22 Şubat 2010 Pazartesi

Rusya’nın 200 Yıldır Değişmeyen Kürt Politikası

Rusya'nın Kürt politikası belli dönemler taktiksel değişiklikler içerse de jeopolitiktir. Rusların Kürtlerle ilgili dış politikasının ana çizgileri Çarlık döneminde oluştu. Çarlık Rusya’sının Kürt politikası, büyük idealler gösteren sosyalizm ve sonrasında hep aynı kaldı.
Ortadoğu’ya ilgilenmeye başlayan her politik aktör gibi Rusya’da Güneye doğru genişleme sürecinde Kürtlerle karşılaşmış ve onlar hakkında geniş araştırmalar yaparak tanışmıştır. Çarlık dönemi Kürtleri biraz tanır tanımaz Kürtlerle ilgili Rus dış politikasının ana çizgilerini oluşturmuştur. Çarlık Rusya’sının bu politikası maalesef bazı konularda büyük idealler gösteren sosyalizm ve sonrasında gelişen kapitalist Rusya’da da değişmemiştir.
RUSLARIN BİR KÜRT POLİTİKASI VARDI
Çarlık Rusya’sı da, diğer emperyal güçler gibi Kürtlerin Sosyo-politik parçalanmışlık durumlarını değerlendirerek, devletsizlik ve örgütsüzlük durumlarını pragmatist bir mantıkla kullanmayı esas almıştır. Rusya imparatorluğu 18. Yüzyılda Osmanlı ve İran imparatorluk sınırlarına ulaştıktan itibaren Kürtleri (coğrafik ve demografik) imkânlarından dolayı oldukça jeopolitik bir aktör olduklarını görmüş onlarla ilgili temel bir politika olmadan bölgeye egemen olmanın mümkün olmadığını anlamıştır.
O yüzden başta Kürtler olmak üzere bazı kesimlerin Rusya’nın bir Kürt politikası olmadığı yolundaki genel kanıları yanlıştır. Sadece Rusların değil bölgeyle ilgilenen herkesin Kürtler gibi önemli bir jeopolitik konum arz eden bir halk hakkında bir politikaları ve bir stratejileri olmuştur. Sadece bu stratejiler çoğunda egemen olan pragmatik ve çok fazla geçici hamleleri içerdiğinden uzun süre tanımlanmakta güçlük çekilmiştir. Ama en önemlisi de stratejiler Kürt halkının sosyo-politik durumunda bir değişikliğe yol açmamış yada Kürtler için daha talihsiz sonuçlara yol açmıştır. Ancak çözümsüzlük politikasızlık değildir. Çözümsüzlüğün kendisi bir politikadır ve yönetilebilinir “çözümsüzlük” profesyonel bir stratejidir. Malasef bu strateji emperyal idealler taşıyan güçler tarafından birçok bölgenin yönetilmesi için başvurulan yöntemlerdir.
SSCB SOSYALİZMİ VE KÜRTLER
SSCB sosyalizmi Kürtler için kötü başlamıştır. Ekim devriminden sonra Kemalistler ile Lenin arasında imzalanan dostluk ve işbirliği anlaşması Sovyetlerin önemli bir süre Kürtlere düşmanlık beslemelerine yol açmıştır. Sovyetler 1950’lere kadar Lenin imzaladığı anlaşmadan dolayı Kuzey Kürdistan’da gelişen ayaklanmalara karşı Türklerin yanında yer almıştır. Kürtlerin yoksul köylü ayaklanmalarını derebey ayaklanmaları olarak değerlendirip Kürtleri bir bütün gerici ve Avrupa ajanları olarak nitelendirmişlerdir.
Örneğin Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılmasından sonra sınırları geçip Sovyetlere sığınan Kürt savaşçılar yakalanarak Türkiye teslim edildi. Ama en açık ve trajik olanı ise Agiri ayaklanmasında olanlardır. İhsan Nuri Paşanın anılarında anlattığı gibi Sovyetler uçakları sınırları aşıp Kürdistan’daki ayaklanma bölgelerini bombaladı. Bizzat Rus birlikleri Türklerin talebiyle sınırları geçerek iki ağrı dağının arasındaki yoksul Kürt isyancılarını öldürdüler. Agıri isyanın komutanı İhsan Nuri Paşa anılarında Rus birliklerinin Kürtleri nasıl sırtlarından vurduğunu anlatır. Yine Ermenistan Kürtleri, Agıri ayaklanmasının bastırılması sırasında Türk ordusunun katliamlarından kaçarak Sovyet sınırlarını geçen yoksul sivil Kürtlerin Rus askerleri tarafından Zengi nehri kenarlarında tutularak Türklere teslim edildiklerini halen anlatırlar.
‘DÜŞMANIMIN DÜŞMANI’ POLİTİKASI
Sovyetlerin bu politikaları Türkiye’nin Batıyla kurduğu ortaklıklara kadar sürdü. Türkler Avrupa ve ABD yaklaşmaya başladıktan sonra Sovyetler, Kürt politikasını yeniden gözden geçirmeye başladı.
Özellikle ikinci dünya savaşı Sovyetler ile Batılıların, Kürtlerin yaşadığı coğrafya üzerindeki jeopolitik hesaplarını gerçekleştirmek için amansız bir mücadele ile geçmiştir. Kızıl Kürdistan ve Mahabad Kürt cumhuriyetleri de bu jeopolitik üzerine kurulu hesaplardan kaynaklı geçici ve Kürtler için trajik sonuçlara yol açan hamlelerdi. Sovyet Rusya’sı bu bölgedeki ilişkilerini düzenledikten sonra Mahabad Kürt Cumhuriyetini Polonya karşılığında İran-Batı ittifakı ile takas etmiştir.
Yine cumhuriyetin kuruluş sürecin batıyla yaşanan çelişkilere aldanan Sovyetlerin Kürt halkının baskılara karşı gerçekleştirdiği ayaklanmalarını bastırmada Türk devletinin yanında yer alması trajiktir. Ancak çok geçmeden Türkiye’nin kadim düşmanına karşı NATO ve Almanların yanında yer alması ile birlikte Sovyetler yeniden Kuzey ve Güney Kürtleri ile ilgilenmeye başlamıştır. SSCB bu parçalardaki Kürtleri ‘düşmanlarının düşmanı’ olarak görüyor ve kullanılması gereken büyük bir güç potansiyeli olarak değerlendiriyordu.
Bu yüzdende Kürtlerle ilgili politikalardan bizzat devlet yönetimi tarafından ele alınmış ve üzerinde durulmuştur. Çünkü bu anlamda potansiyel bir ittifak özelliği taşımakla kalmıyor aynı zamanda enerji kaynakları üzerinde yaşayan savaşçı bir topluluk olarak NATO’nun ve Asyalı ortaklarının enerji güvenliğini sabote edebilecek yegâne güç demekti. Kürtler enerji kaynakları üzerinde söz sahibi değilse bile enerji güvenliğini sabote edebilecek yegâne güce sahiptirler.
Bu durum Rusya’nın Barzani’yi kabulüne yada en azından geçici de olsa sığınmasına yeterli sebep teşkil etmiştir. Bu sebepten dolayı Rusya ile Barzani flörtü Iraktaki Faysal rejiminin yıkılmasına ve Rusya’nın, Irak, Suriye ve Mısır’la ilişkilerin düzeltmesine kadar sürmüştür.
Bu yüzdende Rusya’nın Ortadoğu ve küçük Asya politikalarında Kürt ulusal hareketleri ile ilişkileri olmuştur. Hatta 1950’lerin yarısında Rusya’nın Ortadoğu’daki tek dostu Kürtler gibi görünmüştür.
YÜZYILLARCA GÜNCEL KALAN SORUN
Rusların Kürt politikası Post-Sovyet döneminde de değişmemiştir. Rusya için Kürt sorunu hep güncel bir sorun olarak kalmıştır. Çünkü bu seferde Rusların bölge üzerinde değil NATO ve Türkiye’nin eski Sovyet coğrafyaları üzerindeki idealleri canlanmıştır. Kürtler, sadece Rusya’nın bölgeye inişi ile ilgili değil aynı zamanda Batıyla ortaklık kurmuş bölge ülkelerinin askeri, siyasi saldırıları karşısında bir koz yada bir tampon işlevi görmüştür. Çünkü Kürtlerin kendi ülkeleri üzerinde kendi kaderlerini tayin hakları sınırlıda olsa ülkenin iç kesimlerinden geçen sınırlar sadece sanal ve politiktir. Özellikle PKK gibi Kürtlerin çağdaş askeri ve politik hareketlerinin gelişmesi Kürtlerin yeniden dengeleri etkileyebilecek bir güç haline getirmiştir.
Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan Rusya Federasyonu, ABD ve NATO genişleme süreci ile ciddi bir tehdit altına girdi. NATO Doğu Avrupa’daki yayılmasını Avrupa etkisiyle gerçekleştirirken sahip olduğu enerji havzaları açısından hayati öneme sahip Kafkasya ve Orta Asaya’yı denetime alma çabasını Türkiye ile birlikte gerçekleştirmeye çalışmıştır. Rusya, kendi içine nüfus etme potansiyeli taşıyan siyasal İslam ve Turanizm tehditlerine karşı Kürt sorunu tek caydırıcı güç olarak değerlendiriliyordu. Rusya’nın 1990 ile 1998’ler arası Kürt hareketine ilgisi palazlandırılan Turanizme karşı bir misilleme niteliğindedir.
Bu politikalar Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası baskılarla Ortadoğu’dan çıkarılması ve Rusya’ya sığınmak zorunda kalmasına kadar sürmüştür. Çünkü Sayın Öcalan’ın durumu Kürtlerin kendileri hakkındaki uluslararası politikaları görmeleri ve daha reel değerlendirmeleri açısından önemli bir dönüm noktası olmuş ve Kürtleri daha reel düşünmeye zorlamıştır.
‘RUSYA KENDİ İÇİNDE YAŞAYAN KÜRTLERE DE ADİL YAKLAŞMADI’
Rusya’nın ve diğer devletlerin Kürtlere kendi ulusal çıkarları temelinde yaklaşımı şaşırtıcı görülmeyebilir. Ama Kürtlerin yeri geldiğinde bu kadar ucuza pazarlanması oldukça şaşırtıcıydı.
Rusya’nın Kürt politikası sadece Kürdistan açısından değil aynı zamanda kendi içinde yaşayan Kürtler içinde fazla adil olmamıştır.
Rusya’nın iç işleri politikalarında ülke içinde yaşayan Kürtlerin talepleri ve hakları küçük bir yer edinmiştir. Kürtler bir azınlık olarak direk merkezi yönetim tarafından olmasa da başta Azerbaycan olmak üzere bölgesel devletler tarafından zaman zaman baskı altına alınmış ve hakları gasp edilmiştir. Yine Stalin yönetiminin bilgisi dâhilinde gerçekleşen Kafkasya’daki sürgünlerde önemli bir Kürt nüfusu da göçertilmiştir.
Oysa eski Sovyet coğrafyasında yaşayan tüm Kürtler Çarlık Rusya’sının egemenlik sahalarına sığınmıştı. Yani Kürtler göç ettikleri dönemde Kafkasya Çarlık Rusya’sının egemenliğindeydi. Bu yüzdende Kafkaslar dâhil olmak üzere Kürtlerin karşılaştığı olumsuzluklardan yâda geleceğinden Rusya Federasyonunu sorumluluk sahibidir.
Halen Ortadoğu, Kafkas ve Orta Asya enerji kaynakları üzerindeki mücadelelerden dolayı Kürt sorunu aktüel bir sorundur. Kürt sorunu uluslararası güçler tarafından pazarlanması kolay bir hammadde zenginliği gibidir. Hammadde benzetmesi sorunun, bazılarının iddia ettiği gibi birileri tarafından üretilen bir sorun değil; burada yaşayan halkın esaret ve işgal koşullarından doğan zorunlu ve sürekli bir mücadele olmasından kaynaklanmaktadır. Kürt özgürlük mücadelesi birileri tarafından desteklendiği için değil bizzat Kürtlerin yaşama mücadelesi olarak sürdürülmek zorunda olduğu için büyük ve güncel bir sorundur. Bu durum Kürtlerin objektif olarak sahip oldukları jeopolitik ve demografik yapısı ile birleştiğinde büyük bir mücadele potansiyeli ortaya çıkarmaktadır. Ama bu objektif olarak, direk veya dolaylı olarak birçok uluslar arası gücün işine yaramıştır.
Son Rus-Gürcü savaşı Rusya’nın hala ne kadar büyük küresel tehditlerle karşı karşıya olduğunu ve NATO Rusya üzerindeki ideallerinin ne kadar güncel olduğunu gösterdi. Kürtler Rusya’nın NATO ile güney sınırları arasında bir tampon durumundadır. Bu yüzdende Rusya için hep güncel olan bir sorundur.
KÜRTLER RUSYAYI NASIL GÖRÜYOR
Şüphesiz Kürtlerin (objektif durumundan kaynaklı olarak ) büyük güçler gibi kağıtlar üzerinde büyük jeopolitik planları oluşturma imkânları olmamıştır. Ancak Kürtlerde de tarihsel deneyimlerinden doğan güçlü bir politik bellek ve öngörü oluşmuştur. Bu yaşanılanlar onlarda kimi nasıl değerlendirmeleri gerektiğine ilişkin güçlü politik sezgilere yol açmıştır.
Kürtler, sosyal realite açısından Ruslardan farklı dini inançlara sahiptir. Bu başlangıç açısından bir negatif çekince olsa da Kürtler son yüzyılda, siyasi açıdan Rusya ile olan ilişkilerinde her zaman olumlu yaklaşım sergilemiş belli umutlar beslemişti. Yine 1917 Ekim Devrimi, Kürtleri, Rusya’yı daha çok tanımaya ve bilmeye teşvik etmişti. Ancak Kürtlerin yukarda saydığımız tek taraflı çıkar ilişkilerine kurban edilmeleri ve her seferinde etik olmayan yaklaşımlarla karşılaşmaları onlarda hayal kırıklığı yaratmıştır.
Belki de bu yüzdendir ki PKK gibi bir Kürt hareketi bile dönemin süper sosyalist gücü haline gelen Rusya’ya karşı stratejik umutlar beslememiş kendi özgücüne dayanmayı tercih etmiştir.
Çünkü Kürtler Mahabad Cumhuriyeti’ne kadar Ruslardan adalet ve destek beklentileri olmuştu. Ancak bu Mahabat’ın sonuna kadar sürmüştür. Yine Kürtleri Barzani’den itibaren bu ülkeyi - en azından- dar zamanlarda sığınılabilecek bir dost olarak değerlendirmişlerdi. Ancak bu umutları da Öcalan’ın esaret altına alınmasına kadar sürdü. Yine Kürtler bu gün hala Rusya’yı kendilerine zarar vermeyecek kadar dost bir ülke olarak değerlendirmektedirler. En azından bu son umutlarını halen korumaktadırlar.
RAHMİ YAĞMUR -ANF

Hiç yorum yok: