28 Şubat 2010 Pazar

Aykırı Bir Analiz

Savcıların generalleri tutukladığı şu günlerde; ulusalcılar kıyamet ya da panik, liberaller ve politik İslamcılar zafer havası içindeyken; ayrıntılar arasında boğulmak istemeyen ve oyunun genel gidişi ve ağırlık noktası hakkında daha kuşbakışı bir kavrayışa ulaşmak isteyen bir satranç oyuncusu gibi, olaylara geriye çekilerek uzaktan bakmakta yarar var.
Böyle zamanlarda, genel sosyolojik ve tarihsel eğilimler üzerinde durarak, olayların, aktörlerin ve çatışan güçlerin onlara yüklediği anlamlarıyla değerlendirmenin girdabına kapılmadan, nesnel anlamlarını açığa çıkarmak ve genel gelişme eğilimini belirlemek daha büyük önem taşıyor.
Genel ve tarihsel eğilimlere baktığınızda ise, şu an çok önemli olan veya öyle gibi görünen güçlerin ve eğilimlerin aslında çok da önemli olmadığı veya göründüğü gibi olmadığı ortaya çıkar.
Bunu fizikten şöyle bir benzetmeyle açıklamak mümkün olabilir. Bir tek hücreli yaratık hatta küçük bir böcek için, yer çekiminin hiçbir önemi yoktur. Ama küçük boyutlar ve bu boyutlardaki canlılar için, örneğin sıvılardaki yüzey geriliminin, yani atomları birbirine çeken güçlerin önemi çok daha büyük ve hayatidir. Bu nedenle, bakteriler veya küçük böcekler için, çekim gücünü algılamayla ortaya çıkmış, yukarı ve aşağı gibi kavramlar bir şey ifade etmez. Ama örneğin bir fare veya bir fil için suyun yüzey gerilimi artık hesaba bile katılamayacak derecede hiçbir anlamı olmayan bir kuvvet haline gelir. Yerçekimi dolayısıyla yukarı ve aşağı gibi kavramlar o canlı için hayati bir önem kazanır.
Benzeri durum genel ve sosyolojik eğilimlerle günlük politika arasındaki ilişkide de söz konusudur. Tarihsel veya temporal boyutlarda kısa ve uzun dönemlerde; topluluklarda küçük ve büyük boyutlarda benzer ilişkiler görülebilir.
Bu kısa girişten sonra, iki aykırı tespitle başlayalım.
Birincisi, bütün bu gelişmeleri her iki taraf da İslamcı Burjuvazinin veya Politik İslam’ın ve onların politik ifadesi olan AKP’nin, “Askeri Vesayet Rejimi”ne karşı bir başarısı (veya bakış açısına göre, İslamcıların Laiklere karşı bir darbesi) olarak görme ve gösterme eğiliminde.
Ulusalcılar ve Laikler; Liberaller ve Politik İslamcılar, birbirine zıt gibi görünen bu iki taraf (ki neredeyse tüm egemen basın ve entelektüel hayat demektir bu gün) aynı değerlendirmede anlaşmaktadırlar.
Bu bakış, olayların ardındaki derin değişmeleri ve güçleri görmemek, o güçlerin yansılarına göre gelişmeleri değerlendirmek olur. Her iki taraf da bu aynı yanlışı yapmaktadır.
Bütün bu gelişmeler, Burjuvazinin marifeti değildir, her şeyden önce İşçi Sınıfı ve Kürt Özgürlük Hareketinin var oluşu ve mücadelesi sayesinde mümkün olabilmiştir. Bunu biraz açalım.
İşçi sınıfı deyince herkesin aklına Sendikalar, Sosyalist Partiler, Grevler geliyor. Bu işçi sınıfının sendikalist ve ekonomist algılanışıdır.
İşçi sınıfı modern bir sınıftır, genel eğilimlerini bir şekle toplumsal hayatın içinde yansıtır ve yansıtacak kanalları yaratır. Bu kanallar çoğu kez hemen görülemeyebilir ve anlaşılamayabilir.
Tipik bir örnek verelim, başörtüsü. Altmışlarda ve yetmişlerde işçi sınıfı, uzun saç, İspanyol paça ve geniş yakalı gömlekler ve bunun muadili kadın kıyafetleriyle var olan sistem karşısında eğilimlerini dile getiriyor, kültürel dönüşümler yapıyor ve siyasete ağırlığını CHP ve diğer sosyalist parti ve gruplar aracılığıyla koyuyordu.
Seksenlerden sonra ise, aynı işçi sınıfı başını örterek, Askeri bürokratik oligarşinin bayrağına ve kadınların sarıya boyanmış saçlarına karşı, başörtüsünü bayrak yaparak ve aynı zamanda bu bayrak aracılığıyla kadını sokağa toplumsal hayata katmanın başka yollarını bularak; giderek CHP ve diğer sosyalist gruplardan uzaklaşarak eğilimlerini dile getirmeye başladı.
İşçi sınıfının bu eksen kayması aynı zamanda Saadet ve Refah’ın aşılıp, ortaya kitlesel AK Parti’nin ortaya çıkışına da denk gelmektedir. Sendikalist ve ekonomist bir bakış açısı İşçi Sınıfını bu gelişmelerde göremez. Ama daha derine inen bir sosyolojik bakış açısı bunu görebilir.
İşçi sınıfı, en büyük silahı olan oylarıyla AKP’yi destekleyerek, Ordunun her tehdidi ve darbe teşebbüsüne oylarıyla daha güçlü ve sert cevap vererek, fiilen ordunun siyasi gücünü ve hareket alanını daraltarak, bu günkü gelişmelerin yolunu döşedi. İşçi sınıfının bu desteği ve oyları olmasaydı, burjuvazi bu günkü adımları atabilecek ne gücü ne de cesareti bulabilirdi.
Son gelişmelerde dünyadaki politik konjoktürünün uygunluğu ve uluslar arası desteğin de önemi üzerine geniş yorumlar yapanların bu çok temel gücün esas rolünü görmemeleri anlamlıdır.
İkinci büyük güç ise, politik bir güç olan, Kürt Özgürlük Hareketidir. Kürt özgürlük hareketi, liderini bile esir olarak kaptırmasına rağmen var olmaya devam etmeseydi. Var olmakla kalmayıp, politik mücadelede yeni alanları zapt etmeseydi. Ve nihayet bütün bunların yanı sıra Türk Ordusuna ağır askeri yenilgiler tattırmasaydı, bu günkü gelişmelerin esamesi okunamazdı. Burjuvazi, İşçi sınıfının ve Kürt Özgürlük hareketinin pişirdiği yemeği yemektedir şimdi ve kendisi yediğine göre kendisinin pişirdiğini iddia etmektedir.
Aslında Kürt Özgürlük Hareketi de bir ölçüde İşçi Sınıf ve Hareketi olarak görülebilir. DTP veya bu hareketin bir derneğine giden esas kitlenin aşiret bağlarından kopmuş, şehre gelmiş modern ücretli insanların, İşçi Sınıfının en alt katmanlarının bu hareketin omurgasını oluşturduğunu görür. Sadece biraz daha ruhça köylü ama aynı zamanda daha alttaki bir işçi sınıfına dayanmaktadır bu hareket de.
Bütün zıt görünüşüne rağmen kadınların durumu da iki harekette benzemektedir. Şehirlerde veya politik İslam içinde, kadının evden çıkıp sosyal hayata katılmasının aracı olan başörtüsünün Kürdistan’daki karşılığı, kadın gerillaların elindeki Klaşinkovlar ve cinsel ilişki yasaklarıdır.
Kürt hareketinde ve politik İslam’da temel modern sınıfların durumları da farklıdır. Politik İslam’da bayrak burjuvazidedir; politik hareketin başını burjuvazi çeker. İşçiler oyları ve bayraklarıyla, kültürel kotlarıyla onlara destek verirler adaletsizlikleri gidermeleri ve daha geniş bir özgürlükler alanı sağlamaları için.
Kürt Özgürlük hareketinde ise, her ne kadar yeterince şehirli bir ruh egemen olmasa da, öncülük bir şekilde işçilerdedir, Kürt burjuvazisi bağımsız bir parti olarak çıkamamakta, hareketin içinde hem destek hem köstek olmaktadır. Aslında AKP’ye oy veren geniş işçi kitleler ile Kürt Özgürlük hareketinin çekirdeği; Kürt Özgürlük hareketine hem destek hem de köstek olan burjuvazi ve AKP’nin yönetimi birbirine daha yakındır. Bu çakışmayı engelleyen ise, sınıfsal çıkarlar değil, kültürel ve tarihsel araka planlardır.
Olaylara böyle baktığımızda, Türkiye’deki değişimlerin motorunun İşçi Sınıfı olduğu, bu sınıfın, Politik İslam ve Kürt Özgürlük hareketi gibi politik biçimler altında kendi genel ve tarihsel eğilimlerini yansıttığı görülür. Bunu burjuva sosyologları da bir şekilde ifade ediyorlar ve Türkiye’nin artık bir köylü değil, şehirli ve sanayi toplumu olduğundan söz ediyorlar. İşçi sınıfsız şehirli ve sanayileşmiş olunamayacağına göre, bu İşçi sınıfının rolünün utangaçça kabulünden başka bir anlama gelmez.
Bu iki tespitten sonra bir üçüncü tespit daha yapalım.
Askeri Bürokratik Oligarşi, “İdeoloji” veya bir “Rejim” veya bir “Politika” değildir.
Türkiye’deki sosyalistlerin çoğu, Askeri Bürokratik Oligarşiyi, bir “İdeoloji” olarak tanımlama eğilimindedir ve Kemalizm’le yapılacak bir ideolojik mücadelenin onunla en iyi mücadele aracı olduğunu sanmaktadırlar. Fikret Başkaya’dan, İsmail Beşikçi’ye kadar geniş bir yelpaze vardır böyle. Bunların dillerinden düşürmediği kavram “Kemalist İdeoloji”dir.
Bir de Askeri Bürokratik Oligarşi’yi bir takım idari ve hukuki düzenlemelerle ortadan kaldırılabilecek bir Politika veya Rejim olarak tanımlayan genellikle Liberal diyebileceğimiz, geniş bir kesim bulunmaktadır.
Ne var ki ne ideolojik mücadele, ne de politik ve hukuki düzenlemeler askeri bürokratik oligarşinin toplumsal temeline dokunamazlar. Bu gücün çok sağlam ve derinlere giden bir toplumsal temeli bulunmaktadır. Bu toplumsal temel, ekonomi dışı cebir aracılığıyla, artı ürünün bir bölümüne el koyulmasıdır. Yani özünde kapitalizm öncesi bir soygun ve sömürü ilişkisi üzerinde var olur bu tabaka.
Türkiye’de bir zamanlar toprak ilişkilerinde feodalizm (Kapitalizm öncesi) aranırdı. Tam da modernleşmeleri yürüten “Devlet sınıflarının” bu modern öncesi sömürüye dayanan tabaka olduğu kavranamazdı.
Askeri ve Bürokratik bu devlet cihazı var oldukça, bu toplumsal güç var olmaya devam eder. Bu gücü ancak radikal ve devrimci bir demokratik program tasfiye edebilir. Yani bu pahalı, baskıcı, bürokratik, keyfi cihaz tasfiye olmadan bu gücün ortadan kaldırılması mümkün olmaz. Dolayısıyla bu son gelişmelerin bu gücün temellerine hiçbir şekilde dokunmayacağı bellidir.
Ayrıca Askeri Bürokratik Oligarşinin kendi içinde, çok uzun zamandan beri, bugünkü politika ve yapıya karşı bir yenileme ihtiyacını dile getiren, “aynı kalmak için değişmemiz gerekiyor” diyen güçlü bir reformcu kanat bulunmaktadır. Ve bu iç mücadele kimi politikacıların, subayların ve gazetecilerin öldürülmesi gibi çok sert biçimlerde de yıllardır sürmektedir. Eğer böyle bir kanatın desteği ve varlığı olmasa bu günkü gelişmelerin hiç birisi olmayabilirdi.
İşçilerin ve Kürt Hareketinin darbeleri bu kanadın konumunu güçlendirmiştir. Bu sayede en gizli toplantı ve planlar gazete sayfalarına geçmiştir.
Bu durumda, şu sonucu kolaylıkla çıkarabiliriz. Bütün bu tevkifatlar, davalar, askeri bürokratik oligarşinin gücünün budanması gibi görünen ve bu şekilde liberallerce alkışlanan gelişmeler nesnel olarak Askeri Bürokratik Oligarşi’nin kendini daha modern bir ideoloji ve politikayla donatması, politika ve ideolojiye egemen fosillerin tasfiyesi ve etkinliğinin kırılması, ama aynı zamanda yeniden gücünü kazanmak için stratejik bir ricat; ileriye fırlamak için gerilemesi olarak da görülebilir.
Şöyle tersinden bir benzetme belki durumu kavramayı kolaylaştırabilir.
28 Şubat, Politik İslam’ın ideolojik ve politik olarak kesin bir tasfiyesi gibi görülüyordu. Ama onun sosyal temellerine dokunmadığı ve dokunamayacağı için, aslında İslamcı Burjuvazi’ye fosilleşmiş eski ideoloji ve politikadan kurtulma ve daha geniş bir cephe oluşturma gereğini gösterdi ve olanağını sundu.
AKP, tam da 28 Şubat’ın ürünü olan bu gelişmeler ve değişimler sayesinde, laik burjuvazi ve işçi sınıfının desteğini alarak ezici bir seçim zaferiyle iktidarı aldı. Güç yerinde duruyordu ve gücünü politik alana yansıtabilmesi için uygun ideolojik ve politik biçimlerin ortaya çıkıp gelişmesinin yolunu açmıştı bu budama.
Şimdi de, AKP, bu borcunu ödüyor sayılabilir askeri bürokratik oligarşiye. Şimdi aynı şekilde, bizzat kendisi demokrat olmadığı için, Askeri bürokratik oligarşinin temellerine dokunmadığından ve dokunamayacağından, bu budama fiilen Askeri Bürokratik Oligarşi’nin fosilleşmiş ideoloji ve politikalardan kurtulmasının yolunu açacaktır. 28 Şubat’ın İslamcı Hareket’e yaptığı gençlik aşısını, Ergenekon tevkifatlarıyla AK Parti hükümeti Askeri Bürokratik Oligarşiye yapmaktadır.
Aslında, bu anlamda bakıldığında, AKP, Askeri bürokratik oligarşi içinde reformcu denebilecek; “aynı kalabilmek için değişmeliyiz” diyen kanat için kestaneleri ateşten çıkarmaktadır da denebilir.
Ama askeri bürokratik oligarşi, gerçek politik iktidarı, aldığı artı ürünü vermemek için bu tazelenmiş ideoloji ve politikalarla (ve muhtemelen buna uygun yeni öndelikler ve kadrolarla) mücadelesine devam edecektir.
*
Yarın öbür gün, Askeri bürokratik oligarşi, 27 Mayıs döneminde olduğu gibi, demokratik özlemlerin bayrağını ele geçirip, AKP’nin Barzani ve Talabani ile ittifakı karşısında Kürt Özgürlü Hareketi ile ittifak yapıp, İslamcı Burjuvazi karşısında Laik burjuvaziyi de yanına alıp kendini yenilemiş bir güç olarak ortaya çıkabilir ve çıkacaktır da muhtemelen.
O zaman, Kürt Özgürlük Hareketi, kendisini bir yol ağzında bulacaktır. (1) Bu olanaktan yararlanıp, üzerindeki tecridi kırarak gerçekten köklü demokratik dönüşümlerin başını çekebilen bir güç haline dönüşebilir. (2) Ama kendini yenilemiş Kürt-Türk Askeri Bürokratik oligarşisinin kadrolarına da dönüşebilir. Tabii böyle bir dönüşüm, Kürt Özgürlük Hareketi içindeki çok güçlü demokratik eğilimlerin kanlı bir tasfiyesiyle atbaşı gider.
Kendini yenilemiş bir askeri bürokratik oligarşi ve onun ipleri elinde tuttuğu asma yaprağı bir parlamentarizm mi, yani Şarklılığın modern biçimi mi, yoksa askeri bürokratik oligarşinin toplumsal temellerini yok eden bir demokratik devrim mi, yani Batının Orta Doğu’ya yayılması mı?
Hangi yolun üstün geleceğinde her şeyden önce Kürt Özgürlük hareketi içinde şimdiden oluşacak birikimler, hazırlıklar ve uyanıklıklar belirleyici olacaktır.
Bunun için işçi hareketinin tarihsel deneylerini incelemenin büyük önemi vardır.
Sovyetlerin, ondan önceki ve sonraki bütün devrimlerin bürokratlaşmalarının ve devrimler içindeki karşı devrimlerin tarihi bunun dersleriyle doludur.
Demir Küçükaydın
24 Şubat 2010 Çarşamba

Hiç yorum yok: