16 Şubat 2010 Salı

Demokrasi ve Kisa Tarihi

Avrupa dünyadaki bütün olumlu gelişmeleri kendisi yaratmış, Doğu’nun yarattığı olumlu şeyler yokmuş da bu nedenle geri kalmış gibi bir anlayışı, birçok aracı kullanarak insanların beynine yedirmektedir. Doğu denildiğinde sadece gerilik ve despotizmi akla getirilmek istenmektedir. Buna siyasal literatürde oryantalizm denilmektedir. Batı zihniyetine göre demokrasi, özgürlük, hümanizm, her şey kendilerindedir!
Çağımızda en fazla tartışılan kavram demokrasidir. Fakat demokrasinin tanımı herkese göre farklılıklar arz ediyor. Uygulama biçimleri de buna göre oluyor. Demokrasi söylemi hem farklı hem de zamanla değişen ve gelişen bir olgu olduğu için tartışma gündeminden düşmüyor. 21. yüzyılda artık demokrasiyi reddeden güç kalmamıştır. Faşist zihniyeti terk etmeyen gruplar ve radikal olduğunu söyleyen bazı İslamcı grupların Batı kaynaklı olduğunu düşünerek demokrasiyi reddetmesi bir istisna olarak görülmelidir. Demokrasi olgusu en azından söylemde böyle istisnalar dışında herkesin savunduğu ve arzuladığı bir yaşam biçimidir.

En fazla da toplumdan ve haksızlığa uğrayan güçlerden yana olan ve zulme karşı mücadele edenler açısından demokrasi tarihini bilmek, böylece tanımını doğru yapmak ve içini doğru doldurarak ne olduğunu kavramak önemlidir. Çünkü bu konuda Kürdistan Özgürlük Hareketi içinde de zaman zaman çok farklı yaklaşımlar, eğilimler ve tutumlar görülüyor. Bu zaten demokrasinin bir gereği ve sonucudur. Farklı siyasi akımların farklı düşüncelerinin olması doğal bir durumdur; ancak her siyasi hareketin kendi içinde bir düşünce bütünlüğünün bulunması gerekir. Alternatif bir hareket olarak bazı farklılıklar olsa da, esas olarak bu konuda bir doğrultumuzun olması gerekmektedir. Bu nedenle yaptığımız tartışmalar ve eğitimlerle ortak bir demokratik anlayışı ortaya çıkarmak istiyoruz.

Batı her olumlu olguyu kendine mal etme çabasında
Demokrasi tanımını içeriğiyle, tarihi süreciyle, bugünkü geldiği düzeyle, uygulanış biçimiyle kavramaya çalışıyoruz. Bu açıdan demokrasi tarihi, tanımı ve içeriği önemli bir değerlendirme konusudur. Daha Antikçağ Atinası’nda demokrasinin ne olduğu konusunda tartışmalar olmuştur. Batı Avrupa’da da bunun tartışması çokça yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir.

Dünyada şimdiye kadar demokrasi yaklaşımı ve değerlendirmeleri Batı merkezliydi; Batı merkezli bir anlayış vardı. Sanki demokrasi Batıda başlamış ve orada yaşanmış gibi bir zihniyet tüm insanlığa kabul ettirilmişti. Bu güzel ve değerli yaşam ve yönetim anlayışı Batıda yaratılmış denilerek, Batının tüm dünya ve insanlık üzerinde bir ideolojik ve moral üstünlük kurma çalışması içinde olduğu görülmüştü. Bu, insanlık tarihini bir bütün olarak çarpıtan Avrupa’nın, aynı biçimde demokrasi tarihini de çarpıtması ve olumlu her olguyu ve gelişmeyi kendine mal etme anlayışının dışavurumudur.

Avrupa dünyadaki bütün olumlu gelişmeleri kendisi yaratmış, Doğunun yarattığı olumlu şeyler yokmuş da bu nedenle geri kalmış gibi bir anlayışı, birçok aracı kullanarak insanların beynine yedirmektedir. Doğu denildiğinde sadece gerilik ve despotizmi akla getiren bir düşünsel saldırının yapıldığı bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Buna siyasal literatürde oryantalizm denilmektedir. Batı zihniyetine göre demokrasi, özgürlük, hümanizm, her şey kendilerindedir. Böyle bir zihniyeti Ortadoğu insanına da şöyle ya da böyle benimsetmişlerdir. Bu nedenle biz de böyle bir aşağılık kompleksiyle kendi değerlerimizden kaçmış ve kopmuşuz. Nerede iyi bir şey varsa onu da Batının anladığı gibi anlama gayreti göstermiş, onun taklitçisi olarak uygulamak ve pratikleştirmek gibi bir cahillik içine girmişiz. Bunu Ortadoğu toplumları için, Doğu toplumları için belirtebiliriz. Bu, kendinden kaçan, kendi gerçeğinden utanan bir durum yaratmıştır.

Doğuyu küçümseyen Batı, Kürtlüğü küçümseyen Türklük
1960-70’lerde Türkiye’de Kürtlük gerilik, Türk olmak ise ilericilik, çağdaşlık diye Kürt ve Türk toplumuna benimsetilmiştir. Biliniyor, Türkiye’de Kürtler askerliğe gittiklerinde geriliklerini kendilerine göstermek için “Mağara numaran kaç?” diye sorarlarmış. Bunun sonucunda 1960-70’lere gelindiğinde, Kürtler gönüllü Türkleşme yoluna girmiştir. Artık Kürtler asimilasyona gönüllü bir biçimde yatkın hale gelmiştir. Kim geri olmak ister? Kim mağara adamı olmak ister? Tabii ki herkes çağdaş, ileri olmak ister. Dolayısıyla böyle bir duygusal, ruhsal ve psikolojik ortamda Türkleşmeye koşma yaşanmıştır. Türkleşmek çağdaşlık, ilericilik olarak gösterilip Kürtlük de aşağılandığı için, Kütler de o durumdan kurtulmak amacıyla asimilasyona, Türkleşmeye, Türk kültür ve sosyal yaşamına meyletmiştir.

Türkiye’de Kürtlere yaşatılan bu durumu Avrupa da Doğuya yaşatmıştır. Dünyadaki birçok halk kendi değerlerini küçümseyip Batıya öykünmeye başlamıştır. Çünkü Batılılık, demokrasi, ilericilik, çağdaşlık ve özgürlük; Doğulu olmak da gerilik ve gericilik demektir. Bunun bilinçleri çarpıtmak olduğu açıktır. Eğer halklarımız açısından en uygun ve en doğru yaşamı ve demokrasiyi ortaya çıkaramamışsak nedeni budur. Doğru bir özgürlük anlayışına sahip olamamışsak, bunun nedeni de kendi gerçeğimizden kaçmış olmamızdır. Kendi gerçeğimizin bilincine varsaydık, kendi gerçeğimizde bulunan demokratik komünal değerleri görüp, Batının da olumlu değerlerini reddetmeden, ama kendi özgünlüğümüze Batının olumlu değerlerini de katarak iyi bir demokrasi anlayışı, iyi bir özgürlük anlayışı, iyi bir yaşam projesi ortaya koyabilirdik. Ama ayağımız yere basmayınca, kendi temellerimize dayanan bir özgürlük ve demokrasi çalışması yapmayınca, dışarıdan alınanlar temelsiz oluyor; dolayısıyla demokratik ve özgür toplumu geliştirme mümkün olmuyor. Getirilmeye çalışılan taklit olduğu için bünye kabul etmiyor. Günümüzde tartışmalarla bu yanlışlık düzeltilmeye çalışılıyor.

Doğu’nun demokratik değerleri
Daha önceleri demokrasi esas olarak da Atina’dan ya da Magna Charta’dan başlatılıyordu. Oradaki hukuk devletinden, anayasaların ve demokrasinin oluşum tarihinden başlatarak bugünlere getiriyorduk. Tabii ki sosyalist anlayışımızın süzgecinden geçirerek anlatmaya çalışıyorduk. Ancak kaynak olarak, literatür olarak Batı bakış açısı aşılmadığından, bütünlüklü ve doğru bir demokrasi zihniyeti veremiyorduk. Böylelikle anlattığımız demokrasi Batının anladığı içerik ve biçimde olduğu gibi bizim de olmuyordu; birilerinden alınmış bir elbise gibi oluyordu. Batının bize kabul ettirmek istediğini biz de doğruymuş gibi düşünüyor ve anlatıyorduk.

Belki ilkel komünal toplumda kendi koşullarına göre bir demokrasi olduğunu belirtsek de, bunu çok önemli bir temel olarak görmüyorduk. Böylece binlerce yıldır bütün insanlığın yaşadığı ve bugüne kadar getirdiği demokratik değerler ve demokrasi için verdiği mücadeleler gözden kaçırılıyordu. Demokrasi deyince, bütün Ortadoğu’nun birçok olumlu değerlerini görmezden gelerek, üniversitede ne gördüysek, kitaplarda ne okuduysak onları bazı yönleriyle eleştirerek anlatmaya çalıştık.

Artık Doğunun değerlerini, komünal demokratik değerlerini inkâr eden zihniyeti ve demokrasi anlayışını reddediyoruz. Kendi gerçekliğimizi esas alarak, ama Batının bazı olumlu değerlerini de inkâr etmeden bir demokrasi tanımı, bir demokrasi tarihi, bir demokrasi duruşu ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.

‘Özgürlüğün vahası’
Demokrasi toplumların ve bireylerin kendini en iyi ifade ettiği ve geliştirdiği bir yaşam biçimidir. Toplumlar ve insanlar tarih boyu sürekli daha iyi ve daha güzel bir yaşam arayışı içinde olmuşlardır. Neolitik toplumda yaşadıkları doğal demokratik yaşamı ve doğal özgürlük ortamını öykülerinde, kültürlerinde, söylemlerinde ve yaşamın kendisinde güzel değerler olarak yaşatıp bugüne kadar getirmişlerdir. Nitekim insanların bütün özlemleri ve umutları güzel bir yaşama dairdir. Bu güzel yaşamın da en iyisi demokrasidir. Çünkü demokrasi hem toplum için en iyi yaşam, hem de her türlü özgürlüğü geliştiren bir ortam ve gelişme çerçevesidir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, demokrasi için ‘özgürlüğün vahası’ değerlendirmesini yapmış, “Özgürlükler en iyi demokrasi vahasında gelişir” demiştir.

İnsanlık hep demokratik özgürlükçü bir yaşamı özlemiştir. Aslında bütün destanların da, şiirlerin de, öykülerin de, müziklerin de özü esasında demokratik ve özgürlükçü bir yaşamdır. Bin yıl önceki şiirler de, destanlar da öyledir.

‘Demos’+‘kratia’= Halk yönetimi
Demokrasi kelimesi ilk kez Atina’da kullanılıyor. Yunancada ‘demos’ halk, ‘kratia’ yönetim demektir. Demokrasi kavramı, halkın yönetimi anlamına geliyor. Atina’dan önce böyle bir kavram kullanılmıyor. Bunun özlemleri ve içeriği çeşitli biçimlerde dile getiriliyor. Kavramlaştırma Atinalılara aittir. Demokrasi ihtiyacı nereden doğuyor? Neden böyle bir özlem kavramsallaştırılıyor? Tarih gösteriyor ki, iktidarcı, devletçi, baskıcı sistemin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte halkların baskı ve zulmü sınırlama isteği de doğmuştur. Demokratik yaşam, toplumların ve insanların bireylerin kararına mahkûm olmadığı, bunların ağzından çıkan sözlere göre yaşamadığı, üstte duran kişi ya da kişilerin insafında yaşanmadığı, yaşamın bütün alanlarıyla ilgili kararların ortak alındığı, herkesin alınan karar için benim diyebildiği, uygulamalara benim uygulamalarım diyebildiği dönem tabii ki ilk demokrasinin uygulanış biçimi oluyor. Buna demokrasi denmiyor, ama uygulama demokrasiyi ve demokratik yaşamı ifade ediyor. Neolitik (ilkel komünal) toplumda bunlar vardır. Neolitik toplumda işlerin ortak ve demokratik bir özle yürütülmesi söz konusudur. Toplum ve doğal yaşam için kararlar alınıyor ve bunlar pratikleştiriliyor.

Primat dediğimiz insanımsı varlık toplum yaşamına adım atınca insan oluyor. Bireylerin doğayla ilişkisi, herhangi bir canlıyla ilişkisi tekil olmaktan çıkıyor ve toplumsal bir ilişki halini alıyor. İnsanlar toplumsallaşma aşamasında ideolojik olarak bir totem etrafında toplanmaktadır. Toplumsallık kendini güç yaptığından, toplumu temsil eden totem de kutsal olmaktadır. Toplumsallık burada aynı zamanda kutsallıktır.

Neolitik toplumda klanın, kabilenin yaşamı düzenlenirken bazı ortak kararlara gidilecektir. Neolitik toplumda bu ortak yaşam ilkeleri ve kararları toplumsal yaşamın tecrübelerinin bir araya gelerek oluşması ya da kararlar haline gelmesiyle ortaya çıkmaktadır. Alınan kararlar bilince ve tecrübeye dayanan ve toplumun çıkarlarını temsil eden kararlar olmaya devam etmektedir. Şaman ve bilgeler sadece toplumsal pratiğin hafızaları olarak değer görmektedirler. Bu nedenle yaşamın ortak düzenlendiği ve toplumun da bütün kararlara kendisinin sayarak uyduğu bir yaşam biçimi söz konusudur. Yani hala “Bir despot karar vermiş biz de uymak zorundayız” gibi bir toplumsal zihniyet söz konusu değildir. Toplum yaşamı bireyin hiçbir toplumsal çalışmaya yabancılaşmadığı biçimde yürütülmektedir. Dolayısıyla toplumsal yaşam ancak kararların ortak olduğu ve herkesin o kararlara benim diyebildiği -kararlara ya katıldığı ya da o anda katılmasa bile kararları kendi kararları bildiği- belirli bir demokratik yaşam biçiminde sürmektedir. Buna ilkel demokrasi de –ilkel toplum demiyoruz- denilmektedir. Burada ilkel kavramını geri anlamında değil de, ilk ve eski anlamında kullanıyoruz.

Komünal olan demokratiktir
İnsanın varoluş biçimi toplumsaldır. Toplumun da kendini devam ettirme ve varolma biçimi komünal demokratik yaşam oluyor. Etnisitenin, aşiretin, kabilenin kendini var etme biçimi ancak demokratik olabilir. Bir toplum komünal demokratik olmadığında o toplum dağılır. Demokratik karakterin olmadığı yerde toplumcu yaşam biçimi olmaz. Demek ki insanın varolma biçimi toplumsal, toplumsal yaşam biçimleri olan etnisitenin, kabilenin, aşiretin varolma biçimi de demokratik değerlerle mümkün olabiliyor. Komünal olanın demokratik, demokratik olanın komünal olmak zorunda olduğunu bu toplumsal formlarda çok açık bir biçimde görmekteyiz. Komünal demokratik değerlerin olduğu, ilkel demokrasinin bulunduğu, insanların kendi kararlarını kendileri verdiği ya da onlar adına -bir kabile demokrasisi, aşiret demokrasisi- ileri gelenlerin, yaşlıların, tecrübeli kişilerin ya da ana-kadın etrafında oluşan ilkel meclislerin karar verdiği demokrasi düzeni bulunmaktadır. Ekonomik ve sosyal faaliyetlerin artmasıyla birlikte rahip, bilge ve askeri şefler toplumsal yaşamın içine daha etkin girerler. Ancak bunlar ilk önceleri kendi tecrübelerini toplum ve birey için bir baskı aracı olarak kullanmıyorlardı. Konumları bir ayrıcalık, bir avantaj ifade etmiyordu. Çünkü onların tecrübeleri ve birikimleri de toplumsal yaşam içinde bir anlam taşıyordu. Birikim ve yeteneklerini bireyselleştirecek bir kültür yoktu. Toplumsal değerler ve kültür buna izin vermiyordu. Tek avantajları bu çalışmaların onlar için büyük bir moral kaynağı olmasıydı. O bakımdan ilk bilgelerin, şeflerin ya da rahiplerin olduğu dönemlerde bu tecrübe ve bilinç insanların üzerinde ve antidemokratik nitelik taşımıyordu.

Demokratik değer ve iktidar çelişkisi
Neolitik toplumun yukarı aşamalarında ataerkilliğin belli bir düzeyde yaşandığı dönemdeki hiyerarşi de sonrasındaki gibi antidemokratik ve baskıcı değildir. Demokratik komünal yaşam hala önemli oranda uygulanıyor. Ama şamanın, bilgenin ve şefin bu avantajlarını kullanarak yavaş yavaş toplumun hepsinin kullandığı bazı yetkileri kendi ukdelerine aldığı bir süreç başlıyor. Bunlar hemen çok fazla yetkili olmuyorlar, ama giderek topluma ait sorumlulukları kendi zimmetlerine geçiriyorlar. Bu da komünal demokratik toplumun adım adım geriletilmesi, hiyerarşik-devletçi toplumun ortaya çıkması anlamına geliyor. İlk hiyerarşinin oluşumundan başlayarak, devletçi toplumunun komünal demokratik değerleri gerileterek hâkim olması çok uzun bir süreci alır. Nasıl ki şimdi ‘az devlet, çok demokrasi’, ‘çok devlet, az demokrasi’ diyorsak, ilk önce çok komünal değer ama az hiyerarşi vardır. Giderek bin yıl süren bir mücadele sonucunda yavaş yavaş komünal demokratik değerler geriletiliyor; yetki, iktidar ve devletçi değerler toplumun tüm yaşamına hâkim olmaya çalışıyor. Demokratik değerleri gerilettikçe iktidar kendi alanını genişletiyor.

Kadının geriletilmesi süreci
Bu süreç aynı zamanda kadının geriletilmesi, erkek egemenlikli zihniyetin ve sistemin ortaya çıkması sürecidir. Toplumda genel bir iktidar ve devlet kültüründen önce erkeğin kadın üzerinde etkisini arttırdığı süreç yaşanır. Bu süreç aynı zamanda erkeğe hâkimiyeti ve iktidarı öğreten süreçtir. Bu nedenle bugün çokça sözünü ettiğimiz toplumsal cinsiyetçilikten arınıp cinsiyet özgürlükçü olmanın demokrasiyle bağı fazlasıyla tartışılmaktadır. Toplumsal cinsiyetçiliği ve bunu yaratan süreci anlamamız, aynı zamanda demokrasiyle kadın özgürlüğü ve kadın özgürlük mücadelesiyle demokrasi arasındaki bağı anlamamızdır. Komünal demokratik değerlerin gerilemesiyle birlikte aynı zamanda toplumdaki kadın etkisi, kadının toplumdaki moral gücü, ana-kadın etrafındaki evcil düzen eksenli yaşam gerileyerek ataerkil düzen gelişmiş ve sonunda da ana tanrıçanın tarih sahnesinden çekilerek eril tanrıların giderek hâkim olduğu bir yaşama doğru yol alınmıştır. Bu ikisi iç içe yürüyor. Kadının konumunun ve erkek egemenlikli ataerkil zihniyetin hâkim olması süreciyle komünal demokratik değerlerin geriletilmesi, devletçi toplumun hâkim olması süreci iç içedir.

Köleci değerler kendisini etkin kılsa da, köleciliğin ilk dönemlerinde bile komünal demokratik değerler kendini çok etkili bir biçimde hissettiriyor. Kaldı ki komünal demokratik değerlerin etkin olduğu kırsal yaşamın yanında kurulan sitelerin ağırlıklı bir konumu yoktur. Şehirlerin birleşmesiyle birlikte devletler kendisini büyütüyor ve imparatorluk haline gelerek kendilerini daha geniş bir coğrafyada yaygınlaştırıyorlar. Ancak bu durumda bile komünal demokratik değerler toplumun yaygın yaşam biçimi olarak etkin ve yaygın biçimde varlığını sürdürmektedir. İmparatorluklar kendisini coğrafyanın her köşesine hâkim kılıp sınıflaştırmayı derinleştirecek durumda değildir.

Toplum ve komünal demokratik değerler
Toplum varsa, komünal demokratik değerler de vardır. Çünkü insanın varolma biçimi toplumsal yaşam olduğu gibi, toplumun varolma biçimi de komünal demokratik yaşamdır. Toplum kendini ayakta tutmak ve dağılmamak için demokratik değerleri yaşatmak zorundadır. Toplumda tümden bireycilik olsa o toplum zaten dağılır, toplum yaşamı diye bir şey ortada kalmaz. Demek ki komünal değerler kendini toplumsal yaşam içinde sürdürüyor. Yine toplumun kendi içindeki ilişki düzeni bir devlet gibi, bir devletin bir devlete savaşı gibi, üst toplumun alt toplumu ezmesi gibi bir ilişki düzeni olmadığı için, kendi arasındaki ilişkileri doğal anlamda demokratik özellik taşır. Toplumlar ve etnisite dışa karşı kendini koruma mücadelesi veriyor. Bu bile onları komünal demokratik kılmayı gerektiriyor. Eğer devletçi bir sistem karakterinde olunmayacaksa, dışa karşı bir mücadele verildiğinde özgürlükçü olunur. Dışa karşı mücadeleyi örgütlemek için hem kendi içinde bir komünal birlik, hem de bu birliği demokratik temelde var etmek gerekir. Dışa karşı mücadele etme gücünü bulmak için etnisitenin ister istemez kendi içinde belli demokratik ilişkileri yaşatması gerekiyor. Öte yandan toplum tümden dağıtılmadan demokratik değerler de yok edilemez. Toplumsal yaşam varlığını sürdürüyorsa, bu aynı zamanda demokratik değerlerin de yok edilemediğinin kanıtıdır. Dolayısıyla bu da köleci devlet sistem var olduğunda bile toplum içindeki komünal demokratik değerlerin sınıflı toplumla yan yana yürüyen bir olgu olduğunu gösterir. Bu konuda Kürt Halk Önderi Öcalan, ”Etnisite, ilkel demokrasidir. İçte komünal değerlere bağlılık, dışarıda tahakkümcü devlete direniş halk gruplarını demokratik, özgür ve eşit ilişkiler içinde bulunmaya zorlar. İlişkilerin bu karakteri olmadan direnişin anlamı kalmaz” belirlemesinde bulunur.

Hiç yorum yok: