22 Şubat 2010 Pazartesi

Bilim-İktidar ve Bilim-Sermaye İlişkisi Üzerine -2

Roma imparatorluğunda teknolojinin lehine bilimin gücünü yitirmesinin nedeni konusunda pek çok tartışma yapıldı.

Roma imparatorluğunda teknolojinin lehine bilimin gücünü yitirmesinin nedeni konusunda pek çok tartışma yapıldı. Romalılar büyük oranda savaşçılardan ve köylülerden oluşmaktaydı. Bilime ve yaptıkları katkının yetersiz ve politik önemleriyle oransız olmasına karşılık bu iki alanda büyük adımlar atmışlardır. Büyük binalar, kemerli su kanalları ve yollar gibi büyük ölçekli yapıları başarıyla inşa ediyorlardı. Bu arada tıp alanında da devasa ilerlemeler kaydetmişlerdi. Ama doğal fenomenlere ilişkin bilimsel açıklamalar yapmaya pek düşkün değillerdi. Böylesi açıklamalar birer tehdit olarak algılanıyordu; çünkü bu tür açıklamalara girişen her hangi bir kişi, yönetici sınıfa hizmet etmekte olan tanrısal varlıkların ve astrologların gücüne meydan okumuş oluyordu. Bilimin yavaş bir gelişme göstermesinin asıl nedeni buydu. Bilim, Lucretius gibi Galileo ya da Bruno’ya öncülük edecek birinin cesaretine ihtiyaç duyuyordu. Sonuç olarak, bilimin gelişmesinin özgürlük ve toplumsal değişmelerle bağlantılı olduğunu belirtmek gerekiyor.



Kavramsal çerçeve

Bilgi, bilimsel veya felsefi bilgi, teknik bilgi ve teknik bilgi ile bağlantılı olarak enformatik bilgi olarak ayrılmaktadır. Günümüzde bilim ve teknik genellikle bir arada kullanılmaktadır.



İlk önce, bilimsel bilgi, Aristoteles’ten bu yana, kendi başına amaçlanan şey, aranan hakikattir. Hakikatin kendisi kadar hakikate ulaşmak için gösterilen çaba da önemlidir.



Bilginin ikinci türü, techne’dir. Techne, antik dönemde bir bilgi olarak kabul edilmezdi. Sokrates ve Protagoras için techne, belli bir amaca yönelik, genel ilkeleri olmayan çıraklık ve tecrübeydi. Techne, Platon ve Aristo için zanaatkarlık konusuydu, bir ürün ortaya koymaya yönelen yapıp etmenin bilgisiydi.



Kavramsal çerçevenin sonunda, bilginin ister bilimsel bilgi isterse teknik bilgi olsun iktidarın dışında kalmadığını vurgulamak gerekir. Bilimsel bilginin veya hakikatin peşine düşen filozofun kaygısı, kendine bir çıkar sağlamak değildir. Ama hakikatin üretimi belirli bir alanda gerçekleşmeye başladığında doğrudan değil ama dolaylı olarak hem de çok etkili biçimde iktidarın içindedir. Onu sorgulayarak ya da üreterek. Teknik bilgiye gelince, teknolojik gelişmelerin sanayileşme devrimiyle birlikte bilimle at başı gitmesi sonucunda verili iktidar yapılanmalarını doğrudan üreten bir fonksiyona bürünmüştür. Zamanla teknoloji üretim tarzlarını belirleyecek, dönüştürecek bir duruma gelmiştir. Günümüzde aslında teknoloji bilimden yine ayrışmaktadır. Ama bu defa bilimin yerine oturmakla bunu yapmaktadır. Bugün bilim dendiğinde ardından teknoloji kelimesi eklenmektedir. Oysa, techne bilimden koptuğu için böylesine başı boş ve çılgınca, dünyayı yok etme pahasına, sahiplerinin güdülerinin hizmetinde bir köledir.



Görüldüğü gibi, bilginin oluşumu iktidar, seçkinler ve halk arasındaki ilişkilerden bağımsız değildir. Modern bilimin temsilcilerinden Bacon da ‘bilgi güçtür’ demektedir ve bu ilişkiyi anlamış gözükür ama modern bilim anlayışında gücün-iktidarın oluşumunda ya da inşasında hiçbir rolü yoktur. Bilgi sonuçları ve etkileriyle güçtür, iktidardır. Modern bilimsel anlayışa göre, iktidar veya gücün görünümleri, ya bilginin edinilmesinin engellenmesi-çarpıtılması ya da bilginin özgürleştirici eğilimlerinin ortaya çıkması durumunda seferber olmaktadır. Diğer bir deyişle, bilgi ile iktidar, birbirlerini dışarıda bırakan şeylerdir. Eğer bilginin iktidarla bir ilişkisi varsa, ya bu bilgi bilimsel değil ya da yanlış veya tahrif edilmiş (yani dinler, mitler, metaforlar veya ideolojiler) demektir. (Arslan,1999)



Modern bilimde, bilimsel bilginin yeni sıfır noktalardan çıktığı öne sürülmekte; bilimin saf, objektif bir noktadan hareket ettiği düşünülmektedir. Oysa sıfır noktasının tespit edilebilmesi için , bilim insanının da kendinin de içinde yer aldığı tarihsel sürecin dışına çıkması gerekir. Bu bağlamda bilginin özne-nesne arası ilişkilerden doğduğunu söylemek zordur. Bilgi daha çok özneler arası ilişkilerden doğmaktadır. Bilginin öznesi olan insan tarihseldir, diğer bir deyişle sosyal bir varlıktır. Bu nedenle sosyal varlık olan insanın içinde var olduğu alan, başka bir deyişle sosyal hayat bir iktidar çatışması arenasıdır. Kuşkusuz bu durumu en iyi Nietzsche tespit etmiştir. Nietzsche’ye göre, insan doğası yani ‘homo natura’ güç ve iktidar tutkusu tarafından belirlenmektedir. Toplum bir hiyerarşiler evreni olarak, şu ya da bu şekilde bir güç ilişkileri şebekesi, dolayısıyla bir çatışma arenasıdır.



Yeni sıfır noktaları arayışı içinde olan modern bilimi farkında olmadan bu savı doğrulamaktadır. Yeni sıfır noktaları arayışı yeni mutlak hakikatler arayışı, yeni mutlak hakikatler arayışı da yeni bir cemaat arayışıdır. Eşitsizliğe dayalı toplumsal bir yapı da oluşmuş ‘epistemik cemaat’ yalnızca var olan hiyerarşilerin bir parçası olmakla kalmayacak, kaçınılmaz bir biçimde kendi iç hiyerarşilerini ve iktidar merkezlerini de üretecektir. Zaten modern anlayışına göre bilim, özgürlük ve eşitlik gibi demokratik değerlere dayanmamaktadır. Çünkü eşitlik ve özgürlük olanı değil, olması gerekeni göstermektedir ve bu özellikleriyle onlar ‘olgu’ değil ‘değer’dirler. Bilim ise ‘değerlere’ değil, olgulara dayanmaktadır.



Bu bağlamda, iktidar ve bilgi ilişkisinde bilgi, yalnız kullanım imkanları ile değil, bizzat güç ilişkilerini içinde barındırdığı, gücü içkinleştirdiği için de iktidar ile birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Olgulara dayalı bilim, gözlem ve deneyi ön plana çıkarırken ‘laboratuvarı’ iktidarın yeni merkezi haline getirmekte, görmeye dayalı entelektüel tutumlar iktidar ilişkileri içinde sonuçlanmaktadır.



Okülersentrik (gözmerkezli) bilimsel gelenek hegemonyayı da meşrulaştırmıştır. Görmenin hegemonyası iktidarın hegemonyası olmuş, Foucault’un deyişiyle, gören bakış egemen olan bakış haline gelmiştir. Foucault’a göre, bir tarafta bilgi diğer tarafta toplum, bir tarafta bilim diğer tarafta devlet yoktur, yalnızca iç içe geçmiş bilgi-güç ve iktidar formları vardır. Bu yüzden bilgi ya da hakikat, iktidar dışında ya da iktidara kapalı bir şey değildir. Foucault’a göre; bilgi ya da hakikat, ne özgür ruhların ödülü, ne programlanmış bir yalnızlığın çocuğu, ne kemale erme yolunda bir inzivanın sonucu ve ne de kendilerini özgürleştirmeyi başarabilmiş olanların imtiyazıdır. Bilgi ya da hakikat bu dünyada aranması gereken, bu dünyadaki bir şeydir. Bu nedenle, her toplumun, her dönemin, her rejimin her cemaatin bir hakikat rejimi, hakikatle ilgili bir ‘genel siyaseti’ ve kuşkusuz bu siyaseti temsil eden, hakikat sayılan şeyi (yani mutlak, doğru bilgiyi) dile getirmekle yükümlü olanların statüleri vardır.



Dolayısıyla bilgi-iktidar ilişkisi ve bu ilişki sürecinde belirlenen hiyerarşiler, bilgiyi (hakikati) yönlendirmektedir. Ayrıca, bilgi-iktidar ilişkisinin politik ontolojisi yalnızca statüler üretmekle yetinmemiştir. Etkileşim içinde olduğu sınıfsal yapılar bu ilişkiye özgü bir ‘politik ekonominin’ doğmasına yol açmıştır. Neo-klasik ekonomi anlayışı bu durumun en açık göstergesidir.



Bu açıklamalar bağlamında, aşağıdaki önermelerde bulunulabilinir;

A- ‘Hakikat’- Bilgi, bilimsel söylem ve onu üreten kurumlarda merkezileşmektedir.

B- Bilgi sürekli bir ekonomik ve politik teşvike tabidir. (Bu durum ekonomik üretim için olduğu kadar, politik güç için de bir iktidar talebi olduğunu gösterir.)

C- Yine bilgi, eğitim ve enformasyon vasıtasıyla sınırsız bir yayılma ve tüketim nesnesi olmuştur.

D- Bilgi, birkaç ekonomik-politik aygıtın (ki bunların en önemlileri üniversitelerdir) egemen kontrolü altında üretilerek, aktarılmaktadır.

E- Bilgi, bütünüyle politik tartışmaların ve sosyal çarpışmaların konusudur. Çünkü bilim yalnızca bilimi bilim yapan ‘rasyonel’ iç unsurlarla açıklanamaz. Bilim ve bilimsel bilgi ancak içinde yer aldığı toplumsal bağlam içinde açıklanabilir.



Bu çerçevede bilginin ve özellikle modern bilimin tarihi, aynı zamanda iktidar mücadelelerinin de tarihi olmakta, üniversiteler iktidarlara lojistik destek sunan merkezler olarak hizmet vermektedirler.





Bilgi iktidarı, iktidar bilgiyi tayin eder

Bilgi ile iktidar ilişkisi, sürekli bir etkileşim halinde olmuştur. Aslında, bilgi insanların sahip olduğu sınırlı enerji ve üretim kapasitesini daha fazla arttırmakla bir anlamda güç ve iktidar birikiminde etkili rol oynamaktadır. Öte yandan, mevcut iktidar ve gücün bir kısmı da daha fazla enerji ve üretim imkanı yaratacak bilgi üretiminde kullanılmaktadır. Ancak, tarihsel süreç içerisinde, bilgi-iktidar ilişkileri karşılıklı etkileşim içerisinde bulunmakla birlikte, çoğunlukla bilginin güç ve iktidar yaratmadaki itici güç olma niteliği daha baskın olmuştur. Bu bağlamda, insanlık tarihinde, hem tabiat üzerindeki etkilerin, hem de insan toplulukları üzerindeki etkilerin sürdürülmesi ‘bilgi’ öğesinin kullanılmasıyla gerçekleşmiştir.



“Özne-nesne ayrımına temel rol atfeden tüm bilimsel yapılar bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Öyle ki, her tür toplumsal değer yargılarının üstünde hareket ettiklerini iddia ederler. Bilim adına belki de yapılan en büyük sapma bu iddialarda gizlidir. Belki de hiçbir çağda kapitalist çağda olduğu kadar bilimin hakim sistemle bütünleşmesine tanık olunmamıştır. Yönteminden içeriklere kadar bilim dünyası sistemin hem en büyük inşa gücü, hem de meşruiyetini sağlayan ve koruyan güçtür. Kapitalist çağın bilim yöntemi ve bu temelde oluşan bilimleri, gerek sistemin kârsal işleyişinin, gerekse bunun yol açtığı ve toplumun tüm iç ve dış halkalarını kaplayan savaşlar, krizler, acılar, açlık ve işsizlik, çevre yıkımı ve nüfus patlamalarının esas sağlayıcı, yol açıcı gücüdür. ‘BİLİM GÜÇTÜR’ özdeyişi bu gerçeğin iftiharla dile getirilişidir.” (Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu)



Bu açıklamalar, bilginin iktidar ilişkilerinden tam anlamıyla soyutlanamayacağını göstermektedir. İktidar ve bilgi arasındaki bu döngüsel ilişki, modern bilim alanlarını da kapsamına almıştır. Foucaultçu yaklaşıma göre; dışlanma, hapis, gözetim, nesneleştirme pratikleri ve teknolojileri yoluyla ortaya çıkmış olan arkeoloji, etnoloji, folklor, antropoloji, psikiyatri ve sosyoloji gibi disiplinler, yeni iktidar tekniklerinin gelişmesine ve çoğaltılmasına katkıda bulunmuşlardır. Hatta bu disiplinler varlıklarını iktidarın bir uyruklaştırma aracı olmalarına borçludur. Bu çerçevede bilimsel alanda karar vermek veya tanımlamada bulunmak aynı zamanda politik çıkarların propagandasına ilişkin bir çabayı de içermektedir.



Ancak bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiyi sadece sözü edilen şekliyle algılamak, durumun eksik anlaşılmasına yol açmaktadır. Çünkü bilgi ile iktidar arasında üç tip ilişki ve etkileşim olduğu görülmektedir. Birincisi iktidarı elde etmek için bilgiye müracaat etmektir. İkincisi iktidarın, bilginin edinimini tahrip etmek ve engellemek için kullanmasıdır. Üçüncü ilişki biçimi ise diğerlerinden farklı olarak; bilginin bizi, iktidarın baskıcı etkilerinden özgürleştirebilmesidir.



Modern bilimin en önemli özelliklerinden biri olan evrensellik iddiası, iktidarın özellikle de siyasal iktidarla bilim arasındaki ilişkiyi belirleyen unsurlardan biridir. Çünkü dünyada güçlü devletler ve ideolojiler hep olmuştur ve bunlar, bölge veya dünya ölçeğinde bir hegemonya kurmanın aracı olarak evrensel söylemi sık sık kullanmışlardır. Çünkü bu söylemi tesis edecek en önemli aygıt bilgidir. Bu perspektifte günümüz bilim anlayışı ile kapitalizm arasında karşılıklı ve belirleyici bir etkileşim bulunduğu görülmektedir. Teknolojik yeniliklerin izlenmesi açısından modern bilim kapitalizme muhtaç durumdadır. Kapitalizm ise dünyayı saran bir gerçeklik olabilmesi için bilimin meşru açıklama ve genellemelerine ihtiyaç duymaktadır.



Tanımlanmış bir otoriteye sahih olan iktidarlar; uygulama alanı bulduğu evrende meşruiyet zemini oluşturmak durumundadır. Bu anlamda iktidarları altındakileri, hükümlerine uymada geçerli nedenlerin olduğuna ikna etmeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda önemli bir meşrulaştırıcı olarak Modern bilim, bütün disiplinlerdeki bilgi üreticilerine ‘ bilimsel yöntem’ adı altında tek bir yöntem önerirken, aslında doğa bilimlerinden türetilen modelin bütün disiplinlere evrenselleştirilmesini amaçlamaktadır. Bunun riski ve zorlayıcılığı, bugün sosyal bilim alanlarında görülmektedir.



“Pozitivist bilim anlayışıyla, diğer bir deyişle paradigmasıyla geliştirilmek istenen toplumsal bilimler tamamen çıkmaz içinde kalmıştır. Aksi halde bu denli yükselen sömürü ve savaş olgusunu izah edemeyiz. Bilim adamı topluma karşı bir din adamı veya ahlakiyatçıdan daha az sorumlu olamaz. Madem bilim mitoloji, din ve felsefeye karşı daha yüksek bir anlam gücüdür, o halde neden kendi devrimini yapıp (17. yüzyıl) zaferini sağladığı halde, bu üstünlüğünü eşi görülmemiş savaş ve sömürü olgularına karşı gösteremedi? Bilimin iktidarlaşması buna neden olarak gösterilebilir. İktidarlaşan bilim özgürlüğünü kaybeder. Bilimi en gelişkin anlam yorumu olarak tanımlarsak, bu kadar hızla iktidarla bütünleşmesi ya bilim adına bir yenilgidir, ya da bilim diye tanımlananın ciddi bir anlam sorunu vardır.” (Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu)





Ali Rızgar

Hiç yorum yok: