22 Şubat 2010 Pazartesi

Siyasal İslamcılık, Fetullahçılık ve Gözde “Misyon” Alanı Kürdistan


Fetullah Gülen Realitesinin Tarihçesi ve Arka Planı
1960’ta Saidê Kurdî vefat edince Nurculuk üç farklı eğilimle sarsıldı; Yazıcılar (Kurdi’nin kitaplarını yazarak çoğaltanlar), Okuyucular (Kurdi’nin kitaplarını Latin harfleriyle kitap şeklinde yayınlayanlar) ve dinin devlete karşı silahla savunulması gerektiğine inanan Elazığ - Kayseri grubu. Ancak devlet Fethullah Gülen’i ‘Hızır’ gibi yetiştirir.
Erzurumlu Gülen,  bu grupların içinde Yazıcılar ve Okuyuculara yakınlaşır. Artık din devlete doğrultulan bir silah olmaktan çıkmıştır. Bu silah aksine topluma, toplumun en görkemli değerlerine yönlendirilmiştir. Gülen sadece bu gruplara alternatif değil aynı zamanda Şeyh Sait ve Saidê Kurdî’ye karşı devletin intikam duygusunu depolamıştır.
Tayini acilen İzmir’e çıkarılan Gülen, kurduğu dershaneler ve yurtlar üzerinden Türk Milliyetçiliği siyasetine sıcak bakmayan Zübeyir Gündüzalp’ı adeta bu alanlardan kovar. Zübeyir Gündüzalp, MHP’nin Nurcular içine sızma yapması ve devletin kadroları olacak bazı insanlara bilinçli sempati kazandırılmasını eleştiriyordu. Bir süre sonra yaptığı ajitasyonla etkili olan Gülen’i karşısında bulur. Gülen ısrarla Türkiye’de kılınan her rekât namazın sevabını Türk ırkçılığına aktarmak ister. Yani gerçek Kâbe’si Türk ırkçılığıdır. Mesela Gündüzalp, “Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslami Hareket ve Türkeş” adında bir kitap yazarak direnişini toparlamaya çalışmış ancak Gülen, MHP’ye karşı çıkmanın hizmete yakışmadığı şeklindeki söylemiyle bu hareketi açıkça sahiplenmiştir. Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ da bu tartışmanın bir evladıdır. Gündüzalp’ın farkı sadece MHP’ye tepkisi değil aynı zamanda daha planlı ve daha yatay bir ağla örgütlenmesidir: Tek başına bir şeyh olarak değil bir istişare heyetinin lideri olarak örgütleniyordu. Oysa Gülen başlangıçta S. Kurdî’nin kitaplarından çok kendi vaaz (ajite) kasetlerini dağıtmakta ve bir heyet ya da meclisten ziyade İslami bir krallığa doğru yükselmektedir.   
Tarih 12 Mart 1971’i gösterdiğinde bilinen muhtıra daha doğrusu darbe gerçekleşir ve sözde Gülen de tutuklanır ve 3 yıl hapisle cezalandırılır. Ancak kanımca devlet asıl cezayı Zübeyir Gündüzalp’a verir ve yaklaşık 20 gün sonra Zübeyir Gündüzalp ‘ölür’.
Gülen 12 Eylül darbesine kadar bir yükselişe geçer ve bu darbe adeta Gülen’in övgü yağmurunun altında yeşerir. Gülen bu övgünün bir kitabını bile yazar. Gülen’in en çılgın silahşorları ise (imamları, özellikle de Erzurum’daki yakın arkadaşları ) darbe lehine vaazlar verirler. Her yerde aranıyor, afişleri sanki Gülen’in yakalanması için değil, onun tiyatro salonuna seyirci toplamak için asılmış; işte Gülen’in cazibesi buradan gelmektedir. Gülen darbeye ve aranmasına rağmen daha büyük kitlelere ajite çekmekte ve daha kolay propaganda yapmaktadır.
Gülen’in, Afganistan’daki anti-sosyalist savaşta, Asya’daki birçok siyasi cinayette ve Turancılığın gelişmesinde büyük etkisi vardır. Sovyetlerde reel sosyalizmin çöküşünün ardından da Asya ve Türkî ülkelerine büyük seferler yapmıştır. Gülen hem Türkiye’de hem dünyada demokrasi ve sosyalizm karşıtlığını örgütlemiştir.
Türkiye’de neredeyse tüm sağ partiler Gülen’in onayını alarak iktidara gelmektedir. İlginçtir, Fatih Üniversitesinin açılışına Alparslan Türkeş ve İlker Başbuğ katılır. Türkeş’in övgülerine karşılık Fethullah Gülen, “bu yolu sizlerden öğrendik” der (bununla ilgili görüntüler youtube’de yayınlandı). Peki, darbelerden tuzu kuru çıkan Gülen’in bu kadar rahat bir şekilde örgütlenmesi çelişki değil mi?
1995’te muhalif Özbek lider Muhammed Salih, Gülen’in Zaman Gazetesi’ni ziyaret edince bu ülkedeki okulları kapatıldı. Özbekistan, ancak dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in devreye girmesiyle geri adım attı. Ancak iki yıl sonra Türkiye’de Refahyol hükümeti döneminde ‘laiklik krizi’ yaşanınca Özbekistan’daki okullar yine dara düştü. Kerimov, Türk okullarının ‘Nurculuk tarikatı tarafından kurulduğunu’ gerekçe göstererek 1998’de kapatma kararı aldı.
Türk okullarıyla bizzat ilgilenenlerden biri de eski cumhurbaşkanı Turgut Özal’dı. Özal, Özbek ve Kazak liderlerle kişisel olarak temasa geçmekten çekinmedi. Ancak 1997 yılında başlayan 28 Şubat süreci de yurtdışındaki okullara yönelik siyasi desteği kesmedi. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Gürcistan Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze’ye yazdığı bir mektupla okullara destek verdiğini belirtti.
Devlet bu desteği verirken Kürdistan illerinde din adına her gün birçok insan katlediliyordu. Devlet bu destekle dini topluma karşı kullanmanın zaferiyle ‘Nurcu’ bir diplomasi yürütüyordu. Zaten bu gerçek, Gülen’in devletin din stratejisini üstlendiğinin kesin kanıtıdır. Yani Gülen eşittir devletin din stratejisi.
Gülen’in sermayesine gelince; son dönemlerde Amerika’da bir savcı, Gülen’in CIA ile ilişkilerinin olduğunu ve eğitim kurumlarının kapsamlı bir amaç taşıdığını belirtti. Ayrıca 25–30 milyar dolar civarında sermayesinin olduğunu bildirdi. Oysa bu savcı sadece yakın kurumlarını hesaplamıştır. Gerçekte sadece Asya Finansın yüz milyarlarca rezervleri bulunmaktadır. Dünyada birçok devleti katlayan bu sermayenin altında büyük uyuşturucu ticaretinin olduğu da tartışılıyor. 1997 yılı MİT raporuna göre Gülen etrafında büyük bir uyuşturucu ticaretinin olduğu ve Gülen’in en büyük Yahudi Mason/Misyonerlik örgütlenmesi olduğu aktarılıyor. Yani Gülen hem dev bir sermaye borsası hem de dev bir ajan borsasının sahibidir.   
Gülen - AKP Rüzgârlı STK’daki Siyasal İslamcı Yelkenler
Toplumsal inanç biçimlerinin devlete nasıl kanalize edildiği ve sivil tolum örgütlenmelerinin Siyasal İslamın etkisinde nasıl kaldığı resmi rakamlarla da incelenebilir. Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığının yarı devlet yarı sivil işleviyle yüzbinlerce kadrosunun olduğu bilinmektedir. Resmi mezhebi Sünni/Hanefi olan bu kurumsallaşmanın özellikle, 2002 seçiminden sonra Gülen’in etkisiyle kadro dağılımı politikasının yapıldığı tartışmasızken, bu kurum etrafındaki dernek sayısı ‘sivil’ alanı şoke edecek orandadır: Ekim 2008’e kadar yapılan araştırmaya bir bakalım:

Derneklerin Amaçlarına Göre Dağılımı (Ekim 2008)
Faaliyet Alanları--Dernek Sayısı
Dini Hizmetlerin Gerçekleştirilmesine Yönelik Faaliyetler    14744
Toplumsal Hayatı Geliştirme ve Destekleme Hizmetleri    5434
Çevre    1243
Mesleki Dayanışma    7913
Hemşerilik, Kadın, Soydaş    9108
Sivil Haklar (İnsan Hakları, Kadın Hakları)    791
Gençlik    528
Kültür    3003
Sağlık    1893
Sosyal    753
Spor    13860
İmar (Kamu Binaları Yaptırma, Şehir Kalkındırma)    1494
Uluslararası Etkinlik    77
Atatürkçü Düşünce    450
Dostluk    3994
Öğrenci    227
Diğer   275
THK    506
Yardımlaşma, Hayır İşleri, Gelir Desteği ve Himaye    13382
TOPLAM    79675
Yaklaşık 80 bin dernekten 14744’ü Kur’an Kursları ve camiler için kurulduğu ve bunun yanı sıra 13382 derneğin de önemli bir kısmının “hayır işleri” vb. uğraştığı görülmektedir. Siyasal İslam, bu derneklerin dışında da binlerce evi ve tekkeyi aynı amaçla kullanmaktan geri durmamaktadır.
Örneğin sadece Amed’de Gülen’in 125 civarında örgüt evi vardır (bundan daha fazla bir sayı da Van’da bulunmaktadır). Buralarda bir derneğin düzeninden daha fazla bir düzenle faaliyet yürütülmektedir. Ne var ki; diğer alanlardaki dernekler de ayrıştırıldığında Türkiye’deki derneklerin yarısının Siyasal İslamcılar tarafından işletildiği görülecektir. Türkiye’de “yardımlaşma” dernekleri seçim rantlarına dönüşmekte, halk dolandırılmakta, gıda bankacılığıyla da artık yasal dolandırıcılık yapılmaktadır. Siyasal İslam 2004’te çıkardığı bir yasayla adeta vergi kaçakçılığını ranta dönüştüren bir resmiyet belgesi oluşturmuş bulunmaktadır. 2004 yılında fakirlere yardım amacıyla; gıda, temizlik malzemesi, giyecek ve yakacak maddesi bağışlayan şahıs ve şirketlerin daha az vergi ödemesinin yolunu açan hükümet, kuruluş sözleşmesinde gıda bankacılığı yazan vakıf ya da derneklere bağış yapılmasını cazip hale getirdi. Böylece vergi yerine zekât vermek isteyenler için son dört yıldır adres gıda bankacılığı yapan kuruluşlar oluyor. Gelir Vergisi Kanunu’nun konu ile ilgili 40/10’uncu maddesine göre; “Fakirlere yardım amacıyla gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara, Maliye Bakanlığı’nca belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde bağışlanan gıda, temizlik, giyecek ve yakacak maddelerinin maliyet bedelinin tamamı” beyanname veren gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerince, gider olarak indirilebiliyor. 5035 ve 5281 sayılı yasalar ile getirilen bu düzenleme sonrasında yapılan bağışlar, KDV’den de müstesna tutuluyor.(KDV Kanunu Md.17).
Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği gibi bazı “sivil toplum örgütleri”nin faaliyet gösterdiği gıda bankacılığı alanına, 2004 yılında yapılan düzenlemenin ardından ilgi arttı. İçişleri Bakanlığı’ndan gıda bankacılığı yapmak için izin alan 20 dernek oldu. Buna göre 2007 yılı beyannamelerine göre bu 20 derneğin almış oldukları bağış ve yardım toplamı 897 bin 051 YTL (resmiyete geçen rakamlar).
Deniz Feneri’nin Almanya’daki davası aslında siyasal etkisi büyük rakamlara ulaşan yardımlara ‘dur’ diyebilmek içindi. Almanya, ABD etkisinde bir gücün bu kadar etkisini kaldıramamıştır. Bu çalışmanın onbinlerce gönüllü çalışanının olduğu da bilinmektedir. Ayrıca Türkiye bu dernek ile Fetullahçı “Kimse Yok mu” derneğine izinsiz yardım toplama fırsatı vermiştir. Bu fırsatın sadece 15 kuruma verildiği düşünüldüğünde buradaki önemli oranın dincilerin elinde olması hiç de tesadüf bir tabloya benzememektedir:            

İzin Almadan Yardım Toplayabilen STK’lar
1-Ankara Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı
2-BM Çocuklara Yardım Fonu Türkiye Milli Komitesi Derneği
3-TEMA Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı
4-Ankara Tıp Fakültesi Nöroşirurji Kliniğine Yardım Derneği
5-Türk Hava Kurumu
6-Türkiye Kas Hastalıkları Derneği
7-İstanbul Kültür ve Sanat Derneği
8-Eğitim Sağlık ve Kültür Derneği
9- Omurilik Felçlileri Derneği
10-Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
11- Türkiye Diyanet Vakfı
12-Türkiye Kızılay Derneği
13-Kimse Yok mu Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
14-Türk Eğitim Vakfı
15-Türk Eğitim Derneği

Türkiye’de sadece derneklerin değil vakıfların da önemli bir bölümünün “sosyal yardım” ve “dini” amaçlı olması dikkat çekicidir. Ekim 2008 tarihi itibariyle 4 bin 471 vakfın kuruluş amaçlarına göre dağılımına baktığımızda, yüzde 42′lik gibi büyük bir bölümü (bin 906)  “sosyal yardım” alanında faaliyet gösteriyor.
2002’den bu yana sendikalarda da görülmemiş bir hareketlilik başlamıştır. Hükümet sendika alanında devlet imkânlarıyla yeni bir işgal başlatmıştır. Hükümete yakınlığıyla bilinen Memur-Sen, 2002–2008 yılları arasında üye sayısında yüzde 600 gibi dev bir artış sağlamıştır.
Siyasal İslam Basını
Türkiye’de Siyasal İslam’ın en büyük alanlarından biri olan basın, son yıllarda Memur-Sen’in üye artışını aratmayacak bir yükselişi yaşamaktadır Türkiye’deki basının % 35’inden fazlası Siyasal İslam’ın tekelindedir. Son TV ve gazetelerin satışını da eklediğimizde bu sayı daha da büyümektedir. Bu çarpık gerçeğin en merkezinde Zaman gazetesi bulunmaktadır. Günlük tirajı 800 binin üzerinde olan bu gazete, bayilerde sadece 30 bin civarında satmaktadır. Yüksek sayıda elden dağıtılan bu gazete neredeyse tüm emniyet birimlerinde okutulmaktadır. Aslında önemli ölçüde siyasal sermaye tarafından bedava dağıtıldığı ve önümüzdeki aylarda bu tirajın 1milyona çıkacağı tahmin edilmektedir.        
Türkiye’de sol ve demokrat kesimin dağıtılan toplam gazete sayısını, Siyasal İslam’ın dağıtılan gazete sayısıyla karşılaştırdığımızda, hem solun ne kadar zayıf olduğunu hem de masalını her gün dinlediğimiz ‘laikliğin’ ne denli sahte bir gündem olduğunu görürüz. Bu oran yalnızca 1/10 civarındadır. Yani Siyasal İslam’ın dağıttığı toplam gazete 1 200 000 civarında iken demokrat çevrelerinse toplamda 125 bin civarlarındadır.
Bu durum son seçimlerde başta Zaman Gazetesi olmak üzere tüm TV kanalları, TRT–6 ve devletin tüm basının Kürt Özgürlük Hareketinin karşısında yürüttüğü özel savaşın boyutunu gösteriyor. Özel savaş neredeyse kirli savaştan daha kirli ve acımasız…
Yine Siyasal İslam basını, kapitalist moderniteye ibadet eden sahte kişilikleri, hitap ettiği milyonlara “modern peygamberler” gibi lanse etmekte ve her gün milyonların gündeminde sıcak tutarak Müslümanları sistemin oyununa dahil etmektedir.    
Gülen’in Güney Kürdistan İşgali
Fethullah Gülen’in Güney Kürdistan’da açtığı okul sayısının 11’e ulaştığı bilinen bir gerçektir. En son açılan Işık Üniversitesi’ne şimdiden çoğunluğu Karadeniz’den getirilen 50’nin üzerinde başörtülü kız öğrenciyle adeta bir taraftan başörtü sorununu Güney Kürdistan2a ihraç ediyor diğer taraftan da “kültürel model” oluşturuyor. Çünkü son 6 ayda sadece bu üniversite civarında sayıları üç-dördü bulan, Türklerin açtığı alış veriş merkezleri de açılmış bulunuyor. Kentin dört bir yanında açılan merkezler, İslamcı Sermayenin etkisinde ve onun istediği yaşam çizgisinde bir dünya pazarlamaktadır. Bitişik 2 MİT binası da hemen 15 dakikalık uzağında “Dolarava” denen sitede bulunmaktadır.  MİT binaları, KADEP başkanı Şerafettin Elçi’nin şirketi “Rênas Şirketi”ne komşu. Ayrıca bu sitede çok sayıda KDP yöneticisinin evinin de olduğu biliniyor. Sitedeki yüksek güvenliğin yanı sıra MİT binalarının damlarında oluşturulan nöbet kulübeleri de Türkiye’dekilerle aynı konforda. Türk askerinin kıyafetleriyle MİT kendisi bu kulübelerde nöbet tutmaktadır. Yani binalar aslında iki Türk karakolu…
Daha birkaç ay önce Türkiye ve Güney Kürdistan bayraklarıyla açılışı yapılan Işık Üniversitesi’ne şimdi tersine bir düzmeceyle Güney bayrağının asılmadığını, buna karşı gelişen bazı tepkilerin Hükümet yetkilileri tarafından bastırıldığını ve bu yönlü girişimlere daha gerçekleşmeden müdahale ettiklerini duyuyoruz.
Gülen bunun yanı sıra Kuzey’de AKP’yi destekleyen sermayeci, işbirlikçi Kürtlerin önünü açarak eş zamanlı olarak Duhok, Hewlêr ve Süleymaniye’de dev alış-veriş merkezlerini açtırmaktadır.    
Siyasal İslam’ın gerçekte Kürt iradesini tanımak yerine parçalama gayreti içerisinde olduğu anlaşılıyor. Ama daha da önemlisi, MÜSİAD ile Barzaniler, küresel sermaye ilişkileri, Nakşîcilik ve ABD stratejik ilişkilerinde birleştikleri için “Kürtlük” bir kılıf ve silik bir gölge olarak kalmaktadır.
Çoğunluk Kürtler Stratejisi
Türkiye, ABD’nin Irak’a müdahalesiyle birlikte Kürtlere karşı etkisizleşen siyasetine özellikle USAK’ın öncülüğünü ettiği ‘Çoğunluk Kürtler’ stratejisiyle yeniden bir canlılık katma çabasındadır. Bu stratejiye göre; PKK Kürdistan’ın dört parçasında örgütlendiği için ve Kürt sorunu diğer parti ve Kürdistanlıların tümünü ilgilendiren bir sorun olduğundan bunlara karşı mücadelenin de tüm parçalarda eş zamanlı ve çok boyutlu yürütülmesi gerekiyor. Şüphesiz Gülen ‘Çoğunluk Kürtler Stratejisi’nin en etkin silahı.
Çoğunluk Kürtler Stratejisi, Güney Kürdistan’da birçok “meyve”sini vermiş bulunmaktadır: Kerkük, Hewlêr, Maxmur ve Şengal’deki saldırılar ile PKK’ye yönelik hava ve kara operasyonları bu stratejinin sadece askeri ayağıdır. Bu stratejinin askeri hedefine göre kaos içindeki bir Irak’a orduyla girmenin mantıksız olduğu ancak böyle bir yerde dar birimlerle yapılacak askeri eylemlerle siyasal süreçlere ve hatta ekonomik sonuçlara dahil olunabilecektir. Türkiye neredeyse ticari amaçlı bir heyet göndermeden önce bile bomba patlatıyor. Bu taktik en son Celal Talabani’nin Kerkük’te Türkmenlerle yaptığı görüşmeden bir gün önce bir restoranda patlattığı bombayla uygulandı.
Türkiye’nin, yarım asırdan fazla bir süredir devlet bürokrasisinin hiç ziyaret etmediği İran ve Suriye gibi ülkelere aniden sözcülük yapar konuma gelmesi aynı stratejinin ürünüdür. Bunun önemli bir kısmı yeni Kürde karşı eski Kürdü destekleme anlayışıdır. Şimdi Gülen’in Kürdistan seferi aynı zamanda eski Kürdün cephesine güç katma seferidir.
Kısacası ‘Çoğunluk Kürtler Projesi’, Kürtleri dört parçada parçalayıp denetlemektir. En ufak aile çıkarından tutalım da aşiretlere ve partiler arası çelişkiye kadar her şey bunun aracı potansiyelindedir (dikkat edilirse İran saldırısı, son DTP operasyonu ve Suriye’deki Kürtlerin tutuklanması eş zamanlıdır).
Adına tarihsel potansiyel komplo diyeceğimiz yeni özgürlükçü Kürtlere karşı potansiyeller, ister Kürt olsun ister olmasın birbirlerine düşman bile olsalar, tarih boyunca eski gerici Kürdü sürdürmede uzlaşmışlardır. 1999’dan 2002’ye kadar devletin kendisi de komplo karşısında siyasal krize girmiştir. Ancak AKP şahsında ‘Kürtlerle’, Gülenin de içinde bulunduğu yeni Kürdü etkisizleştirme platformu oluşturularak tarihsel komployu yeniden inşa etme çabasına girmişlerdir.
AKP’nin kuruluşunun Kızıl Elmacıların önemli bir kısmını da kapsaması Gülen’i etkilemiş olmalı ki klasik İslam Siyaseti yürüten ve karşı durduğu Erbakan yerine Faşist-Dinci Koalisyonu’nu bu kadar destekledi. Tabii ki milyar dolarları bulan ekonomik ilişkilerden tutalım kaçak petrole kadar, Kürdün maneviyatını dikkate alacak ahlaktan mahrum bırakacak kadar güçlü ilişkilerdir bunlar. Sadece Güney Kürdistan topraklarından çıkarılan petrolün bu yıl 250 bin varili bulacağı söyleniyor. Bu oranın dört yıl içerisinde 1milyon varili hedeflendiği gerçeği, bu ilişkilerin ne kadar stratejikleşeceğinin kanıtıdır. Zaten ahlak sınırlarını tanımayan bu ilişkiler, kapitalist modernitenin ruhuna da son derece uygun.          
Mevlana Xalit nasıl Kürt Mirliklerinin dağılmasından faydalanıp Nakşîciliği yaymışsa bugün genelde Kürdistan da, özelde Güney Kürdistan’daki Gülen seferi de Kürdün etkisizleştirilmesini ve parçalanmasını hedeflemektedir.    
Gülen özellikle PKK’nin 1 Haziran kararından sonra harekete geçerek ilk kez Kürdistan’da kitlesel yatırımlar yapmıştır. Kürt Özgürlük Hareketinin neredeyse her başarılı hamlesinden sonra misillemesini yaparak ve tüm imkânlarını devreye sokarak Kürdistan’a talimatla siyasal, kültürel, ekonomik saldırılar düzenlemektedir. Devletin “yargı”sından aldığı “berat” kararı, adeta bu “çaba”sının ödüllendirilmesidir. Gerçek ve samimi Müslümanları devletin eliyle tasfiye etmek için nasıl ağlayarak kendisini cami duvarlarına vurmuşsa şimdi de berat kararına rağmen sahte cazibesini kaybetmemek için Türkiye’ye dönmemekte ve üstelik “yeşil kart” başvurusunu yaparak milyar dolarlık çirkin rant ilişkilerini örtmek istemektedir.
Gülen Cemaati, Güney Kürdistan’da “Kürdistan İslami Birliği” partisiyle de yakın ilişkiler içerisindedir. Çünkü bu yapı hem ABD’deki Demokrat Parti kongresine katılacak kadar ABD ile ilişkili hem de Güney’de örgütlenen bir çelişki. Yakın zaman içerisinde bu partinin başkanı iki defa Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Son ziyaretini ise Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenaze törenine katılmak için yapmıştır.
Türkiye’nin Güney Kürdistan planı adeta Gülen’in koordinesinde gelişiyor. Süleymaniye’de yapılan bir üniversite Gülen’in bir üniversitesinin mimarisinin kopyasıdır. Ayrıca son süreçte, Newroz bayramına özgün program yapmayacak kadar parçalı olan YNK basınının DTP operasyonundan hemen önce Gülen basınını Türkiye’de ziyaret etmesi düşündürücüdür.
Güney Kürdistan’da Türkiye’nin etkisinde körüklenen diğer büyük bir çelişki de Kurmanci lehçesine yönelik tutumdur. Son yüz yılda defalarca özerkliği kabul edilen bu parçada her defasında Sorani lehçesi resmi olarak kabul edilmektedir. Bu, her ne kadar “iç çelişki” gibi görünse de aslında başta Türkiye olmak üzere dış müdahaleler üzerinden meydana gelmektedir. TC, Güney’de Kurmanci lehçesinin gelişimi ve resmiyet kazanmasını, Kurmanci ağırlıklı Kuzey Kürdistan’a “emsal” olma tehlikesi olarak gördüğünden tüm gücüyle ve Irak Baas partisiyle işbirliği içerisinde müdahil olmuştur, şimdi de olmaktadır. Gülen ve Türkiye Güney’deki üniversitelerde Türkçe Bölümü açtırmalarına rağmen, Kurmanci lehçesi Güney’in halen (Eğitim Bakanı’nın deyimiyle) “illegal” lehçesi!      
Yakın zamanda Güney’de yapılan Abant Platformu toplantısıyla, Kürtlerin hiçbir yararına olmayan ilişkileri Kürdistanlılara ‘umut’ olarak pazarlamaya çalışan anlayışın kendisi de bu toplantıdan hiçbir sonuç almadığına inanmıştır. Yine, nedense alelacele Gülen’in talimatını gerçekleştiren güçler, Kuzey Kürdistanlı halkın zaferinden sonra her gün acele ettikleri ‘Kürt Konferansı’nın bugünlerde adını bile anmak istemiyorlar. Çünkü Kuzeyli Kürtler konferanslarını yaptılar bile…
Evet, Kuzeyli Kürtlerin konferanslarını yaptıklarını söylüyoruz ama bunu hazmedemeyen Gülen ve onun Siyasal İslamcıları kapsamlı bir saldırı düzenlediler. Kürt demokratik yapısına müdahaleleri, işgal ettikleri her türlü devlet imkânlarını kullanmalarına rağmen kazanamadıkları seçim intikamıdır. Zaman gazetesinin hezeyan ve çığlıkları, Kürdistan’da yatalak hasta gibi düşen Gülen’in hıçkırıklarıdır. Zaman Gazetesi bu tavrıyla başlattığı ‘1 milyon gazete’ kampanyasını başarabilir ancak topyekûn bir savaş olasılığının 1 milyondan fazla insanın kanını akıtacağı hesabını da yapmalıdır. Kaldı ki DTP’nin siyasal başarısını bu operasyonla bastırmak Kürtlere ‘kopuşu tercih et’ demektir.  
Sonuç olarak, tarihteki kızıl katliamlardan kendisini yeniden yaratarak sıçrayan yeni ve özgürlükçü Kürt,  ‘beyaz ölüm’ katliamlarını da boşa çıkarmış, çıkarmaktadır. Fakat konu Kürt olunca neticede hepsi aynı zihniyette olan ve aynı kapıya çıkan İttihatçı – Ergenekoncu – Fetullahçı odaklar kızıl ölümde de ısrar etmektedir. Bunun daha çok Kürdün Kürdü bitirmesi anlayışıyla yürütüldüğü gerçeği de son Mardin – Zangirt köyü vahşetiyle idrak edilmiş oldu.
O halde katliamın türü ve yoğunluğu ne olursa olsun Kürt halkı, ‘çoğunluk Kürtler projesinin’ her boyutunu boşa çıkaracak kazanıma ve deneyime sahiptir ve yeni Kürdün zaferi kaçınılmazdır.

Ozan Erdem

Hiç yorum yok: