22 Şubat 2010 Pazartesi

Kürtler Siyaset Laboratuarında Artık Denek Olamazlar


Savaş ve Siyaset Laboratuarları
Laboratuarlar bilimsel deneyler için kurulmuş birer merkezi organ rolündedir. Birçok soruyu, sorunu ve hastalığı çözmenin yanı sıra insanlığa yararlı (ve zararlı) yeni ürünler üretmek için de kullanılan alanlardır. Hammadde burada tahlil edilir ve işlenip sonucu kesin olarak belirlendikten sonra “hizmete” sunulur. Bu mekanlarda doğru sonuca ulaşmak için çoğunlukla hayvanlar denek olarak kullanılır. Hayvanlar insanlara feda edilerek hastalıklara derman aranır. Ama silah laboratuarlarında ise bu bambaşka bir biçimde kendisini ifade eder. Egemen, ırkçı ve vahşi siyasetin sonucu olarak Hiroşima-Nagazaki, Vietnam, Halepçe, Bosna-Hersek, Irak, Filistin ve tüm Kürdistan’da insanlar, hayvanlar yerine denek olarak kullanılmış ve etkileri deneylerle ispatlanarak, üretilen yeni silahlara yeni müşteriler bulunmuştur. Böylece çıkarılan her yeni savaşta insanlar üzerinde mutlaka yeni bir silah ya da silahlar denenerek, iktidarlarını güçlendirmenin yolları aranmıştır. Silahın iktidarları koruyamadığı zamanda ise siyaset mekanizması devreye girer. Siyaset alanı halkların temel sorunlarının çözümü ya da çözümsüzlüğü için laboratuar rolündedir. Siyaset laboratuarında doğru, gerçekçi ve ciddi çalışanlar kesin ve çözümleyici sonuçlara ulaşırlar. Dünya tarihi bunun örnekleriyle doludur.
Geçen yüzyıllarda siyaset laboratuarlarında meydana getirilen projeler ise Batı için farklı, Doğu halkları için farklı sonuçlar doğurmuştur. İktidarcı-devletçi güçlerin politik projeleri uygulamada halklara katliamları, sömürgeciliği, talanı ve inkârı reva görmüştür. Dünya siyaset laboratuarında oluşturulan bu projeler, halklar üzerinde çok şiddetli uygulandı. Kendilerini bu projelerde denek olarak görmek istemeyen halklar ise başkaldırdılar. Özgürlüklerini istediler. Buna karşı her türlü katliamcı zihniyet dünya egemen güçleri tarafından desteklendi. Resmi anlaşmalar ve yeni kurumlaşmalar bunun üzerinde inşa edildi. Üniter devlet sınırları, BM, AB, Arap Birliği, diğer ortak askeri-siyasi paktlar, kutuplar ve Lozan antlaşması gibi uluslar arası anlaşmalar yoluyla dünyanın siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlarına “çare” arandı. Bilimsel ve tekniki deneme ve tahliller, dünya siyaset laboratuarlarından çıkan “yaşam projelerinden” daha hızlıdır. Uzayı araştırmaya kalkışan insan beyni, insanlık ve dünya için ne yazık ki o kadar gelişkin ve adaletli olmamıştır. Geçen yüzyılda egemen dünya siyaset laboratuarında ortaya atılan ve insanlık üzerinde uygulanan projeler, insanlığı büyük felaketlerle yüz yüze bıraktı. Şimdilerde ise aynı laboratuarlarda yeni konseptler pişirilmeye başlanmıştır. Öyle ise şunu sormak yerinde olacaktır: 21. yüzyıl dünya siyaset laboratuarında hangi deneyler üzerinde tartışmalar yapılmaktadır? Bu deneyler neden halklardan gizleniyor? 21. yüzyıl siyaseti, ekonomisi, coğrafyası, kültürü ve askeri yapılanması ile  dünya haritasının yeni renkleri üzerindeki deneyler ilk önce nerede denenmek isteniyor? Egemen güçler kendi siyaset laboratuarında ürettikleri projeleri 21. yüzyılda neden geçersiz saymak zorunda kaldılar? Ortadoğu ve Kürdistan’ın bunda etkisi nedir? Şunu hemen belirtmekte yarar var.
Kürdistan Özgürlük Hareketinin özelde Kürdistan, genelde Ortadoğu siyaset arenasına sunduğu demokratik yaşamın çözümleyici projelerinin bölgeyi değişim yönünde tetiklediği aşikardır. Ortadoğu bölgesi, dünyayı iyi ya da kötü yönde değiştiren ama makûs talihini bir türlü yenemeyen kilit bir roldedir. Dolayısıyla Ortadoğu çıkışlı bütün projeler ve ideolojiler dünya ve insanlık için daima önemli olmuştur ve dünyayı etkisi altına almıştır. Bunu bilen ve gören dünyanın küresel-tekelci egemen güçleri siyaset laboratuarlarında eski-klasik denenmiş ama başarı getirmemiş bütün uygulamaları önce restore etmeye, sonra değiştirmeye ve anlaşmaları güncel zamana uyarlayarak yeni deneyleri halklar üzerinde denemek istemektedirler. Bunun için BM, AB ve NATO gibi yapılarla Lozan Antlaşması gibi uluslararası anlaşmaları bile gözden geçirmeye başlamışlardır. Uluslar arası güçler, 21. yüzyıl gerçekliğinde geçmiş siyasi, askeri, kültürel, coğrafik, ekonomik ve unutulan çevreyle ilgili sorunlara yeni arayışlarla kendileri açısından çözüm olma çabası içindedirler. Eski olanda direnenler klasik katliamcı tarzlarında ısrar edip yeni renkleri kabul etmemek için son kozlarını oynamaktadırlar. Onlar için ölüm kalım meselesi olan bu durum, yeniyi bir türlü kabul etmeyen şaşılığa dönüşmüştür. Bundan dolayı yapmayacakları katliam yoktur.

Katledilen Kürt’ten başkaldıran Kürde
Ortadoğu’da bu değişik durumu ortaya çıkaran Kürtlerin durumu ne olacaktır? Yeni dünya haritasında renkleri olacak mı? Geçmiş yüzyılın katliamcı zihniyeti bugün doğanın büyüsünü bozmuş ve ekolojik dengeyi altüst etmiştir. Bu zihniyet sadece halkları değil doğayı da katliamdan geçirmiştir. Dolayısıyla doğayla tekrar barışma ve kazanmanın yolu halkların özgürlüklerini tanıma ile ilintili bir sorundur. 21. yüzyıl dünya siyaset laboratuarında ortaya atılmış en önemli proje, Ortadoğu’da Kürtlere verilen rol ile ilgili olandır. Kürdistan yeni dünyanın renkleri arasına girmiştir. Ortadoğu’da iktidar olmak ve hakim olmak isteyen tüm güçler buna göre kendilerini hazırlamaktadır. Kürtleri esas almayan güçlerin artık Ortadoğu’da iktidar olma ve bunu sürdürme şansları kalmamıştır. Dünyanın konjonktürel şartları ve Kürtlerin yakalamış olduğu demokratik bilinç düzeyi onları Ortadoğu’nun mihenk taşı yapmıştır. Kürdistan’ı sömürgeleştiren devletler, Kürtleri eskisi gibi vahşi-barbar kabilelermiş gibi gösterip dünya egemen güçlerinden destek alarak onların katliamına vize alamazlar. Bu, Kürtler üzerinde katliam yapılamaz anlamına gelmemelidir. Katliamları hiçbir zaman gündemlerinin dışında bırakmayan faşist yapıların fırsat buldukları an bunu deneyeceklerini bilmek gerekir.
19. ve 20. yüzyılda Ortadoğu’da somutlaşan devlet gerçekliğiyle bölgesel ve uluslararası şartların yanında Kürtlerin politik sahnede döneme uygun tarzda yeterince kıvrak olmamaları ve dengelerle süreçleri okuyamamaları sonucu kendilerine biçilen tek şey sömürge gömleği olmuştur. Kürt sorununu çözmeye ya da Kürtler için hak talep etmeye çalışan kim olursa olsun o dönem katliama ve idama mahkûm edilmiştir. Şêx Sait Amed’de, Seyit Rıza Dersim’de, Qazi Muhammed Mahabad’da başkaldırdı. Daha niceleri de başka yerlerde. Fakat hem Kürtler katliamdan geçirildi hem de liderleri idam edildi. Kürtleri kim katliamdan daha çok geçirip, idam etmişse o iktidarda daha çok kalıyor ve koltuğunu daha çok koruyordu. Bunun en son örneği Saddam’da temsilini bulmuştur. Uluslararası bir komplo sonucu Türkiye’ye teslim edilen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan kaldırılan idam kararını değerlendirirken, “idam edilmeyişim Kürtler ve Ortadoğu için tarihi önem ve anlamdadır” diyerek Kürtler ve Ortadoğu için yeni bir dönemin başladığını belirtiyordu. O gün pek anlam verilmeyen bu söz, son yıllarda ortaya çıkan dünya ve Ortadoğu’nun siyaset arenasında daha iyi anlaşılmıştır.
Kürtleri idam etme ve katliamdan geçirme dönemi geride kaldı. Kürt ve Kürdistan’ın sorunlarını “çözme” dönemi artık başladı. Ortadoğu’da dünya siyaset laboratuarının ortaya çıkarmış olduğu en keskin gerçeklik Kürtler üzerinde kendisini göstermiştir. 19. ve 20. yüzyıl siyaset deneylerini ve projelerini Kürtler direnişleriyle boşa çıkarmıştır. Mezarları üzerine yazılmaya çalışılan sömürgeci, inkârcı ve asimilasyoncu projeleri, önce silkinerek sonra başkaldırarak ve en sonunda da meşru-demokratik direniş içerisine girerek boşa çıkarma mücadelesine girdiler. 21. yüzyılda artık yeni bir durum vardır. Kürtleri Ortadoğu’da idam edenler ve katliamlardan geçirenlerin kendileri artık idam ediliyor, mahkemelere çıkarılıyor. Irak’ta Saddam’ın idam edilmesi ile Türkiye’de Kürtleri faili meçhul adıyla katleden Ergenekoncular gibi…

Dayatılan kızıl ve beyaz idam ikilemi
TC başbakanı Erdoğan ve Irak başbakanı Maliki eşgüdüm halinde ikilem politikası yürütmektedirler. Bu şu anlama geliyor: “Ortadoğu’da ve ülkemde iktidarımı sürdürmek istiyorum. Ama Kürtleri bir siyasi irade olarak kabul etmek ve mevcut sorunu çözmek istemiyorum. Fakat lütuf olarak onlara artık idam ve katliam da uygulamayacağım.” Elbette bu tutum ve anlayışla Kürdistan sorunu çözülmez ve onlar da bu biçimde fazla iktidarda kalamazlar. Bu bir geçiş süreci olabilir mi? Olsa daha cesur adımların atılması gerekmez mi? Aslına bakılırsa geçiş sürecini kendi lehlerine dönüştürmek için bölge nezdinde diplomatik faaliyetlerini en yüksek seviyeye çıkarmışlardır. Türkiye bunun başını çekerek finali kendisine uyarlamak istemektedir. Yani, “Kürtlerin taleplerini, kendime göre ve onların Önderliğini muhatap almadan yerine getireceğim. Gerillayı yalnızlaştırıp, teslimiyete zorlayacağım. Teslim olmadıkları zaman ise hem Türk, hem Kürt, hem bölge ve dünya kamuoyu beni destekleyecek, ben de her türlü katliamı içerecek tasfiye planını uygulayacağım” amacını gütmektedir. Aslında geçiş sürecini biraz da bu yöne çevirme gayretleri var.
Özellikle AKP hükümetinin buna oynadığı çok iyi görülmektedir. Suriye ve Irak’ı da bu sürece dahil etmek istemesinin altında, daha farklı uluslararası nedenleri olsa da bölgede İran-Şii hilaline karşılık Sünni-Kürt hilalini doğurmaya dönük ABD-İsrail onaylı bir planın olma olasılığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Böylece İran’a yakınlaşan ve ortak askeri anlaşmalar imzalayan Suriye’yi, Türkiye’nin eliyle bu cepheden çekerek İran’a dönük Türkiye’nin öncülüğünde ve arabuluculuğunda Sünni-Kürt cephesini kurmak ve saldırıya hazır hale getirmek amacı olabilir. Bu bağlamda geçiş sürecini biraz daha açmak gerekir. Geçiş süreçleri zorlu süreçlerdir. Geçiş süreçlerinin en önemli özelliği kararsız süreçler olmasıdır. Denizde rotasız giden gemiler gibidir. Nereye toslayacağı hiç belli olmaz. Kaptanın dümeni doğru çevirmesi limana ancak ulaştırır. Ama kaptan hile peşindeyse ve başka adalara gitmek için plan peşindeyse, geminin batmayacağının garantisini kimse veremez. Kürt halkı ise 80 yıldır bir zulüm bataklığında yaşıyor. Gemi batsa bile bundan daha kötüsü başına gelmeyecektir. Türkiye ve AKP iktidarı, “Bakın ben Kürtleri idam etmiyorum. Ama Kürt iradesini de kabul etmeyeceğim. Beni böyle kabul edin” demektedir. Türkiye, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tarihi duruşu ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin direnişi nedeniyle Kürtlere “kızıl idam” yapamamaktadır. Ama kızıl idamdan daha kötü olan “beyaz idamı” Kürtler üzerinde uygulamaktadır.
İmralı’da esir tutulan Kürt Halk Önderi şahsında Kürt halkına beyaz idam uygulanmaktadır. Dünyada beyaz idama pek az önder ve halk dayanabilmiştir. AKP ve Tayip Erdoğan, “Kürtlere kızıl katliam ve idamlar yapmıyorum. Ama beyaz katliam yapacağım. Bunun için herkes bana yardım etsin. Geçmişte Kürtler üzerinde yaptığımız kızıl katliam ve idamlar bize zarar verdi. Dünya artık bu katliamları kabul etmiyor. Onun için süslenmiş-püslenmiş ve makyajlanmış, koşullara uygun yeni bir beyaz katliamı ve idamı Kürtler üzerinde uygulayacağım” demeye getirmektedir. CHP ve MHP’ye dönük olarak, “sizler anlamıyorsunuz, gelip gizlice size söyleyeyim” mealindeki söylemleri aslında bu niyetini açıklamaktadır. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu konum ve yaşadıkları çelişkiler, Kürt ve Kürdistan sorununu çözmekten ziyade kızıl idam döneminden beyaz idam dönemine giriş ve geçiş sürecinin tartışmalarıdır. Kürt siyasal iradesini muhatap almamak ve anayasayı Kürtlerin talepleri doğrultusunda değiştirmemek, Kürtlere karşı beyaz idam politikasıdır. Bütün Kürtlerin bunu derinlemesine kavraması can alıcı nokta olmaktadır. Beyaz idamın bazı kırıntılarıyla yetinmek ve sevinmek beyaz idam cellâdı olmaktır. Herhalde hiçbir Kürt kendi beyaz idam cellâdı olmak istemeyecektir. Kürt Halk Önderine kızıl idam uygulanmadı. Ama kendisine yönelik beyaz idam, temel politika olarak yürütülmektedir. Fakat O, 10 yıldan fazla bir süredir, bu politika ve uygulamalara karşı kendisini ideolojik, politik, moral, kültürel ve psikolojik olarak sürekli geliştirerek ve yücelerek beyaz idamı boşa çıkardı.
Devam edecek...

Mehmet Botan

Hiç yorum yok: