22 Şubat 2010 Pazartesi

Kürt İnkarı Vesayeti...

Malum, son günlerin en moda tartışması vesayet… Kimileri askeri, kimileri sivil vesayetin Türkiye’de hüküm sürdüğünü yazıp çiziyor ama nedense esas noktaya değinilmiyor.
Halbuki Türkiye’de en temel vesayet Kürt inkarı vesayetidir. Ne askeri, ne sivil vesayet, Kürt inkarı vesayeti ile yarışamaz. Biliniyor, Türk devlet sistemi ve kurumların konumlanması ağırlıklı olarak Kürt sorununa endeksli yapılandırıldı. İç-dış politika, ekonomi, askeri, sosyal, kültürel vb devlet sisteminin oluşumu sağlayan bütün dinamiklere Kürt sorununa göre rol oynatılıyor.
Bu açıdan askeri veya sivil vesayet tartışmalarını yürütürken, esas noktaya odaklanmak daha çözümleyici sonuçlar ortaya çıkarabilir. 1999 yılına kadar, Kürt özgürlük mücadelesine karşı uygulanan tek yöntem askeri imha seçeneği olarak anlam buldu. Bu görev Genelkurmay ve yan örgütleri tarafından yürütüldü. Askerin tek hakim ve belirleyici güç olarak sahaya sürülmesi, izlenen bu siyasetin bir gereğiydi. Tabi, bir konsept dahilinde, Kürt özgürlük hareketini askeri operasyonlarla imha etme görevinin Genelkurmaya verilmesi, askere rakipsiz ve dizginlenemez bir güç sağladı. Bu görevlendirmenin bir sonucu olarak Türkiye siyasetini belirleme dahil, devleti yürütmenin tüm inisiyatifi orduya bırakıldı.
Ancak 15 Şubat uluslar arası komplosuyla Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesi, ilgili güçler açısından bir dönüm noktası oldu. Çünkü Öcalan İmralı tek kişilik cezaevinde geliştirdiği değişim-dönüşüm süreciyle çağın koşullarına yanıt verebilecek yeni bir paradigma ekseninde PKK’yi yeniden örgütledi. Öcalan’ın geliştirdiği bu yeni strateji, Türk devlet yapılanmasını ve PKK’ye karşı izlenen tek yönlü mücadeleyi kilitledi.
Askeri vesayet olarak da değerlendirilen bu süreçte yapılan her şey devlet sistemi içerisinde ulaşılan milli mutabakat çerçevesinde yapıldı.
Ama Öcalan’ın İmralı’da oluşturduğu yeni strateji, bu konsepti kilitledi. Türk devleti bu süreçten sonra yeni arayışlara başladı. AKP işte bu arayışın bir sonucu olarak ortaya sahneye sürüldü. AKP’nin özel örgütlenme olması dayandığı bu karakterden ötürüdür.
Türk devleti, Öcalan’ın devletçi paradigmaya karşı geliştirdiği demokratik sosyalizme dayalı, iktidar hastalığından arınmış toplumsal gerçekliğin yaratılması için siyasallaşmaya dayanan paradigmasına, eski klasik askeri mantığıyla cevap veremeyeceğini anladığı için AKP gibi özel bir örgütlenme geliştirdi.
AKP’nin mevcut durumda PKK’ye karşı oluşturmaya çalıştığı yeni politikadan bu sonucu çıkarmak zor değil. PKK’nin tasfiye edilmesi için Türkiye’de ilk defa siyasi planlar yapan, aynı eksende diplomasi faaliyetleri geliştiren tek iktidar AKP’dir. Başarma yeteneği gösterememesi ayrı bir konudur, önemli olan böyle bir görevi üstlenmiş olmasıdır.
Oluşturulan bu konseptten sonra ordu dahil, siyaset ve tüm devlet yapılanması doğal olarak AKP etrafında örgütlendirildi. AKP, CHP-MHP dahil devletin bütün kurumlarıyla yaptığı anlaşma gereği tasfiye projesini yürütmekle sınırlı bir politika izleyecek, devletin kurulu düzenini değiştirmeyecekti.
İktidar gücünün ve nimetlerinin cezp ettiği AKP, -ABD’nin de politikasına uyduğu için ondan aldığı yardımla- bir süre sonra bildiğini okumaya başladı ve tüm devlet yapılanmasını kendi anlayışına uygun hale getirmeye başladı. AKP gibi bir oluşumun bulduğu bu fırsatı kullanıp devleti içten ele geçirmekten geri durmayacağı aşikardır.
AKP’nin devlet sistemi içerisinde ulaştığı örgütlülük düzeyi, PKK’ye karşı oluşturulan yeni konseptin bir sonucudur. Nasıl ki 1999 yılına kadar konsept orduya dayandıysa, 1999’dan sonra bu konsept siyasete dolayısıyla AKP’ye dayandırıldı. Bu nedenle AKP’nin sivil vesayetinin varlığından söz etmek gerçekleri karşılamaktan uzaktır, çünkü bizzat devletin oluşturduğu politikayı yürütüyor.
Mevcut durumda yapılan vesayet tartışmaları bu açıdan yetersiz ve eksiktir. Ne askeri, ne sivil vesayetin varlığından söz edilebilir, sadece ama sadece Kürt inkarı vesayetinden söz edilebilir. Kürt inkarı vesayeti var derken, bu gerçekliği kastediyoruz. Kürt inkarı ortadan kalkmadan, yani Kürt sorunu demokratik-barışçıl yollardan çözülmeden, yürütülen bu tartışmaların ve konseptlerin son bulması düşünülemez.
Esas olarak da askeri, sivil vesayet tartışmaları bozulan çıkar, rant ilişkilerinin bir sonucu olarak yürütülüyor. AKP bulduğu iktidar şansını daha fazla değerlendirmek için orduyu tümden kendi anlayışına göre düzenlemek istiyor, bunu başarmak için de askeri vesayete karşı demokrasi mücadelesini yürüttüğünü iddia ediyor. AKP dışındaki klasik ittihatçı-ırkçı çevreler ise AKP’nin sivil vesayeti geliştirdiğini söylüyor.
Son tahlilde iki görüş de doğruları ve gerçekleri karşılamaktan uzaktır. Dün orduya, bugün AKP’ye Kürtleri bastırma ve mücadeleden uzaklaştırma görevi verilmiştir. İkisi de kendilerine verilen rolü oynamak istemiştir. Aslolan devletin Kürtleri bastırmak için geliştirdiği planlamalardır, gerisi yani vesayet tartışmaları teferruattır. Bu tartışmalar son tahlilde bilgi kirliliğinden öte bir anlam ifade etmiyor, Kürt inkarı olduğu sürece aynı tartışmalar daha yıllar boyunca farklı biçim ve özgünlükte yapılmaya devam edeceği kesindir.
Şahan Dicle

Hiç yorum yok: