22 Şubat 2010 Pazartesi

Değişim Sürecinde Kuzey ve Güney Rüzgârlarını Nasıl Anlamalı?-1-


Değişimin ivmesine ne kadar dayanılır? Değişim öngörüsü aşırı hayalperestlik ve klasik saptamaların teori kalıplarıyla yapılamaz. Tabiattaki yaşam evrim şeklinde yürürken doğal felaketlerin evrimi öne mi yoksa geriye mi götürdüğü tartışmaları sürmektedir. Politik, ekonomik ve kültürel yaşamda ise insanlık gelişimi, devrimci-demokratik tarzda ve darbe rejimleriyle ileri ve geri ivmeler kazanarak yürümüştür. İnsanlığın ilerlemesinin “doğal felaketi” olan darbeler ise değişimi isteyen güçler ve halklar üzerinden buldozer gibi geçmiştir. Darbe rejimlerinin ideolojik kalıplarından etkilenen bazı partiler ise ne yazık ki özgürlük isteyen halklar arasında da görülmektedir. Biçimde demokratik özünde darbeci olan bunlar, özgürlük özlemlerine kelepçe vurmaktadırlar. Ortadoğu, bunun örneklerini en yoğun yaşayan bölgeler arasındadır. Kürtler ise Ortadoğu’da değişimin kilit rolüne tarihi olarak bağlanmış durumdadırlar. Dört parçaya bölünmüş Kürdistan’daki halk, Ortadoğu’nun özgürlük lehine değişmesiyle ancak özgürlüklerine kavuşabilirler. Günümüz tarihi ve küresel gerçekliği bunu kanıtlamıştır. Kürt güçleri ise değişimin öncüsü oldukları oranda Kürt halkının özgürlüğünü sağlayabilir ve garantileyebilirler.
Kendi içlerinde demokratik ve özgürlükçü olmayan güçler, Ortadoğu’da Kürtlerin özgürlüğünü nasıl sağlayabilirler? Kendi bölgelerinde özgürlüğü sağlamayan ve demokrasiyi işletmeyen Kürt partileri, Ortadoğu halklarına özgürlük, hak, hukuk ve adalet için nasıl talepte bulunabilirler? Kürtler istemese de tarih onların boynuna ağır bir sorumluluk ve yük yüklemiştir. Belki de özgürlüklerine geç kavuşmalarının cezasını, diğer halkları değiştirmekle çekmektedirler! Dolayısıyla Ortadoğu sahasının yeni dinamik gücü olan Kürtler ve Kürtleri temsil eden partiler, ilk başta kendi içlerinde değişimi esas alarak demokratik işleyişi özde gerçekleştirmelidir. Kürt partileri etkin oldukları bölgelerde demokrasiyi ve özgürlüğü esas aldıkları oranda, Kürtlerin özgürlüğüne ilişkin ciddi olduklarının kanıtını ortaya koymuş olacaklardır.

Kerkük Artık TC’den mi Sorulacak?
Kürt partileri hangi program ve tüzükle günümüzde varlıklarını sürdürebilir ve Kürt halkının özgürlüğünü sağlayabilirler? Güney’de elde edilen kazanımlar değişimle nasıl güçlendirilebilinir? İktidar ve muhalefetin buna etkisi ve tepkisi ne doğurur? Güney üzeri yoğunlaşan uluslar arası politik arenada durum gizli kapılar ardında sonucu önceden belirlenen olgulara dönüştürülmek istenmektedir. Kudüs’ü geride bırakmaya aday Kudüsleşen Kerkük sorunu Kürtler için demokratik değişimi esas kılan stratejiyi belirlemektedir.
Fakat aynı Kerkük ABD’nin elinde adeta bir terazi rolüne büründürülmüş durumdadır. ABD bölgede hangi güçlerden çıkarları gereği taviz koparmaya çalışıyorsa teraziyi onun tarafına kaydırmakta fakat Kerkük’ün iplerini de elinden bırakmamaktadır. Irak’ı aşan Kerkük sorunu TC başbakanı Erdoğan’ın son Irak gezisinden sonra “Türkiye sorunu” haline getirilmiştir. Talabani’nin Bağdat’ta çok iyi ağırladığı Erdoğan’ın Kürtleri hiçe sayarak ve Arapları tehdit edercesine Kerkük hakkında yaptığı açıklamalar, Güneyli yetkililer tarafından her ne kadar göz ardı edilip pişkince yaklaşıldıysa da kayda değerdir ve Türkiye’nin Kerkük sorununa önümüzdeki süreçte nasıl yaklaşacağını gözler önüne sermiştir. “Kerkük sorunu hakkında Kerkük’te yaşayanlar karar veremez. Kerkük’te yaşayanlar eğer Kerkük’te tek karar kılıcı olursa bu Irak’ta yaşayan Arap, Şii ve Sünniler için de büyük patlamalara dönüşür” diyerek, Irak’ta yaşayan bu kesimlere adeta, “sizler Kerkük’ün Kürtlerin yönetimine geçmesini engellemezseniz ve 140. maddeyi uygularsanız, aranızda her gün bir bomba patlatırız, sizleri huzursuz ederiz, Kerkük sorununu bizden habersiz kimse çözmesin” demektedir.
Erdoğan mealen, “artık Kerkük sorunu TC devletinden sorulur” demiştir. Aslında Bağdat’ta Irak’ın içişlerine müdahale ederek, bundan sonra bu ülkede tek söz sahibi olduğunu göstermeye çalışmıştır. Iraklı ve Güney Kürdistanlı yetkililerin buna dönük ciddi bir tepki göstermemesi ise bunun kabul edildiğinin göstergesi olmuştur. Erdoğan’ın Irak’ı ziyaret etmesinin en büyük sonuçlarından birisi de bu olmuştur. Ekonomik anlaşmalar ayağıyla Irak, Suriye ve İran ile Kürtlere dönük gizli bir Sadabad Paktı’nın ön zemin çalışması siyasal, ekonomik ve kültürel anlamda yapılmaya çalışılmıştır. Bunun için Kürt Özgürlük Hareketine karşı Irak hükümeti başta olmak üzere bölge devletlerinin hükümetlerini korucu, tetikçi ve polis olarak kullanmanın görüşmelerini gerçekleştirmiştir. ABD’nin verdiği görevleri kendi İslamcı-faşist geleneğinin özüne uygun bir tarza uyarlayarak sonuca ulaşma hedefini gizlemeye çalışmaktadır.

Güney Üzeri Kuzey’e Yönelim
Erdoğan ve AKP hükümeti, kendince ABD’nin büyük Ortadoğu projesinden yararlanarak cumhuriyetin içinde yeni bir Osmanlıyı yaratma peşindedir. Bunun için Osmanlının Kürtlere verdiği rolü bile daha da geriye çekerek köle ve hizmetçi olarak kullanmanın alt ve üst yapısını, politik olarak genelkurmayın bilgisi dahilinde yapmaktadır. Irak ve Güney Kürdistan bu politikanın ön ayağı seçilmişlerdir. Güney Kürdistan’ı teslim almanın çeşitli şekilleri üzerinde durdukları anlaşılmıştır. Kuzey Kürdistan’ı Güney üzeri yenme ve etkisiz kılmanın yeni planlamaları devreye konulmuştur. Ekonomik ve istihbarat oyunları ile yeni bir tarzı içte ve dışta hazırladıkları görülmektedir. Güneyli yetkililerin demokratik ulusal bilinç zayıflıklarından ve kişisel zaaflarından yararlanarak Kürdistan’ın bu parçasını önce ekonomik anlamda kendisine bağlama sonra da burası üzeri Kürt ulusal iradesinin etkisizleştirilmesi için Kürt Özgürlük Hareketine karşı savaş dahil her türlü çirkin politikayı geliştirme girişimlerini devreye koymuşlardır.
Kuzey yerine Güney’i muhatap alma politikası işletilmektedir. Neçirvan Barzani’nin onayı ile Güney Kürdistan petrol bakanı Aşti Hewrami’ye verilen 47 milyon dolar rüşvet bunun en açık delili olmaktadır. TC devleti değişimi kendi cephesinde Kürtleri iradesiz kılmanın yeni bir safhası olarak ele alırken, Güneyli yetkililer ve Güney’de serbest çalışma olanağına sahip Kürt partileri ise bunun için neler yapmaktadır?

Genelkurmayın Özel Projesi
TC devleti Kürt halkının özgürlük direnişi karşısında almış olduğu bütün uluslar arası desteğe rağmen Kürt halkının haklı ve meşru davasını bastıramadı. 21 yy gerçekliğinde uluslar arası boyutta eskisi gibi destek alamayacağını gören TC, siyasal yönü ağır basan yeni projeler devreye koymuştur. Derin devletin çekirdeği olan Genelkurmaylık bu süreci gizli ve açık biçimde yapılandırmaya başlamıştır. Uzun vadede Kürt ulusal ve demokratik iradesini kırma ve Kürtleri kırıntı haklarla hizmetçi (xulam) haline getirerek dünya kamuoyu nezdinde Kürt sorununu hallettiğini gösterme çabasındadır. Bunun için TC Genelkurmayı özel bir proje hazırlamıştır. Bu projede AKP’ye büyük rol verilmiştir.
Genelkurmayın gizli olarak hazırladığı bu projenin uluslar arası destekçileri vardır. Syces-Pycot gizli antlaşması ile Ortadoğu’yu dizayn eden güçlerin başında gelen Fransa gibi ülkeler TC genelkurmayını desteklemektedir. Bunun için TC siyaseti üzerindeki ordunun etkisinin sınırlanmasını istememektedir. Avrupa Birliği, yayınlanan son raporlarında, ordunun üzerine fazla gitmeyin diyerek tarafını belirlemiştir. Zaten ordunun ekonomi devi OYAK şirketler grubu ile Fransa şirketleri ortaklaşarak bu siyasetin ekonomik temellerini de atmışlardır. Abdullah Gül’ün bu sorunlar için Fransa’ya yaptığı gezide istediği desteği aldığı söylenemez. Kendisine, tarihi Kahire anlaşmasını bozamazsınız, elimizdeki kozları oynarız, Kürtleri kışkırtırız demişlerdir. Öte yandan ordu eskisi gibi AKP hükümetinden OYAK ve ortakları için büyük ihaleler ve destek talebinde bulunmamaktadır. Bunun iki nedeni var: Birincisi, AKP’nin sıkıştığında bunu kamuoyuna açıklayacağından korkulması. İkincisi de “gurur” meselesidir.
Daha düne kadar “irticacı” dediği bir gruptan ihale istemek olur mu? Bunun için OYAK şirketi, Fransa ortakları aracılığı ile TC hükümetinden ihaleler istemektedir. TC ordusu bunun için Türkiye’de bir koalisyon hükümetinin inşası için şimdiden seçim çalışmalarına başlamıştır. Milli Güvenlik Kurulunda ele alınan ve kararlaştırılan “açılım” politikası ise bu gizli amaçlar için kullanılmaktadır. TC ordusu askeri darbe yerine, siyasal darbeyi halk kitlelerini harekete geçirerek yapmak istemektedir. CHP ve MHP bunun figüranı seçilmişlerdir. AKP’ye ise taşeronluk görevi verilmiştir. Böylece içte ve dışta her türlü gayrı-meşru politikalarını haklı çıkarmayı hedeflemektedir. Bu temelde Kürt özgürlük talepleri engellenerek ve uluslararası desteği ikinci bir defa daha almaya çalışarak Kürtleri tümden iradesizleştirmenin askeri boyutu başta olmak üzere ekonomik, kültürel ve siyasal faaliyetleri geliştirilmektedir. Ordu, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana TC devletinin özünü oluşturmuştur.
Çıkarları gereği herkesin gladyosu olmaya aday Ortadoğu’daki yegane ordudur. TC’nin bütün iplerini elinde tutarak varlığını sürdürmenin peşindedir. Yine bilindiği gibi hükümetleri sürekli olarak perde arkasından yönetti. Bunun için siyasal partileri oluşturdu. Her birisine ayrı ayrı roller verdi. Uluslararası diplomatik ilişkileri bu çerçevede yürüttü.  Kürtleri bu demokrasi kılıfıyla sürekli olarak sessiz, sedasız olarak katliamlardan geçirdi. Fakat Kürt Özgürlük Hareketinin ortaya çıkışı ve ortaya koyduğu performans TC’yi çıkmaza koydu. Devlet işin eskisi gibi olamayacağını askeri olarak en son Yaşar Büyükanıt’ı kullandıktan sonra daha iyi anladı. Yerine geçen İlker Başbuğ ise bir askerden ziyade bir diplomat gibi hareket ederek ırkçı TC rejimini kurtarmanın teorilerini dile getirdi.

Mehmet Botan

Hiç yorum yok: