22 Şubat 2010 Pazartesi

Petrol-Silah-Finans Güçleri ve Kürdistan Politikaları-3-

Türkiye ve Kürdistan’ın Jeo-Stratejik Önemi
1 Mart 2003’te AKP tarafından hazırlanan ve ABD askerinin Türkiye’de konuşlanması ve Türk askerinin Irak`a gönderilmesini öngören tezkerenin Meclis’te reddedilmesi ardından TC-Amerikan ilişkilerinde sorunlar yaşanmaya başlanmıştı. Tezkerenin meclisten geçmemesinde, 2007 yılı yaz aylarında İstanbul-Ümraniye’de yapılan operasyonda ele geçen çete ve silahlarla ilk defa ismi telaffuz edilen ‘Derin devlet’ ya da ‘Ergenekon’un etkisi olmuştu. Siyasi alandaki uzantıları olan CHP ve MHP gibi partiler ile ordu açık bir muhalefet göstermişti. Geçmişte ABD tarafından desteklenen derin devlet-Ergenekon şimdi Avrasya seçeneği ile ABD karşıtı bir politika sergilemekteydi. Bu ABD’nin bölgesel çıkarları için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Tehdidin tez elden bertaraf edilmesi gerekiyordu. Derin devlet ya da Ergenekon’un ve ordunun, ABD tarafından operasyon kapsamına alınmasının önemli bir nedeni ise derin devletin ve ordunun geleneksel politikaları ile ABD’nin politik çıkarları arasında derin çelişkilerin ortaya çıkmasıdır. Ergenekon davasından gözaltına alınan emekli orgeneral Tuncer Kılınç, serbest kalır kalmaz, “NATO'dan ayrılmak gerektiğini, ABD’nin ise Türkiye'yi bölmeye çalıştığını” söyledi. Yine Ergenekon sanıklarından emekli tuğgeneral Nejat Eslen bu konuda yayınlanan bir yazısında şunları söylemektedir: “Ergenekon basit bir çete operasyonu değildir. Bu süreç dünyanın ve Ortadoğu'nun değişen dinamikleri ile ilgilidir. Çok kutuplu bir uluslararası sistem oluşuyor. Küresel ekonominin ve jeopolitiğin ağırlık merkezleri Atlantik’ten Pasifik’e kayıyor. Küreselleşmenin etkin aktörleri çoğalıyor.  Krizden Rusya, Çin, İran ve Hindistan gibi ekonomiler avantajlı çıkacak. ABD ise güç kaybedecek. Çeşitli nedenlerle (nüfus, coğrafya, vs) AB, Türkiye'yi bünyesine kabul edemez.  ABD ise Türkiye'yi Ortadoğu için bir Ilımlı İslam modeli haline getirmeye çalışıyor. O halde dengeler değişirken Türkiye de tehdit ve fırsat değerlendirmesini Avrasya bağlamında yapmalı. Süreç sona erdiğinde, Türkiye jeopolitik kimliğini ve rejimini yeniden tanımlamış; devletin kimler tarafından ve nasıl yönetileceğini belirlemiş olacak”

Türkiye’nin jeopolitik konumunun ABD ve diğer bölge devletleri açısından her geçen gün daha fazla önem kazanması Ergenekon operasyonlarının gerçek nedeni olarak ifade edilebilir. ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarları ve güvenlik sorunları, Ergenekon’un Avrasyacılığı karşısında AKP-ılımlı İslam projesini daha fazla tercih edilebilir bir seçenek haline getirmiştir.  ABD gibi Rusya ve İran’ın da Türkiye üzerinde hesapları bulunmaktadır. ABD’ye yakınlaşmış bir Türkiye, Rusya ve İran açısından ciddi bir güvenlik sorununa neden olacaktır. Özellikle ABD’nin, Polonya ve Çek Cumhuriyetinde kurmak istediği füze kalkanı projesinden vazgeçmesi ardından, sürekli gündemde tutulan Türkiye’nin alternatif olarak tekrar öne çıkarılması Rusya ve İran’da rahatsızlık yarattı. ABD ve müttefikleri açısından ise kendileriyle uyum içinde olan bir Türkiye’nin İran’a komşu olması yanında Türkiye’ye kurulacak füze kalkanı sistemi ve buna bağlı olarak yüksek algılama gücüne sahip radarlar, ABD ve İsrail’in güvenliği açısından oldukça önemli görülmektedir. 2007 yılı sonlarında ABD’ye giden AKP hükümetinin Dışişleri bakanı Abdullah Gül, ABD’nin füze kalkanı projesi için dönemin Savunma bakanı Robert Gates ile ön müzakereler yapmıştı. Ayrıca Trabzon’da ABD’nin askeri üs açma isteği kabul edilmişti. ABD’nin burada açacağı askeri üsle Karadeniz altından geçecek enerji hatlarını kontrol etmek ve Rusya’ya karşı NATO’ya almak istediği Gürcistan ve Ukrayna ile daha fazla ilişki halinde olma planlarında bu üs önemli bir pozisyona sahipti. Türkiye yerleştirilecek füze ve radar sistemlerinden bazılarının Rusya’nın tutumuna bağlı olarak Trabzon’a kurulması da planlar arasında yer alıyordu.

2009 Nisan ayı başında NATO’nun 60. yılı nedeniyle Strasbourg’daki NATO zirvesine katılan TC Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 28 ülkenin üye olduğu NATO içerisinde Türkiye’nin daha fazla rol almak istediğini belirterek, sorumluluklarının gereğini her koşulda yerine getireceklerini söyledi. Zirvede verilen sözler Türkiye’nin NATO’nun bütün isteklerine teslimiyetinin belgesini taşıyordu. Teslimiyet, düzenlenen bir senaryo ile Roj TV krizi ve Tayip Erdoğan’ın sözde İsrail karşıtı “One minute” zaferine dönüştürülerek gizlendi. NATO zirvesinde Türkiye’nin Ortadoğu’da daha fazla rol alması, ABD ve İngiltere karşıtı ülkelerin Türkiye üzerinden hizaya getirilmesi, Güney Kürdistan ile ilişkilerin daha fazla geliştirilmesi ve Türkiye’de ABD’nin açmak istediği askeri üslere ve savunma sistemlerine izin verilmesi gibi birçok maddeden oluşan ‘mutabakat’ metinleri imzalandı.

ABD, yarım asırdan fazla bir süredir TC devleti üzerinden katliamlarla Kürdistan genelinde hakimiyet kurma mücadelesi vermektedir. “Dünyaya hakim olunmak isteniyorsa Ortadoğu’ya hakim olmak gerekir”  tezi “Ortadoğu’ya hakim olmak isteniyorsa Kürdistan’a hakim olmak gerekir” teziyle tamamlanarak Kürdistan’ın stratejik konumu, uluslar arası politikalarda daha fazla öne çıkıyordu. ABD ve NATO müttefiklerinin Kürdistan’a olan ilgisi sadece enerji konularıyla ilgili değildir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’ye yönelik ilişki ve politikaların başarıya ulaşmasında da belirleyici konumdadır.

Kürdistan aynı zamanda Ortadoğu ve Orta Asya’dan gelen petrol-doğalgaz boru hatlarının geçiş güzergahındadır. Ayrıca zengin su kaynaklarına ve petrol rezervlerine sahiptir. Dicle-Fırat nehirleri üzerindeki barajlarla Türkiye, bütün ülke genelindeki elektrik ihtiyacını karşıladığı gibi bölge ülkelerine de satmaktadır. Diğer taraftan, yapılan aramalarda büyük oranda petrol ve doğal gaz rezervlerine rastlanmıştır. Bu özellikleriyle Kürdistan coğrafyasının üzerinde yaşayan halk ve öncü gücü PKK, uluslar arası politikalarda müdahildir. PKK ve Kürt halkının dahil edilmediği hiçbir politikanın Kürdistan’da yaşam bulabilmesi mümkün değildir.

Kürdistan Üzerindeki Enerji Projeleri ve Uluslar arası Senaryolar
Türkiye ve Kürdistan’a kurulmak istenen füze kalkanı aynı zamanda ABD ve müttefiklerinin ‘ulusal çıkarları’ olarak görülen enerji kaynakları ve boru hatlarının güvenliği açısından da ‘gerekli’ görülmektedir. ‘Ulusal çıkarlara’ yönelik her hangi bir tehdit durumunda füzeler, savunma kalkanı olarak devreye girecek, ‘tehdit unsurlarına karşı caydırıcılık özelliği’ sağlayacaktır.

11 Eylül senaryosuyla Irak işgal edildikten sonra, Güney Kürdistan (Kerkük-Musul) petrolleri özelleştirilerek ABD şirketlerine 33 yıl boyunca kullanılmak üzere satılmıştı. Kerkük başta olmak üzere Güney Kürdistan’ın Taktak bölgesinden çıkarılan petrolün, 1 Haziran 2009’dan itibaren uzun süredir kapalı olan ve Kürdistan’dan geçen Kerkük – Ceyhan boru hattından (günde 40 bin varil petrol) ihracatına başlandı. Yine Temmuz 2006 tarihinde açılışı yapılan ve Kazak petrollerini Gürcistan ve Kürdistan üzerinden Akdeniz kıyılarına taşıyan Bakü–Tiflis–Ceyhan petrol boru hattının geçiş güzergahı da Kürdistan’dır.

9-10 Ekim 2005’te Ankara'da yapılan Türkiye-İsrail Enerji Çalışma Grubu’nun ilk toplantısında, Orta Asya ve Kafkas petrol ve doğal gazının Türkiye-Kürdistan üzerinden İsrail’e ve Avrupa’ya aktarılması konusunda mutabakata varılmıştı. 13 Temmuz 2009 tarihinde Ankara’da 6 ülkenin başbakanlarının katıldığı bir törenle imzalanan 3,300 km'lik Nabucco boru hattı projesiyle Azerbaycan ve Orta Asya doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması planlanmaktadır. Nabucco ismini, 2004 yılında Viyana’da kurulan Nabucco Gas Pipeline International GmbH adıyla duyurmuştur. 2010'da başlanacak olan boru hattı Türkiye'den çıktıktan sonra terminal ülke Avusturya'ya kadar sırasıyla Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’dan geçecek. Nabucco projesi % 20 hisse ile BOTAŞ (Türkiye), Bulgargaz (Bulgaristan), Transgaz (Romanya), MOL (Macaristan) ve OMV (Avusturya) arasında paylaşılmıştır.

2020 yılında 31 milyar metreküp doğalgaz taşıyacağı varsayılan hat, aynı zamanda AB'nin Trans-Avrupa Enerji Hattı'nın bir parçası olarak öngörülmekte olup fizibilite ve mühendislik çalışmaları için AB fonlarından da faydalanılmıştır. İlk hesaplara göre Nabucco projesinin toplam maliyeti 4.6 milyar Euro'dur. Proje kapsamında Nabucco boru hattı, eğer İran konusunda gelişmeler yaşanırsa Erzurum'da Türkiye-İran Doğalgaz Hattı ile birleşerek, yine yapımı düşünülen Trans-Kafkas Gaz Hattı ile bağlanacaktır. Bu özellikleriyle hat, hem Orta Asya'yı, hem de Ortadoğu'yu gaz hatları olarak bağlayacak ve batı ucunda Avusturya'nın temel doğal gaz taşıyıcısı hattı olan Baumgarten an der March Hattı ile birleştirilmesi hedeflenmektedir. Esas olarak Orta Asya ve Kafkasya doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımayı hedefleyen Nabucco, ana çıkış noktasında Rusya kaynaklı engelleme girişimlerine karşı Güney Kürdistan’dan çıkarılması düşünülen doğalgaz rezervleri projede ana kaynak olarak işleve kavuşturulabilecek. Bunun için Birleşik Arap Emirlikleri’nin iki firması Crescent Petroleum ve Dana Gas şirketleri, 2007 yılında Güney Kürdistan’da Pearl Petroleum adlı bir şirket oluşturdular. Bu firma, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yaptığı anlaşmalar çerçevesinde Khor Mor doğalgaz alanını geliştirme işini üstlendi. Birleşik Arap Emirlik patentli bu iki petrol şirketi ile Avrupalı şirketlerinin Güney Kürdistan’daki petrol ve doğal gaz aramalarının sonuç vermeye başladığı, büyük miktarda petrol ve doğal gaz rezervlerine ulaşıldığı belirtiliyor. 2014 yılından itibaren bölgeden günde yaklaşık 100 milyon metreküp doğalgaz üretilmesi hedefleniyor. Avrupa Birliği için Rusya’ya alternatif enerji hattı anlamına gelen Nabucco projesinin başlangıç aşaması için bu üretimin yarısı yani günde 50 milyon metreküpün boru hattına pompalanması öngörülüyor.

Rusya Nabucco projesini “ABD, Türkiye ve İsrail’in siyasi projesi” olarak değerlendirmişti. Rusya, ABD-Türkiye-İsrail projesi olarak gördüğü Nabucco projesine karşı, Türkiye ve Kürdistan’ın enerji koridoru olmasını engellemek; ABD ve Avrupa’nın Rusya’yı devre dışı bırakan projelerine karşı, ilk başta Azerbaycan, Türkmenistan veya Kazakistan üzerinde baskı kurarak projeyi engellemeyi veya yavaşlatılmasını hedeflemektedir. Bir taraftan da projeye sınırlı destek veren Almanya ve Fransa ile Rusya doğal gazını doğrudan Kuzey Avrupa'ya taşıyacak, Karadeniz’in 2 bin metre altından 900 kilometrelik Kuzey Akımı hattının inşaatı için hazırlanan proje kapsamında Fransız Gaz de France, Total ve Alman E.ON Ruhrgas, RWE firmaları ile Rus Gazprom firması anlaşma imzaladı. Yapılan anlaşma çerçevesinde boru hattı Baltık Denizi'nin altından Almanya'ya ulaşacak. Böylece Rusya, sorunlar yaşadığı Ukrayna’yı doğalgaz boru hattında devre dışı bırakmayı planlıyor.

Bütün bu gelişmelere bakıldığında Ortadoğu ve Orta Asya’da oynanan oyunların Petrol-Silah ve Finans koalisyonlarının işgal ve hakimiyet mücadelesi olduğu görülmektedir. Bu oyunda aktörlerin kimler olduğu çok önemli değildir. ABD, Avrupa veya bölge devletleri aynı çıkarlar etrafında ittifak ya da karşıtlıklar oluşturmaktadır. Çıkarlar temelinde hakimiyet kurulmak istenen petrol olunca, petrolün olduğu ve petrolün başka yerlere taşındığı coğrafyalar, oynanan oyunlarda en fazla yoksulluğu, acıyı ve tahribatı yaşamaktadır. Kerkük’ün sahip olduğu petrol rezervleri işgalcilerin ceplerini doldururken Kerkük harabeye dönmüş görüntüsüyle bir köyden farksızdır. Yine Kürdistan coğrafyası, Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya çıkışlı doğalgaz ve petrol boru hatlarının geçiş güzergahıdır. Fakat burası da yüzyıllardır uluslar arası güçler ile TC devletinin baskısı altındadır.

Bu durumu Amerikan bilim adamı ve Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph Stiglitz: “Finansa dayalı pazarlar, güvensiz ortamları ve ani değişimleri sevmez. Bir savaş ya da savaş hazırlıkları, kaos ve istikrarsızlık tüm planlamaların çökmesi demek iken, savaş durumu, kaos ve istikrarsızlık silah ve petrol sektörleri için istenilen ortamı yaratmaktadır” ifadeleriyle belirtmektedir. Aslında petrol, silah ve finans güçleri, Kürdistan’da yaşanan her süreçten kar elde edebilen ve aynı zamanda bu süreçleri yine çıkarları oranında destekleyen güçlerdir. Silah satmak için savaş ve kaos gereklidir. Bu durumda silah sektörleri devreye girerken, silah alabilmek-orduyu silahlandırmak için paraya gerek vardır. Bütün imkanlar silaha harcanacağı için devlet ekonomisi çökecek, burada da finans sektörlerinin resmi kurumu IMF devreye girecektir. Petrol sektörü de kendisine yönelik bir tehdit oluşturmadığı sürece çatışmalı ortamlardan nemalanmasını iyi bilir. Yaşanan kaosta kimse zenginlik kaynaklarının sömürüldüğünü ya da çıkarlar temelinde kullanıldığını sorgulamayacaktır. Ne zaman ki kaos petrol kaynaklarını ve boru hatlarının güvenliğini tehdit eder bir düzeye ulaştığında “çözüm-açılım” adı altında devreye girilecektir.

BTC ve Nabucco boru hatlarının geçiş güzergahının Kürdistan’da olması tarafları yakından ilgilendirmektedir. Kürt Özgürlük Hareketinin Kürdistan’daki varlığı nedeniyle, petrol-doğalgaz boru hatlarının güvenliği artık sağlanamamaktadır. Ayrıca güvenlik sorunları nedeniyle petrol aramaları Kürdistan’da gerçekleştirilememektedir. Bu durum BTC-Nabucco taraflarını başka çözümler üretmeye sevk etmiştir. Bu çerçevede Türkiye’de AKP öncülüğünde başlattıkları “açılım-demokratikleşme” (diğer etkenlerin yanı sıra) projeleriyle, ‘Kürt sorununa siyasi çözümler’ getirileceği iddia edilmekte ve ‘PKK’nin silahsızlandırılması çalışmaları’ başlatılmaktadır. Yani Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye planları oluşturulmaktadır.

Yasin Kılıçkaya

Hiç yorum yok: