22 Şubat 2010 Pazartesi

Konfederalizmin ilkeleri-1

1. insanlık Zagros eko-sisteminde gerçekleşen tarım devrimi temelinde 19. yüzyıl başlarına kadar gelmiştir. 19. yüzyıl başlarında ikinci büyük devrim olan sanayi devrimi gerçekleşmiştir. Bu ikinci devrim ulus-devletin oluşmasında önemli rol oynamıştır. Ulus-devlet sistemi ise 20. yüzyılın sonlarına doğru toplumsal gelişmenin, demokrasi ve özgürlüklerin önünde en ciddi engel durumuna gelmiştir.' (Abdullah Öcalan)

Batı merkezli düşünceler, tarih felsefeleri, Grek yarımadasını uygarlığın doğuş kaynağı olarak işledi, işlemeye de devam ediyor. Ne var ki, arkeolojik kazılardan elde edilen veriler, çözümlenen belgeler uygarlığın filizlendiği topraklar olarak Mezopotamya'yı gösteriyor. M.Ö 3500 yıllarına tekabül eden ilk şehir devleti Mezopotamya'da kuruluyor. Geriye dönük, bilim yöntemi ışığında baktığımızda, kültürel birikimin üretim ve ona dayalı toplumsal ilişki biçimi olarak bütünlüklü bir sisteme dönüşmesi; yani uygarlığın oluşması binlerce yıl gerektirir.
Aynı topraklarda uygarlığın doğuşunu hazırlayan verimli neolitik çağdır, onun büyük birikimleridir. Neolitik çağ bir uygarlık değildir ama uygarlığın oluşmasını sağlayan büyük kültürel birikim çağıdır.

Neolitik çağın birikimleri, tarım devrimini ve ilk kent devletlerini doğurdu. Kent devletleri uygarlığın dölyatağı, kozası sayılabilir. Uygarlığın tözü orada gizlidir denebilir. Zira sonraki gelişim, oluşumun forma kavuşması gibidir. İlk bilim, felsefe, iktisat, politika, sanat, spor ve şehir kültürünün birçok parametresi bu kent devletçiklerinde ortaya çıkmıştır. Demokrasiyi sadece iktidarı kullanma araçlarıyla sınırlamadığımızda, bir rejim olarak değil de sistem olarak baktığımızda, ilk uygulama alanının Mezopotamya olduğu daha iyi anlaşılır. Rahiplerin etkili olduğu bu ilk oluşumların neolitiğin bir nevi devamı sayılabilecek özellikler taşıdığı açıktır. Mitolojiye bakıldığında -ki toplumsal yaşam ve ilişkilerin dev bir aynada metaforu olarak bakılabilir-yönetimde demokrasiden oligarşiye doğru bir seyir izlendiği görülüyor. Kadının, özgür kabile neferlerinin katılımı, köleliğin henüz tanımlanabilir nitelikte oluşmaması; Bu aşamada toplumsal yaşam ve yönetimde demokrasinin ilkel halini yaşadığı rahatlıkla söylenebilir.

İlk oluşumlar, kabilelerin aşiretleri, aşiretlerin aşiret birliklerini, yani ilkel konfederasyonları oluşturması biçimindedir, bu organizasyonlarda bir tür basit doğrudan demokrasi uygulanmıştır. Sistem dışı kalan çevre kabileleri, aşiretler ve çeşitli sosyal topluluklarda kominal yaşam süregelen bir Doğu toplumları özelliğidir. Demokrasinin bu primitif hali kominal-kolektif katılıma dayalı gelişiyor. Devam eden süreçte merkezi köleci krallıkların yayılma ve saldırılarına karşı gevşek birlikler olarak örgütlenen aşiret yapılarında da doğrudan demokrasi örneklerine rastlıyoruz. Bu konuda en somut yazılı bilgi Asur imparatorluğuna karşı direnen Med organizasyonlarında bulunmaktadır. Batı kaynaklarında 'Asyatik üretim' denilen sistemin sosyal niteliklerinden en önemlisi; kominal ilişki biçiminin korunması ve sürdürülmesini sağlamasıdır. Medler hiçbir dönem tek merkezli katı bir devlet yapılanmasına dönüşmeden aşiret konfederasyonları olarak kalır. Kominal, kolektif grupsal aidiyet Ortadoğu toplumunun binlerce yıl süren güçlü bir kök damarıdır.

Özetle: Zagros yamaçlarından Mezopotamya ovasına doğru akan kaynak sularının biriktirdiği verimli aluvyal topraklarda uygarlık nehri oluştu ve akmaya başladı. Uygarlığa dair arkaik köklerin tümü orada saklı. Uygarlığın tözü, yani cevheri ilk Mezopotamya kentleridir. Biraz gecikme ile Nil Ülkesi Mısır'dadır. Ardından, eş zamanlı, Doğu Akdeniz ve Anadolu'dadır. Devamında, üçüncü türev de olsa Girit'te, Grek yarımadasında yeni bir form kazanan uygarlık nehri, o bitek topraklarda, baş döndürücü bir görkeme ulaşır.

Aynı zamanda ilk büyük küreselleşme dalgasının gerçekleştiği çağdır. Ve tarım devrimi ile başlayan bu ilk uygarlık salınımı 19.yüzyılda Sanayii Devrimi'ne kadar sürmüştür.

Hıristiyanlık, kilise kültürü Doğunun Avrupa'ya son büyük aşısıdır. Ortaçağın tümden karanlık olduğu iddiası büyük bir inkârdır. Rönesans ve muhteşem klasik çağ sanat ve mimarisi kilise kültürünün koynunda şekillenmiştir, ondan beslenmiştir.

Rönesans bir kırılma ve yeni yükselişler çağını başlatır. Uygarlığın, güneşin doğduğu Doğu bir yıldız gibi en parlak zamanında içine çökmeye başlar. Felsefe ve sanatta Rönesans'ı besleyen kaynakların cevheri onda gizli olsa da artık yeni maceralara atılacak enerjisi kalmamıştır. Kendi karanlığında boğulmaya başlamıştır çoktan.

***

Ulus devletin oluşumu üç yüz yıllık bir süreçtir; Rönesans, reformasyon ve 17-18. yüzyılı saran Aydınlanma Hareketi, Avrupa'da, uluslaşmanın düşünsel, politik boyutunu hazırlamıştır.

Uluslaşma, etnik, siyasal, ekonomik, ideolojik, askeri ve kültürel yönleri olan kombine bir sistemin oluşumunu ifade eder. Tek uluslu üniter devletlerde etnik olarak, tarih, dil, kültür birliği önemli şartlardır. İdeolojik olarak milliyetçilik neredeyse din düzeyinde abartılmıştır. Liberalizm önemli oranda gelişse de, esas ideolojik format milliyetçiliktir. Ulusun oluşumu için pazarın ve ulusal burjuvazinin çıkarlarının korunması gerektiğinden; 'Vatan' kavramı ulusal topraklar manasında kutsanmış, sınırlar, 'vatanın bölünmez bütünlüğü' tartışmasız ilkeler olarak yerleşmiştir. Ortaçağın parçalı derebeylik yapısını ve ondan kaynaklı sınırları paramparça eden burjuvazi, ulusal pazarı oluşturarak iktisadi birliği sağlamıştır. Ulus devlet böyle bir sistemin en önemli bileşeni olarak şekillenmiştir. Ulusal hukuk sistemiyle, vatandaşlık yasalarıyla bireyler, dar feodal, cemaat aidiyetlerinden koparak ulus devletin hukuk karşısında eşit vatandaşları haline getirilmişler. Yani ulus devletler aynı zamanda laiktirler. Milliyetçilik, esas olarak burjuva sınıfın çıkarlarını, tüm ulusun çıkarları olarak lanse etme örtüsü rolü oynamıştır. Tabii ki bu teorik çerçeve bir plan olarak her yerde uygulanmamıştır. En gelişmiş modeli Fransa'da şekillenen ulus devlet, doğu Avrupa da ve daha sonra sömürge ülkelerde ulusal kurtuluş savaşlarıyla kazanılan bağımsızlık sonucu inşa edilmiştir.

Ulus devlet sanayi devriminin sonucu olan üretim ilişkilerinin dolayısı ile toplumsal ilişkilerin ürünüdür. Sanayi devrimi fabrikasyon yani seri ve standart ama aynı zamanda merkezi ve bürokratik üretim sisteminin; fabrika sisteminin topluma uyarlanması ile sonuçlanmıştır. Merkezi bürokratik tekleştirici yani standartlaştıran sistem eğitim, idari yapı ve üretim başta olmak üzere yaşamın bütün alanlarında genelleşmiş hâkim hale gelmiştir. Modernizm de aydınlanma ve Sanayii devriminin eseri olan bu sistemin adı oluyor.

***

19. yüzyılın sonlarında ulusal pazar doyuma ulaşınca kâr hırsının motive ettiği kapitalist sermaye dışa açılıyor. İktisat yasaları gereği sermaye daha küçüğünü yutarak tekelleşme sürecine giriyor.

Emperyalizm denilen bu aşamadan itibaren ulus devlet aşınmaya başlamıştır ve 20.yy.ın sonunda ortaçağın derebeyliklerine benzer bir rol oynar hale gelmiştir. Bu noktadayız.

Bundan sonraki bölüm; konfederalizm II-III
'2. 20. yüzyılın başında geliştirilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi, devlet kurma hakkı olarak anlaşılmıştır. Bu temelde oluşan ulus-devletler günümüzde gelişme önünde ciddi engel durumundadırlar. Ulus-devlete dayalı birleşmiş milletler modeli yürümemektedir. Körfez Savaşı ve Irak'taki durum bunun kanıtı olmaktadır.'

'3. Bundan çıkışın temel yolu, ulus-devlete göre gelişen küresellik değil, tamamen halka dayanan ve gücünü tabandan alan demokratik konfederatif sistemdir. İnsanlık tarihinde devlet olgusu ezeli olmadığı gibi, ulus-devlet de ebedi değildir. Günümüzde küreselleşme ile ulus-devlet aşılmaktadır. Ancak bu süreçte emperyalizm ciddi bir yeni sistem modeli geliştiremediği için, mevcut sistemin krizi derinleşmiş ve kaosa dönüşmüştür.'

N.Mehmet Güler

Hiç yorum yok: