyleme hakkına sahipse kadında erkek üzerinde o denli hakka sahip olmalıdır. İşte burada sahte namus bekçiliği ile erkek kadını eve hapsederek onu sadece iş ve seks kölesi gibi kullanarak neslini sürdürme aracına dönüştürdüğü bir meta seviyesine indirgemektedir. Bu mantık genel topluma öylesine hakim kılınmıştır ki ağırlıklı feodal yapıda olan toplumumuzda kadın duruma göre sadece kocasının namusu değil, o evdeki küçük oğlundan kayınbiraderine, yakın akrabalardan tüm aşirete kadar hepsinin namusu olabiliyor. Bu nedenle kadın yaşamında bütün bunlara karşı sorumlu davranarak, hepsinin aferinini almak, güvenini kazanmak zorundadır. Yani burada kadın kendi bedeninden, istek ve arzularında da sorumlu değildir. O sadece bedenini erkek için korumak zorundadır. Çoğu zaman tecavüze uğrayan kadın tecavüz eden erkeği tahrik yada ona karşı koymamak gerekçesi ile suçlanmakta ve katledilmektedir. Adına namusu temizleme denilen kadının katledilmesi toplumuzda en zalimce işlenen cinayetlerdir. Bütün çağdaş insanlığın en büyük suç saydığı “ bir insana tecavüz edilmesi ve bir insanın katledilemesi” olayların ikisi de kadın üzerinde uygulanmakta ve bununla da gurur duyulmaktadır. Böyle uygulamaların yaygın olduğu toplumumuz bu düşünce çarpıklığı ve onun pratik yansımalarını hızla aşmak zorundadır. Egemen sistemin tüm ülkemizi işgal ederek, tüm kutsal değerlerimizle oynadığı ve her gün, her saat adeta insanlığımıza tecavüz ettiği duruma aldırış etmeden kadına yönelmek ve tersyüz ettiğimiz namus anlayışını kadında kilitlemek kadar çarpıtılmış bir zihniyet olamaz. Bütün dünyadaki uluslar ülkelerinin işgal edilmesini, zenginliklerinin talan edilmesini, manevi değerleri ile oynanılmasını, bağımsızlık ve özgürlüklerinin ellerinden alınmasını namus meselesi yaparak direniş ve savaşlara gerekçeye dönüştürürken, bizim toplumumuzun bütün bu değerlerimizin gaspına sessiz kalıp hıncını kadından çıkarması olaylara yaklaşımımızdaki çarpıklığı göstermektedir. Ulusal onuru ve namusu ayaklar altına alınmış bir halkın bireysel namustan dem vurması çarpıtmadır. Eğer tehlikede olan bir namus ve onur varsa o da sadece erkeğin değil bütün ulusun ve toplumun namusudur. Bütün kutsal değerleri elinden alınmış ülkesi işgal edilmiş, kültürel değerleri talan edilmiş ve iradesi kırılmış olan erkek dört duvar arasına sıkıştırdığı kadınının dokunulmazlığını gittikçe daha fazla arttırarak kendisini rahatlatmaya çalışmaktadır.     Bu aile ortamında yetişen kız çocuğu anlamaya başlama sürecinden itibaren karşılaştığı aile içi hiyerarşik uygulama ve eğitimle erkeğe itaate alıştırılmaktadır. O erkek kardeşlerine hizmetle mükelleftir. Kadının olduğu bir yerde erkeklerin ev işlerine el atması düşünülemez. Çünkü köleci zihniyette kölenin olduğu yerde efendi çalışamaz. Aile kız çocuklarının değerlerini arttırmak için toplumun istediği en iyi ölçülerde onu yetiştirerek iyi bir müşteriye pazarlama uğraşındadır. Bu nedenle yürüyüşünden konuşmasına, giyiminden sesine, bağlılığından itaatkârlığına kadar tüm yönleri ile iyice hazırlanmaktadır. Burada kız çocuğu kendi geleceği için değil bir müşteriyi beğendirme ölçülerine yani erkeğin beğeni ölçülerine göre şekillendirilmektedir. Toplumumuzun birçok kesiminde kız çocukları ya hiç okula gönderilmemekte yada temel eğitimden sonra okuldan alınmaktadır. Çünkü evin reisi olan babaya göre kızı evden ayrı yerlerde okursa namusu tehlikeye girebilir. Bu yolla kız çocuğu cinselliği anlamadan eve kapatılıp sözde namusu korunma altına alınmış olmaktadır. Yine kız çocuk da bir evlat değil bir mal gibi görüldüğü için ve bu malda eninde sonunda başkasına satılacak olmasından dolayı okumasına gerek görülmemektedir. O en iyi şekilde müstakbel kocası için evde tutularak korunmalı, hazırlanmalıdır. Çünkü o bir filozof kadar bilgili de olsa baba veya satın alan koca için bunun bir değeri yoktur. Çünkü onların bilinçli insana değil hizmetçiye ihtiyaçları vardır. Ayrıca okuyup aydınlanan kadının toplumsal eşitlik isteyeceği ve erkeğin köleci meta yaklaşımına karşı başkaldıracağı endişesi de taşınmaktadır. Egemen zihniyete göre en iyi kadın en itaatkâr kadındır. Okuldan koparılıp erken yaşlardan itibaren eve kapatılan ve baba evinde başkalarının malı muamelerine maruz kalan kadın gittiği kocasının evinde de namus ve çokça para ödenmiş ve sonuna kadar çalıştırılarak istifade edilmesi gereken bir mal gibi evde daraltılarak çekilmez bir yaşama mahkûm edilmektedir. Kadın, baba evinde iken okuldan, koca evinde iken adeta bütün toplumdan koparılarak tecride ve dolayısıyla cehalete mahkûm edilmektedir. Aslında Kürt erkeği kendi cehaleti ve bilgisizliğini dört duvar arasına hapsettiği kadının cehaleti ile kapatmaya çalışmaktadır. Hiçbir toplumsal, düşünsel aktiviteye katılmayan, bırakalım başka şehir, köy ve mahallelere gitmeyi izinsiz olarak evin dışına bile çıkamayan kadın adeta körleştirilmekte, sağırlaştırılmaktadır. Toplumumuzda bir kadının maruz kaldığı psikolojik ve cinsel baskılar bir tarafa ev içerisinde yaptığı fiziksel işler hiçbir erkeğin bir ay bile dayanamayacağı boyuttadır. Bazı alanlarda kadınlar tarla, bahçe gibi ev dışındaki işlerde de çalışsa da ev içindeki bütün işler sadece kadından istenir. Sabah erkenden kalkıp kahvaltı hazırlamakla güne başlayan kadın akşam herkesin yatağını hazırlayıp onları yatırana kadar ki bir günlük sürenin içine muazzam bir çalışma temposu ile çok büyük emekler isteyen işler sığdırmaktadır. O bütün yatakları toplamak üç öğün yemek hazırlayıp bütün bulaşıkları yıkamak, evin temizliğini yapmak, çamaşırları yıkamak, ütülemek, çocuklara bakmak -ki tek başına çocuk bakımı muazzam zor bir iştir- gelen komşu ve misafirlerle ilgilenmek, onlara hizmet etmek ve hoşnut etmek ayrıca evdeki erkeklerin dayak, hakaretlerinin eklendiği fiziksel ve psikolojik şiddeti göğüslemek zorundadır. Bu anlamıyla toplumumuzda kadın, cinselliği dışında adeta bütün toplumun ortak malıdır ve herkes ihtiyacı oranında ondan yararlanır. İnsan misafir olduğu Kürdistanlı bir ailede kadının yarım saat bile olsa rahat oturduğuna tanık olamaz. Kadının ev içindeki bu muazzam emeği hiç görülmemekte bütün her şey erkeğin yaratımı olarak kabul edilmektedir. Herhangi bir erkeğin kadının yaptığı işlere bir ay dayanması mümkün değildir. Eğer bir erkek bu kadar işe zorunlu kılınırsa o bir daha dönmemecesine o ortamdan firar edecektir. Fakat kadının firar etmesi yaratılan erkeksi toplumsal konsensüs ile engellenmiştir. Kaçacak kadına gideceği yer bırakılmadığı için kadın bu duruma katlanmaktadır. Toplumumuzda kadınlar içinde kendini yakma ve intiharların fazlalığı kadının maruz kaldığı bu ağır fiziksel ve psikolojik baskıların sonucudur. Kadın bir yandan dış dünyadaki gelişmeleri uzaktan da olsa takip ediyor diğer yandan kendisine dayatılanın tam anlamıyla kölelik olduğunu fark ediyor ve bu durumu kabullenemiyor. O doğuşundan itibaren kendisi için çizilen hat üzerinde yürümek, kadere dönüştürülen rolünü oynamak zorunda bırakılmakta kendi görüşü düşüncesi sorulmamakta kendi iradesini beyan etme imkânı tanınmamaktadır. Erkeğin devlet güdümünde yarattığı toplumsal mutabakat kadının evden kaçışını da adeta imkânsızlaştırmıştır. Yani kadın için üçüncü bir yol, kendisinin azıcık da olsa iradesini katacağı bir yaşam alanı bırakılmamıştır. Bu nedenle kadın böyle bir yaşamı yaşamaktansa en zor olan ölümü tercih ederek intihar etmektedir. İntihar eden kadının erkeğe ve erkeğin hakim kıldığı sisteme mesajı çok nettir. Bu, “seninle bu koşullarda yaşamaktansa ölmek daha iyidir” mesajıdır. Bir insan için çok az da olsa bir yaşam imkânı bırakılırsa, küçük de olsa bir umut ışığı olursa intihar edemez. Yine erkeğin şu gerçeği ile yüzleşmesi gerekiyor: intihar eden her kadının katili yine erkeğin kendisidir, yarattığı ve koruyarak güçlendirdiği sistemidir. Bu olaylara erkeğin yaklaşımı tek taraflı ve gerçeklikten kopuktur. O, sanki kadın hiçbir şey bilmiyor, hissetmiyor, bu yaşadıkları onun hoşuna gidiyor gibi bir aymazlık içerisindedir. Çünkü erkek hiçbir zaman empatik davranıp kendisini kadın yerine koyarak düşünmemiş ve hissetmemiştir. Aile bölümünde biraz açımladığımız ailenin demokratikleştirilmesinin en önemli ayağını kadın oluşturmaktadır. Bu kurumun en büyük emektarı, öğretmeni konumundadır kadın. Bu nedenle yaratılan kişilik üzerinde kadının çok büyük etkisi bulunmaktadır. Eğer Kürt toplumu ve bireyi çok düşürülmüş ve onunla çok oynanmışsa bu aile içi ilişkilerde kadının aşırı düşürülmüş olması ile diğer nesillere aktarılmaktadır. Bir toplumun en azından yarısını oluşturan kadının sadece çalıştırılma dışında bütün düşünsel ve örgütsel alanlardan dıştalanması o toplumu kötürümleştirmektedir. Hele hele o toplum Kürt toplumu gibi ülkesi parçalara ayrılmış, işgal edilmiş bir ülke ise kadının toplumsal sahadan atılıp sadece erkeğin malikânesine has özel evine hapsedilmesi durumuyla kurtuluş hiç mümkün değildir.      Şimdi biz genel anlamda mevcut sistemdeki uygulamaları ana hataları ile dile getirmeye çalıştık. Bu sistem erkeğin yaratımı ve egemenliğinde geliştiği için ebetteki asıl sorumlusu da erkektir. Çünkü bu sistemi en çok korumak isteyen de yine erkektir. Bu nedenle bu sistemin neden olduğu hatalar erkeğe aittir ve aşılmasında da erkek hem vicdani hem insani hem de etik anlamda rolünü oynamak zorundadır. Erkeğin eleştirilmesinin ön plana çıkması ebetteki kadının yapacağı hiçbir şeyinin olmadığı anlamına gelmiyor. Tabi ki bu sistemi aşmak zordur fakat aynı zamanda zorunludur da. Böyle bir sorunla mücadelede kadının birey olarak kendisini eğitmesi, cinsini sevmesi, ona değer vermesi önemlidir ve işin ilk adımıdır. Daha önemlisi donattığı kişiliğini bireysel olarak ele almadan örgütlü kılması mücadeleyi örgütsel bir platforma taşıyarak yaygınlaştırmasıdır. Bilindiği gibi toplumumuzdaki geleneksel örgütlenmeler içerisinde kadına özel bir yer verilmemiştir. Aşiret meclislerinden köy meclislerine kadar tüm toplumsal yönetim ve karar mercilerinden kadın cins olarak dıştalanmıştır. Ülkemizin dört parçaya bölünmesinden sonra Kürdistan’ın değişik paralarında ortaya çıkan örgüt ve partilerden bazılarının bünyesinde kadına yer verilirken bazıları kadını tamamen dışarıda bırakmıştır. İşin can sıkıcı olan yanı kadını mücadele saflarına kabul eden bazı örgütlerimizin kadına yaklaşılmalarının gelenekselliği aşamamasıdır. Bu parti ve örgütlerimize katılan kadınlar hep geri cephede tutulmuş toplumsal gelenekler dayatılarak kadın önündeki engelleyicilik devam ettirilmiştir. Çok nadiren bazı kadınlar özgün, iradeli bir duruş sergilese de bu tutumlar Leyla Kasım gibi bireysel bir tavrın ötesine geçip klasik kadın yaklaşımını aştıramamıştır.PKK’nın çıkışı ile Kürt kadını Kürdistan tarihinde adeta Zerdüşt yaklaşımının çağdaş versiyonuna kavuşmuştur. PKK mücadelesinin muazzam zorlu savaş koşullarına rağmen Kürt kadını yoğun bir şekilde örgüt saflarına akın etmiştir. Çünkü bu örgüt tarihimizde kadına klasik erkek egemen yaklaşımı aşan ilk ve tek örgüt olmuştur. Ulusal önder başkan APO’nun geliştirdiği kadın özgürlük ideolojisi çerçevesinde mücadeleye katılan kadınlar zorlu koşullara rağmen ayrı örgütlülüklerine kavuşarak özgün katılımlarını sağlamışlardır. Bu mücadele içerisinde Beritan gibi, Zilan gibi Berivan-Şilan gibi, Sema ve Rahşan gibi binlerce kadın büyük kahramanlıklar göstermiş, düşmana ve erkek egemenlikli zihniyete karşı yaşamın her alanında mücadele vererek şahadete ulaşmış ve tarihimizin çağdaş tanrıçalarına öncülük etmişlerdir. APO’cu yaşam felsefesinde en çirkin ilişki hem zihinsel anlamda hemde fiziksel anlamda özgürleşmemiş insanlar arasındaki sadece cinsel güdü ve sömürü temelindeki evlilik ilişkisidir. APO’cu bu felsefeyi benimseyen devrimci militanlar, evlilikten önce özgürleşmeyi ve özgürleştirmeyi esas alırlar. Réber APO kadının mücadele ederek, savaşarak kendisini geliştirmesini ve haklarını kazanmasına atfen şöyle demektedir; “savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir ve güzelleşen sevilir.” Réber APO en çok ezilen ve sömürülen kadın cinsinden hareketle PKK hareketini bir “kadın hareketi” olarak değerlendirmiş ve kadının kurtuluşunu bütün toplumun kurtuluşunun merkezine oturtmuştur. Hareketin kadına bu çağdaş yaklaşımından dolayı PKK sadece Kürt kadınının değil coğrafyamızdaki bütün halklardan ve Avrupa uluslarında da birçok kadının geldiği bir hareket olmuştur. Çok rahat koşullarına ve devlet imkânlarına rağmen ordusunda en fazla kadın asker bulunduran Avrupa ülkesi % 13,5 ile İspanya iken zorlu savaş ve dağ koşulları ile imkânsızlıklara rağmen bu oran PKK içerisinde  % 40’lara kadar çıkmıştır. Ebetteki bu durum Kürt toplumu açısından çok büyük bir gelişmedir. Yine genel örgüt yönetim mekanizmalarında alt sınır % 40 olmak kaydı ile her iki cins için de tam bir eşitlik sağlanmıştır. Çünkü APO’cu hareket karar mercilerinde yer almayan bir kadın hareketinin kazanımlarının kalıcı olmayacağını çok iyi çözümlemiştir. Réber APO’nun geliştirdiği kadın kurtuluş ideolojisi sadece Kürdistan kadınları için değil genel dünya kadınlarını da kapsamaktadır. APO’cu hareket içerisinde kişilikteki geri olan geçmişin kalıplaşmış bütün özelliklerine karşı savaş verilmekte ve kişi adeta yeniden yaratılmaya çalışılmaktadır. Burada kadınla erkek bütün alanlarda eşittirler. Hiçbirisi diğerinin özel hizmetkârı değildir. Her şey paylaşıma tabidir. PKK içerisinde yer alan kadın çok zor ve hep erkeğin işi olarak görülen askeri örgütlenmede ayrı birlik, savaş içerisinde komutan bütün örgütsel alanlarda özgün örgütlenme ve özerk yönetim ve örgütlülüğünün yanı sıra genelin içinde de erkekle aynı düzeyde yer alarak ve karar mekanizmalarında etkili olarak kendisini iradileştirmektedir. Kadınları özel olarak ilgilendiren alanlarda sadece oy çokluğu değil kadının görüşü esas alınmakta, kadın örgütlülüğünün tayin-terfi ve görevlendirmeleri bizzat kadın gücü tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu sonuca ulaşmak için PKK hareketi içerisinde yer alan kadınlar savaştan siyasete, eğitimden diplomasiye, sanattan örgütlenme çalışmalarına kadar bütün sahalarda çok büyük bir mücadele yürütmüşlerdir. Bu mücadele sonucunda kadın büyük zihniyet değişimini yaşayarak her alanda başarılı çalışmalar yürütebilecek yetkinliğe ulaşmıştır. Bu hareketin yarattığı toplumsal dinamizm Kürdistan’ın dört parçasındaki halkımızın büyük desteğini kazanırken işgalcileri de ürkütmüştür. Başta kuzey Kürdistan olmak üzere Kürdistan’ın genelinde PKK’nin ideolojik belirlemeleri ve felsefesi toplum içerisinde derinleşmektedir. Bu gelişmeleri gören bazı Kürt hareketleri şekli de olsa bazı özgün kadın örgütlülüklerini geliştirmek isteseler de kadına yaklaşımlarında samimi olmadıkları için kadına ve dolayısıyla da topluma bir şey verememektedirler. Çünkü bunların yaşam felsefelerinin özünde kadına yaklaşımda bir yenilik yoktur ve bunlar kadın yaklaşımlarını sadece kopyalamaktadırlar. APO’cu hareketin kadın şahsında ve öncülüğünde Kürdistan toplumunun özgürlüğünü çok ciddiye alan sömürgeci güçler kimi zaman antipropaganda geliştirerek, kimi zaman bazı işbirlikçilerini kullanarak kimi zamanda güç birliği yapıp harekete ve hareketin ideolojik-felsefik hattına saldırarak etkisiz kılmaya çalışmaktadır. Çünkü onlar kadının özgürleşerek irade kazanması ile Kürt toplumunun mutlaka özgürlüğüne kavuşacağını çok iyi bilmektedirler. Ülkemizi işgal edenler bu durumu görüp karşı saldırı geliştirmelerine rağmen Kürt örgütleri ile diğer bazı insanlarımızın bu durumu görmemeleri veya görmek istememeleri toplumumuzun aksayan, geriye çeken yönü olarak özgürleşme sürecini hem daha zorlu kılmakta hem de geciktirmektedir.     Biraz açımlamaya çalıştığımız toplumuzdaki geleneksel kadın yaklaşımları İran rejiminin politikaları ile uyum içindedir. Bu nedenle eleştiriye tabi tuttuğumuz kadına uygulananların devam etmesi molla rejiminin de çıkarınadır. Belki her insan ilk etapta direkt egemen devlete kafa tutacak güçte değildir ama her birey kendinden başlayarak eğer kadın ise kendini geliştirmeye çalışıp köle zihniyetini aşmaya çalışarak, erkek ise kadına değer verip imkân tanıyarak aileyi demokratikleştirmek suretiyle rejim politikaları aile içinden başlamak üzere yavaş yavaş boşa çıkarabilir. Kürt halkı olarak şunu çok iyi görmeli ve doğru çözümlemeliyiz ki Kürdistan’ın parçalanmış olması ve işgal altında bulundurulması bir sonuçtur. Biz bu sonuca yol açan hataları doğru tespit edip çözüm geliştirmeden bunu değiştiremeyiz. İşte en büyük nedenlerin başında gelen kadının mevcut durumunun düzelmesi, ailenin demokratikleştirilmesi ve sağlıklı yeni nesillerin gelişmesi birbirine bağlı ama kadın kurtuluşunun ilk planda olduğu zincirin halkaları olmaktadır. Büyük ve köklü sorunların çözümü de zordur. Bu sorunun doğru çözümü ise APO’cu kadının özgürlük ideolojisi ve yaşam felsefesinde belirtilmiştir. Gerektiğinde pozitif ayrımcılık tanınarak gerektiğinde ayrı örgütlendirilerek gerektiğinde savaşarak yada eğitilerek kadın mutlaka özgür düşünceli ve iradeli bir güce dönüştürülmelidir. Aslında bunun için erkeğin gölge etmemesi bile yeterlidir. Erkek ve onun zihniyeti özel olarak engeller yaratmazsa kadın kendi gelişimini gerçekleştirecek düzeydedir. Çok zorlu koşullarda da olsa PKK hareketi bu konuda iyi bir örnektir. Elbette ilk olmasının ciddi zorlukları yaşanmıştır. Fakat en azından önümüzdeki süreç için çok büyük tecrübeler ve önemli bir birikim yaratılmış durumdadır. Bu kazanımlar sadece korunmaya alınmamalı aynı zamanda geliştirilerek güçlendirilmeli ve bir kadro topluluğunu aşarak bütün Kürdistan toplumunda hakim kılınmalıdır. O zaman görülecektir ki hem yaşam daha anlamlı hem de özgürlük daha yakın olacaktır.
EŞREF KARABAKAN

Hiç yorum yok: