27 Şubat 2010 Cumartesi

Laiklik ve Siyasal İslam - 3

Nakşibendî tarikatının bir kolu olan cemaat, ünlü Nakşî şeyhlerinden Mehmet Zahid Kotku tarafından kurulmuştur. Bir zamanlar milyona yakın müridi olduğu söylenen Kotku...

Türkiye’de Tarikat ve Cemaatlerin Siyasete Bakışı
 

1-İskender Paşa Dergâhı Cemaati

Nakşibendî tarikatının bir kolu olan cemaat, ünlü Nakşî şeyhlerinden Mehmet Zahid Kotku tarafından kurulmuştur. Bir zamanlar milyona yakın müridi olduğu söylenen Kotku, ülkede o yıllarda giderek ağırlığını hissettiren Liberalizm ve Marksizm karşısında bocalayan gençleri şiirsel yaklaşımıyla etkiliyordu. Hızla gelişen durumlara uyum sağlama yeteneği olan Kotku, insanları Allah’a ulaşabileceklerine ve bu yolda her türlü fedakarlığa göğüs gerileceğine ikna ederek onları ‘yalnızlık duygusu’ndan arındırıp geniş bir cemaat içine çekiyordu. Mürit toplulukta önce şeyhe bağlanıyordu, çünkü temel direk şeyhti.

Kotku’nun siyasal politikası üç aşamalı bir boyutta görülüyordu. Birinci aşamada, resmi ideolojinin araladığı tüm kapıları zorlayarak, müritleri Kuran kursu açma, cami kurma ve olanlara sahip çıkma, öğrenim çağındaki gençler için yurt ve pansiyon imkanı gibi konularda seferber etme; ikinci aşamada ise ekonomik, kültürel, siyasi sorunlarıyla ilgilenme ve müritleri bu yönde teşvik etme esas alınıyordu. Nihai aşamada ise devlet içinde kadrolaşarak devletin kuşatılması ardından ‘İslamileştirilmesi’ hedeflenmiştir.

Kotku’nun ölümünden sonra yerine geçen damadı Mahmut Esat Coşan’ın şeyhliği devralmasıyla Nakşibendi tarikatının en güçlü kolunda yeni bir dönem açılıyordu. İlk 3 yıl boyunca Türkiye’nin siyasi gündemiyle doğrudan ilgilenen yazılardan ısrarla kaçınan, buna karşılık İslam dünyasının dört bir tarafından yaşanan en ufak gelişmeleri bile aktaran İslam dergisi, bu çizgisini 1987 yılından itibaren değiştirdi. Ülke gündeminde önemli bir yer işgal eden baş örtüsü tartışmalarıyla başlayan bu çizgi değişikliği imam-hatip liseleriyle ilgili dosyalarla devam etti. Refah Partisini alenen destekleyen Coşan, İslam dergisinin 1987 Aralık sayısında (seçim öncesi sayısı) yanlış seçim yapanların kıyamete kadar vebal altında kalacağını söylerken, atılan isabetli oydan sonsuz sevaplar kazanılacağını vurguluyordu. Bunlara rağmen % 10 barajının aşılamaması etkilerinin sanıldığı kadar fazla olmadığının düşünülmesine yol açmıştı. Erbakan ile aralarındaki gizli güç savaşı, ilişkilerin tekrar zayıflamasına hatta kopmasına yol açtı. Son seçimlerde cemaatin hangi partiye oy verdiğini gösteren bir araştırma olmasa da seçim sonuçlarıyla bir tahmin yapmak mümkün görünüyor.

2-Erenköy Cemaati

Nakşibendiliğin Gümüşhaneli dergahından yetişme olan Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun önderliğinde faaliyete geçmiş, sesini Altınoluk dergisiyle duyurmayı hedeflemiştir. İslami bir düzene geçebilmek için radikal devrimlere gerek duymuyor ve insanı değiştirerek bunun kendiliğinden olacağını düşünüyorlardı. Bu tarz ile temel, insana önem verme ve bireysellik üzerine kurulmuştu.

12 Eylül öncesi Milli Selamet Partisinden yana olan desteğini sivil hayata geçerken ANAP’a kaydırmıştır. İstanbul kanadı ANAP’a desteğini sürdürürken, Anadolu kanadı Refah Partisi’ne destek vermiştir. Erenköy cemaatinin çok güçlü olduğu söylenemez fakat gücü müritlerinin maddi zenginliğinden gelmekteydi.

3- İsmail Ağa Cemaati

Mahmut Ustaosmanoğlu’nun şeyhliğini yaptığı Nakşibendiliğin İsmail Ağa cemaati diğerlerine nazaran daha katı ve radikal tutumuyla göze batıyor. Kadınların kara çarşafa bürünmesinin ve erkeklerin sakal bırakmasının mecbur kılındığı tarikatta gündelik işler, en ufak ayrıntısına kadar şeyhler tarafından karar verilip müritlerine yayılıyordu. Kendi küçük cemaatlerini, içinde yaşadıkları topluma karşı bir güç olarak tanımlamaları, doğal olarak içinde yaşadıkları toplumu da kendilerine karşı bir güç olarak tanımlamalarına neden oluyordu. Yeni dünyanın bütün yeniliklerini reddeden Mahmut Hoca fazla bir etkinlik ve gücü bulunmamakla beraber müritlerini MNP-MSP-RP-FP çizgisine oy atmaya sevk ediyordu. Müritlerinin siyaset yapmalarını tasavvuftan uzaklaşır korkusuyla istemiyordu.

4- Menzil Dergahı

Müritlerinin ‘sultan hazretleri’ diye çağırdığı Mehmet Reşit Erol’un önderliğini yaptığı hareketin Adıyaman’ın Kahta ilçesine bağlı Menzil köyünde ortaya çıkması ve devam etmesiyle ismini almıştır. Alkolik, esrarkeş, kumar ve içki düşkünü gibi kötü alışkanlıkları olanların, omzuna dokunup iyi olacaksın demesi için oralara kadar gelerek elini öpmek ve derdini dökmek için sıra beklemeleri ile adı her tarafta duyulmuştur.

Bu 300 nüfuslu köye olan akının sebebi devletin de dikkatini çekmiş ve 12 Eylül sonrası 2 yıl Çanakkale’ye sürgün edilmiştir. 87 seçimleri öncesi Erbakan’ın Menzil köyünü ziyarete gittiği iddiaları gerçekçi bulunduysa da ispat edilememiştir. Erol kendi siyasi görüşünü ziyaretçi sayısının azalacağı endişesi ile alenen söylemekten çekinmiştir. Gelen ziyaretçilerin amaçlarının farklı olmasından kaynaklı siyasi bir girişimi olmamış, siyaset sahnesine direkt etki de bulunamamıştır.

5- Kadiriler Cemaati

İslam dünyası ve Türkiye’nin eski tarikatlarından olan Kadirilik, eski güç ve etkisini yitirmiş durumdadır. Günümüzde İcmal ve Öğüt Dergileri etrafında toplanan Kadirilerin liderliğini, sanayici-işadamı Haydar Baş yapmaktadır. Trabzon merkezli ve ilmi araştırmalar Vakfı çevresinde değişik illerde faaliyet gösteren grup, kendilerinin tarikat olmadıklarını söylemektedirler. İslamcı kesimi incitmeden ‘Milliyetçi-Muhafazakar’ bir çizgide hareket etmektedirler.

İstikrarsız ve eklektik görüşleriyle politik arenada kendine bağımsız bir yer edinemeyen, gün geçtikçe ‘Sağ’a iyice kayan bu çevre, öğrenci gençlik içerisinde belirli bir ilgi görmesine rağmen, cemaat ve diğer lider kadrolar ve buna bağlı olarak geliştirdiği ‘devletten çok devletçi’ politikaları Karadeniz yöresinin dışına çıkmasını kısmen engellemiştir.

6- Nur Cemaati

1876 yılında Bitlis’in Hizan kasabasının Nurs köyünde doğan Said-i Kurdi (Nursi) ‘nin yazdığı risalelerin müritlerince yayılmasıyla oluşan ‘Nurculuk’ hareketi iki hedef üzerinde yoğunlaşarak çalışmalar yapmıştır:

a- En geniş anlamda Müslüman cemaatin imanını kurtarmak, güçlendirmek, onu rakiplerinin silahlarıyla kuşatmak ( seküler bilime karşın İslami bilim)

b- Bu geniş Müslüman cemaat içinde öncü rolü üstlenecek daha rafine bir imana, daha güçlü cemaat ve kardeşlik duygusuna sahip ikinci bir cemaat ( Nur talebeleri) meydana getirmektir.

Nur cemaati başlangıç itibariyle Demokrat Parti’yi desteklemiştir. 1950’de DP’nin iktidara gelmesiyle Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a kendi ve Nur talebeleri adına kutlama mesajı çeken Said Nursi , Kore savaşı da dahil olmak üzere bütün hükümet kararlarını desteklemiştir. Ölümü ardından müritlerinin faaliyetleri, Nurcu grupların, (tümü de Said Nursi’den referanslı), farklı temel çalışma yöntemlerini şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:

A- Sağ kitle partilerini desteklemek

B- Devlete ‘dindar’ kadrolar yetiştirmek

C- Türkiye’de ve dünyada ‘dinsizlik ve komünizme’ karşı, herkesle ittifak yapıp mücadele etmek

D- Risalelerin eski yazıyla elle yazılıp çoğaltılmasını sağlamak

‘Yeni Asyacı’ grup olarak kendilerini gösterenlerin en büyük farkları, İslamiyet ile Demokrasi arasında bağ kurmaya çalışmalarıydı. Bununla da yetinmeyen grup Komünizm tehlikesine karşı, Said Nursi’nin ‘dinsizlere karşı ehl-i kitap olan Hıristiyanlarla işbirliği yapılması gerektiği’ görüşünü ön plana çıkarmıştı. Bu görüşleri tepkiyle karşılansa da kendi içlerinde tutarlı bir politika izlemekteydiler. 1990’da Yeni Nesil - Yeni Asya olarak ikiye ayrılana dek kopmaları pek önemsemediler. Bölünme sonunda ortaya çıkan sürtüşmeler, daha önceden kopmuş olan bir oluşumun, Fetullah Gülen grubunun güçlenme sürecini hızlandırdı.

7- Fetullahçılar

1970’li yıllarda bazı işadamlarının da verdiği destekle Fetullah Gülen Nur cemaatinden ayrılmıştı. Gülen çevresinde toplanan grubun oluşturduğu cemaat, radikalden çok sağa yakın görüşü benimsemesiyle dikkati çekmiş, sesini Zaman gazetesi aracılığıyla duyurmayı uygun bulmuştu. İlk aşamada bir partiyi desteklemekten çok kendi varlığını pekiştirip güçlendirmeyle ilgilenmiş, bu doğrultuda vakıflar kurmuş, özel dersler vermiş, dershaneler açmıştır.

Verdiği vaazlarında kendini küçük göstererek dinleyicilerin gururunu okşayan Gülen’in, İslam’ın radikal yorumlarına karşı bazen sert bir üslupla eleştirilerde bulunması diğer cemaatlerin tepkilerine ve Gülen’i CIA ajanından devletin adamı olduğuna kadar varan suçlamalara yol açmıştır.

Fetullah Gülen, bir yandan ‘dini ve milli geleneklere’ uygun din tefsiri yaparken diğer taraftan her fırsatta devletin karşısında değil yanında oldukları imajı çizmekteydi ve cemaatin asker ve polise olan ilgisi yoğundu. Yalnızca ‘onlara kurşun sıkanları ihbar etmeyenlerin Allah katında sorumlu olduklarını’ bildirmekle kalmamış, askeri liselere ve polis kolejlerine sızma girişimleri olmuştur. Buna karşı tedbir alan askeri yetkililer, Fetullahçıların temas kurduğu birçok askeri öğrenciyi okuldan atmıştır.

Cemaatin örneğin sadece Özbekistan’da 3343 öğrencisi ve 209 Türk öğretmeniyle 17 ortaöğretim kurumu, 1 dil merkezi; Türkmenistan’da 293 öğrencisi ve 28 Türk öğretim üyesiyle 1 üniversitesi, 163 Türk öğretmeni, 63 belletmeni var. Eğitim alanındaki örgütlenmeye ilişkin bu veriler sadece var olanların yanında küçük bir örnektir. Öğrenim çağındaki gençleri hedef kitle seçen Fetullahçılar, yetiştirdiği gençleri özellikle devlet kurumlarına girmeye teşvik etmektedir. Cemaatin mevcut kadrolaşması tamamlandığında veya kendilerine güvenleri geldiğinde siyasi iktidara daha stratejik bir tarzda sahip olmak istediği daha iyi anlaşılmaktadır.

Sonuç

19. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan ve İslam’ı bir bütün olarak yeniden toplumsal, siyasal ve kültürel yaşama egemen kılmak amacıyla hareket eden İslamcılık düşüncesi, Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar Osmanlıdaki en güçlü siyasal akımlardan biriydi. Türk ‘Kurtuluş savaşı’ sırasında da mücadeleyi desteklemek için kullanılan İslamcılık düşüncesi, zaman zaman tüm siyasi iktidarlar tarafından oy toplamak amacıyla körüklendirilmiş ya da söndürülmeye çalışılmıştır.

Tek parti döneminde de, çok partili dönemde de İslamcılar oy kaynağı olarak görülmüş, militan laiklik politikası daha ılımlı bir laiklik politikasına dönüştürülmüştür. Ancak Siyasal İslam’ın Türkiye’de asıl yükselişinin 1980 sonrası olduğu söylenebilir. Bunda 1980 sonra yükselen Kürt Özgürlük hareketini ve silahlı direnişini engelleme, yaşanan ekonomik krizler, yolsuzluklar, rüşvet, adam kayırma gibi nedenlerden dolayı Siyasal İslam’a karşı bir yöneliş başlamıştır. Bunun en önemli kanıtı 1994’ten itibaren Refah Partisiyle başlayan yükselişin 2002 yılından bu yana da Siyasal İslam’ın tek başına iktidarda olmasıdır.

Türkiye’de hızla güçlenen Siyasal İslamcı akımın ülkenin yönetimine ne ölçüde tehdit oluşturacağını söylemek pek kolay değildir. Kimileri İslamcı hareketin güçlenişini sadece kültürel ve sosyal bir olgu olarak görürken, kimileri ise bu hareketin güçlenmesinin ‘Laik’lerle ‘İslamcı’lar arasında kaçınılmaz bir hesaplaşma ve daha derin bir iktidar savaşı doğuracağını belirtmektedir.


Ali Rızgar

Hiç yorum yok: