22 Şubat 2010 Pazartesi

Hasankeyf ;Geçmişten Günümüze

Toplumların belleği, insanlığın tarihsel serüveninde kendisinden sonraki kuşaklara bıraktığı kalıtlar, buluşlar, yazılı eserler ve mitolojilerdir. Bu olgular olmazsa tarihin birikimleri sürekliliğini kaybederek, insanlığın ve bilimin pozitif gelişimi sekteye uğrar. İnsanlık tarihinde neolitik dönem önemli bir yer tutmaktadır. Hasankeyf neolotik dönemin ve insanlık tarihinin önemli bir kilometre taşı olarak bugüne kadar taşınırken Türkiye deki resmi ideoloji ve tarihin intikam duygularıyla sudan gerekçelerle yok olmayla yüz yüze kalmaktadır. Türk hükümetinin demokratik tepkileri ve bilimsel karşı duruşları hiçe sayarak baraj yapma girişimleri devam ederken, bu çabalara Avrupa’nın bazı ülkelerinin ortak olma girişimleri, Avrupa’nın değerleri ve imzalanarak yürürlüğe giren birçok sözleşmeleri de işlevsiz kılmaktadır. Oysa burada yok edilen sadece Hasankeyf değil insanlığın kendisidir.üstelik geri döndürülmesi imkansız bir yok etme girişimidir.Tarihin idam edileceği bu girişimlere ortak olanları Kürt halkı başta olmak üzere insanlık unutmayacaktır.’Her şeyin kaybedilip, kazanıldığı nokta yaşamdır’ diyen bir halk önderinin yaşama biçtiği anlamlı değerimi,’Para hiçbir şeydir,ancak karakter,tavır ve kapasite her şeydir’ diyen George Bernard Show’un finans  kapitalın azgın kar hırsıyla ortak olacağı tarih katliamında Avrupa halklarının kendi değerlerine yakışır tavırlarını bir bütün olarak Ortadoğu halkları  merakla beklemektedir.

Bölgemizde kültürel ve tarihsel değerlere yönelik yıllardır izlenen yok etme politikası, ıIısu barajıyla had safhaya çıkacak. Uzun bir süredir herkesin yapımına karşı çıktığı Ilısu barajıyla birlikte 7 bin yıllık tarihsel ve kültürel mirasımız da sular altında bırakılacak.

Hısn Kayfa, Hesna Kepha, Kayba veya Ra's al Gul...

Medeniyetin beşiği olarak bilinen Verimli Hilal veya Yukarı Mezopotamya'nın stratejik kalesi Hasankeyf'in ilk konuklarının kimler olduğu bilinmiyor. Antik kentin üzerine kurulduğu kaya kütlesinin, Dicle Nehri ve onunla birleşen çevredeki küçük akarsuların 100 binlerce yıllık aşındırması ile buraya yerleşen insanların yamaç oyuklarını işlemesi  sonucu meydana geldiği tahmin ediliyor.
Hasankeyf'in tarihi belgelerde geçen ismi ise burada yaşayan topluluklara göre değişiklik gösteriyor. Süryanice kaynaklarda Hesna Kepha olarak geçen ismindeki 'Kepha' kelimesinin, Süryanicede 'kaya' anlamını taşıyan 'kifo'dan geldiği tahmin ediliyor. Arapça'da ise Hisn Kayfa olan şehrin adı 'kaya hisarı' şeklinde tercüme ediliyor. Hisn Kayfa adı sonradan kısaltılarak Hisn Kayf olmuş, Osmanlı egemenliği altında ise Hasankeyf şeklini almış.

'Kayalıların' meskeni, paylaşılamayan kale

Antik kentin çevresindeki 6 bine yakın mağara, insanın ilk yaşadığı yerlerden biri olduğunu gösteriyor. Yaklaşık 20 yıldır yapılan arkeolojik kazı  çalışmaları göstermektedir ki en az bir bu kadar mağara  yerleşmesi de bu kazı çalışmaları sonucunda açığa çıkarılmayı beklemektedir. Bir sığınak olduğu tahmin edilen antik kentin bilinen tarihi M.Ö. 8. yüzyıla dayanıyor. Bu özellikleri Hasankeyf'i farklı imparatorluk ve kavimlerin paylaşamadığı bir yer haline getirdi
Mezopotamya'ya hakim konumu, içinden Dicle nehrinin geçmesi, yukarı kale bölümünün uçurumlar ile çevrilmesi, savunmaya elverişli mağaraları da, fiziki gücün hakim olduğu çağlarda, Hasankeyf'i kavimlerin paylaşamadığı bir yer haline getirdi.
Milattan sonraki ilk yüzyıllarda Hasankeyf, Bizanslılarla Sasaniler, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar dan günümüze kadar taşındı. Hasankeyf tarihi önemini, M.S. 1101 yılında buraya hakim olan ve 130 yılı aşkın bir süre başkentlik yaptığı Artuklular döneminde kazandı. O dönem ticaretin önemli bir kısmının nehir yoluyla yapılması nedeniyle, Dicle Nehri üzerinde bulunan Hasankeyf de ticari açıdan Ortaçağ'ın Bağdat ve Şam gibi önemli şehirlerinden biri haline geldi.
Artukluların buradaki hükümranlığına 1231 yılında son vererek Hasankeyf'i ele geçiren Eyyübi Kürtleri, 1260'ta Moğol istilası ile karşılaştı. Moğollar, şehri harabeye çevirdi. Eyyubiler, 14. yüzyılın başlarından itibaren Hasankeyf'i yeniden imar etmeye başladı. Birçok eserde imzası bulunan Eyyubiler döneminde tarihinin en parlak dönemlerinden birini yaşadı.
16. yüzyılda kısa bir süreliğine İran Safevilerinin eline geçse de 1516'da Osmanlı topraklarına katılan şehrin gerilemesi de bu dönem başladı. Osmanlıların ilgi göstermediği kent, tarihi önemini kaybetti.

Yüzlerce eser onlarca kültür

Kenti onlarca kavmin ya da insanlığın ortak mirası haline getiren ise, doğal yollardan oluşmuş ve insan elinden çıkmış eserlerin birlikteliği. Eserlerin her şeye rağmen bir arada ve ahenk içerisinde bugüne kadar kalmalarının en önemli nedeni ise, burayı ele geçirenlerin, kendilerinden önceki yapıları yıkmadan, yanına kendilerine ait eserler yapmaları, yine bu eserleri yenileyip kendi medeniyetlerine ait motifler ile süslemeleri.
İhtişamlı ve gizemli antik kentte bulunan ve sırrı hala çözülmemiş 6 bine yakın mağaranın dışında insan eliyle yapılmış eserlerin her biri bir dönemin kültürü, yaşamı ve mimarisine ışık tutuyor. Diyarbakır’ı Cizre’ye bağlayan önemli  kara ve suyolu üzerindeki bu savunulması kolay noktada Romalıların kale yaptırmasının rastlantı olmadığını Hasankeyf tarihinin eskiye dayandığını göstermektedir.

Hasankeyf'te ayrıca kime ait olduğu bilinmeyen tarihi kaya mezarlar, kaya evler, Ortaçağ'a ait 3 üniversitenin kalıntıları, kiliseler, gizli geçitler, kale ve kentin genelinin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan su yolları, yörede yakın zamana kadar tüm bölge buğdayının öğütüldüğü 30'u aşkın kayaya oyulmuş değirmen, eyvanlar ve kaleden Dicle'ye inmek için kullanılan ve kayaların yontulması ile oluşturulmuş 200 basamaklı merdiven bulunuyor.
Hasankeyf, Hıristiyanlık ve İslamiyet açısından da önemli bir merkez konumundadır.  Tarihte başpiskoposluk olarak rol oynayan antik kentte yapılan camiler de İslami dönemde Yukarı Mezopotamya'da inşa edilen ilk İslami eserler oldu. 2 bin yıllık geçmişi olan eserlerin dünyada benzer örnekleri bulunmuyor.

İki büyük yıkım ve diğerleri...

Hasankeyf, 1. Dünya Savaşı sırasında tam bir harabeye dönüştü. Ancak Moğol istilasından sonraki en büyük ikinci yıkımını Cumhuriyet döneminde yaşadı. 1966 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın yolu Hasankeyf'e düştü. Hasankeyf'te Antik dönemden beri halkın görkemli mağaralarda yaşıyor olmasını 'fakirlik belirtisi' sayan Sunay, "Bu devirde mağarada insan mı yaşarmış" diyerek, burada betonarme ev yapılması talimatını verdi. İhaleyi alan firma, tarihi eserler ile dolu bir alanı dozerlerle yerle bir ederek üzerine, bugünkü 40 metrekarelik beton evleri inşaa etti.

Ya toprak altında bulunanlar?

Hasankeyf'te toprak altında da önemli eserlerin bulunduğu tahmin ediliyor. Daha önce yüzeyde bulunan tarihi yerleşme ve eserler flüviyal faaliyetler(akarsu aşındırma-biriktirmesi) nedeniyle alüviyal dolgular altında kalmıştır. Katman katman üzerine kurulu olan antik kente ait birçok eserin de, şu anki yerleşim yerinin altında 3 veya 4 katman şeklinde bulunduğu biliniyor. Burada da kazı çalışması yapılabilmesi ve evlerin kaldırılması için kamulaştırma çalışmasının yapılması gerekiyor. 
Son 2 yılda açıkta bulunan yerlerde kazı çalışmalarına hız verilmiş olsa da, kazının tamamlanabilmesi için kimilerine göre 70, kimilerine göre 100, hatta 200 yıl gerekiyor. Barajın yapımının  7-8 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirilmesinin hedeflendiği düşünüldüğünde,  yapılan kazı  çalışmasının Ilısu Barajı ile ilgili tepkileri dindirmeye dönük popülist çalışmalar olduğu bilinmektedir.
Ilısu Barajı'nın Hasankeyf dışında sulara gömeceği tarihi yerler ise kamuoyunca çok fazla bilinmiyor. Oysa çevreciler ve arkeologların üzerinde en fazla durduğu konulardan biri de bu. Barajın etkileyeceği alanda 37 bin 750 hektarlık bir alanda arkeolojik araştırma yapılması gerekirken, 1988-1991 yılları arasında yapılan araştırmalarda sadece 7 bin hektarlık bölümü incelendi. İncelenen alan içerisinde ise 300'ü aşkın arkeolojik alan tespit edildi. Bunlardan 83'ü projeden doğrudan etkilenirken, diğer alanlar ise baraj gölünün siltasyon( kum ve balçık birikimi) aşındırma ve erozyon etkilerine açık olacak.

100 Höyük su altında kalacak

Binlerce yıllık tarihi geçmişin aydınlatılmasında rol oynaması bekleyen 100’e yakın Höyük ise  sular altında kalacak. Kalkolitik Çağ'a, Tunç Çağı'na ve en önemlisi Neolitik Çağ'a ait birçok bulguya ulaşılabilmesi açısından çok önemlidir. İlk çağlardan itibaren yerleşim alanı olarak kullanılan bölgede aynı zamanda İran, Arap Yarım Adası, Kafkaslar ve Anadolu arasındaki geçişi sağlayan çok sayıda geçit bulunuyor.
Barajın yapılması durumunda insan türünün kökenleri, tarımın başlangıcı ve çok sayıda medeniyetin ayak izleri ve maddi varlıklarına dair olağanüstü kanıtlar da sular altında kalacak. Bu barajın yapımı neticesinde sadece Hasankeyf’teki değil; aynı zamanda başta Bismil olmak üzere Diyarbakır Havzasındaki arkeolojik ve tarihi kalıntılar etkilenecektir.

Barajın su altında bırakacağı höyükler ve arkeolojik alanlardan en fazla bilinenleri şunlar:

"Kortik Tepe, Çayönü, Halan Çemi, Nevala Çori, Griki Haciyan, Tıl Huzır, Türbe Höyük, Yenice, Hakemi Use Tepe, Ziyarettepe, Kenan Tepe, Salat Tepe, Aşağı Salat, Gre Cano, Müslüman Tepe, Gre Dımse, Gre Keleke, Şahin Tepesi, Kavuşan, Salat Cami Yanı, Yukarı Salat ve Hirbe Merdon."

Tarihsel ve kültürel doku  enerjiye feda ediliyor

Ilısu Barajı da GAP çerçevesinde inşaası planlanan 22 barajdan biri olarak ortaya çıktı. DSİ, 1954 yılında hazırlamaya başladığı projeyi 1982'de tamamladı.
Yaklaşık 50 yıl önce hazırlanan projeye göre barajın temelden yüksekliği 138 metre, maksimum su kotu 526,82 metre, toplam gövde hacmi 44 milyon metreküp, rezervuar hacmi ise 11 milyar metreküp olacaktı. Kurulu gücü 1200 Megawatt (MW) olacak barajın üreteceği enerji miktarı 3,8 kilovatsaat (GWh) olarak belirlendi.
Bu verilerden yola çıkılarak yapılan değerlendirmelerde barajın yüzde 35 verimle çalışacağı ortaya çıktı. Proje bu haliyle incelendiğinde, aynı kapasitedeki barajların yarısının da altında enerji üretecek olması, projeyi sadece teknik açıdan bile bakılsa baştan 'sorunlu' bir hale getiriyordu. Tamamlanması durumunda, hidroelektrik santraller içerisinde en düşük verimli barajlardan biri olacaktı.
Bugünkü verilere göre ise, Ilısu Barajı'nın üreteceği enerji, Türkiye'nin suyla üretilecek enerji potansiyelinin yüzde 2-2.5 arası bir potansiyele denk gelecek. Üreteceği 3.8 GWh'lik enerjinin en iyi ihtimalle Türkiye'nin şu andaki tüketim değerlerine yüzde 1,5 civarı bir katkısının olacağı düşünülüyor. Tabi buradan elde edilecek 'güvenilir enerji'nin 2,4 olacağı görüşü dikkate alındığında, tüketimi karşılama oranı çok daha aşağılara düşüyor.

En iyimser yaklaşımla ömrü 50 yıl sürecek ve yüzde 35 gibi düşük bir verimle çalışacak olan baraj projesi, 1988 yılında yatırım programına alınırken, 1996 yılında 'yap-işlet-devret' modeli ile ihaleye çıkarıldı. Ancak düşük verim ve yüksek maliyet nedeniyle Türkiye'de projenin çok büyük bir taliplisi çıkmadı; proje uzun süre ortada kaldı. İhaleden sonuç alınamaması üzerine dış kredi arayışı başladı ve 20 Mart 1997'de Bakanlar Kurulu kararı çıkarıldı. Proje, uluslararası ihaleye açılmadan İsveçli konsorsiyum Sulzer Hydro ve Asea Brown Bowarie (ABB) Power Generator'a verildi.

Konsorsiyum projede İngiltere'den Balfour Beatty, İtalya'dan Impregilo, İsveç'ten Sanska ve Türkiye'den Nurol, Kiska ile Tekfen'i yanına aldı. 1998'de konsorsiyum uluslararası kredi arayışına girdi. Aynı yıl 470 milyon Franklık ilk kredi desteği İsviçre Hükümeti'nden geldi. İsviçre'nin bu kredinin işlerlik kazanabilmesi için 'uluslararası gözlem heyeti' oluşturulması şartı ise Türkiye hükümeti tarafından 'içişlerine müdahale' olarak değerlendirildiği ve öneri reddedildi. İsveç Sanska şirketi bu nedenle aynı yıl ihaleden çekildi.
O yıllarda Hasankeyf'i Yaşatma Platformu çatısı altında birleşen çevreciler konsorsiyuma karşı yoğun bir mücadele başlattı. Türkiye ve Avrupa ülkelerinde çeşitli eylemler yapan ve Avrupa kamuoyuna barajın yaratacağı olumsuzlukları anlatan platform başarılı oldu.

Ve konsorsiyumun lideri İngiliz Balfour Beatty, baskılara dayanamayarak 2001'de çekildi. Ayrıca, Suriye sınırına yaklaşık 45 kilometre mesafede kurulacak barajın kendilerine akacak suyu azaltacağı kaygısı ile Suriye ve Irak, diplomatik girişimlerde bulundu. 2002 yılına gelindiğinde konsorsiyum dağılmış, proje durmuştu. 

Ilısu’nun temeli de atıldı
Aradan 2 yıl geçtikten sonra 2004 yılında hükümet yeni bir konsorsiyum oluşturdu. İkinci konsorsiyumda Türkiye'den Nurol, Cengiz, Çelikler ve Temelsu Uluslararası şirketleri, Avusturya’dan VA Tech (Andritz), Almanya’dan Züblin, İsviçre’den Alstom, Stucky, Maggia ve Colencio adlı şirketler yer alıyordu. Ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2003 ve 2004'te verdiği sözleri unutarak, sivil toplum örgütlerince sonradan 'balon temel' olarak adlandırılacak temeli törenle attı. Barajın 2013'te tamamlanacağı açıklanırken, geçen Nisan ayında 3 Avrupa ülkesi kredi teminatı verdi.

Proje ÇED mevzuatına tabi değil

Ilısu projesinin başlangıcı 1993'ten önce olduğu için proje, çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) mevzuatına da tabi olmadı. Oysa Türkiye’de bu düzeyde makro ölçekli hiçbir proje yoktur ki, ÇED mevzuatına tabii olmadan yapımı gerçekleşsin. Dolayısıyla barajın çevreye ve insana vereceği zarar da görmezden gelinmiş oldu. Projenin yenilenmesine yönelik tüm ısrarlar da, proje yeni mevzuata göre onay alamayacağı kaygısı ile kulak ardı edildi.

50 yıldır yıkım korkusu ile yaşayan ilçe

Hükümetlerin baraj yapımı için tüm yolları denediği yaklaşık 50 yıllık süre, en fazla tartışmaların odağındaki Hasankeyf İlçesi ve buranın sakinlerini etkiledi. Bugün göz kamaştıran görüntüsü ile dizilerde boy gösteren Hasankeyf, 1926 yılında Mardin'in Gercüş İlçesi'nin kurulması ile birlikte Gercüş'e bağlı bir bucak merkezi iken, 18 Mayıs 1990'da Batman'ın il olması ile birlikte ilçe statüsü kazandı. Dicle'nin doğu ucunda bulunan ilçenin güneyinde Güneydoğu Midyat Dağları, kuzeyinde ise Raman Dağları bulunuyor. Batman kent merkezine 37 kilometre uzaklıkta bulunan Hasankeyf'in nüfusu, ekonomisi, sosyal ve psikolojik yapısı baraj projesinden direkt etkilendi. Hasankeyflinin kaderi de, iç içe yaşadığı antik kentten çok farklı olmadı. Zaman zaman 'hayata geçecek' denilen, bazı aralıklarda duran proje ile birlikte geleceğini belirsiz gören Hasankeyfli başta Batman merkez olmak üzere, yavaş yavaş ilçeyi terk etti. 18 köyü ve 7 mezrası bulunan ilçenin 1960'larda 30 bin olan nüfusu 3 bin 500'lere düştü.
1978 yılında ilçenin üzerinde kurulu olduğu alanın 1. derece sit alanı ilan edilmesi ile birlikte olası yatırımların da durduğu Hasankeyf'te işsizlik ve yoksulluk diz boyu hale geldi. Hasankeyfli, antik kentin turistik özelliğinden de gelir elde edemedi.

10 binlerce insana göç yolu görünüyor

Barajın yol açacağı sorunların başında göç sorunu geliyor. Baraj, Hasankeyf ilçe merkezinin yanı sıra, 95'i köy ve 104'ü mezra olmak üzere toplam 200 yerleşim yerinin tamamı veya bir bölümünü sular altında bırakacak. Buralarda yaşayan kimine göre 55 bin, kimine göre ise 80 bin insan ise topraklarını terk etmek zorunda kalacak.
Bölgedeki 35 belediyenin de 5 Ocak 2006 tarihinde katılımı ile baraj karşıtı mücadelesini 71 kurumla yürütmeye başlayan Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi bileşenleri, bu duruma ilişkin öngörülerini "sosyal facia yaşanacak" diye ifade ediyor.
Aslında, barajdan etkilenecek alanda yaşayanların fikirlerini almak için daha önce yapılan anketler var. Batman Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği'nin (GÖÇ-DER), 'baraj sonucu tamamen veya kısmı olarak sular altında kalacak alanların etkilenim, ön bilgi ve kaygılarını anlamak amacıyla' 27 Şubat-20 Mart 2006 tarihleri arasında düzenlediği anketin sonuçları dikkate değer. Batman merkez, Beşiri, Gercüş, Hasankeyf merkez ve ilçelerinde barajdan etkilenecek 45 yerleşim yerinde bin 225 aile üzerinden yapılan anketin sonuçlarına göre yüzde 85'lik bir kesim barajı istemiyor.  
GÖÇDER Diyarbakır'ın, Bismil İlçesi'ne bağlı ve barajdan etkilenecek 30 köyde Ocak-Şubat 2006 tarihinde aynı amaçla yaptığı anketten de benzer bir sonuç çıkmış.
Bir de DSİ Batman İl Müdürlüğü'nün, 2005 yılının Mart ayında Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak'ta düzenlediği anket var. Bu ankete tepki gösteren sivil toplum örgütleri ve vatandaşlara göre anket, 'Satacak toprağı olanlar ile sınırlı tutuldu.'
Bölgedeki 35 belediyenin de 5 Ocak 2006 tarihinde katılımı ile baraj karşıtı mücadelesini 71 kurumla yürütmeye başlayan Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi bileşenleri, bu duruma ilişkin öngörülerini "sosyal facia yaşanacak" diye ifade ediyor.

Ilısu istihdamı sağlamayacak
Ilısu konsorsiyumunda yer alan özellikle Türkiyeli Nurol firmasının barajı 'sempatik' kılmak amacıyla yaptığı 'bölge insanının istihdamı ve kalkınması sağlanacak' şeklindeki açıklamaların da altı boş. Çünkü daha önce yapılan daha büyük barajlar, bölgenin gelişmişliğine gözle görülür bir katkısı olmadı. Bunun dışında Ilısu Barajı büyüklüğündeki bir santralde teknik personel de dahil olmak üzere en fazla 300 personel çalışabilecek. Baraj inşaatında çalışacak olanlar içinse bu iş geçici olacak.  Yani Ilısu'nun istihdam yaratacağı söylemleri de doğru değil.

Barajla hava, toprak, su, canlılar da yok olacak

Barajla birlikte, Hasankeyf'in sadece Yukarı Şehir kısmının bir bölümü sudan kurtulacak. Ancak buna da kurtulma denilemez. Kentin üzerine kurulu olduğu jeolojik yapı, kaya ortamı gözenekli bir kayadan oluşuyor. Suyun yükselmesi ile birlikte kayayı oluşturan karbonat kırıntıları ve çimentosu kolayca çözünebilecek. Yani böylece kentin tümü sular altında kalacak. Bu nedenle, Hasankeyf’te su altında kalacak eserlerin bir daha kurtulması ve geri dönüşümü mümkün olmayacak.
Barajın yaratacağı zararlar bunlarla da bitmeyecek. 170 kilometre uzunluğundaki nehir kıyısı yeterli araştırma yapılmadığı için barajın buraya ekolojik (Nehir kıyısı ve içindeki flora ve fauna)  açıdan nasıl bir zarar vereceği de aslında tam olarak belli değil.

Kazı için 6 yıl kaldı

Baraj temelinin atılması ile birlikte burada uzun yıllardır sürdürülen kazı çalışmalarında da gün sayılmaya başlandı. Barajın tamamlanması planlanan 2013 yılına kadar sürdürülecek kazı için şu an sadece 6 yıl var.
Hasankeyf'te kazı çalışmaları 1986 yılında  Ankara Üniversitesi  Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde öğretim üyesi olan ve halen Çanakkale Üniversitesi’nde görev yapan Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Oluş Arık başkanlığında başlatıldı ve 2004 yılında, halen bu çalışmayı yürüten Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam'a devredildi.  Bu ekip başkanlığı bilim çevresinde hep şaibeli görüldü.  Çünkü 2004 yılında kazı ekibi başına getirilen Prof. Dr. Abdülselam Uluçam Selçuk Üniversitesi öğretim üyesi olmasına karşın 13 Ağustos 2008 günü YÖK tarafından Batman Petrol Üniversitesi’ne rektör olarak atanması için Cumhurbaşkanına 1. sıradan önerildi. Uluçam, Cumhurbaşkanı Gül tarafından Batman Petrol üniversitesi’ne rektör olarak atandı.
Ancak kazı ile ilgili tartışma ve eleştiriler hiç bitmedi. Kazı çalışması yürütenler ile yerel yöneticiler arasında yaşanan sorunların yanı sıra, kazıların şekli ile ilgili de halen devam eden eleştiriler söz konusu.  Arkeologlar ve baraj karşıtlarına göre 'arkeoloji sadece kazı demek değil.' Ve katman katman çalışma yapılması gereken Hasankeyf'te bugün çok hızlı bir çalışma yürütülüyor ve 'bilimsel arkeolojik bir çalışma değil.' Bunların dışında, kazılarda ortaya çıkarılan taşınmaz eserlerin restorasyonunun yapılmaması, yine anıtsal yapıların haritasının çıkarılmaması gibi eleştiriler sıralanıyor.
Çevreciler, DSİ'nin ödeneğini karşıladığı kazıların 'keşfettik, taşıdık, barajı yapabiliriz' mesajı vermeyi amaçladığını savunuyor. 

Eserin topraktan çıkarılması yetmiyor

Kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin yeterince korunmaması konusu da arkeologlar ve konunun ilgililerince eleştirilen bir konu. Çünkü ortaya çıkarılan eser her türlü doğa olayları ve insanların insafına bırakılınca, esere 'iyilikten çok kötülük' yapılmış oluyor.
Kazı çalışmasını 'iğne ile kuyu kazmaya' benzeten arkeloglar  kazı esnasında gösterilmesi gereken titizliğin yanı sıra, ortaya çıkarılan eserin kazı sonrası korunması gereğine de dikkat çekiyor. Üstündeki tabaka alındığında birden bire hava koşullarına maruz bırakılan eseri korumak gerekiyor.

Hasankeyf taşınabilir mi?

Kültür ve Turizm, Bayındırlık ve İskan, İçişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlıkları ile Devlet Planlama Teşkilatı, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Konya Selçuk Üniversitesi ve diğer ilgili kurum üst düzey yetkililerinin 8 Temmuz 2005 tarihinde Ankara'da gerçekleştirdiği bir toplantıda ise antik kentin kaderine ilişkin çok tartışmalı bir karar alındı. Toplantıda, baraj suları altında kalacak Hasankeyf İlçesi ve tarihi eserlerin bazılarının taşınacağı yer belirlendi. Bu karar doğrultusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı, DSİ Genel Müdürlüğü ve Ilısu Konsorsiyumu koordinasyonunda hazırlanan "Hasankeyf Master Rehber Projeleri" ilgili otoritelerce de onaylandı.
Bu toplantıya Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun sadece 2 üyesinin katılması ise, yasal açıdan kararı tartıştıran bir konuyu oluşturdu. Çünkü yasalara göre Hasankeyf'in korunması ile ilgili kararların alınmasından sorumlu kurulun tüm üyelerinin toplanarak konuyu tartışması ve kararların böyle alınması gerekiyor. Kurulun aldığı kararlar yasal nitelik taşıyor. Kurulun 2 üyesinin katıldığı toplantıda alınan karar da dolayısıyla bağlayıcı nitelik taşımıyor. Zaten Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu halen taşıma konusuna onay vermiş değil.
Hazırlanan Master Rehber Projeleri kapsamında ilçe halkının yerleştirilmesi planlanan "Yeni Yerleşim Alanı" ve eserlerin yerleştirilerek sergileneceği belirtilen "Yeni Kültürel Park Alanı" projeleri oluşturuldu. Buna göre El Rızk Camii, Koç Camii, Sultan Süleyman Camii, Kızlar Camii, Küçük Camii, Zeynel Bey Türbesi, İmam Abdullah Zaviyesi, Artuklu Köprüsü gibi kültürel varlıkların taşınması kararlaştırıldı. Kentin taşınacağı yer ise, şu anki ilçenin karşısında Raman Dağı etekleri olarak belirlendi.
Hasankeyf'i ilgilendiren başka bir karar ise, 26 Ekim 2006 tarihinde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından alındı. 'Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması ile İlgili İlke Kararı' adlı karar kısmi olarak olumlu değerlendirilse de, 2. ve 3. maddeleri sivil toplum örgütlerince 'taşınmanın zeminini hazırlama' ve 'baraj karşıtı tepkileri azaltmaya' yönelik çıkarılmış bir karar olarak değerlendirildi.
Resmi mercilerce böylesi bir karar alınmış olsa da uzmanlar, bilimsel ve teknik gerekçeleri ile taşınmanın mümkün olamayacağını defalarca ortaya koydu.

Prof. Dr. Uluçam: Taşıyacak eser kalmadı

Gül tarafından Batman Petrol Üniversitesi Rektörlüğüne atanan Kazı ekip başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam, barajın taşınmasının gündeme gelmesi ile birlikte kentte nelerin taşınabileceğini düşündüğünü ve 7 veya 8 eserin taşınabileceğini aklından geçtiğini belirtiyor. Ancak aradan geçen zaman, Uluçam'ın fikrini de değiştirmiş, şu an Hasankeyf'te taşıyabilecek sağlamlıkta bir eserin bulunmadığını belirtiyor. Uluçam'ın taşınma konusundaki yaklaşımı şöyle:

"Bugün 2 minare dışında taşınacak bir şey kalmadı derim. Çünkü doku eridi, mimari malzeme çöktü. Minareler yıkılacak zaten, taşımaya vakit kalmadan. Hangi eserlerin nasıl taşınacağı konusunda öncelikle Diyarbakır Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu karar verecek. Bunu da kurul olarak geniş kapsamlı bilimsel kurul görüşünü alarak belirlemeyi yeğlemedik. Kurul olarak bilimsel danışma kurulunun raporlarını bekliyoruz."

Bilim insanları, taşımayı Vandalizm olarak yorumluyor

Bilim insanları yıllardır taşıma fikrine karşı çıkıyorlar.  İTÜ Mimarlak  Fakültesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Zeynep Ahunbay taşımanın onarılması güç tahribatlar yapacağına dikkat çekiyor. Ahunbay’ın bu konudaki görüşleri ise  şöyle:
"Eserlerin bulunduğu çevre taşınmayacak, bambaşka bir doğal ortama gidecekler, Hasankeyf'in Dicle ile ilişkisi var. Yeni yerde bambaşka bir yamaca taşınacak, eskisi ile hiç alakası olmayan bir yer. Köprüyü yine bir suyun üstünden geçirmek sadece çocukları aldatabilir. O su ile Dicle bir mi? Biri yaşayan bir nehir, öteki sabit bir diyebileceğimiz bir ölü su. Eserleri taşımak da çok zahmetli bir şey. 10 kilo taş taşımak değil. Ve en acısı; şu ana kadar bunların hiçbir projesi yapılmadı. Nasıl taşınacağı konusunda var mı bir hazırlık? Yok   Bunu öneren bilim adamları ve firmalar, Kendi ülkelerinde yapamayacakları şeyi bizim kültür varlıklarımıza reva görüyorlar. Para ile ilgileniyorlar. Çok utanç verici bir durum"

Prof. Dr. Ahunbay, dünyadaki bazı taşıma örneklerine de değiniyor. Bunlardan biri ve en ünlü olanı Ebu Simbel tapınağı. Dev bir kayaya oyulmuş mezarlardan oluşan Ebu Simbel, vinçlerin kaldırabileceği en büyük bloklar halinde kesilerek taşınmış. Hasankeyf'ten farkı ise tek bir kayaya oyulmuş bir eser olması.
Çekoslavakya'da tepe üzerinde bulunan bir katedralin ray döşenerek aşağıya taşınmasına tanık olan Ahunbay'ın, edindiği izlenimler şöyle:

"Altında kömür madeni işletildiği için katedral hasar görüyormuş onun için taşımışlar. Taşındıktan sonra çevresi çok değişmiş, etkisini kaybetmiş. Kömür madeni de daha sonra durmuş. Bu bizim için çok önemli; yani baraj kaç sene yaşayacak ve biz sonra aradığımızda o Hasankeyf'i bulabilecek miyiz? Çok kısa vadeli kârlar, amaçlar için kültür varlıklarını feda etmek yanlış."

Dicle Üniversitesi Taşınmadan kaçınılmalıdır

Dicle Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi'nin 2006 yılında hazırladığı rapordan: Taşınma işlemi, koruma çalışmalarında istenilmeyen bir uygulamadır ve olabildiğince kaçınılması istenilmektedir. Her yapı bulunduğu yerde kimlik kazanmıştır ve yerinde korunmalıdır. Taşınmaya uygun olmayan malzemelerden (kerpiç, moloz taş vb) oluşmuş yapıların ise taşınması çok zordur. Hasankeyf'te taşıma adına yapılacak projelerin başarılı olması beklenemez. Taşıma adına yapılacak, bilimsel niteliği tartışılır projeler çözümler üretmeyecek, koruma yıkıma dönüşecektir.

Taşımaya karşı uluslararası sözleşme ve kararlar

- 1964'te düzenlenen “İkinci Uluslararası Anıt Mimar ve Teknisyenleri Kongresi” sonunda hazırlanan Venedik Tüzüğü'nün 7. maddesinde, taşıma uygulamalarını sınırlayan bir ilke kararı hazırlanmıştır. Bu karara göre, 'Bir anıt tanıklık ettiği tarihin ve içinde bulunduğu ortamın ayrılmaz bir parçasıdır.'
-1976'da Nairobi’de yapılan UNESCO toplantısında alınan karara göre, 'Her tarihi alan ve çevresi, özel karakteri ve dengesi, onu oluşturan parçaların birbirleriyle kaynaşmasına bağlı olan ve yapıları, mekânsal organizasyonu ve fiziksel çevresi kadar, insan faaliyetlerini de içeren bir bütün olarak görülmelidir.'
- Türkiye'nin 1999 yılında AB’ye uyum süreci çerçevesinde imzaladığı Valetta/Malta Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’ne imza atan ülkeler, 'arkeolojik mirasın tercihen bulunduğu yerde korunması ve bakımını sağlamayı' taahhüt ettiler.

İnsanlığın geçmişini yutan barajlar ve sonuçları şöyle:

Fırat Nehri'ne ilk kelepçe, 1974'te vuruldu. Keban Barajı'nın 1975 yılında dolması ile birlikte Tepecik ve Tülintepe sular altında kaldı. Karakaya Barajı, Fırat üzerindeki ikinci barajdı ve 1987'de hizmete girdiğinde ise, Elazığ'ın Baskil İlçesi Bilaluşağı Köyü'nde bulunan Şemsiyetepe Höyüğü, Malatya'nın İmamlı Köyü yakınlarındaki Değirmentepe Höyüğü ve Malatya'nın Meydancık Köyü yakınlarındaki Köşkerbaba sular altında kaldı.
Atatürk Barajı'nın hizmete girdiği 1992'de ise tarih ve doğa katliamı inanılmaz boyutlara ulaştı. M.Ö. 69'da kurulan Kommagene Krallığı'na başkentlik yapan Samsat, binyıllar boyunca burada hüküm süren Sümer, Hurri, Hitit, Mitanni, Med, Asur, Pers, Roma, Arap, Selçuklu ve Osmanlıların izleri ile birlikte sulara gömüldü.
Fırat Nehri üzerinde kurulan Birecik Barajı'nın, Gaziantep'in Nizip İlçesi Belkıs Köyü'nde bulunan antik kent Zeugma'yı adım adım sulara gömdüğü görüntüler ise hafızalarda henüz çok taze. Zeugma'nın Helenistik döneme dayanan tarihi de baraja kurban gitti.

Tarih katliamı dışında bu barajlar binlerce insanı yerinden etti. Yetkililer, 'kalkınma' gibi propagandalarla verdikleri sözlerin büyük kısmı tutmazken, geriye büyük kentlerin varoşlarına ilişen 10 binlerce insanın yaşadığı çok yönlü trajedi kaldı. Fırat nehri ise, akarsu özelliğini yitirdi, bir dizi yapay gölden ibaret hale geldi.

Barajlar ve göçler

Barajların elektrik üretimi ve sulamadaki bazı yararları yanı sıra, ülke ekonomisine katıkları alt alta sıralanıp uzun bir yararlar listesi oluşturmak olanaklı. Ancak konumuz açısından barajların dünya genelinde göçlere neden olduğu ve  Türkiye’de de buna benzer sorunların yaşandığı bilinmektedir.
Barajların yapımı ve sonrasında yaşanan birçok sorunun yapılan barajların çok da sağlıklı bir planlamanın ürünü olmadığı kanısını vermekte.

Barajların yapıldığı yerlere bakıldığında; tarih, ekolojik çevre unsurlarının göz önüne alınmadığı ortaya çıkmakta. Barajların yapımında en az üzerinde durulan konulardan biri de, bu bölgelerde yaşayan insanların yeni yerleşecekleri yeni yerleşim alanları ve yaşacakları sorunlardır. Yeni yerleşim alanları ve insanların karşılaşabileceği sorunları ilişkin ciddi araştırmalar ve hazırlıklar yapılmamaktadır.
 
Ilısu projesi çerçevesinde yapılan tartışmalarda en az değinilen, ama en önemli noktalardan biri oluşacak göç ve sosyal kayıplardır. Ilısu barajının gerçekleşmesi durumunda Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak illerinde toplam 199 köy ve Hasankeyf ilçesini ‘etkileyecek’, yani tamamen veya kısmen su altında altında bırakacak. Bu 199 köyden 49 köy ise 90’li yıllarda uygulanan zorunlu göç politikasından dolayı halen insansız durumda (90’lı yıllarda bu bölgede toplam 80 kadar köy boşatıldı). 150 yerleşim yerinde toplam 55 bin kadar insan evini ve/veya topraklarını kaybedecektir.
Bu tesbit, Ilısu barajı inşaa etmek isteyen konsorsiyumun görevlendirdiği ‘Encon’ şirketi  tarafından Aralık 2005 tarihinde açıklanan Yeniden Yerleşim Eylem Planı’nda (YYEP) yeraldı. Bu tesbite karşın,  barajdan etkilenen insan sayısı 78 bindir. Zorunlu göçe tabi tutulan 49 köydeki 23 bin insan ise görmezlikten gelinmektedir.
Bu sayıları ilkbahar 2005’de uyguladığı saha çalışmasına (anket dahil) dayandırmış. YYEP’in açıklamadan Zorunlu göç nedeniyle topraklarından göçertilen  23 bin insanın bu 49 köyde ev v etoprak sahibidirler.

Türkiye’de barajlar ve toplu göçertmeler
Keban Barajı: Türkiye’de barajlar yüzünden ilk büyük göçün yaşandığı barajdır. Keban barajının yapımı nedeniyle Elazığ, Tunceli, Erzincan ile Malatya illerinde toplam 212 yerleşim birimi su altında kalmıştır. Söz konusu yerleşim alanlarında yaşayan 7264 aile ve bu ailelerin oluşturduğu 45.000 kişi göç etmiştir.
Bu ailelerden  6605'i bölgede, 559'u ise başka bölgelerde yerleşmiştir  40.000 kişi bölgede, özellikle de Elazığ ili sınırları içinde kentsel yerleşme eğilimi göstermişlerdir  Bunun sonucu olarak kent nüfusu, barajın hizmete açıldığı 1975 yılında iki katına ulaşmış (60000'den 131000'e), doğal olmayan bu nüfus büyümesi, kenti sosyo-ekonomik ve kültürel yönlerden olumsuz bir biçimde etkilemiştir

Atatürk Barajı: 1980 nüfus sayımına göre buralarda yaşayan 55.000 kişi  göç etmek zorunda kalmıştır. Bölgedeki nüfus artış hızı dikkate alındığında bu nüfusun 90 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Atatürk Barajı ile birlikte sular altında kalan Samsat ilçesi yada diğer adıyla Samsote “Gizemli krallığın ele geçirilemeyen Başkenti” olarak tarih sayfalarında yeraldı. Ve günümüze kadar  esrarı çözülememiş, unutulan bir krallığın başkentiydi. Burada arkeolojik kazılar yapılamadığı için Kommanege Krallığı’na ilişkin  çok somut bilgilere de ulaşılamadı. Bugün dünyanın dört bir yanından insanların  geldikleri Nemrut Dağı’nda bulunan  heykeller de bu döneme aittir. Bugün Kommagene Krallığının başkenti olan Samsat, binlerce yıllık geçmişe ışık tutması gerekirken sular altındadır.

Birecik Barajı: Bu barajın yapımıyla 9 köy tamamen boşaltıldı. 3 köy ile Halfeti ilçesi ise kısmen bara suları altında kaldı.  Toplam 32 bin kişi yerinden edilirken,  6 bin 250 kişi Yeni Halfeti’ye yerleşti.
Barajlar  ile doğal güzellikler yok edilmeye çalışılıyor. Dersim halkının karşı çıkışına karşın Munzur Vadisi üzerinde baraj yapımı konusunda hükümet çalışmalarını sürdürüyor. Aynı tehlike Bingöl’de Peri Vadisi’nde, Hakkari Zap Vadisi’nde ve Karadeniz’ın Fırtına Vadisi’nde de bulunuyor.
Önümüzdeki 50  yıl içerisinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde küçük büyük 100’ü aşkın baraj yapımı hedefleniyor. Bu barajlar tamamlandığında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde başta iklim koşulları olmak üzere coğrafi değişimler de beraberinde gelecektir.

Hiç yorum yok: